Home » Eğitim » Dil Eğitimi » Dil Eğitimi : Bölüm 7 > 5 günde İngilizce Oh Ne Ala!

Dil Eğitimi : Bölüm 7 > 5 günde İngilizce Oh Ne Ala!

Bu bölümde çok kısa zamanda İngilizce öğrenilip öğrenilemeyeceği anlatılmaktadır.

Thoughtful man in the living room

İlker sabah uyandığında burnuna nefis bir sucuk kokusu doldu. Mutfaktan gelen tabak çanak seslerine bakılırsa Hasan Hoca kahvaltı hazırlıyordu.

–          Günaydın!

Hasan Hoca gülümseyen bir yüzle kapının yanında dikiliyordu.

–          Günaydın hocam.

Biraz da çekinerek hemen yatağından kalkıp yastığı, yorganı toplamaya başladı.

–          Kahvaltı hazır, haydi gel hemen.

–          Geliyorum hocam.

Birlikte nefis bir kahvaltı yaptılar. Mutfak penceresinden içeri dolan güneş, dışarıda harika bir hava olduğunu haber veriyordu. İlker kendini çok ama çok mutlu hissediyordu.

–          İlker, bugün için bir planın var mı?

–          Yok hocam.

–          Güzel. Öyleyse hemen çayını bitir. Bu güzel Pazar gününü kaçırmak istemiyorum.

İlker çayını aceleyle yudumlayıp ellerini yıkadı.

–          Ne yapacağız hocam?

–          Çıkıp dolaşacağız. Uzun zamandır Sarıyer tarafına gitmiyorum. Bugün programda bir değişiklik yapalım ve günlük dersimizi akşam değil, gündüz yapalım. Ne dersin?

–          Çok iyi olur hocam. Hep karanlıkta konuşuyoruz zaten.

Yaklaşık on dakika sonra Hasan Hocanın arabasında Sarıyer’e doğru ilerliyorlardı. Bir yılan gibi kıvrılarak ilerleyen sahil yolunda tek tük araba gözüküyordu. İlker Pazar sabahları İstanbul’un bu kadar tenha olduğunu bilmiyordu. Açık camdan arabaya dolan yosun kokusunu içine çekti. Sarıyer’deki belediye tesislerine gidip oturdular. Karşılarında bir tablo gibi duran boğaz manzarasını seyrederek konuşmaya başladılar.

–          Hocam, bugün ne konuşacağımızı tam olarak bilmiyorum ama müsaade ederseniz ben bir soru sormak istiyorum.

–          Sor İlker, sor.

–          Beş günde İngilizce öğrenilir mi?

–          Hayırdır? Nereden çıktı şimdi?

–          Akşam uyumadan önce sizin oturma odasındaki dergilerden birini karıştırdım. Bir röportaj vardı. Beş günde İngilizce öğrettiğini iddia ediyordu adam. Öyle ikna edici cümleler kullanmışlar ki, acaba boşuna mı uğraşıyorum diye şüpheye düştüm birden. O yüzden sorayım dedim.

–          Beş günde İngilizce falan öğrenilmez İlker. Sen de biliyorsun bunu. Biraz aklı olan her insan da aksini düşünmez zaten.

–          Tamam hocam, teşekkür ederim. Söz sizde.

–          Ama böyle topu ortaya atıp geriye çekilirsen olmaz. Beni provoke ediyorsun.

–          Hocam, sadece fikrinizi öğrenmek istedim.

–          Tek kelimeyle bütün fikrimi öğrenebildin mi? Merak etmiyor musun bu konuda ne düşündüğümü?

–          Ediyorum elbette ama belki başka bir gündeminiz vardır diye fazla dalmak istemedim konuya.

–          Gündemim var elbette ama sorduğun soru benim sinirlerimi acayip bozan bir konu ve bu konu hakkında biraz konuşmak istiyorum.

–          Çok iyi olur hocam. Ben de inanmıyorum ama yine de bir acaba var kafamda.

–          Peki, o acabayı silelim o zaman bugün. Bu konu aslında sadece İngilizceyle alakalı değil. Türkiye’de bir grup insan var. Oturup insanlara ne satabiliriz diye düşünüyorlar. Yaptıkları beyin melteminde hep aynı şeyler çıkıyor. Kellik, şişmanlık, iktidarsızlık, İngilizce…

–          Bu saydıklarınızı hiç aynı kategoride düşünmemiştim hocam.

–          Radyo dinliyorsan fark etmişsindir. “Evvet sayın dinleyiciler, kampanyamız başlıyor. Beş dakika içinde ilk arayan yetmiş kişiye piyasada bilmem kaç lira olan ürünümüzü sadece bilmem kaç liraya vereceğiz!” diye çığırtkanlık yapan pazar satıcıları dolu kanallar.

–          Evet, ben de çok sık rastlıyorum. Pazarlamayı tamamen radyo kanallarına yönlendirmiş gibiler.

–          Bir haftada saç çıkaran şampuanlar, üç günde beş kilo verdiren garip meyveler, gençliğe geri dönmenizi sağlayan iksirler falan filan. Hepsi kocaman yalan ama insanlar bir ümit sarılıyor bunlara. Bir ara da altın çilekle kandırdılar milleti. Bir rüzgâr esti, milletimiz altın çileğe boğuldu, birileri de parayı acayip götürdü. Sonra sağlık bakanlığı yasaklayınca milletin aklı başına geldi ama çok geç.

–          O zaman Türkiye’de bol miktarda kel, şişman, iktidarsız ve İngilizce konuşamayan insan var.

–          Her ülkede var. Ama sadece maalesef bizim ülkemizde bu kadar sömürülüyor bu insanlar. Saflık mı desek, aptallık mı desek karar veremiyorum. Bir insan bir haftada içinde kellikten kurtulabileceğine nasıl inanır, aklım almıyor.

–          Veya beş günde İngilizce öğrenebileceğine?

–          Evet, aynı şey işte… Sen beş günde vücut yapabilir misin?

–          Hayır elbette. Beş günde hangi hareketleri yapacağımı bile öğrenemem.

–          Normal düzeyde zekaya sahip bir insan zaten böyle düşünür. Ama reklamların nasıl bir etkisi varsa birçok insan inanıyor. İnsanları aptal yerine koymaları canımı çok sıkıyor. Çünkü avaz avaz İngilizce öğrenmekten bahsediyorlar, birkaç cümle veya kalıp öğrenmekten değil. Bu hesaba göre ben aptalım, iki sene üniversite imtihanına çalıştım, dört yıl üniversitede İngilizce çalıştım ve hala İngilizce öğrenmeye devam ediyorum. Beş günde İngilizce öğrenilebiliyorsa, beş ayda bir insanın dil profesörü olması lazım. Eğer onlar doğru söylüyorsa, ben aptalım. Yok, ben aptal değilsem, onlar yalancı. Öyle değil mi? Benim zekâmdan şüphe ediyor musun?

–          Asla.

–          Teşekkür ederim İlkercim. Ben de senin zekândan şüphe etmiyorum. Neyse, yıkama yağlamayı bırakıp konumuza dönelim. Senin sorduğun soru saçmalıklar zincirinin sadece bir halkası. Daha neler var neler. Hipnozla öğrenme, uykuda öğrenme, hafıza teknikleriyle öğrenme vs. Bir tek İngilizce hapı kaldı geriye. Tok karnına bir tane yutuyorsun, iki saat içinde bütün yapılar oturuyor. İkinci hapta kelimeler halloluyor.

–          Üçüncü hapta Türkçeyi unutuyorsun.

İkisi birden sesli bir şekilde güldüler.

–          Şaka gibi geliyor şu an ama çıkarsa böyle birileri şaşma. Gelelim beş gün olayına. Dünyanın en zeki insanı beş gün boyunca dünyanın en iyi öğretmenleriyle birlikte hiç uyumadan, yemeden içmeden İngilizce öğrenirse ne duruma gelir ona bakalım.

–          En uç örneğini veriyoruz yani. Bence nasılsın, iyi misinden öteye gitmez.

–          Aynen öyle. Bir turistin karşısına geçtiğinde adını söyler, işini söyler, halini hatırını sorar. Şuna benziyor. Beş gün İngilizce kampına katıldın ve büyük bir güvenle çıktın. Yurtdışına gittin. Havaalanında metro için bilet alacaksın. Kalıplar aklında… Yaklaştın gişeye “Bir tane metro bileti alabilir miyim?” diye sordun. Kamptaki programa göre biletçinin hemen bileti çıkarıp vermesi ve ücreti söylemesi gerekiyor. Ama gerçekte işler öyle yürümüyor. Biletçi de tuttu sana “Bir günlük mü, haftalık mı?” diye sordu. Haydi, onu da anladın cevap verdin. Arkasından “Ama bu hafta Piccadily hattında çalışma var, o yüzden bu hat çalışmıyor,” dedi. Haydi, buyur buradan yak. Ne olacak şimdi?

–          O zaman tıkanma vakti geldi demektir. Birkaç kalıp ezberlemekle İngilizce konuşulamayacağını anladığın andır.

–          Tabi bunu anlamak için illa Londra’ya gitmek gerekmiyor. Biraz düşünen bir insan kolayca İngilizce öğrenmek için birkaç günün yetmeyeceğini anlaması lazım.

–          Uykuda öğrenme fikri insana çok hoş geliyor gerçi. Gece yatıyorsun, bir kalkıyorsun sular seller gibi İngilizce konuşuyorsun.

–          O da ayrı bir mesele. Böyle bir şey mümkün olsa üniversitelere gerek kalmaz. Doldur tıp bilgilerini bir CD’ye, yat uyu. Birkaç sene sonra doktor olur çıkarsın. Çünkü bu yöntemin işe yaradığını savunanlar uykuda CD dinleyerek İngilizce öğrenilebileceğine inandırmaya çalışıyorlar insanları. Ben de diyorum ki, bırakın İngilizceyi. Bir paragraflık basit bir metin doldurun CD’ye ve aylarca uykuda bunu dinleyin. Bakalım o paragrafla ilgili ne öğreneceksiniz. Ama uykudan kastedilen şey yatağa uzanıp bir şeyler dinlemekse onu biz zaten savunuyoruz. Ama yarı ölü olma durumu olarak tarif edilen uykuda bilinçaltını aktif hale getirip somut bir şeyler öğrenmekten bahsediyorlarsa, saçmalıyorlar.

–          Radyolarda bir de hafıza teknikleriyle İngilizce öğrenme üzerine yoğun bir propaganda var. Sürekli aynı şeyleri anlatıp set satıyorlar. Sizce hafıza teknikleri gerçekten İngilizce öğrenirken işe yarar mı?

–          Hafıza teknikleri hayatın bütün alanlarında işe yarar. Ama sadece bu yöntemi kullanarak bir dili öğrenebileceğini düşünürsen yazık! Ben de yıllar önce fotografik hafıza tekniklerini öğreten bir kursa gitmiştim. Her rakamı bir sembolle eşleştirip şov amaçlı bir şeyler yaptılar. Birden yirmiye kadar kelimeleri aklımda tutmaya falan başlamıştım. Veya kelimeleri birbiriyle ilişkilendirerek aklında tutmaya çalışıyorsun. Haydi, bu tekniği birkaç İngilizce kelimeye uyguladın. Peki, binlerce kelimeyi böyle bir yöntemle öğrenebilir misin? İmkânsız. Mesela irritate kelimesi için yazılan bir senaryo hatırlıyorum. Irritate sinirlendirmek demek. Bu kelimeyi aklında tutmak için şöyle bir şey hayal ediyorsun. Bir diskonun kapısında güvenlik görevlisi için çalışan iriyarı bir adam var. İsmi de İri Ted. Gelen giden herkese çok kaba davranıp sinir eden bir adam… Bu hikâyeyi zihninde canlandırınca irritate kelimesini daha kolay hatırlıyorsun. Ama her kelime için böyle bir hikâye bulmaya kalksan zaten çok zeki bir adamsın demektir. Onunla uğraşacağına dil öğrenirsin. Eğer başkaları senin yerine her kelimeye bir hikâye yazarsa o da ayrı sakat. Çünkü bir kelime için onlarca kelimelik hikâyeyi aklına sokmaya çalışıyorsun.

–          Kaş yapayım derken göz çıkarıyorsun yani. Hakikaten kelime öğrenmek için çok daha doğal ve basit yöntemler varken bu işlerle uğraşmaya hiç gerek yok hocam.

–          Yok tabi. Ama amacın koyunları güdüp para kazanmaksa oturup yüz bin kelimeye hikâye yazarsın. Çünkü işin sonunda para var.

–          Hem bu teknik işe yarasaydı dünya hafıza şampiyonları falan dünya üzerindeki bütün dilleri anadilleri gibi konuşurlardı.

–          Bravo. Tony Buzan mesela dünya hafıza şampiyonu. Acaba kaç dil biliyor şimdi merak ettim. Aslında bu yöntemin işe yarayıp yaramadığını öğrenmek için çok basit bir yöntem var. Birkaç dil konuşabilen insanları bir şekilde bulup hepsine bir anket uygulayacaksın. Eğer bu insanların yüzde onu bile hafıza tekniklerini kullanarak dil öğrenmişse o zaman ben de tükürdüğümü yalarım. Ama inan böyle bir araştırma yapılsa bir tanesi bile böyle bir yöntemi kullanmamıştır.

–          Ama irritate kelimesini ben öğrendim hocam. Hikâye hala aklımda…

–          Bu da işin şov kısmı tabi… Bir seminer veriyorsun birkaç tane seçme kelimeyi bu şekilde hikâyelerle anlatıyorsun. Seminere katılan adam bir hafta sonra bir bakıyor, bütün kelimeler aklında. Hemen koşup hangi ürünü satıyorlarsa onu alıyor. Otuz kelimeden sonra bir işe yaramadığını anlayıp bırakıyor ama önemli değil. Sonuçta satış gerçekleşti. İngilizceyi iyi bir seviyede konuşabilmek için en az on bin tane kelimeyi bilmen lazım. Düşünsene on bin kelime için on bin tane hikâyeyi aklına sokmaya çalıştığını. Artık İngilizceyi falan unutur farklı bir dünyaya dalarsın. Daha doğrusu kafayı yersin.

–          Ya da kariyerine senarist olarak devam edersin.

–          Ha ha ha! Ya İlker, bugün aslında İngilizcede doğru bilinen yanlışlarda bahsetmeyi planlamıştım. Ama sen bu konuyu açınca giremedim. Ve şimdi canım acayip gezmek istiyor. Ne dersin?

–          Hocam, ne diyebilirim? Bu kadar güzel bir havada, “Hayır hocam, gezmeyelim. Oturup konuşmaya devam edelim,” dememi beklemiyorsunuz herhalde değil mi?

–          O zaman kalk. Rumeli Fenerine doğru gidelim. Öğleden sonra bir yerde olmam lazım, birkaç saatimiz var yani.

Hesabı ödeyip arabaya doğru yürüdüler.

Beş günde İngilizce öğrenilmezdi ama İlker galiba on beş günde en azından nasıl öğrenileceğini öğrenecekti.

O günün geri kalan kısmında İngilizceden hiç bahsetmediler. Bir ara konuya girecek gibi oldular ama giremediler. İstanbul o gün sadece kendisiyle ilgilenilsin istiyor gibiydi

İstanbul bazen çok ama çok kıskanç oluyordu.

 Not: Bu yazı  Salih Uyan’ın “Anlıyorum Ama Konuşamıyorum” kitabından alınmıştır. Kitabı beğendiyseniz, aşağıdaki linkten sipariş verebilirsiniz.

http://www.bkymarket.com/Anliyorum-Ama-Konusamiyorum,PR-146.html