Felsefe sözcüğünün anlamını ifade etmek.
Felsefe, Eski Yunancada Philos-sophos’tur. Sophos’un temel anlamları, kişinin üzerinde çalıştığı konu veya konularda bilgili ve maharetli olmasıdır. Çeşitli mesleklerde bilgili ve maharetli olmak, daha sonra, felsefe konularında bilgili ve maharetli olmak anlamında da kullanılmaya başlanmıştır. Bugün dilimize felsefe olarak yerleşmiş olan sözcüğün Antik Yunancadaki tam karşılığı philosophos idi. Sevgi anlamına gelen philo sözcüğü ile bilgelik anlamına gelen sophos sözcüğünün terkibinden oluşan bu bileşik sözcüğün dilimizdeki tam karşılığı bilgelik ya da bilgi sevgisidir. Sözcük, birkaç yüzyıllık bir süre içinde başlı başına bir düşünce disiplinini ifade etmekte kullanılacak şekilde evrilmiş, böylece Yunanlılar felsefenin hem ilk isim babaları hem de kelimenin tam anlamıyla kurucuları olmuşlardır.
Mitolojik düşünceyi ana hatları itibarıyla tartışmak.
Mitoslar, o mitoslara inanan insan bireylerine ve topluluklarına evrenle, insanla, toplumla ilgili birtakım teorik çözümler önerir. Mitolojik düşünmenin özü, evrenin dayandığı kuralları bilmeye ve onlara saygı duymaya dayanır. Mitos, bir yaşama tarzıdır. Nerede mitolojik düşünme varsa orada bir hayat vardır. Mitoslar da düşünen ve evren hakkında sorular soran insan aklının ürünleridirler ve bu aklı ikna ettikleri sürece etkinliklerini korumuş, MÖ 8.-5. yüzyıllar arasında giderek inandırıcılığını yitirmiştir. Eski Yunan dünyasında mitolojik düşünmeyi benimseyen gruplar, genellikle toprak sahibi aristokratlardı. Bunların şairi, Homeros’tu. Toprak zamanla temel zenginlik ölçütü olmaktan çıkmış ve onun yerini para almıştı. Bu gelişmelere paralel biçimde yeni bir düşünme tarzı ortaya çıkmış, Hesiodos yükselen yeni sınışara uygun mitoslar üretmiştir. Eski Yunan dünyasında bir de mysterie denen tarikat yapısında dinler ortaya çıkmıştır. Özel, kapalı bir biçimde yapılan ibadetler içeren bu anlayışların başında daha çok öbür dünya ve din konusunda uzmanlaşmış olan Demeter dini gelir. Daha sonra bu dine Dionysosçu gelenek de eklenmiştir. Eski Yunan düşüncesinin temel kabulleri şunlardır: Başlangıçta hep ezelî ve ebedî bir madde vardır. Bu başlangıç maddesi, belli bir zamanda, bildiğimiz anlamda düzenli evren olan kosmosa dönüşmüştür. Bu madde canlıdır. Homeros’ta bu temel madde okeanos’tur ve bu su da hareket hâlindedir. Yani hareketin kaynağı aranmamaktadır. Hesiodos’ta ise temel madde khaostur ve hareket etme görevi erosa yüklenir. Mitolojik düşünmede khaostan kosmosa geçiş sürecinin nasıl olduğuna ilişkin herhangi bir belirgin bilgi verilmez. Yunan mitosu bu dönüşümün nasıl gerçekleştiğini sormamıştır. Gerek Hesiodos gerekse Homeros’un fikirleri Eski Yunan felsefesine şu temel kabulleri sağlamıştır: Homeros’un doğuştan erdem fikri, Hesiodos’un kötümser tarih anlayışı, insan bilgisi ile tanrısal bilgisi ayırımı, doğada bir düzenlilik olduğu fikri, kulaktan duyma bilgilerle doğrudan görmenin bilgisi arasında ay rım yapılması, evrenin temel maddesinin ezelî ve ebedî olduğu fikri, bu maddenin belli bir zaman içinde, oluşum ve dönüşümlerle, kosmos hâline geldiği fikri, ana maddenin canlı olarak tasavvur edilmesi, böylece onun dönüşüm nedeninin ne olduğuna ilişkin sorunun belli bir biçimde cevaplanmasının sağlanması, başlangıçta var olduğu kabul edilen belirsiz, sınırsız, şekilsiz maddenin belirli, sınırlı, şekilli kosmos hâline dönüşmüş olduğu fikri.
Mitolojik düşünme biçimiyle felsefi düşünme biçimini karşılaştırmalı olarak değerlendirmek.
Mitolojik düşünme biçiminde ortaya konan kabuller pek az sorgulanırken felsefede farkında
olunmadan, en ufak şeyin bile soruşturması yapılır. Fakat felsefenin de temel birtakım kabulleri vardır. Bu kabuller, bireylerin dayandığı rastgele kabuller değil, içinde yaşadıkları toplumdan çıkarılan kabullerdir. Bunlardan ilki evrende hüküm süren bir yasa olduğu kabulüdür. Bu da doğadaki düzenliliği sağlayan, kimsenin aşamayacağı ilahi bir yasadır. Eski Yunan dünyasında maddenin ortaya çıkmasında tanrıların bir etkisi yoktur. Ama yine de doğadaki olaylara müdahaleleri vardır. Homeros’ta insanın nasıl yaratıldığına ilişkin bir bilgi yok. Hesiodos’ta ise eskiden var olan bir soydan, Altın Çağ’dan bahsedilir. Bunu Kronos yaratmış. Bu soy, cennette yaşamış bir soydur. Bir tek ipucu budur. Kronos, bir malzemeden insanı şekillendirdi, diyor. Eski Yunan dünyasında arınma, ahlakta temiz olma anlayışı ortaya çıkacak ve böylece, bu dünya ve öbür dünya gibi çifte bir ruh anlayışı gelişecektir. Ruh göçünde, insanın bu dünyada yaşadığı hayatın tam anlamıyla simetrik bir hâlinin diğer hayatında başına geleceğine dair bir inanç vardır. Eski Yunan dünyasındaki mitolojilerden anlaşıldığı kadarıyla insanların başlangıçta diğer canlı varlıklar gibi olduğu, zamanla bu kötü konumdan evrimleşip kültür varlığına dönüştüğü düşünülüyordu. Diğer bir grup ise insanın zamanla, ilk başta bulunduğu üstün durumdan giderek aşağı hâle geldiğini düşünüyor. Felsefe, bu anlayışla beraber başlamıştır.
Ünite 2
Eski Yunan Düşüncesini temsil eden düşünürlerin her şeyin kaynağı (arkhe) nedir sorusuna verdikleri yanıtları değerlendirmek. Miletos okuluyla beraber ortaya çıkan düşünme anlayışının temel kavramlarından biri Arkhe’dir. Arkhe, Aristoteles’in Metafizik adlı eserinde söz
konusu edilmekte ve iki ana düzeyde değerlendirilmektedir. Bunlardan birincisi her şeyin kendisinden meydana geldiği, türediği şey (arkhe) nedir? ‹kincisi ise bu Arkhe’den tüm bir çokluk yani bileşik olanlar (suntheta) nasıl olup da meydana (genesis) gelmişlerdir. Arkhenin ne olduğuna ilişkin iki farklı yaklaşım sergilenmiştir. Bunlardan birincisi, doğada bulunan varlıkların arkhe olduğuna yönelik yaklaşımdır. Bu yaklaşım uyarınca arkhe; su, hava veya toprak, hava, su veya ateş’ten biri veya hepsi birlikte olarak düşünülmekteydi. Burada dikkate değer nokta, arkhe olarak değerlendirilen unsurun doğada bulunuyor olmasıdır. Bu gelenek Thales’in Su’yu, Anaksimenes’in Hava’sı ve Empedokles’in Dört Element anlayışıyla sürdürülmüştür. ‹kinci yaklaşıma göre ise arkhe, duyularla kavranamayan, doğada bulunmayan soyut varlıklardır. Bunların örnekleri; Anaksimandros’un apeironu (belirsiz olan), Parmenides’in küre şeklindeki Bir’i, Pythagoras’ın geometrik nesneleri-sayıları, Demokritos’un duyularla algılanamayan Atoma’sıdır.
İlk filozof olan Thales’in felsefi görüşlerinin ana noktalarını saptamak.
Eskiçağ Ege Medeniyetinde arkhe sorununun felsefe bakımından ilk ele alınışının örneğini Milet okulunun mensubu ve bu okulun kurucusu kabul edilen Thales’te görmekteyiz. ‹lk filozof Thales, evrendeki tüm şeylerin sudan meydana geldiğini düşünmekte, suyu arkhe olarak belirlemekteydi. Böylece evrendeki görünür çokluğu, tek bir ortak kökene indirgeyen ilk düşünür odur. Üstelik evrendeki her şeyin kökeni olarak ortaya konan bu başlangıç (arkhe), mitoslarda olduğu gibi doğaüstü bir yapı değil, bizzat doğanın kendisinde bulunan bir unsurdur. Öte yandan Thales, suya bir tür tanrısallık, canlılık, ruhsallık atfederek aslında mitoslardakinden daha rasyonel bir tanrısallık anlayışı önermiştir. Bu düşünceye, canlı-maddecilik (hylozoizm) denmektedir.
Anaksimandros’un felsefi görüşlerini tartışmak.
Thales’in öğrencisi Anaksimandros su gibi maddi bir yapı yerine, apeiron adı verilen, nicelik bakımından sınırsız/sonsuz, nitelik bakımından belirsiz bir yapıyı arkhe olarak belirlemiş, her şeyin ondan gelip ona döneceğini savunmuştur. Anaksimandros’un, apeiron kavramıyla maddi özelliklerden arınmış, bu yüzden duyulara hitap etmeyen metafizik bir soyutlamaya eriştiği açıktır. Belki de her şeyin kendisinden meydana geldiği ilk kökenin, maddi özelliklerden bağışık olması gerektiğini düşünmekteydi. Apeiron, sadece bir ilke olarak değil, aynı zamanda evrende hüküm süren zıtlar arası mücadelenin genel yasası gibi de düşünülmüştür. Anaksimandros, evrende tek bir yasanın hüküm sürdüğünü ilk kez dile getirmiştir. Yasa, bir anlamda mitoslardaki kör kaderin (moira) yerini almıştır.
Anaksimenes’in felsefi görüşlerini değerlendirmek.
Anaksimenes, apeiron gibi belirsiz bir yapının maddi evreni açıklamada güçlükler doğuracağını düşünmüş ama yine de apeiron kavramının içerdiği sonsuzluk düşüncesinden etkilenmiştir. Bu yüzden hem maddi ve belirli bir yapı olarak gördüğü hem de sınırsız/sonsuz olarak düşündüğü havayı, şeylerin arkhesi olarak belirlemiştir. Thales suyu, Anaksimandros apeironu arkhe olarak belirlemiş ama her şeyin sudan ya da apeirondan nasıl meydana geldiklerini açıkça ortaya koymamışlardı. Oysa Anaksimenes, havaya, genleşme ve yoğuşma şeklinde iki tür hareket atfederek diğer şeylerin arkheden nasıl meydana geldiklerini ilk kez açıklama çalışmış, böylece oluş sorununa ilk çözümü açıkça önermiştir. Buna göre hava genleştikçe ateşe yoğuştukça ateşe, toprağa, suya dönüşmektedir. Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes, sonraki Yunan düşünürlerinin büyük bir kısmını meşgul edecek olan bu iki temel sorunu, arkhe ve oluş sorununu ilk kez ortaya koymuş ve bu sorunlara ilk çözümleri önermiş olmaları bakımından son derece önemlidirler.
Ünite 3
Pythagorasçı felsefeyi evren, ruh, bilgi ve varlık anlayışı bakımından tartışmak.
Pythagoras’ın 580’li yıllarda doğmuş olabileceği sanılıyor. Philo-sophia (bilgelik sevgisi) ilk kez Pythagoras tarafından kullanılmıştır. Kelimeyi onun yarattığı söylenir. Sophos kelimesini Homeros da kullanmıştır. Homeros’a göre sophos: Bir konudaki beceri-kabiliyet-bir şeyi sırf o bilgiden haz duymak için yapmak. Ayrıca bilgelik anlamına da gelmekteydi. Pythagoras’a göre sophos kullanılmıştır. O varlığın, oluşun ne olduğunu soruyor. Felsefe bir yaşam biçimidir. Theorikos bios (teorik yaşam) kullandığı terimdir. Pythagoras’a göre her şey niceliklerden oluşmuştur. Her şeyin sayılardan oluşması, evreni matematiksel ifadelerle anlayabileceğimiz anlamındadır. Modern bilimin temeli budur. Miletos okulunun felsefesinde spekülatif ve saf akıl kullanımı ağırlıklıdır. Bunlarda gözlem ve spekülasyon vardır. Dünya hakkında, kâinat hakkında deneylemeden belli bir görüş oluşturuyorlar. Temel kabullerini mitolojiden almışlardır ancak doğal olayların açıklanmasında doğal bir yol izlemişlerdir. Akılla denetlemeden ortaya temel bilgi koyamayacaklarını düşünüyorlar. Pythagorasçılara göre evrenin merkezinde sonsuz bir ateş yanar. Bütün göksel cisimler bu ateşin çevresinde dönerler. Ateşin yörüngesinde dönen gök cisimlerinden birisi, karşı dünyadır. Bu cisimler küre olmakla beraber kendi çevrelerinde dönmezler. Dünya küre biçimindedir. Dünya bir merkezin çevresinde dönüyor ama kendi çevresinde dönmüyor. Onun için insanlar dünyanın merkezindeki ateşi göremiyorlar. Evrenin merkezindeki ateş, karşıdaki yörüngesinde karşı dünya, ondan sonra ay ve gezegenler vardır. Ksenophanes’in felsefi görüşlerini genel hatlarıyla değerlendirmek.
Gerçek anlamda felsefe Ksenophanes’le başlar. Çünkü gerçek anlamda felsefe “kendini bil!”, “haddini bil!” dir. Bunun da temeli eleştiridir. Eleştiri, Eski Yunanca’da krisis; ayırma demektir. Bilgi ile bilgi olmayanı ayırmaktır. Ksenophanes’in felsefesini iki temel noktada ele alınabilir.
Eleştirel yönü ve dinî ve tanrısal konulardaki yaklaşımları. Ksenophanes’in eleştirileri, yaşadığı dönemin düşünme ve inanç ortamına yöneliktir. Ksenophanes, öncelikle yaşadığı dönemin dinî ve tanrısal konulardaki kavrayışını eleştiriyor. Ona göre insanlar, tanrıları kendilerine benzetmişlerdir. Bu anlamda, tanrıların insanlar gibi elleri, ayakları ve çeşitli karakter özellikleri olduğunu düşünen insan biçimli-antropomorfik tanrı anlayışlarına eleştiriler getirmiştir. Felsefenin en önemli problemlerinden biri, bilgi ile bilgi olmayan arasındaki ayrımdır. Bilginin ne olduğu bilinmeden bilginin ne olmadığı da bilinemez. Öncelikle dönemin insan merkezli anlayışını eleştiriyor ve insanlar, tanrıların kendilerine benzediklerini nereden biliyorlar diye soruyor. Bu, monoteizm olarak da adlandırılabilecek belli bir tanrı anlayışı doğrultusunda yapılan bir eleştiridir. Bunu araştırırken şunları anlatıyor: insanlar sadece kendi dünyalarından hareketle gerçeklik hakkında tahminlerde bulunuyorlar, diyor. Gerçekliği böyle sanıyorlar, diyor. Siz tanrıları kendi dünyanızdan hareketle anlayamazsınız. Deneyimler dünyasından kalkarak tanrılar hakkında konuşamazsınız, siz başka bir sahayı deney dünyasından hareketle anlamaya çalışıyorsunuz, demektedir. Deneyim bilgisiyle siz bu sorunun cevabını bulamazsınız, diyor.
Ünite 4
Herakleitos’un yaşamını ve felsefesini genel hatlarıyla değerlendirmek.
Herakleitos’un felsefi görüşleri büyük ölçüde doğadaki değişim olgusunun özünü ortaya koymayı amaçlar. Onun ünlü logos öğretisi temelde bu amaçla ilişkilidir. Fakat o, bu logos öğretisini aynı zamanda ideal bir insan yaşamı için de teorik temel hâline getirmeye çalışmış, böylece teori ile yaşam pratiğini özdeşleştirmeyi amaçlamıştır. Aristokrat olduğu hâlde ailesinden kalan serveti reddetmiş, gerçek soyluluğun aile ya da servet esasına dayanmadığını, düşünsel bir soyluluk olduğunu düşünmüştür. Doğrudan öğretici bir tarzda yazmamış, aktif bir bilgisel katlımı yeğlemiştir. Fragmanları bulmacavari bir tarzda yazılmış, sözlerine damgasını vuran mania özelliklerinin sara hastalığından kaynaklandığı söylenegelmiştir. Bazen ağlayan filozof olarak da anılır çünkü koparılıp atıldığı bir uzak ülkeye, varlık ülkesine gitmeye özlem duyan birinin melankolisiyle yazmıştır. ‹nsanların kurtuluşunun içlerinde bulundukları duruma tevekkül etmelerinden geçtiğini savunmuş, hazlardan uzak duran yaşayışı nedeniyle deli olarak da nitelenmiştir. Herakleitos’un bilgi anlayışını genel özellikleri itibarıyla tartışmak.
Herakleitos, insanları, bilgisel durumları bakımından ikiye ayırır; anlamasını bilenler ve bilmeyenler. Anlamasını bilenler araştırıcı kişilerdir. Diğerleri ise sağır gibidirler. İşitseler bile anlamazlar. Ona göre insanların büyük çoğunluğu evrendeki ilahi yasayı görememektedir. Bunun temel sebeplerinden biri de bedensel hazları fazla önemsemeleridir. Bu tür insanlar üç gruba ayrılır. Birinci gruptakiler her lafa ağzı açık bakan budalalar. ‹kinci gruptakiler tanımadıklarına havlayan köpekler, yani her yeniliğe itiraz edenler.
Üçüncü gruptakiler ise Yunan dünyasının başlıca şairleri ve filozoşarıdır. Herakleitos’a göre gelenek ve duyular insanın bilgi edinmesinde birer kaynaktırlar ama insan her ikisini de ciddi şekilde eleştirmelidir. Pasif biçimde bilgi biriktirip çok bilir olmak bir işe yaramaz. ‹nsan gelenekten ve duyulardan edindiği bilgileri aktif biçimde sorgulayıp anlamlandırarak bilgeliğe erişebilir. Bilgeliğin temel amacı da evrende hüküm süren logos yasasını anlamak ve ona göre yaşamaktır. Bu yasa duyusal ya da geleneksel bilgi kaynaklarıyla edinilebilecek bir bilgi değildir. Ancak insanın kendi aklını aktif biçimde bilgi sürecine katmasıyla elde edilebilir. Bu yüzden de insan bu arayışta aynı zamanda kendi ruhuna da yönelmelidir. Böylece bilgi, başlıca üç kaynaktan edinilir; otoriteler, duyular ve insanın kendi aklı ve anlama süreçleri. Bunlardan ilk ikisi ancak üçüncüsü tarafından dikkatle eleştirilip anlamlandırılırsa bir değer ifade eder. Böylece insan bilgeliği, yani evren yasasına ilişkin hakikat bilgisini kendi aktif bilgilenme süreçleriyle kurar.
Herakleitos’un evren anlayışını ve bu evren anlayışının insan ruhu ya da beniyle ilişkisini değerlendirmek. Herakleitos’a göre “ben” yani psykhe ile “varlık” iç içe geçmiştir. ‹nsan beninin ya da ruhunun iki yönü vardır; aisthesis ve noesis. Bunlardan ilki duyu organları yoluyla evrenle fiziksel temas kurulmasını, öteki ise bu temastan sağlanan duyu verilerinin işlenmesini ve böylece evrendeki logos yasasının bilgisine erişilmesini sağlar. Ben, küçük logos, evren büyük logostur ve bunlar aynı dilde yazılmış iki kitap gibi oldukları için insan evren düzenini bilebilir ve onunla uyumlu yaşayabilir. Herakleitos’a göre kozmosta bir yasa vardır. İnsanın amacı evrendeki her şeyin bir olduğunu anlamaktır ve işte logos bu birliği ifade eder. Herakleitos kozmosun ateşten (pyr) yapıldığını söyleyerek logosu ateş ile de özdeşleştirmiştir; “Logos ya da Tanrı = Kozmos = Ateş (Pyr).” Sadece duyuları ile evrene yönelenler, evrenin ancak görünüşünü bilirler. Oysa amaç kozmosu ve kozmostaki ilahi yasayı, yani logos veya ateşi anlamaktır. Bu yasa doğa ve akıl yasasıdır. Herakleitos, bu anlamda doğa yasası ile akıl yasasını birbirinden ayırmamıştır. Demek ki logos denen yasa, hem fizik dünyada hem aklımda hem de ilahi alanda hakimdir. Herakleitos’a göre evrenin belli bir gerçekliği vardır ve insan bu gerçeklikle yaşamayı öğrenmelidir. Çünkü belli gerçekler asla değiştirilemez. Bu değişmez gerçekler evrenin yasası ya da mantığıdırlar. Değiştiremeyeceğiniz gerçekler dünyanın yasası mantığıdır. Yapılması gereken şey bu gerçeklere uygun şekilde yaşamaktır. Herakleitos’a göre evrendeki tüm değişim zıt unsurların yer değiştirmesinden oluşur. Değişim nesnede bulunan zıt unsurlardan herhangi birinin hakim duruma gelmesi, ötekininse bastırılması esasına dayanır. Herakleitos tüm bu evren görüşleriyle aslında insanın yaşamasını ahlaksal bir temele oturtmayı amaçlamıştır.
Herakleitos’un ahlak anlayışının dayandığı temel esasları saptamak.
Herakleitos’a göre insanın ahlaksal bakımdan durumu iki yönlü bir görünüm sergiler. Bunlardan birincisinde anlayan ruh, ötekinde ise yasaya uygun davranan ruh söz konusudur. Bunlardan anlayan ruh evrende hüküm süren logos yasasını derinlikli biçimde kavramış, bilge insanın ruhsal durumudur. Fakat bilgelik için bu yeterli değildir. İnsanın aynı zamanda bu derinlikli evren yasasına uygun şekilde eylemesi de gerekir. Nihai planda insan muhakkak anlamayı devreye sokmalıdır. Evrene Tanrıca bakabilen bir insan için her şey iyidir, her şey güzeldir. Daha doğrusu iyi ve kötü, güzel ve çirkin birdir. Anlayan insan, bu zıtlıkların üzerine çıkıp her şeyi birlik içinde kavrayabilir. Evrende doğrudan bir zorunluluk hüküm sürmektedir ve insanların da bu zorunluluğa uyması gerekir. Öte yandan insanın kişiliğinin kendi kaderi olduğunu söyleyerek bir anlamda kişinin kendi kaderini kendisinin belirleyeceğini söylemektedir. ‹nsanın kaderinde akıllı olmak vardır ve bu kader insan tarafından uygun şekilde taşınmalıdır. ‹nsan bu yolda daima ölçülü olmalı, kendisine verilen imkânlar üzerinde daima düşünmelidir. Bu imkânları kullanırken elindeki ölçü, adalet, bilgelik, ölçülülük ve yiğitlik gibi erdemler bulunmaktadır. Evrende bir çatışma vardır ama en büyük savaş içimizdeki savaştır. Herakleitos’a göre son kertede ahlaklı olmak ödevi, insanın evren yasasını anlamasından ve bu yasaya uygun biçimde eylemesinden geçer. Dolayısıyla burada insanın kendisini bilmesi kozmik yasayı bilmesi şartına dayandırılmıştır. İnsan bu bilgelik erdeminin yanı sıra hem düşünmede hem de davranmada daima adil, ölçülü ve yiğit olmalıdır. Bu dördü evrende hüküm süren kozmik yasanın bir yansıması, bir gereği olarak her insanda şiar hâline gelmelidir. Site yasaları da yine aynı evrensel yasaya göre yine aynı erdemler üzerine inşa edilmelidir.
Ünite 6
Parmenides’in felsefi görüşlerini değerlendirmek.
Parmenides’in ortaya koyduğu felsefe, Elea adı verilen bölgede etkinlik gösteriş olması nedeniyle Elea felsefesi olarak anılır. Ona göre her şey ezelî ve ebedî ise hiçbir şey vardan yok olmaz, yoktan var olmaz ise değişme denen şey de herhangi şeyin kaybolup yeni bir şey olması ise o hâlde değişme yoktur. Değişim ve çokluk sadece duyuların bir yanıltmacasıdır. Ona göre birden çok çıkması mümkün olmadığı gibi varlıkta bir değişim olması da mümkün değildir. Her şey ezelî ve ebedîdir. Yoktan varlık, varlıktan yokluk meydana gelmez. Her şey “bir”dir ve sadece “bir” vardır. Değişme yoktur. Böylece Parmenides görünüş ile gerçeklik arasında bir ayrım yapmış, görünüşün duyusal olduğunu ve aldattığını gerçekliğin ise ancak akılla kavranan değişmez bir yapı olduğunu söylemiştir. Ona göre nesnenin en ayrılmaz özelliği varlığıdır. Ondan her özellik kaldırılabilir ama varlık kaldırılamaz. Parmenides’e göre evrene duyularıyla yönelen insan yanılır, aklıyla yönelen insan değişmez hakikati, gerçekliği kavrar.Aynı zamanda Parmenides’e göre düşünce ve gerçeklik özdeştir. Böylece her düşünce varlığın düşünülmesidir. Yokluk düşünülemez. Parmenides düşünce ile varlığı özdeşleştirerek bir anlamda her düşünce varlığın düşünülmesidir ya da düşündüğüm her şey doğrudur der. Bu da yanlış düşünme ve konuşmanın imkânını başlıca bir felsefi sorun hâline getirir. Bu sorun Platon tarafından çözülmeye çalışılmıştır.
Anaksagoras’ın felsefesinin ana kavramlarını saptamak.
Anaksagoras’a göre evrendeki her şey sonsuz sayıdaki küçük tohumcuktan, yani Yunanca ifadesiyle spermatadan oluşur. Değişme denen şey bu sonsuz sayıdaki spermatanın bir araya gelmesi ve ayrışmasıdır. Evrendeki tüm görünür şeyler de belirli sayıda spermatanın bir biçimde birleşmesinden oluşur. Spermatalar sayıca sonsuz olmalarının yanı sıra aynı zamanda yapıca da ölümsüzdürler. Daima olmuşlardır ve daima olmaya devam edeceklerdir. Evrende nous denen bir yapı bulunmaktadır ki işte bu yapı da tıpkı spermatalar gibi katışıksız ve yalındır. Bu özelliği nedeniyle de o hiçbir zaman yok olup gitmez. O hâlde evrenin sonsuz sayıda spermata ve noustan ibaret olduğunu söylemek yanlış olmaz. Anaksagoras’ın bu tablo ile yapmaya çalıştığı şey görünüş ile gerçeklik arasında yapılan ayrımı aşmaya çalışmaktır. Nous evrendeki tüm bu spermataların değişimlerini, birleşme ve ayrışmalarını düzenler, devindirir. Nous; 1. Hareket ettirici bir güçtür, 2.Aynı zamanda belirli yerlerde evreni planlar. Anaksagoras’ın Nous’a hem hareket ettirici hem de planlayıcı bir güç atfetmiş olması onu ilk teleolojik (gayeci) düşünürlerden biri yapmıştır.
Demokritos’un felsefi görüşlerini tartışmak. Demokritos’a göre evren atomalar denen gözle görülemeyecek kadar küçük temel unsurlardan meydana gelmiştir. Bu unsurlar ezelî ve ebedîdirler ve sayıca sonsuzdurlar. Parçalanmazlar, kendi içlerinde boşluk içermezler, yekpare ve yalındırlar. Bu yüzden de dağılıp gitmezler. Bir anlamda Parmenides’in varlığa atfettiği tüm özellikleri taşırlar. Demokritosçu evren sonuçta iki şeyden, sonsuz sayıda atomdan ve sınırsız bir boşluktan oluşur. Eğer Demokritos boşluk diye bir şeyi kabul etmeseydi bu atomlar asla hareket edemez, birbirleriyle âdeta bitişirlerdi. Oysa atomlar boşlukta hareket eder, birleşip dağılarak tüm evren olaylarını oluştururlar. Demokritos’ta değişimin temeli atomların birleşmeleri ve ayrılmalarıdır. Atomlar asla yok olmazlar ama birleşerek sonradan ortadan kalkacak bileşik yapılar meydana getirirler. Bu tabloda tüm değişim nicel bir temelde gerçekleşir. Boşluk sınırsız, atomlar da sayıca sonsuz oldukları için bu sonsuz malzemeden sonsuz sayıda kâinatın ortaya çıkması kaçınılmazdır. Demokritos’a göre ruh da atomlardan oluşmuş bir yapıdır ve bu yüzden bedenin ölümünden sonra dağılıp gider. Demokritos Antik Yunan dünyasında ruhun ölümlü olduğunu bu denli açık biçimde söyleyen ilk kişilerden biri olmuştur. Demokritos bütün bu evren tablosuyla bir anlamda değişimi kurtarmış olmaktadır. Ona göre atomlar tıpkı Parmenides’in varlığı gibi asla yok olmasalar da nicel anlamda birbirleriyle birleşip dağılarak bir değişim meydana getirirler. Böylece her türden değişim bir anlamda nicel temelde olup biter. Tüm değişim de atomların yer değiştirmesinden ya da sayıca artmasından oluşur. Bu tabloda bütün olaylar fiziksel süreçlerdir. Yani evren olayları üzerinde herhangi bir akıl ya da iradenin etkisi yoktur. Tüm evren olayları atomlar arası etki ve tepki ilişkilerinden oluşmaktadır. O hâlde bunun mekanik bir evren tasarımına giden yolu araladığı söylenebilir. Bu düşüncenin Antik Yunan dünyası açısından önemli bir yenilik olduğu görülmektedir. Demokritos bu evren anlayışının yanı sıra idealist bir ahlak anlayışı ortaya koymuştur. Bilgeliğin insanı mutlu edeceğine inanmıştır.
Hayatı bütün olumsuzluklarına rağmen sırtlayıp götürmeyi savunmuş, bilgece, ölçülü ve dengeli olmak gerektiğini söylemiştir.
Ünite 7
Sofist adlandırmasının anlamlarını ve bu adlandırmanın tarihsel nedenlerini saptamak.
Eski Yunan dünyasında ‘sofist’ adlandırması, erken dönemde, kendi alanında yetkin şairler için kullanıldığı gibi Thales, Bias, Solon gibi toplumda saygın bir konuma yerleştirilen bilge ve düşünürler için de kullanılıyordu. Bu kullanımına zıt olarak sofist nitelemesi, özellikle geç dönemde, bazı oyun yazarlarının ve Platon’un metinlerinde kazanç peşinde koşan, toplumsal saygınlığını kaybetmeye başlamış yetenekli öğretmenler için de kullanılmıştır. Belli bir işi yapmadaki üstünlük bakımından gemici, kâhin ya da heykeltıraş kişiler için bu sözcük, söz konusu kişilerin alanlarındaki yetkinliklerini vurgulamak için de kullanılırdı. Bu kişiler yaptıkları işlerde usta olarak kabul ediliyorlar olduklarının çeşitli örnekleri vardır.
Antik Yunan dünyasında Sofistlerin ortaya çıkmasını sağlayan koşulları değerlendirmek.
Platon döneminde öne çıkan ‘Sofistler’in yanı sıra, en ünlüsü olarak Thales’in bilindiği Yedi Bilge de sofist olarak adlandırılıyordu. Farklı ders verme ve konuşma yapma tarzlarının yanı sıra sofistlerin ders verdiği konular da tümüyle aynı değildi. Sofistlerin ücret karşılığında verdikleri bu derslerin astronomi, matematik, müzik gibi konuları bir yanda tutulursa ana hatlarıyla bütün hayatını siyaset üzerine kurulmuş olduğu Atina’da, halk meclislerinde ve mahkemelerde kullanılmak üzere gerekli olan siyaset yapma ve etkili konuşma yapma bilgisiydi. Sofistlerin, ayrıntılarıyla ele aldığımız kültürel arka planının yanı sıra felsefe arka planına da değinilmelidir. Sofistlerin felsefe arka planı olarak değerlendirilebilecek olanlar, Ksenophanes ve Herakleitos’tur. Belli konularda uzmanlaştığı anlaşılan bu kişilerin dersler vermek amacıyla şehirleri dolaştıkları, doğdukları şehirlerde kalmadıkları gibi, belli bir şehre de uzun süreli yerleşmedikleri anlaşılmaktadır. Felsefe Tarihine bakıldığında Ksenophanes’in, sofistleri de derinden etkilemiş olan görelikçi anlayışların başlatıcısı olarak değerlendirilebilir. Ksenophanes ile başlatılabilecek olan, insanın duyularını ve tecrübelerini aşan ve bu bakımdan da insan bilmesinden bağımsız bir gerçekliğin var olduğu fakat insanın bu gerçekliğin bilgisine ulaşamayacağına dair bir anlayış vardır.
Sofistlerin bilgi konusundaki görüşlerini tartışmak.
Sofistlerin bilgi anlayışının karakteristiği, Protagoras’ın ‘’‹nsan her şeyin ölçüsüdür’’ sözünde somutlaşır. Bu anlayışa göre hakikat yoktur. İnsanın dahil olduğu her konu belli bir biçimde görelidir, gelişmeye ve değişmeye açıktır. İnsan, deneyim ve tecrübeleri ile bilgi edinir ve esas olarak tüm bilmesi, deneyim aklın iş birliğine dayanır ve sınırlıdır. Onlara göre duyularla veya akılla ulaşılabilecek bir hakikat yoktur ve nihayetinde bilginin ölçütü, praksis, yani uygulamadaki başarısıdır. Bu anlayışın toplumsal alana uygulanması beraberinde siyasal, toplumsal ve kültürel alanda bir göreliği de getirmiştir. Göreliğin hakim olduğu bu yaklaşıma sorulabilecek bir soru vardır; bu göreli yaklaşımlar neye göre tercih edilecektir? Sorunun yanıtının iki yönü vardır. Birinci yanı, bilginin pratik problemlere çözümler getirebiliyor olması, ikinci yanı ise çözümün sunulduğu insanları ikna edebiliyor olması. Öyleyse, sofistlerin bilgide doğruluk veya yanlışlık problemiyle ilgilenmedikleri de söylenebilir. Başlıca Sofistlerin felsefe anlayışlarının ana hatlarını saptamak. Protagoras’a göre herkes belli ölçülerde eğitilebilir yani erdem sahibi olabilir. Protagoras, erdemin herkesin belli ölçülerde elde edebileceği bir şey olması bakımından her insanın erdem ile ilgili konularda öğreniminin mümkün olduğunu belirtir. Siyaset bilgisinin öğretilebilip öğretilemeyeceğine ilişkin olarak Sokrates’in, Protagoras için ileri sürdüğü, onun erdemi bilen ve öğreten kişi olduğu yolundaki yakıştırmasına karşılık olarak Protagoras, kendisinin bu konudaki kesin ve nihai bilgiye sahip olmadığını ima eder. Gorgias’ın ele aldığı konular iki başlık altında değerlendirilebilir. ‹lki, bir şey var değildir; olsa da bilinemez; bilinse de başkalarına aktarılamaz biçiminde ifade edilen görüşleridir. İkincisi ise bu görüşlerinin son bölümüyle ilişki içindeki dil ve iletişim hakkındaki görüşleridir. Gorgias’a göre hiçbir şey var değildir. Herhangi bir şey var olsa bile, onun bilinemeyeceğini belirtmektedir. Çünkü ona göre düşünmek, zihindeki kavramların düşünülmesidir. Eğer kavram değilse gerçek düşünülemez demektir. İnsan bir şey bilebilse bile başkasına iletemez. Çünkü bir nesne ile ilgili veriler gözle veya kulak yoluyla edinilir fakat biz onu hakkında elde ettiğimiz verileri, verileri elde ettiğimiz yollardan çok başka olan, sözlerle ifade etmeye çalışıyoruz. Fakat dil bunların her ikisinden de farklı olduğu için, onları doğru olarak temsil edemez. İnsan bilmesinin sınırlılığı onun şu üç konudaki yetersizliğinden kaynaklanır. İnsanlar geçmişte olanları tam olarak hatırlayamazlar, şimdi olanlar hakkında yeterince bilgi sahibi olamazlar ve gelecekte olacaklar hakkında da insan bilmesinin doğası gereği, kesin ön görülerde bulunamazlar. İnsan bilmesinin bu sınırlıkları, insanın sürekli olarak aşmaya çalışacağı bir belirsizlik ve dolayısıyla da güvensizlik ortamında kalmasına yol açmaktadır. Diğer bir sofist Hippias, insanlar arasında doğal bir eşitlik ve akrabalık olduğunu belirten ilk kişilerden birisidir. Antiphon ise dünya vatandaşlığına benzer bir görüşü savunmuştur. Ona göre insanlar kamu ortamındayken yani yasaların denetimine açık bir alandayken yasaya göre davranmalıdırlar. Oysa insanın yalnızken yani yasanın gücü ve hâkimiyeti altında değilken, kendi doğasının gereklerine göre davranmalıdır. Thrasymakhos ise Doğa-Yasa zıtlığı üzerinde duran sofistlerden biridir. Ona göre insanlar arasındaki eşitsizlik doğaldır ve doğası itibarıyla güçlü olan zayıf olanı yönetmelidir. Kallikles de bu görüşe katılır. Ona göre insanlar, doğalarına aykırı
olarak korkakça olan pek çok şeyi yüceltirler. İnsan için doğaya göre güzel ve doğru olan, hırslarını alabildiğine büyütmek ve hiçbirini engellemeden yaşamaktır. Lykhophron’a göre ise yasalar tarafından aksi iddia edilse de doğa söz konusuysa, başkasına haksızlık etmek iyi, haksızlığa uğramak ise kötüdür. Son olarak Kritias, dinî ve tanrısal konuların zeki insanlar tarafından, insanlar yasalara uysun diye uydurulduklarını savunur. Sokrates’i ve düşüncelerini değerlendirmek. Bir Atina yurttaşı olarak, Annesi ebe, babası ise heykeltıraş olan Sokrates’in felsefe tarihinde belirgin biz iz bırakmıştır. Kendi yaşamasıyla içinde bulunulan durum her ne olursa olsun, insanın iyiye ve doğruya yönelebileceğini, insan hayatında erdemin ne derece önemli bir yer tuttuğunu göstermiş, ve Atina’lı bir düşünür ve yurttaş olarak, hayatı bir bütün olarak yaşamanın belirgin bir örneğini sunmuştur. Sokrates, çarşı pazar dolaşıp önüne gelen herkese, özellikle de yöneticilerden olup da bir işi iyi yaptığını iddia edenlere, ‘Erdem nedir?’, ‘İyi nedir?’ gibi sorular sorarak, onların çok iyi bildiklerini sandıkları konularda kendilerini sorgulamalarını sağlamaktır. O, kendi tabiriyle, ‘At Sinekliği’ yaparak, üstelik de ‘Bildiğim bir şey varsa o da hiçbir şey bilmediğimdir.’ diyerek, Atinalılara doğru yolu göstermeyi düstur edinmiş biridir. Platon’un diyaloglarından ve diğer tanıklıklardan anlaşıldığı kadarıyla Sokrates’in ele aldığı konuların başında, insan ruhuna özen göstermesi gelmektedir. İnsanın ruhuna özen göstermesinin gereği, nelerin ona ait olup olmadığını anlaması ve iyi insan olmak için yapılması gerekenleri anlamak içindir. Sokrates’e göre insan hayatında maddiyat ve maddi hazlar önemli olsa da kalıcı değildir ve bu bakımdan da belirleyici değildir. Önemli olan, her şeye rağmen ahlaklı ve doğru bir hayat sürmektir. Sokrates’e göre insan, yaşadığı hayatı ve bu hayatın temel değerlerini sorgulmalıdır. Ona göre sorgulanamış bir hayat yaşanmaya değmez. Tüm insanlar iyiyi isterler ve erdem bilgidir. Mutluluk, bilgi ile elde edilen erdemlerle yaşanan bir ahlaki hayatla mümkün olabilir. Herkes, ahlaki bakımdan iyi olanı istemektedir. Herkes iyiyi ister. Fakat temel sorun, insanların iyi adı altında her istediğinin geçekten iyi olup olmadığıdır. Öyleyse iyi, insanların onun öyle olup olmadığını düşünmelerinden veya istemelerinden bağımsız bir varlığa sahip olmalıdır. İnsanın mutlu olmak için nasıl bir hayat sürmesi gerektiğini, yani erdemli bir hayatın nasıl olması gerektiğini bilmek gerekir. Bu bilgi, bir yandan bütüne, tümel olana ilişkin bir bilgiyken öte yandan da tek tek durumlara ilişkin geçerli olabilmelidir. Yani, bu konularda, bir yandan tümel tanıma sahip olmak, öte yandan, bu dünyada karşılaşılan sorunları da çözebilmenin bilgisine sahip olmak gerekir. Erdemli bir hayat sürmenin tek yolu bu konularda bilgi sahibi olmaktır. Öyleyse bilgi, erdemdir. Sokrates’in kendisiyle beraber gündeme gelen ve annesinin ebe olmasıyla ilişkilendirilen bir yöntemi vardır. Yöntem, Maiotik; doğurtma olarak anılır. Sokrates, kimseye bir şey öğretme iddiasında olmasığı gibi, kimsenin kimseye bir şey öğretemeyeceğini de savunmaktadır. Ona göre her insan, bütün bildiklerine zaten doğuştan sahiptir. Yapılabilecek şey, kişinin kendi kendisine veya iyi bir öğretmen eşliğinde kendisinde bulunan bilgileri açığa çıkartmasıdır. Bu, belli bir yöntemle yapılır ve ‘Sokratik Yöntem’ olarak da anılmaktadır.
Ünite 7
Platon’un yaşamını ve yapıtlarını özetlemek Felsefe tarihinin en büyük düşünürlerinden biri olan Platon, Atina’da soylu bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. Sokrates’in öğrencisi oldu ve onun görüşlerinden çok etkilendi. Kırklı yaşlarında Güney İtalya’ya yaptığı seyahate dek eserleri büyük ölçüde hocasının etkisi altındaydı.
Onun demokrasi yanlılarınca idam edilmesi Platon’un siyasi kariyerden vazgeçmesine ve kararlı bir demokrasi düşmanı olmasına yol açtı. M.Ö. 387/388 tarihlerinde Atina’da Akademia isimli bir okul açarak düzenli eğitime başladı. Aristoteles ile olan ilişkisi de bu çatı altında gerçekleşti.
Ölümüne dek Akademia’da ders vermeyi sürdürdü. Platon’un tüm eserlerinin günümüze ulaştığı sanılmaktadır ve eserlerinin belli başlılarının yazılış sıraları muhtemelen şöyledir; Sokratik Dönem Eserler: Savunma, Kriton, ‹on, Lakhes, Kharmides, Euthyphron, Lysis ve Devlet’in 1. kitabı. Geçiş Dönemi Eserleri: Protagoras, Gorgias, Menon, Euthypdemos ve Kratylos. Olgunluk Dönemi Eserleri: Symposium, Phaidon, Devlet ve Phaedrus. Yaşlılık Dönemi Eserleri: Theaetetos, Parmenides, Sophist, Devlet Adamı, Philebos, Timaios ve Yasalar.
Platon’un varlık anlayışını ve idealar öğretisini değerlendirmek.Platon’un varlık anlayışı büyük ölçüde İdealar öğretisine ve ruhun ölümsüzlüğü öğretisine dayanır. ‹dealar öğretisi, tüm görünür şeylerin, görünür dünyanın ötesinde ve ondan bağımsız bir gerçeklikle idealarla ilişkili olduğu kabulüne dayanır. Görünür ve düşünülür evren birbirlerinden ayrıdır ve bu da Platon’u metafizik bakımdan ikici (düalist) yapar. ‹dealar, zamana mekâna tabi olmayan, her tür değişimden bağışık, başlangıcı ve sonu olmayan, varoluşu için kendisinden başka bir şeye gereksinim duymayan ve sadece akılla kavranabilen yapılardır. Oysa duyulur nesneler, yani varolanlar; zamana ve mekâna tabi olan, sürekli değişen, başı ve sonu olan, varoluşu için idealara gereksinim duyan yapılardır.
Duyulur nesneler, ideaların kopyasından gölgesinden başka bir şey değildirler ve ideadan pay aldıkları, ona katıldıkları ölçüde var olurlar. Platon ideaları, görünür şeylerin asıl doğaları olarak görür ve idea sözcüğünü sık sık doğa sözcüğü yerine kullanır. Böylece idealar, görünür şeylerin eksiksizliklerini, tamlıklarını, asıl doğalarını temsil ederler ve bu yüzden tüm görünür şeyler idealarına benzemeye çalışırlar. Çünkü ona benzedikçe kendi doğalarını gerçekleştirmiş olurlar.
İdeaların da kendi içlerinde bir düzeni vardır ve bu düzenin en üstünde İyi ideası yer almaktadır. Diğer tüm ideaların kendisinden pay aldığı ve kendisine yöneldiği İyi ideası, evrendeki düzenin birleştirici ve her şeyi kapsayıcı ilkesidir. İyi ideasının bu yüksek konumu İyi ile varlığın özdeşliği kabulüne dayanır; “İyi varlıktır ve varlık iyidir” (Arslan, 2006: 233). Platon İyilik, Güzellik ve Adalet idealarını birbirleriyle özdeş görmüştür. O hâlde Platon’a göre varlık, özü gereği hem iyi hem güzel hem de adildir. Platon, benzer benzerle bilinir ilkesi gereği, insanı, bu soyut ve akli yapıdaki ideaların bilgisini elde edebilecek bir donanıma kavuşturmayı önemsemiştir. Bu yüzden insan ruhunun ideaya en çok benzeyen yapı olduğunu düşünmüş ve ideaların bilgisinin ancak ruh tarafından elde edilebileceğini savunmuştur.
Platon’un bilgi anlayışını tartışmak.
Platon’a göre ölümsüz ruh, bu yaşamından önce ideaların bilgisini edinmiştir ve bu yüzden bilgi, zaten mevcut olan bir bilginin anımsanmasından ibarettir. Ama bu anımsamanın gerçekleşebilmesi, sistemli biçimde yürütülen bir diyalektik süreçle mümkündür. Diyalektik yöntem, başlıca iki faaliyete dayanır; “Dağınık kavramları genel bir tanım doğrultusunda toplamak” ve “düşünceyi tabi eklem yerlerinden ögelerine ayırmak.” Platon bu iki faaliyetten ilkini “toplama”, ikincisini “ayırma” diye adlandırır. ‹lkinde, tanımı yapılmaya çalışılan şeyin tüm örneklerini eş ölçüde açıklayabilecek genel bir tanıma ulaşmak esas alınır. İkincisinde ise daha fazla çözümlenemeyecek, bölünemeyecek yalın ve temel birimlere ulaşmak amaçlanır. Diyalektik yöntem, insanları bilgide basamak basamak yükselten ve İyi ideasının kavranması ya da temaşa edilmesi ile nihayetine ulaşan bir süreçtir. İnsan, örneğin önce tek tek şeyleri sever, sonra bunların arasındaki ortak nitelikleri keşfeder ve son aşamada Güzelin kendisine, yani Güzel ideasına ulaşır (Symposium, 210 a-d). Ruhun adım adım yükseldiği “diyalektik yürüyüşün” (Devlet, 532b) nihai noktası budur. Devletteki bölünmüş çizgi benzetmesiyle bilginin nesneleri arasında hiyerarşik bir sıralama yapılır. En altta yansımalar, gölgeler ve bunlara ait inanç bilgisi, onun üstünde doğa ve insan yapımı şeylerin dünyası ve buna ait olan tahmin bilgisi, onun üstünde sayılar ve geometrik şekillerin dünyası ve buna ait episteme bilgisi ve en üstte ise saf aklın alanı olan idealar ve onlara ait kesin bilgi gelir. En üstte ise iyi ideası yer alır. Platon Mağara Alegorisi ile insanların diyalektik süreç yoluyla mağaradan gerçek güneşe yönlendirilmeleri ülküsünü en özlü biçimde ifade etmiş olur.
Platon’un mutluluk ahlakının genel özelliklerini ve erdem anlayışını açıklamak. Platon, mutluluğu insan ve toplum için nihai amaç olarak görmekteydi. Ahlak anlayışı da mutluluğun elde edilmesi amacına yönelmişti. Ona göre mutluluğu sağlayan şey iyilik, iyiliği sağlayan şeyse erdem, doğruluk ve adaletti. Platon, erdemi ruhun düzeni olarak tanımlamaktaydı. Ona göre yalnızca ruh değil, kendisinde bir erdem bulunduğundan söz edilebilecek olan her şeyin erdemi düzeninden gelmekteydi. Mutluluğun Eski Yunancadaki karşılığı olan eudaimonia kişinin iyi ve uyumlu bir daimona sahip olmasını ifade eder. Bu düşüncede mutluluk insana dışarıdan gelmez. Ruhunu düzenleyen kişi, kendi iyiliğini ve mutluluğunu da sağlamış olur. Erdem, ruhun kendi doğasını gerçekleştirmesidir.
Erdem, doğruluk ya da adalet ister ruh olsun, ister site olsun, herhangi bir yapının doğası gereği kendisine en uygun durumda olması, doğasına uygun işi görmesidir. Kendisine uygun işi yapana, kendisine uygun işlevi yerine getirene, kendi amacına ya da iyisine ulaşana erdemli denir. Böylece bir şeyin erdemi o şeyin doğasına ve doğasının gereği olan tabii amaca uygun biçimde tanımlanmıştır. Platon’un ruh anlayışını, ruhun bölümlerini ve iç düzenini özetlemek. Erdemin şartı olarak görülen, “ruhun düzeni” ifadesi, ruhun çeşitli parçalardan meydana geldiğini ve bu parçaların birbirleriyle doğru bir ilişki içinde olmaları gerektiğini ima eder. Platon, PHaedrus’taki bir mitosta ruhu biri siyah, öteki beyaz olmak üzere iki kanatla attan ve bir sürücüden oluşan bir at arabasına benzetir. Bu atlardan beyaz olanı uysaldır ve sürücüsünün talimatlarına uyar. Oysa siyah at hırçın bir tutumla daima arabacının talimatlarının aksine hareket eder. Bu benzetmeden yola çıkıldığında ruh, üç parçalı bir yapı sergiler; akıllı parça (to logistikon), yürekli-atılgan parça (to tymoeides) ve iştah duyan, arzulayan parça (to epitymetikon). Yürekli ve atılgan parça mitostaki iyi huylu beyaz ata, bedensel hazlar ve acılarla ilişkilendirilen iştah ve itki bölümü, siyah ata, kafada konumlanan akıl parçasıysa sürücüye karşılık gelir. Bunlardan akıl parçası ölümsüzdür. Diğer ikisiyse bedenin ölümüyle dağılırlar. Platon, bu parçaların kendi sınırlarını bilmeleri ve doğal durumlarında olmaları hâlinde ruhta doğruluğun, adaletin, erdemin gerçekleşeceğini savunur. Akıl, doğası gereği aklın buyruklarına boyun eğmelidir. Bunu gerçekleştiği takdirde ruh, ahlaki yüksekliğe erişebilecek ve doğasında doğuştan gizli bulunan ideaların bilgisini açığa çıkarabilecektir. Ruhta bir kez düzen kurulduktan sonra bu düzen sitedeki ve diğer tüm insani yapılardaki düzen için de bir temel oluşturacaktır.
Platon’un toplum ve site düzeni anlayışını, siteyi oluşturan unsurları ve site düzeni türlerini değerlendirmek.
Platon’un site düzeni anlayışı var olan tüm site düzenlerinin bozuk olduğu ve bu bozukluğun “iyi”, “doğru” ve “güzel” denen üç yüksek değerin bu sitelerde olmamasından kaynaklandığı kabulüne dayanır. Platon’un toplum ve siyaset anlayışı bu üç değerin topluma ve siteye hakim kılınması amacını güder. Bu özelliğiyle siyasi olmaktan çok ahlaki bir görünüm sergiler. Tıpkı ruh gibi site de üç parçadan oluşur. Bunlar zanaatkarlar sınıfı, asker sınıf ve filozoflardan oluşan yönetici sınıfıdır. Ruhta ve evrende olduğu gibi sitede de bu her parçanın kendine has, doğal bir konumu vardır. Parçalar, doğal yapılarına uygun konumlandırıldıklarında sitede adalet, doğruluk ve erdem sağlanmış olur. Bir insanın erdemli olması, site düzeni içinde doğru biçimde konumlanmış olmasına bağlıdır. Yönetici sınıfın erdemi bilgelik, asker sınıfın erdemi cesaret, zanaatkâr sınıfın erdemi ölçülülüktür. Ölçülülük aynı zamanda diğer tüm sınıfların da erdemidir. Adalet ve doğruluk ise bu erdemlerin hepsini bütünler. Zekâ için adalet düşüncenin doğruluğunu anlamına gelen bilgeliktir. İrade için adalet, ruhun atılgan parçası olan yüreğin doğruluğu anlamına gelen cesarettir. Ruhun itki parçası için adalet, bu parçanın doğruluğu anlamına gelen ölçülülüktür. Siteyi yöneten filozoflar ideaların bilgisini site düzeninde tekrarlamakla yükümlüdür. Adil ve doğru düzenin yani ideaların bilgisi her ruhta doğuştan bulunur ve filozofların görevi yurttaşların ruhlarındaki düzen bilgisini açığa çıkarmaktır. Böylece Platoncu devlet, büyük bir eğitim kurumu hâline gelir. Eğitim, doğru bir site düzeniiçin en uygun başlangıçtır. Eğitimin amacı, her yurttaşın ruhunu kötü yanlarını dizginleyecek bir bekçiye, yani doğru işleyen bir akla sahip kılmaktır. Ruhun eğitiminde başvurulabilecek en etkili vasıta ise müziktir. Yeryüzünde beş çeşit insan, beş çeşit site vardır. Bunlar aristokrasi, timarşi, oligarşi, demokrasi ve tiranlıktır. En kötü yönetim olan tiranlık, eğer tiran eğitime açık ve genç bir insansa kolayca ideal rejime dönüştürülebilir. Platon’un siyasi rejim türlerine ilişkin değerlendirmeleri Yunan siyasi tarihinin bir özeti gibidir.
Ünite 8
Aristoteles’in yaşamını ve yapıtlarını anlatmak.
Aristoteles, MÖ 384/3 dolaylarında Stageira’da doğmuş, henüz genç yaşlarda Atina’ya giderek Platon’un Akademia’sına girmiştir. Akademia’da yirmi yılı aşkın bir süre kalan ve bu sürede hocası Platon’dan etkilenen Aristoteles daha sonra sırasıyla Assos’ta ve Midilli’de okullar kurmuş, dersler vermiştir. MÖ 343/2 dolaylarında Büyük İskender’in özel hocası olmuştur. Makedon sarayıyla kurduğu yakın ilişki Atina’da daima kuşkuyla karşılanmış hatta bu yüzden Atina’ya terk etmek zorunda dahi kalmıştır. Aristoteles MÖ 335/4 dolaylarında yeniden Atina’ya dönerek Liseum adlı okulu kurmuş ve burada önemli felsefi etkinliklerde bulunmuştur. Aristoteles farklı konularda birçok önemli eserler vermiştir. Tüm felsefe tarihinde bunca farklı konuda bunca önemli eser kaleme alabilmiş başka bir isim yoktur. Aristoteles’in, başta gelen eseri kuşkusuz mantık disiplinini âdeta tek başına inşa ettiği Organon isimli eseridir. Bu eser Kategoriler (Kategoriai), Peri Hermeneias (Önerme Üzerine), I.
Analitikler (Analytika I), II. Analitikler (Analytika II), Topikler (Topika) ve Sofistik Çürütmeler
(Peri Sophistikon Elegkon) adlarını taşıyan altı kitaptan oluşur ve akıl yürütmenin dayandığı temel ilkeleri inceler. Metafizik, Aristoteles’in “İlk Felsefe” (prote philosophia) olarak adlandırdığı varlık sorunlarını ele alan hacimli bir eserdir. Bunun dışında doğayı incelediği Physika (Fizik), hayvanları ele aldığı Peri ta zoa historia (Hayvanlar Üzerine), ruh sorununu ele aldığı PeriPsykhe (Ruh Üzerine), ahlak sorunlarını ele aldığı Ethika Nikomakhea (Nikomakhos Ahlakı), Ethika Eudemeia (Eudemos Ahlakı), devlet ve siyaset sorunlarını ele aldığı Politika ve Athenaion (Atinalıların Devleti), hitabeti ele adığı Rhetorika ve sanat konularını ele aldığı Poetika isimli eserleri kaleme almıştır. Aristoteles’in varlık anlayışını değerlendirmek. Aristoteles de tıpkı Platon gibi doğadaki tüm değişime rağmen değişmeksizin kalan bir öz, form ya da bulunması gerektiğini düşünmekteydi. Ama formu ya da ideayı görünür şeylerden ayrı görmedi, görünür şeylerde içkin olduğunu, görünür şeylerde kendisini dışa vurduğunu ve onlara biçimlerini kazandırdığını savundu. Aristoteles, maddenin form sayesinde gerçeklik kazandığını, form sayesinde biçimlenip belli niteliklere büründüğünü düşünmekteydi. Buna karşılık formun da ancak maddede kendisini gerçekleştirebileceğini, madde olmasaydı, formun kendisini asla açığa koyamayacağını savunmaktaydı. Ona göre form kazanmamış, formun kendisini gerçekleştirmediği madde varlık kazanmış sayılamazdı. Aristoteles’e göre varlık kazanma süreci, yani “oluş” (genesis) maddede gizil hâlde bulunan formun edimselleşmesidir. Her şey, kendi formunu, özünü mümkün olduğunca mükemmelleştirmek, tamamlamak amacına yönelmiştir. Tüm varlıklar, formun edimselleşme derecesine göre aşağıdan yukarıya doğru sıralanırlar. En altta, formun pek az edimselleştiği maddeler, yani cansız varlıklar, en üstte salt form olan yani tamamen edimselleşmiş olan Tanrı durur. Tanrı hareket etmeyen hareket ettiricidir. Herhangi bir şeyin ya da bir bütün olarak evrenin meydana gelmesini sağlayan başlıca dört neden vardır; maddi neden, formel neden, amaç neden ve etker neden. Maddi neden bir şeyin yapıldığı malzeme, formel neden onun biçimi, amaç neden yapılış gayesi, etker neden ise söz konusu amaç doğrultusunda maddeyi biçimlendiren güçtür. Form maddede edimselleştiğinde yani görünür evren düzeni meydana gelip tikeller varlık kazandıklarında daima belli nitelikleri, yüklemleri ya da kavramları da taşıdıkları görülür. Bunlar; 1. Töz, 2. Nicelik, 3. Nitelik, 4. İlişki, 5. Yer, 6. Zaman, 7. Konum, 8. ‹yelik, 9. Etkinlik ve 10. Edilginliktir. Bu on kategoriden dokuzu ilinek, biri tözdür. Töz, en genel ifadesiyle “bir şeyi o şey yapan şey” olarak tanımlanabilir.
Aristoteles’e göre doğa araştırması, madde yasalarının, her şeyden önce de hareket yasalarının incelenmesi demekti. Ona göre ne kadar varlık kategorisi varsa o kadar çeşit hareket vardı. Aristoteles’te madde hareket ettirilen, form ise hareket ettirendir. O hâlde, bir şeyde form kendisini ne kadar açığa vurmuşsa ne kadar edimselleşmişse oşeydeki hareket de o ölçüde mükemmelleşecektir. Böylece Aristoteles, evreni başlıca üç kısma ayırır; Ay-altı âlem, yeryüzüdür. Evrenin bu bölümündeki her şey Empedokles’in dört nedeninden, yani toprak, su, hava ve ateşten meydana gelmişlerdir ve doğrusal olarak hareket ederler. Gök cisimleri ise esir denen bir maddeden meydana gelmişlerdir ve dairesel bir harekete sahiptirler. Aristoteles’in mantığının ve bilgi anlayışının genel hatlarını özetleyip açıklamak. Aristoteles bilimleri üçe ayırmıştır; Teorik Bilimler, Pratik Bilimler ve Poetik Bilimler. Teorik bilimler bilgiyi, bilginin kendisi adına, Pratik Bilimler doğru eyleyebilmek için bir araç olarak Poietik Bilimler ise bir şey üretmekte araç kılmak için isterler. Matematik, fizik, metafizik gibi disiplinler ilkine, politika, retorik, strateji gibi bilimler ikincisine, sanat dalları ve zanaatlar üçüncüsüne girer. Aristoteles bunlar dışında bir de mantık disiplininden söz eder ki bu da diğer tüm bilimlerde yöntem olarak uygulanabilecek olan disiplindir ve esası da doğru akıl yürütmenin biçimlerini çözümlemek, ilkelerini, kurallarını belirlemektir. Mantık, en genel ifadesiyle doğru çıkarımlar türetme yöntemidir ki bunun da iki biçimi vardır; tümdengelim ve tümevarım. Tümdengelim tümelden tikele, tümevarım tikelden tümele varan akıl yürütme biçimidir. Geçerli bir akıl yürütme mutlaka kendiliğinden açık olan temel ilkelere dayandırılmalıdır. Bu ilkeler üç tanedir; 1) Özdeşlik ilkesi, 2) Çelişmezlik ilkesi, 3) Üçüncü hâlin imkânsızlığı ilkesi. Özdeşlik ilkesi her şeyin kendi kendisiyle özdeş olduğunu ifade eder (A, A’dır). Çelişmezlik ilkesi, varlık bakımından, bir şeyin hem A hem A-olmayan olamayacağını, önerme bakımından düşünüldüğünde ise bir önermenin hem doğru hem yanlış olamayacağını, Üçüncü hâlin imkânsızlığı ilkesi ise varlık bakımından düşünüldüğünde bir şeyin ya A ya da A-olmayan olabileceğini, bunun dışında bir seçenek olmadığını, önerme bakımından düşünüldüğünde ise bir önermenin ya doğru ya yanlış olacağını üçüncü bir şıkkın mümkün olmadığını ifade eder.
Aristoteles’in ruh anlayışını genel hatlarıyla açıklamak.
Aristoteles, ruhun parçalarından ziyade farklı yetilerinden söz edilmesi gerektiğini savunmuş ve ruh göçü öğretilerini eleştirmiştir. Ona göre ruhun bedenden bütünüyle ayrılıp kendi başına bir yaşam sürebileceğini düşünmek doğru değildir. Form ile madde asla ayrı olmadıkları, birbirlerine bağlı bulundukları gibi ruh ile beden de daima bir arada bulunurlar. Aristoteles, ruhu bir hareket ilkesi olarak görmekte ve maddenin hareketini forma bağladığı gibi bedenin hareketini de ruha bağlamaktaydı. Bu özellikleriyle ruh bedenin hareketinin kaynağı, bedenin nihai nedeni ve gerçek tözü olmaktaydı. Aristoteles’e göre bitkiler ve hayvanlarda da ruh bulunur. Bitkilerde ruh, sadece beslenme ruhu düzeyinde hayvanlarda ise beslenme ruhunun yanı sıra duyum ruhu olarak ortaya çıkar. İnsan ise hem beslenme hem duyum hem de akılsal ruha sahiptir. Akılsal ruh da edilgin ve etkin akıl olarak ikiye ayrılır. Etkin akıl soyut düşünmenin olup bittiği ölümsüz bir yapı iken edilgin akıl bedenle bir arada bulunan ve duyular ya da algı yoluyla edinilen bilgilerin toplandığı akıldır. İnsan bu ölümsüz akılsallıkla hayvanlarla Tanrı arasında bir konumda durur.
Aristoteles’in ahlak ve erdem anlayışını açıklamak.
Platon’da olduğu gibi Aristoteles etiğinde de eylemler daima bir erek doğrultusunda incelenirler ve tüm insani eylemler son kertede insanın iyiliği, mutluluğu amacına yönelmişlerdir. Böylece Aristoteles’in etik anlayışı da “mutluluk ahlakı” olarak adlandırılır. Aristoteles’e göre iyi olma ya da mutluluk erdeme uygun etkinliklerle elde edilebilir. Erdem, insanın kendi amacına uygun durumda olması, doğasına uygun eylemesi, ruhun farklı bölümlerinin doğru biçimde hareket etmesi, bedenin işlevlerini uygun biçimde yerine getirmesine bağlıdır. Eylemin ahlaki değer taşıyabilmesi için gönüllü, bilinçli ve özgür biçimde seçilmiş olması gerekir. Aristoteles’e göre erdemli bir kişilik, insanın özgür seçimleriyle daima erdemi seçerek ve bunu alışkanlık hâline getirerek başarılabilecek bir amaçtır. Etik erdemler, insanın istemesinin ve seçimlerinin eğitilmesiyle oluşurlar. Aristoteles’e göre erdem, insanın aşırılıklardan ve eksiklikten kaçması, daima ortayı araması, onu tercih etmesidir. Yani erdem, tercihlere ilişkin bir huy: Akıl tarafından ve aklı başında insanın belirleyeceğiyle belirlenen, bizle ilgili olarak orta olanda bulunma huyudur. Aristoteles etik erdemlerin yanı sıra bir de dianoetik erdemlerden söz eder. Zorunlu ve ezeli-ebedi şeylerin bilgisi olan bilim, şeyleri nasıl meydana getireceğimizin bilgisi olan sanat, bilimin kendilerinden hareket ettiği ilk ilkelerin bilgisini veren sezgisel akıl, insan hayatının amaçlarının nasıl sağlanabileceğinin bilgisini veren pratik bilgelik ve sezgisel akılla bilimin birliğini ifade eden felsefi yani teorik bilgelik dianoetik erdemleri oluşturur.
Aristoteles, adalet bahsine ise sözcüğün iki ayrı anlamını ayırarak başlar; 1) Yasaya uygun olan 2) Doğru ve eşit olan. ‹lk anlam adaletin tümel, evrensel kullanımına karşılık gelir. Bu ikincisi de kendi içinde ikiye ayrılır; 1) “Dağıtıcı” ya da “pay edici” adalet, 2) “Düzeltici” adalet. Dağıtıcı adalet sitenin ya da toplumun getirilerini, kazançlarını yurttaşlar arasında adil biçimde pay etmek esasına dayanır. Düzeltici adalet ise yurttaşlar arasında başgösteren anlaşmazlıkların giderilmesi suçların cezalandırılması esasına dayanır.
Aristoteles’in toplum ve siyaset anlayışını değerlendirmek.
Platon gibi Aristoteles de insanı toplumsal bir varlık olarak görmüş, onu daima içinde yaşadığı toplumla birlikte düşünmüştür. İnsanın kendi iyisine ve mutluluğa ulaşabilmesi ancak devlet ve toplum yaşamı içinde mümkündür. Devlet de insanın mutluluğu için vardır. Devlet de tıpkı doğada varolan şeyler gibi doğal bir varlıktır çünkü insanın doğal ihtiyaçlarından ve eğilimlerinden doğmuştur ve insan doğası gereği toplumsal ve siyasal bir hayvandır. ‹deal site nüfus ve toprak bakımından amacını gerçekleştirecek büyüklüktedir ve çiftçilerden, zanaatkârlardan, zengin tüccarlardan, askerlerden, din adamlarından ve yargıçlardan oluştur.
Devlet büyük bir eğitim kurumu olarak yurttaşlarını akli ve ahlaki bir eğitimden geçirir. Aristoteles kendi çağındaki site düzenlerini üç iyi, üç kötü olmak üzere altıya ayırmıştır. Krallık, aristokrasi ve politi kamunun yararının gözetildiği sağlıklı rejim türleri olarak değerlendirilirken tiranlık krallığın, oligarşi aristokrasinin, demokrasi ise politinin yozlaşmış ve bozulmuş hâli olarak incelenir. Aristoteles krallığın ve aristokrasinin en ideal rejimler olabileceğini savunsa da bu rejimleri sağlıklı biçimde işletecek bilge yöneticiler bulmanın güçlüğünden dolayı politiyi en gerçekleştirilebilir rejim olarak destekler. Platon’un Devlet’te çizdiği idealist tabloya karşılık Aristoteles nisbeten gerçekçi siyasi öğretiler geliştirmiştir.