Mali’den Şiirler
AMİLKAR KABRAL’IN ANISINA – Gaoussou Diavara (d. 1939)
I
Yüzünü anımsıyorum senin
Askerin yüzü
Emekçinin
Ve peygamberin.
Gözlerini anımsıyorum
Bakmıştım onlara
kendi gözlerime bakarcasına.
Sesini anımsıyorum
Kararlı net temiz
toprakçasma.
Seni anımsıyorum
Projektörlerin kesiştiği yerde
Flaşları altında fotoğraf makinelerinin
Mikrofonların çiti arkasında.
Seni
Kömürleşmiş köylerin
duman kokusuyla…
Sırtındaki asker gömleğinden
bir barut acılığı yükselirdi…
Gülümseyişini anımsıyorum
Ruha alevler saçan.
Ellerini
ki mavi yanıklar göğerirdi onlarda
düşman bazukalarının armağanı.
Parmaklarını anımsıyorum
ki jestleri
incelik, yoğunluk ve iradeyi birleştirirdi.
Seni anımsıyorum,
söylevini.
Sesini sevgili oğlunun
dinlerdi Afrika
Ve Asya
dururdu yanında onun
öz bacısı gibi.
Söz ederdin
yurdundan
ki orada
taşmıştır özgürlük nehri
ve öfkeyle parlamaktadır
partizan dağlarında ateşler.
Konuşurdun sen
Ve yanardı yürekler
Savaşın müziğiyle mest.
Zırhlı arabaların uğultusu
infilaklar
ve makinelerin takırtısı
ve kurşunun ıslığı
ve dikenli tellerin çatırtısı
ve zafer çığlığıyla…
Anımsıyorum seni
Amilkar…
Derdin ki
Özgürlük
dünyada son tutsak
koparıp attığı zaman zincirlerini
ancak o zaman başlayacak…
II
Amilkar
Umut yerleştirdin sen
acılı, milyonlarca yüreğe.
Onları
yakan mutluluğun duyumuyla doldurdun.
Kestin sonsuz geceyi
gerçeğin meşalesiyle
Yönelttin halkını
çetin yollarına
yiğitlik ve açık yürekliliğin.
Ve işte, iki adım kala şafağa
düştün
ve donup kaldın sonsuzca.
Ve kanın
yıkıyor
gökte yükselen şafağı.
Öldürdüler seni.
Çünkü sen
Gerçek yaşamın yolunu seçtin
yolunu başkaldırının
Çünkü sen
eline silah almış adalettin
Çünkü sen
acımızdın
her şey için hesaplaşmaydın düşmanla.
Çünkü sen
ümidiydin
emeği ve onuru yağmalananların.
Gine-Bissau’da
ve Yeşil Burun adalarında
ağlıyor rüzgâr
Palmiye korularında
kırmızı bir toz kaldırarak.
Dalgalar vuruyor kıyılara,
ve acıyla gürüldüyor anafor.
Titriyor cengeller
inliyor derinlikleri ormanların
Afrika ana
sevgili oğlunun
cesedi üstünde ağlıyor…
Bir canavara döndü onlar.
Sen gözü pekçe yaşamaktaydın
Geberiyordu onlar korkudan
Sen cisimleşmiş akıldın
Akılsızlıktı onlara egemen olan.
Öldürdüler seni
Fakat al kanın
atardamarlarımızda
ateşle fışkırıyor.
Ve yüzün
tekrarlandı
milyonlarca yüzde.
Ve vücudun
bir parçası oldu toprağımızın
onun taşısın sen, toprağı ve kumu.
Ve yüreğin senin
filizlenerek
yaşam ağacı olacak
bizler ve çocuklarımız için
III
Ellerin canlanacak
Ve yoğuracak
balçığını geleceğin.
Ve biz, yeni bir yaşam
yapacağız ondan.
Yüreğin canlanacak
ve başlayacak savaşarak geri almaya
özgürlük
aşk ve iyilik zamanını.
Gözlerin canlanacak
Ve görecekler
şafağın doğuşunu
altın bir alev içinde ufuktan.
Cesedinin üstünde
yemin ederim
her şeyimi
vereceğime
en uzak köşesinde
toprağımızın
son zincir halkası
parçalanana kadar…
Nerede güneş
gülümseyiş ve türküler varsa
ve uç veren filiz;
orada sen
canlısın
Amilkar…
Türkçesi: Ataol Behramoğlu
BÜYÜCÜNÜN SOLUĞU – Ouoîoguem Yambo (d. 1940)
Gece gelecek ve önemli hiçbir şey olmayacak
Umut sönecek ve belki yürek susacak
Gün geçip gitti, bütün günler gibi
insanlar çalıştı, hiçbir şey düşünmeden.
Gece ilerleyecek, herkes yalnız kalacak
Bizsiz bağlanan demetleri yığacak düşler.
Hayvan gibi uyunmuyor, insanız
Tadını çıkarmalı uykunun, gündüz yorucu;
Olumlu iki şey, görmeliyiz düşlerde
hep böyle yaşamak tat vermiyor artık…
Türkçesi: Muzaffer Uyguner
MOZAMBİK Şiirleri
KATRANDAN BİR TANRI İÇİN – Jose Craveirinha (d. 1922)
Makine çalışacak,
güneş demeden,
yağmur demeden,
unla, fasulyeyle,
makine toprağı açacak.
Ay yüreği gizliyor,
altın geliyor—
elmas yontulacak,
gemi geliyor,
ambar makineyle dolu,
Kömürden kukla geliyor,
Emmet Till’in tarihi,
geliyor Cadillac’ı patronun.
Makine çalışacak
havanda dövülen unla.
Geliyor mısır,
geliyor fasulye tarlası,
geliyor koca makine
katrandan tanrıya.
Havanda dövülen unla
çalışacak makine!
Türkçesi: A. Kadir-A. Timuçin
İSTEMEDEN ASKERE GİDEN BİR ASKERE ŞİİR – Rui Nogar (d. 1932)
Korkmaktan
korkarak
gitti oraya.
(Aman Tanrım, köyümde
bıraktım kadınımı…)
Utanarak
gitti oraya.
(Aman Tanrım, belki de bir çocuk öldüreceğim,
benim de iki yavrum var…)
Oraya gitti
başkası istedi diye.
Oraya gitti ama
ne cesareti onundu
ne de nefreti-hiç
onun olmamıştı ya
Başkasının öfkesi
bulaşınca ona
o da öldürdü, öldürdü.
Ta ki bir gün
—bir hakaret gibi gelen
tam güneşi varken, umudu varken
kadını varken
oğulları anası ve mektubu
her şey varken
tepesine düşene dek
gagası sarı
kuyruğu kırmızı
korkunç bir kahkaha ile
el bombaları.
Türkçesi: Gürhan Uçkan
ARMAĞAN – Marcelino Dos Santos (Kalungano)
Yolların çakılları üstündeki
güneş
Gümüş yaprakları titreten
rüzgâr
ve dereler,
ılık toprağın damarlarından akan…
Bütün bunlar bir armağandır sana
oğlundan.
Uzak
çocukluk zamanlarından,
derin düşlerinden sana uzanan.
Bir yaşam isteğiyle
keskin ve buyurgan
durmadan canlanan
anılarından.
Mısır çiçeklerinden bir taçtır bu,
oğlunun alnına koyduğu
senin bayramında
senin gününde, ana!
Haylazlıklarımı bağışladığın
günlerdeki gibi
tıpkı o zamanlardaki gibi
işte geldim gene bugün
başımı göğsüne koymaya.
Uyumaya, salınarak
gözlerindeki dalgaların
uzaklardan taşıdığı
ninnilerle dalmaya
kollarından doğan düşlere doğru.
İşte,
ana,
yorgun ayaklarının
Ağaçlar
dallarının çiçekleriyle donatıyor kollarını
ve gölgesine sarıyor seni
umutsuz bir dinlenişin.
Doğduğun
toprakların armağanı
dereler
akıyor gövdenin vadisinden
yıkayarak ellerini.
İşte benim gelen
ana!..
Türkçesi: Onat Kutlar
ÇAĞRI – Noemia Da Souza
Kim boğmuş olacak kız kardeşimin
yorgun sesini ücra yerlerde?..
Gelmez oldu artık her sabah
uzun uzun yürümekten yorgun,
kilometreler ve kilometreler yutarak
sonsuz çığlığıyla: Makala!
Yok, gelmez oldu artık, çiseleyen yağmurda ıslanmış
elinde eteğinde çocuklar ve olacağa boyun eğmiş…
Ve bir yüzle; dingin, duru bakışıyla kendini ele veren!
Ah, biliyorum, biliyorum; son kez, bir veda pırıltısı vardı
mahzun gözlerinde,
ve sesi boğuk bir mırıltıydı nerdeyse,
dokunaklı ve umutsuz…
Ey Afrika, toprak anam benim, söyle bana:
N’oldu benim ücra yerlerdeki kız kardeşim,
hiç kente gelmemiş olan kız kardeşim
sonsuz çocuklarıyla?
Türkçesi: Eray Canberk