CEZAYİR Şairleri
GELECEK – Yusuf Septi (d. 1943)
Birazdan bilmiyorum tam ne zaman
görünecek bir adam kapınızda
inleyen yabanıl aç kalmış
acı bir çığlık silahı
elinde yeğni bir değnek
lir geç bir yaralı
yürüyecek güçlükle size kadar
dokunacak elinize omzunuza ya da
ve yardım isteyecek sizden
ve komut
Er geç-yineliyorum sana bunu
gelecek birisi çok uzaktan
isteyecek mutluluk payını
nedeni olduğunuz bir mutsuzluğun
gösterecek size
Sen ey
benzerlerinle
baltalayan toprak düzeltimini
Türkçesi: Nuri Pakdil
FAS Şairleri
DOĞU ÇAĞRISI -Abdüllatif Laâbi (d. 1942)
1. Bulmaya çalışıyorum yerini
kalbimdeki bu atışın
boğazımdaki sesin
arıyorum kaynağını
arıyorum merkezini
göğsümdeki bu depremin
bu iç kanama
bu ur
bu Doğu
eşeliyorum beynimi
atardamarlarımda izliyorum bu vuruşu
kovalıyorum çılgınlığımda bu kabarcığı
ciğerlerimde bu oksijen balonu
bu ele geçirilmez kaynak kabartılarımda
bu dolaşım bu akım
batıdan gelen bu kasırga
bu Doğu
ama bu bölünmeyen bedenim
ama bu akan kanım
üst üste mezbahaya dönüştürdüklerinden beri Ürdün’ü
Körfez’in kalelerini
Kudüs’ü
2. Bütün gece kar yağdı üstüne Kudüs’ün
düşümde Kudüs kavranılmıyordu
ölümün örtüsünü çekmişti üstünü
bir ele başıboş asker örtüsün
yabanıldı Kudüs
adsız gizliyordu bedenindeki dövmelerini
gizliyordu kubbelerini
bağış bağırlar
yalnızca göstermek için tırmıklanmış yamacını
can çekişiyordu düşümde Kudüs
akbabaları gözetleyen surların üstünde
ve oğullar ağlıyorlardı
boğazında bıçak
güzeldi Kudüs
kıvrılıyordu ölü yatağında
İlerek geriye hazırlanmış kefenini
kabul etmiyordu son aptes suyunu
kar yağmıştı üstüne bütün gece Kudüs’ün
3. Gördüm Şam’ı Beyrut’u
yaslı
Kudüs’ün yası değildi ama bu
duvarlarını kaplayan Şam’ın Beyrut’un
yazıtlar söz ediyordu birinden
bilinmiyordu toprak
ve Kudüs döl yatağı
Şanı Beyrut
maymunu andıran acıklı kızlar
anlında simgesel cenaze arabalarının
son firavunun
düşmüş altına vuruşların
aşırı yorgunluktan
ve bulunç ezincinden
kanıyordu Kudüs
birdenbire sonra
uğruyordu saldırıya bir yalgınla
lışkırıyordu Ürdün’ün öte yanından
benzeri ama farklı
Kudüs’ün yerine geçiyordu Amman
o denli genişti ölülerin dolduruldukları çukur
4. Gece
yazgı gereği cinayetin
ayrıcalıklı yeri olması gerekiyormuş
gibi gece
yıkıntılar, kanlar
otuz bin yiğit ölü
otuz bin akan yıldız
Doğunun kırmızı parlayan şafağı
arabı bitiren arap
utancın binlerce portresinde doğranmış umut
parlak kırmızı armalar üstünde
ağılı hükümdarlık tahtlarının
yıkıntılar, kanlar
yerle bir edilen Zarka
alev alev tutuşan tarlalar
ayarları altın Neron-bücür-kral-çıkarcı
5. Ey Bağdat
haykırmıştık bununla birlikte
Babil’dir bu gerekiyor ortadan kaldırılması
gidiyorduk kurmaya yıkıntıları üstünde
kardeşlik kentini
işte yabanıl Batının sürüleri
ve yabanıl Doğunun
çullandılar adillerin üstüne
egemen olsun diye para babaları
ve Atlantik ötesinin uşakları
yeteneklisiniz doğrusu duygusuzlukta
umursamazlıkta
biliyordunuz ama çekilen sonsuz acıyı
bu halkın çektiği o sonsuz acıyı
bununla birlikte biliyordunuz
yerine getirilmesi gerekli görevi
Şam ey Bağdat
hana yalan söylemiştiniz şimdi biliyorum
doluşuyorlar saraylara biliyorum
biliyorum şimdi
Hangi iç karartıcı ahlaksızlık gizleniyor yüreklerinde
Türkçesi: Nuri Pakdil
Mahmut Hamşari’nin anısına
Ölülere ağlamayın
Kumlardan öğrendim
Ağaçtan öğrendim
Güneşten öğrendim
Ölülerin bizim gözyaşlarımıza gereği olmadığını
İlk yazların ya da yıldızın şehitleri olsalar bile
Bir kadın böyle söylemişti bana
Anasıydı bütün anıların
Çocuklarının gidişine bakıyordu
Yüreğin şafağında sessiz
Onlara bir somun arpa ekmeği ve bir avuç zeytin veriyordu
Geri dönmüyordu onlar
Ağlamıyordu kadın
Fakat dağların dilenci düşüyle süslenmiş sevecenliğe bırakıyordu
kendini
Kendini mezar taşlarının arasında biten çiçeğe veriyordu
Bulutlan unutuyor ve kendine haberler getiren meltemi
Mahmud aldığı yaralardan ölmüş
Tulkarem’de doğmuş DeirYassin’den birkaç yıl önce (Küçük Deir Yassin köyü halkının 1948 yıllarında İrgun kuvvetlerince öldürülmesi (Şairin notu))
Kışın ölmüş
Karmakarışık anıların çukuru içinde
Ağaç devrilmiş
Sessizliğin öteki kıyısına
Ölülere ağlamayın
Yarın
Suçlu anıların depremi
Türkçesi: Eray Canberk – 12 Ocak 1973