GANA ülkesinden Şiirler
UNUTUŞ – Ellis Ayitey Komey (d. 1927)
Düşen hurmayı anımsamak istiyorum
Ve beyaz şarabını hurmanın
Sert göbeğinden dökülen.
Yolu anımsamak istiyorum
Ayağımın çamurunu,
Vücuduma sürünen dallarını
Ağaçların.
Olduğu gibi anımsamak istiyorum
Yeşil suratlı ormanı
Kurbağaların keyifli bağırışlarını
Ürperten sesleriyle baykuşları.
Hurmalar arasında yürümeliyim
Yaprakları jilet gibi keskin
Dibinde böceklerin yuva kazdıkları
Yer elmalarını, manyoka’ları gölgeleyen
Ve sarktıkça aç bir çocuğu besleyen göğüslere benzeyen
Hindistan cevizleri arasında yürümeliyim.
Hepsini hepsini anımsamak istiyorum
Onlar da ben de
Toprak olmadan,
Günün birinde.
Türkçesi: Gürkal Aylan
ARAŞTIRMA – Kwesi Brew (d. 1928)
Geçmiş dediğin
Bugünün küllerinden
Başka ne ki…
Gelecek dediğin
Bulutlarla sınırlı
Göğe kaçmış
Bir dumandan başka ne…
Hanım-hanımcık ol;
Sevgilim
İyi yürekli ol;
Bak, sözler hatıra oluyor
Soytarıların elinde
Hatıralar kötü silah.
Aklı başında adamların
Suspus oluşları
Buddhânm yüzünde
İsa’nın
Avuçlarındaki yazıyı
Okuyuşlarından ötürüdür.
Öyleyse sevgilim
Onların nutuklarında
Akıl-makıl arama sen
Kılavuzluk arama.
Bırak sessizlikte kalsın
Onların dillerine
Haddini bildirmiş olan
Aynı ateş.
“Öğret bize, aydınlat bizi…,”
Sen ve ben
Yükü aşkımızdan
Olan geceyi
Uyur dururken
Yağmur boşandı.
Onların o
Sivri ve
Yeni bulunma akılları
Çabuk çabuk parlayan
Şimşek çakışlarında
Açığa vuruyor gerçeği;
Demek ki
Onlar aptalların
Kölesi olmuş kalmışlar.
GECE YARISI – (Francis Ernest Kobina) Parkes (d. 1932)
Tanrım, bu gece yarısı
Karanlık, kasvetli,
Yıldızsız gece yarısı.
Şşt! geliyor işte
Kızıl ateşli cinler
Hayaletlerle birlikte
Karanlık gece yarısı.
Kulak ver şu sessizliğe!
Gürültülü başkaldırıyı
Yaşam gürültüsünü
Korkudan, pis ölümden
Başka bir şey hissettirmeyen bu sessizliğe?
Uyanıyor akbabalar ağaçların hışırtısından.
işte köpekler havlıyor
Hayaletleri mi gördüler yoksa
Kızıl, sıcak soluklu cinleri mi
Bu kara gecede?
Tanrım, nasıl da havlıyorlar!
Sessizlik yeni baştan.
Tüm cadılar seferber
Bir av bulmuş olmalılar.
Tanrı yardımcısı olsun
Annesinin göğsünden alınıp kaçırılan
Küçük bebeğin
Bu karanlık saatte!
Duyuyor musunuz bağırışlarını
Tiz,
İçler acısı,
Ve sonra…
O sessizlik yeniden!
Küçük ruhu çıkarılmış olmalı
Akbabaların bekleştiği
Ağacı.
Rüzgâr esiyor
Belki esmiyor da
İç çekiyor zavallı,
Kör bebek için.
Bir ses duymadınız mı?
Ne zaman?
Şimdi. Yani bu gece,
Hayaletlerin ayaklandığı,
Kötü ruhların ilençlilerden öç aldığı
Kehribar karanlığındaki bu gece.
Bir inilti, bir bağırma duymadınız mı?
Bebeğin bağırmasıydı o.
Kötü cadıların ağaçtaki vekilleri
Akbabalar tarafından gözleri oyulan bebe
O büyük sessizlik yeniden.
Ayak seslerini duyuyorum kötü tanrıların.
Uyuyamam, sıkıntılıyım
Çıkarırken cadılar
Kör bebeği
Ağaca.
Yatağım sırılsıklam, bakın
Soğuk vücudumdan akan soğuk terle,
Ama kalkmamalıyım
Bu karanlık bu sıkıcı saatte
Hayaletlerin ayaklandığı
Yankıların ıslık gibi dolaştığı
Tanrıların
Ayaklarındaki zincirleri şakırdattığı
bu saatte.
Evet, evet, kalkmamalıyım
Alevden soluklar
Kızıla çevirirken bu kara geceyi
Ve cadılar beslenirken
Akbabaların kör ettiği
Bebeğin ruhuyla.
Hâlâ gece yarısı mı Tanrım?
Türkçesi: Gürkal Aylan
APOLCALYPSE – (Francis Ernest Kobina) Parkes (d. 1932)
Kıyamet gününe yakın
Görünümü değişecek yeryüzünün
Güneş gece yarısı olacak, ay da kan
Kıyamet gününe yakın.
Ama şimdi, kılıçların daha saban demiri olmadığı
Mızrakların mızraklıklarını sürdüğü şu günde
Gözünüzü dört açın çocuklarım.
Diyelim ki mango ağacının gölgesinde yürüyorsunuz
Ya da koşuyorsunuz kızgın güneşin altında.
Bir hiç olduğunuzu kabul edeceksiniz.
Okların ok olarak kaldığı,
Mızrak ve oraklardan doğan mucizenin
Görünmeyen bir mucize olarak kaldığı şu günde
Usumuzda olsun çocuklarım,
Köpeklerin söylevler verdiği,
Boynuzların insan alınlarını süslediği ülkelerde
Kinli Sasabonsam’ın kara ve gizlemli
Bir zindanına sürüklerse sizi
Raslantıyla, minik ayaklarınız
Gümüş pullarla kaplı denizkızlarının
Ve deniz hayvanlarının insanlıkla alay ettiği
Bu garip, insanlıktan uzak ülkede
Takılırsa gözleriniz bir taşa
Kara, cansız, pis, sakallı,
Yalvarırım çocuklar, ses etmeden geçin,
Soru sormadan.
Tarih öncesine döneceğiz çünkü,
Birleşecek yeniden son ve baş,
Görünümü değişecek dünyanın yeniden
Taşlar insan olacak
İnsanlar taş,
Serçelerden kartallar doğacak
Toprak buğday buğday olacak.
Çocuklarım,
Rastlantıyla, kükreyen bir tavşan görürseniz
Ya da tahterevana kurulmuş bir maymun,
Sessizce bakın. Çabucak uzaklaşın yanından.
Çok çabuk.
Türkçesi: Gürkal Aylan
SAVAŞ TÜRKÜSÜ – Kofi Awanoor -(George Awaoonor-Williams) (d. 1935)
Ak basmalar içinde uyuyacağım;
İnsanoğlunu geldi buldu savaş
basmalar içinde uyuyacağım.
Bırak çocuklar gitsinler savaşa
Kpli ve adamları gitsinler;
Beyaz adamın silahlan gürlesin bırak,
Hücuma geçiyoruz;
Hepimiz basmalar içinde uyuyacağız
Saldırırken biz, yerler sarsılacak;
Ta kulübelerimize değin geldi girdi savaş;
Korkaklar kalsınlar geride,
Evde otursunlar korkaklar kanlarla;
Karılarımıza yanaşan olursa eğer
Biz savaştayken karılarımıza,
Soluklarını yitirecekler
biz dönünce.
Nerde duyulmuştur ki
Nerde duyulmuştur ki gözleri önünde kendi öz anasının
Bir çocuğu soksun bir yılan;
Savaş geldi çattı
Ta kulübelerimize değin girdi savaş
Yiğitlerin savaşı bu
Bırak gürlesin topu tüfeği beyaz adamın
Savaşın dumanı sarsın bizi bırak
Bir ölüm kalım savaşı
bu savaş.
Savaş alanında öleceğiz
İstemeyiz başka yerde istemeyiz ölümü
Bizimle birlikte ölecek topumuz tüfeğimiz
Keskin kılıçlarımız bizimle birlikte
Savaş alanında öleceğiz.
Türkçesi: Nazar Büyüm
CABRAL İÇİN ÖVGÜ – Atukwei Okai (d. 1941)
4.
Tabanca da yalan söyledi gene
Ağladı bütün köyler kasabalar
Amilcar Cabral’ın ardından
Ey şafak vaktinin asılı duran çiyi
Ey gökyüzünün türkü çağıran bulut uçurtması
Ey uçuşun sürtülerek geçen kanatları
Ne zamandır bombalanıyor türkümüz?
Ne zamandır bıçaklanıyor ışığımız
Ne zamandır yerde yatıyor kumru?
6.
Amilcar Cabral —
Ben de gördüm onu şafak vakti
yürürken tarlalarda
yürürken geniş adımlarla — o köylü savaşçıyı —
ben de gördüm Amilcar Cabral’ı
Dengesini bozuyordu köprülerin,
Çiçeklere su veriyordu,
Adreslere fısıldıyordu,
Ateş yalımlarının kulaklarına.
Otlaklara, kaynaklara götürüyordu davarları.
Türküler söylüyordu,
bezgin ruhlara kova kova
saydam kuyu suları dökecek türküler,
Türküler söylüyordu
sesleri çağrı yapan türküler.
7.
Yarın mahkemede savunacaksınız hepiniz
Taflatse’nin toprak reformunu, geri verilecek
Bütün topraklar halka uygun olarak bu yasaya.
Ötekilere söyleyin, adımı vermeyin, sağlıcakla kalın.
Her evde yanık tutulsun yağ kandilleri
Görünmesin salık verdik güneşe
Bütün topraklar halka geri verilinceye kadar
Ötekilere söyleyin, adımı vermeyin sağlıcakla kalın.
Bu gece adres değiştirtecek bıçaklar
En büyük çocuklarına düşmanın —
Geri verilmeli halka bütün topraklar.
ÖTEKİLERE SÖYLEYİN, ADIMI VERMEYİN, KALINSAĞLICAKLA.
Türkçesi: Yunus Çakır
HANGİ KADERE DOĞRU EY AFRİKA? M- F. Dei Anang (1909-1978)
Oturdum
gökyüzü yıldızlarının delik deşik ettiği kubbenin altına
Ve yörüngesi boyunca
sabırla kayan
aya baktım.
Kıpırdamıyordu ay
ve Doğanın kendisini sınırladığından da
kederlenmiyor gibiydi
Sessizce gülümseyip
durumundan hoşlanıyordu
Yukarda bulutların arasında.
Ve sonra
Ey Afrika
büyük Firavunların
ve esrarlı mimarı yasaların yarattığı
o geniş piramitlerin toprağı
Anavatanım benim
Düşünmeye koyuldum
ki ay gibi
Senin de çıktığını söylerler!
Ama hangi kadere doğru
Ey Afrika,
Hangi kadere doğru?
Geçmişe doğru mu?
Davulların
ve hurma ağaçlarının gölgesindeki
şenlik rakslarının zamanına
Geçmişe doğru mu?
Koruyucusuz günlerin zamanına
Kızın hep el değmemiş olduğu zaman
Ve oğlan eski tanrıların korkusuyla
tiksinirdi kötü yola sapmaktan.
Geçmişe doğru mu?
Dinginliğin
Ve iyiliğin hüküm sürdüğü
Saman sapından yapılma karanlık kulübeler
Geçmişe doğru, BOŞ İNANLAR çağma doğru mu?
Ya da ileriye mi?
İleriye! Ama neye doğru?
İnsanın
insan üstüne yığıldığı
Kıtlığın
ve yoksulluğun
mutsuz yuvalarım kurdukları
Her şeyin karanlık ve korkutucu olduğu
Gecekondulara mı?
İleriye neye doğru?
İnsanlık dışı bir değirmende
Bitmez tükenmez uzun bir kötücül büyü içinde
Zor saatleri öğüten fabrikaya mı?
İleriye! Ama neye doğru?
Ortaçağdan kalma suçların
bulaşıcı pis kokuları,
Aşağı ırkın insanları üstüne
bombalar ve güllelerle
Ari ırkın insanlarının
kana susamış topları ateş püskürdüğü zaman
İleriye, UYGARLIĞA doğru mu?
İleriye, tozlu gereçlere
ve aç gözlü kazançlara
öldürücü kavganın
kesin habercilerine doğru mu?
Ya da dünyanın yarısının canlılarını yere sermek ve
Öteki yarısının gebermesi pahasına
baştan aşağıya pazarları darmadağın eden
ve insanların yüreğini çeliğe çeviren
Adam Simith’in
uygunsuz yasalarına
ileriye doğru mu?
Ya da geçmişe
Aslı kaynağına
Ahlaksal erdemlerin
Hem tüm hem erkin hem özgür
Bağımsız bir gönülden yükselen
İnsan sevgisi
ve Tanrı korkusuna doğru mu?
Ay
önceden belli bir yol boyunca
yıldızların delik deşik ettiği gökyüzünde
sabırlı ve sessiz kayıyor
İyice sınanmış bir yol üstünde
Sakınarak kay, Ey Anavatan
Ama hangi kadere doğru, ey Afrika?
Hangi kadere doğru oy?
Türkçesi: Eray Canberk
KİM BİLİR? – A.L. Milner-Brown
Kim bilir, altın topraklarla
Böylesine cömertçe gönendirilmiş
Ve palmiyelerle bezenmiş
Uzak yakın bütün büyük ulusların imrendiği
Bu Afrika bir gün dünyaya art niyetsiz
Barış ve dinginlik için önderlik edebilir-
Kim bilir? Kim bilir?
Ve T anrının zamanı yetkinliğe erdiğinde
Ve ayrı renklerin soyların sınıfların insanları
Onu önder edindiklerinde
Kin ve kötülük geçmişe gömüldüğünde
Barışın Prensi en sonunda Afrikada
Yuvasını kurabilir
Kim bilir? Kim bilir?
(Barışın Prensi: İsa Mesih, yalvaç)
Türkçesi: Özcan Özbilge