Ortadoğu’nun bugünkü sorunlu yapısının temel taşlarından biri olan Sykes-Picot gizli anlaşmasını, imzalanmasının yüzüncü yılında yakın tarih uzmanı Prof. Mustafa Budak’la konuştuk. Anlaşmanın bugüne de yansıyan etkilerini anlatan Budak’a göre Sykes-Picot anlaşması Batılı emperyalist devletlerin “Ben buraya içinize bir bomba atıyorum. O bomba ile yaşamaya devam edin. Çatışma çıktığında da bana muhtaç olun” demesi.
Ortadoğu’ya bugünkü sorunlu şeklini veren, tam yüzyıl önce İngiltere ve Fransa arasında imzalanan Sykes-Picot anlaşmasını, yakın dönem tarihi konusunda uzman Prof. Mustafa Budak ile konuştuk.
Sykes-Picot anlaşmasını ‘emperyalist devletlerin Osmanlı Devleti’ni paylaşması anlaşması’ olarak tanımlayan İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nden Budak, İsrail’in kuruluşuna giden yolun da bu anlaşmayla açıldığını anlattı.
Devlet Arşivleri Genel Müdür Yardımcılığı da yapmış olan Budak’a göre, Arap Baharı bir bakıma Sykes-Picot anlaşmasının da sonuçlarıyla birlikte çöp sepetine atılması girişimiydi ama bu anlaşmayla Ortadoğu’da kendi çıkarlarına göre bir düzen kuran emperyalist güçler, buna izin vermedi.
Sykes-Picot anlaşmasını bir tarihçi olarak nasıl tanımlarsınız?
Avrupalı emperyalist devletlerin Osmanlı Devleti’ni paylaşmayı amaçlayan gizli anlaşmadır.
Nedir hikâyesi?
Aslında uzun bir hikâyesi vardır. 19. yüzyılın sonunda İngiliz Başbakanı Lord Salisbury’nin bir sözü vardır. Der ki, “Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığı özel bir bağımsızlıktır. Biz onun geleceği konusunda ne yapacağımıza karar veremediğimiz için devam eden bir bağımsızlıktır.” Dolayısıyla İngilizler nezdinde Osmanlı Devleti’nin siyasi varlığının çok uzun sürmeyeceği kanaati vardır. Rusya da öyle. Almanya da aynı görüşte.
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ile müttefik olmalarına rağmen mi?
Evet. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Alman Dışişleri yetkililerinin Osmanlı Devleti’nin otuz yıl daha yaşamayacağı yönünde öngörüleri vardır. Zaten Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin Almanya’ya mecbur olması da İngiltere, Fransa ve Rusya bloğunun Osmanlı Devleti üzerindeki planları. Savaş başladığında o yüzden Sykes-Picot anlaşması yapılacak, Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz Rusya’ya bırakılarak onların da onayı alınacaktır. İtalya da Nisan 1917’de taraf değiştirdiğinde bu emperyal yarışta Anadolu’nun Güney Batı kısmını yani Konya, Antalya, Denizli’yi nüfuz alanı olarak alacaktır.
Sykes-Picot Ortadoğu’yu bölen bir dizi gizli anlaşmanın ilki
Fakat Sykes-Picot anlaşmasında başlangıçta İtalya yok değil mi?
Bir sonraki aşama o. Biz tarihçiler gizli anlaşmalarını sıralarken, Sykes-Picot’dan hemen sonra Nisan 1917’deki Saint Jean Maurienne anlaşmasını zikrederiz. Sykes-Picot’un tamamlayıcısıdır. Şu bakımdan Mondros Anlaşması’ndan sonra özellikle Anadolu toprakları bu paylaşımlara göre işgal edildi. Ama bir farklılık vardı, İngilizler bir emrivaki ile Antep, Urfa, Maraş bölgelerini işgal ettiler.
Bu Sykes-Picot’a aykırı değil mi?
Evet. Bu durum Fransızları rahatsız etmişti. Ancak 1919’da İngiltere ve Fransa Suriye, bir antlaşmayla Sykes-Picot’ya dönülmesine karar verdiler, yani Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin Fransızlara bırakılmasına. Fransızlar bu bölgeleri işgal ettiler. Buralardaki direniş de Fransız işgalinden sonra başladı. Bu antlaşmayla Fransızlara Musul petrollerinden yüzde 25 pay verilmiştir. Burası Sykes-Picot’da Fransızlara verilmişti ama İngilizler aldı. Sonra da San Remo ve Sevr süreci geldi. San Remo Konferansı’nda Sykes-Picot’da belirlenmiş Arap bölgelerinde, özellikle Irak ve Suriye’de manda yönetimlerinin kurulması kararlaştırıldı. Sykes-Picot’da bağımsız Arap devletleri ya da konfederasyonu kurulması düşünülmüştü ama bundan da uzaklaşıldı. San Remo Konferansı’nda alınan kararlar Osmanlı aleyhindeki bu kararlar Sevr taslağına da yazıldı. (İstanbul hükümeti temsilcisi) Tevfik Paşa Sevr taslağını almak için gittiğinde, ilk tepkisi şu olmuştur: Bu Osmanlı Devleti’nin siyasi varlığını sona erdiren bir taslaktır. Kabul edilemez. Bunun üzerine Osmanlı Devleti kendi karşı önerisini 25 Haziran’da takdim etmiştir. Türkiye’de bu metinler çok incelenmemiştir. Bunu özellikle söylemek isterim.
Bu metinler yeteri kadar incelemedi
Neden Türkiye’de bu metinler incelenmedi?
Yakın dönem tarihçilerimiz metin tahlili, satır analizinden çok, daha önce verilen genel hükümler üzerinden yorumlar yapmayı tercih ediyorlar. Satır arası okuma maalesef çok rastlanan bir şey değil.
Ön kabuller mi var?
Evet. Misâk-ı Millî’nin Osmanlı Meclis-i Mebusan’da kabul edilmiş hâli dururken, aslı dururken resmi tarihçilerin yazdığı şekliyle ön kabullerle hareket ediyorlar. Hatta Meclis’in kabul ettiği metinle, yayınlanmış eserlerdeki metinlerin aynı olmadığını gördüm. İkincisi bu dönemde gerek Osmanlı hükümetleri, gerek Ankara tarafından üretilmiş olan metinler de yeterince tahlil edilmemiştir. Yeni rejimin anlaşmalarını ve pozisyonunu kuvvetlendirmek için mütareke dönemindeki Osmanlı hükümetlerinin ürettiği metinler çok fazla görülmemiştir. 1918 sonrası Türkiye’nin yüz yüze kaldığı temel sorunlar, yani kapitülasyonlar, Boğazlar, Ermenistan, Kürdistan, Hilafetin konumu, Arapların statüleri gibi konularda İstanbul ve Ankara hükümetlerinin görüşlerinde esas itibarıyla bir farklılık yok. Sadece bunların nasıl elde edileceği konusunda yöntem farklılığı var. İstanbul hükümeti işgal ortamında bulunduğu için siyaset yoluyla taleplerin karşılanmasını isterken, Ankara diplomasi ve silah yoluyla mücadeleyi tercih etmiştir. Daha önemlisi Osmanlı Hükümeti, Sevr süreçlerinde tepki vermemiş, kendine dayatılanları kabul etmiş değildir. Osmanlı Devleti’nin Paris Konferansı’na takdim ettikleri bir muhtıra metni vardır. İki açıdan önemlidir. Savaşın galiplerinin kurmak istedikleri düzene cevaptır. Buna bağlı olarak Misâk-ı Millî beyannamesini okuduğumuzda sınırlar konusunda kriterler belirtilmiştir. “Arapların çoğunlukta olduğu yerlerin geleceğini Araplar belirleyecektir” diye bir ibare vardır. İkinci kısım mütareke çizgisinin içinde ve dışında kalan Osmanlı İslâm topraklarının bölünmez bütünlüğünden söz edilir. Fakat “Bu sınır neresi?” denildiğinde hep muhtelif şeyler söylenmiştir.
Halep Misâk-ı Millî sınırları içinde
Neresidir o sınır?
Bunun en güzel cevabını 23 Haziran 1919 tarihli muhtıra metninde görebilirsiniz. Batıda Gümülcine, kuzeydoğuda Poti, güneyde de Lazkiye’nin kuzeyinden geçen Halep’i içine alan doğuya doğru ilerleyip Osmanlı Musul Vilayetini, Kerkük ve Süleymaniye içine alana bir hattır bu. Bugün sık sık adı geçen 36. paralele karşılık gelen bir coğrafyadır. Metinde “yeni Türkiye’nin sınırları” diye mevcuttur. Aslında Osmanlı devletinin 23 Haziran tarihli muhtırası, Misâk-ı Milli beyannamesi, Sykes-Picot ve onu izleyen paylaşım projelerine Türkiye’nin cevabıdır.
Sykes Picot’ya Türkiye’nin verdiği yanıtı anlattınız. Ancak Ortadoğu’da hayata geçti. Bu anlaşmanın Ortadoğu’nun bugünkü şekillenmesinde ne gibi etkileri oldu?
Bu masa başında belli çıkarlar çerçevesinde tanzim edilmiş bir anlaşmadır ve bu anlaşmaya dayanan haritaların gerçekleştirilmesidir. Irak ve Suriye sınırlarımızın her iki tarafına insan kompozisyonu açısından bakıldığında yapay bir sınır olduğunu görürüz. Bir de akrabalık ilişkileri. İnsanlar akrabadır. Diyarbakır’ın tahıl ihtiyacı tarihsel olarak baktığınızda hep Musul’dan karşılanmıştır. Bir Antepli’nin, Urfalı’nın Halep’e gitmesi, Halepli’nin Antep’e gelmesi çok kolay ve doğal bir iştir. Bir bütünlük vardır ama sınır yapaydır. Bu yapaylık sadece burada değil, Irak ile Suudi Arabistan arasında da aynı şekilde çizilmiştir. Parçala böl yöntemiyle. Ayrıca oralarda ulus devlet temelli siyasal bir yapı o bölgenin genel kompozisyonuna zaten aykırıydı.
Osmanlı Devleti’nin o bölgede nüfuz kazanması 16. yüzyıldan itibaren başlıyor, 20. yüzyıla kadar bazı sorunlarla birlikte devam ediyor. Osmanlı Devleti o coğrafyanın farklılıkları yok farz ederek bir düzen oluşturmadı. O farklılıklara hürmet ederek her bölgenin özelliklerini dikkate alarak siyasal bir yapı oluşturdu. Ama Sykes-Picot ve sonrası düzen, hepsi Arap olmakla birlikte Irak’ta, Ürdün’de ulus devlet temelli milletler oluşturmaya çalıştı. İsrail’de devlet kurdu.
“Avrupa, Araplara ulus devlet dayattı”
Ama Birinci Dünya Savaşı öncesinde Araplar arasında bağımsızlık arayışı var. Picot’ya mektup yazıyorlar, “Bize bu konuda yardımcı olun” diye.
Arapların Osmanlı’dan ayrılma talebini normal karşılayabiliriz. Ama Batı’da ulus devletler ya iradeye dayanan ya da ırksal temelde devletlerdir. Her iki hâlde de Arap Devleti ya da Arap Federasyonları gibi bir yapı ortaya çıkmış olsaydı belki daha ideal bir yapı ortaya çıkardı. Fakat istenen yekpâre, Arapların birlikte yaşayacağı siyasi bir yapı oluşturmaktan çok, Avrupalı emperyalist devletlerin kendi çıkarlarını devam ettirecek siyasal sosyal ekonomik yapıları oluşturmaktı. Arapların bağımsızlık talepleri istismar edildi. Yekpâre Arap devletleri federasyonu olsaydı, Avrupalıların samimiyetine inanırdık. Öyle yapılmadı. Parçalı yapılar oluştu. Çoğunluk üzerinde azınlık unsurlarını egemen kılan yapılar oluşturuldu. Bu da şu demektir: Ben buraya içinize bir bomba atıyorum. O bomba ile yaşamaya devam edin. Çatışma çıktığında da bana muhtaç olun. Batılı devletlerin müdahil olabileceği, kurtarıcı misyonlarını devam ettirebilecekleri bir yapı ortaya çıktı. Dayatıldı bu düzen.
Kürtler de kendilerini Sykes –Picot’un mağdurları olarak kabul ediyorlar.
Sykes- Picot’a da Kürtlerin adı geçmedi. Filistin’de üstü kapalı olsa da Yahudi Devleti kurulması geçiyor ama Kürtlerden söz edilmiyor. Ancak Sevr anlaşmasında Kürtlere özerk ya da kademeli olarak bağımsız bir Kürdistan kurulması vaadi veriliyor. Kürtler bu vaatlere çok inandılar. Lozan imzalandığında vaat edildiği ölçüde isteklerine kavuşmadılar. Lozan’da kaybeden arayacaksak birisi de Kürtler. Biz de siyasetimizi Kürtleri de kapsayacak bir politika yürüttük. Misâk-ı Milli bunun altyapısını oluşturuyor.
“Sykes-Picot gizli anlaşmasının gizli maddesi İsrail”
Sykes Picot ile İsrail devletinin kuruluş arasındaki ilişki nedir?
Çanakkale muharebelerine Siyonist bir birlik katılmıştır. (İsrail Devleti’nin kurucularından Vladimir) Jabotinski diyor ki, “Çanakkale’ye İngilizlerin yanında katılmamız, Filistin’de Yahudi Devleti’nin kurulmasında olumlu bir etkendir.” Arkasından Sykes-Picot geliyor. Burada uluslararası bir yönetimden söz edilse bile bir kısmının İngiliz denetimine bırakılması adı konulmamış bir İsrail’in kurulmasıdır. Arkasından Yahudilere yurt vaat eden Balfour Deklarasyonu. 1919’da Kral Faysal ve (İsrail’in ilk Cumhurbaşkanı Haim) Weizman anlaşması, Sevr’ de Yahudi devleti kurulmasından söz edilmesi, 1948’de İsrail’in kurulmasına giden kilometre taşlarıdır. Sykes-Picot gizli anlaşmasının zamanla açığa çıkan gizli maddesi, İsrail Devleti’nin kurulmasıdır.
Sykes-Picot anlaşmasından bu coğrafyada yaşayan halkların önemli bir bölümü şikayetçi. Ama neden bu anlaşma sonuçlarıyla birlikte tarihin çöplüğüne gönderilemiyor?
Başta Mısır olmak üzere, Arap halklarının Arap Baharı sürecindeki bağımsızlık, demokrasi taleplerini, kendi siyasal yapılarını özgürce kurmalarına izin verilmedi. Arap Baharı Sykes-Picot’un çöpe atılması girişimidir bir bakıma da. Mısır’da devam etseydi domino taşı misali ilerleyecekti. Bu yapıların değişmesi aynı zamanda Batılı güçlerin de aleyhine bir yapı oluşturmaktaydı. Demokratik bir düzen kurulamadı. Bunun tek müsebbibi Arap halklarının basiretsizliği değil, Batılı güçlerin burada kendi çıkarlarına aykırı siyasal yapılara müsaade etmemeleridir.
Bölgede Sykes-Picot düzenin artık yürümediği gün gibi aşikâr. Buradaki halkların kendilerine uygun bir siyasal yapı kurmasına küresel güçler müsaade etmiyor. Ulus devlet yapıları da bu bölgenin yapısına uygun değil. Bundan uzak kalabilecek, farklıkları kabul eden modern değerleri de katan bir üst kimliği idealize eden siyasal yapıların kurulmasına ihtiyaç var.