Estonya Şairleri
SES – YuhanLiiv (1864-1913)
Küçücük bir oğlanken ben
Bir ses çınlamaya başladı içimde
Az biraz boyattığımda
Ses de yükseldi göğsümde
Şimdi her yanım o sesle kaplı
Göğsüm altında eziliyor
Hayatimdir o, canımdır
Dünya ona dar geliyor
Türkçesi: Uldis Berzinç-Ataol Behramoğlu
KENDİNDEN GEÇİŞ – Marie Under (1883-1980)
Ah; en güzel şey her günkü yaşamdır
Ve damarda hışırtıyla akan bu kan.
Ne ayık oldum ne sakıngan
Ve sevinç her yanımı kuşatır.
Entarimin açık yeşil ipeğidir
Bir dalga gibi köpüren ayaklarımın altında
Ve düşüyor tüm giysim fışırtıyla
Çünkü kadın çıplakken en güzeldir
Neden böyle güzel kokuyor ay çiçeği?
Yoksa bugün yaşamım değişecek mi kökünden
Ah, işte böyle biriyim ben
Ki içiyor beş duyum her sevinci
Farkım yok ölüme mahkûm birinden
Yaşamaya delice susamışken
Türkçesi: Uldis Berzinç-Ataol Behramoğlu
Letonya Şairleri
GÜCÜMÜN KAYNAĞI – Yan Raynis (1865-1929)
Umutsuzluk kaçar türkülerimden
Ölüm orada yer bulmaz kendine.
Orada umut, direniş ve güç
Ateş, inat ve öfke.
Nasıl basardın bunu, şu günlerde
Acı kapı kapı dolaşmadayken?
Gelecek düşüncesidir koruyan beni
Emekçi halktır bana güç veren
Türkçesi: Ataol Behramoğlu
KORKUTMAYA ÇALIŞMA BENİ – Arvids Grigulis (d. 1906)
Korkutmaya çalışma beni
Uçan dairelerle,
Aşk biter diye,
Ve yalnız bir yaşamla.
Dünyanın yandığını,
Gülün yapraklarını yığıntılar üstüne
Keder içinde döktüğünü gördüm ben.
Günbatımında nehrin
Gece gibi kapkara oluşunu
Gördüm ben.
Bu karanlıkla
Uzun süre konuştum ben,
Bilmeden
Sabahın bir daha gelip gelmeyeceğini…
Korkutmaya çalışma beni
Bir avuç tozla.
Taşların dağılıp
Küllere döndüğünü gördüm ben,
Ve eriyen demirin, bir ırmağın,
Buharlaştığını.
Ve aşkın Gauja kıyısında bir çalıdan
Ürkmüş bir kuş gibi
Havalandığım gördüm ben.
Ya yalnızlık?
Kuşkusuz konuşabilir insan
Rüzgârla,
Odasını dolduran sessizlikle,
Ve yanan bir
Mumla…
Korkutmaya çalışma beni
Önemsiz felaketlerle.
Sonsuz yaşama
inancımı yitirmem ben.
Türkçesi: Yusuf Eradam
SUSAYINCA, KUŞKUN OLMASIN İÇERLER… – Ojars Vacietis (d. 1933)
Susayınca, kuşkun olmasın içerler
Tuzu alınmış deniz suyunu.
Ve petrolden yapılmış şekerlemelerle beslenirler.
Yok olur ağaçlar.
Güz radyodan duyurulan bir haberdir yalnızca.
Herkesin düşkün olduğu
Sosyal ve kültürel saçmalıklardır.
Hiçbiri kalmaz –
Ne tek bir bilim, ne sanat.
Bilim adamları da papazlar gibi
Tutarlar çenelerini.
Sentetikten nice yapay uzuvlar yapılır, kimbilir,
Kemik iliğine kadar,
İnsan için bu dünyada?
Kalp, akciğerler, karaciğer, böbrekler, sindirim organları…
Hepsi gerekli.
Sırıtacak bir şey yok.
fakat, hâlâ emin değilim –
Beşiğe ne koyacaklar-
Dişi robottan mamul bir minik robot mu?
Düşünceleri de
Yaptıkları işler gibi aptalca mı olacak?
Tek bir kurum zerresi bulunmayan
Ve mikroplardan arınmış kent,
Âşıkların metalik öpücük şakırtılarıyla mı çınlayacak?
Ve acaba, böyle aylak aylak dolaşacaklar mı?
Ne zaman ki herkes her yıldan korkuyor,
Ne zaman ki tanklar etleri sıyırıp atıyor
Canlı kemiklerinden,
Ne zaman ki insanlık doluyor zihnime,
Kafamdan hep bu düşünceler geçiyor,
Fakat, tanrı bilir nedenini,
Niçin aptalca kullanırlar özgürlük dizginini.
Bir Prometheus masaya yatırılmış,
Hazır, ameliyat bekler.
Hâlâ katırlaşmamış bir Pegasos
O noktada dururken eşeler yeri,
Ve o güzelim yeşil ve mavi toprak üstünde
İyice kasılmış sinirlerin gerilimi durur,
Delilik içeri girmeden önce.
Bu baskıdan kaçacak
Bir delik bulmaya çalışıyorum-
Tek bir organik hücreye bile özgürlük gerek.
Tüylü karahindiba çiçeğini üflüyorum,
Dağılıp uçuşmasını izliyorum.
Kar beyazı paraşütçükler küçük bir insan biçimi taşıyor-
Hayat.
Türkçesi: Yusuf Eradam
BANA SENİ GEREK SENİ – Imants Ziedonis (d. 1933)
Ne iyi: yapmacığa gerek yok seninle,
Görüşmek, dost olmak isterim yalnız seninle,
Herkes bir yana – yalnız sen gör beni
Herkes bir yana – sen gör gerçek yüreğimi.
Herkes bir yana – sen gör gerçek yüreğimi.
Yaşamımızda yüzlerce tren kalkacak gibi,
Yüzlerce mil olacak yürümemiz gereken durmadan,
Ve yoksun olacağız sudan, belki tuzdan ve yuvadan.
Yoksun olacağız yoldan, sudan, tuzdan ve yuvadan,
İkimiz binlerce mil gitmiş gibiyiz çoktan.
Bakışın yabanıldı ve bakışın sakindi,
Gövden güçlendiriyordu beni, zengin çavdar ekmeği gibi.
Gövden güçlendiriyor beni zengin çavdar ekmeği gibi.
Toprak ayak basışınla daha güzel olacak gibi.
Zehirli de olsa, kanla ve terle,
Toprak kutsal olacak ayağın değince.
Toprak kutsaldır ayağın değince.
Beyaz kirazlar, kırmızı güller yarışır bahçede.
Bana seni gerek seni
Zaman gibi uzam gibi sonsuzluk gibi.
Türkçesi: Yusuf Eradam
ŞİİRLER – Viktors Livzemnieks (d. 1936)
Oku!
Ama kimileri korkar şiirlerden.
Peki sabahın köründe, çiyli çimenler üstünde
yalınayak yürümek niye?
Bir yetime sevgi göstermek niye?
Balıkçı takalarında denizlere göğüs germek,
tuzlu su yutmak ve boğulmak niye?
Kuşkulanmakla, bulmakla ve güvenilir bir dostu yitirmekle
tembel kafaları dürtüp, karıştırmak niye?
Konuşmaktan, sayılardan ve dizelerin manzarasından yorulanlar,
es geçerler şiirleri, pınarlarda dinlendirmeden gözlerini.
Kimileri yüreklerini göğüslerinin en ulaşılmaz yerine saklarlar,
kanatlarını indirip derin uykuya dalarlar,
ve başka yerleri endişeyle izlerler de
düşlerden, geleceği biçimlendirmekten söz ederler.
Ah, kenarda durmayın öyle,
Bana gelin, şiirler!
Girin evime, pencereden, kapıdan,
İnsanların gözlerinden, merhabalarından;
Açılan tomurcuklanan meşede, bahçenin beyazında,
traktörlerin huzur dolu uğultusunda.
Şakıyın bülbüller gibi
tatarcıklar gibi ötün,
ve yağın pencerelerinden içere
sizi hiçe sayan insanların.
Ve dünyamız olan bu kürecik
konuşmayı tez öğrendi
ve dillerinden biri
yulaf tarlasında sis örneği başladı kıvrılmaya
nasıl salınırsa ırmakta söğüt dalı
rüzgârda nasıl savrulursa acı duman
dillerinden birinde
ağlayıp güler bu yaşam
ve dillerinden birinde
açıldı ağzım
yıldızlar bilmediklerimi fısıldayarak
penceremi zorlayınca
Türkçesi: Uldis Berzinç-Ataol Behramoğlu
NE İYİ PENCERELERİN OLDUĞU – Maris Caklais (d. 1940)
Ne iyi pencerelerin olduğu. Işık
girer kaçınılmaz olarak, ışığın gerçeğini
doğrulayan karanlık ve değişen mevsimler
girer, öyle akıl almaz bir neşe ki
en arısıdır tüm neşelerin.
bazen kederin sessiz kuşu
gelir uçarak, büyüyen neşemi
kemikli kanadıyla kesip atmayı umar,
ama ben cüretli sözcükleri bilirim.
Onların gücüdür bu imgeleri kovan.
Ne iyi ellerin olduğu. Az şey değil
bu neşeyi duymak. Okşamak
o düğümlenmiş kökleri, ağaç kesiklerindeki
derin çizgili yüzü ve kurtarmak az şey değil,
huş ağacının özüne hapsolmuş karıncayı.
Ne iyi başarmış olmak
insan olarak doğmayı. Bir taş, ya da
hayvan değil. Fakat, kuşun geri gelmesinin,
bir daha ve sözcüklerin güçlerini yitirmesinin
iyi olduğuna nasıl inandırsın insan kendini,
cüreti etkisiz kılıyor çaresizlik.
Türkçesi: Yusuf Eradam
DİLSİZ
Laf atar millet atar kuş bile
ağzı açık nesi var diyecek taş benim ağzımda
susar kulaklarımdaki İsa.
Dilsizim ben dilim yok ağzımda ve
başımı sallarım dilsizim dilsiz ve sağır
hırlar korkudan gırtlağımda o söz kurbanlık
domuz gibi semiren.
Kral fırlar yerinden sürçer merdivenlerde
soytarı ve gelirler kara keşişler bir
tabut taşıyarak ağızları açık.
Bak konuşuyor org ve duyumsuyor alnını
konuşuyor hava ve korkutuyor ve çürüyor ciğerlerimde söz.
Parmakla işaret ediyor ve gösteriyorlar
elleriyle bir çukur kaz hadi.
Türkçesi: Uldis Berzinç-Ataol Behramoğlu
Litvanya Şairleri
ZİYARET – V. M. Putinas (1893-1976)
Bu gece, ölmüş bir dost
Ziyaretime geldi
Oturduk sofraya
Ve iyi sözler konuştuk
Düşümde bilmiyordum öldüğünü
Neşeli ve capcanlıydı
Yiyip içelim dedim
Kaldırdık kadehlerimizi
Ne yedi ne içti
Yüzünde bir tuhaf gülümseyiş
İlen yeniden kadeh kaldırdığımda
Daha da tuhaf bir şeyler söyledi
Anımsamıyorum söylediklerini
Durdu birden ve kalktı gitmek için
Giderken kucaklayıp öptü beni
Ve dönüp baktı arkasından eşiğin
Uyandım ve uyku tutmadı bir daha
Ama her şey biraz daha kolay
Ve daha az karamsarım
Bu ziyaretten sonra
Türkçesi: Uldis Berzinç-Ataol Behramoğlu
BEN OLMAYINCA – Salomeja Neris (1904-1945)
Dağlarda özgür kartallar
Sen ve ben, dağlarda.
Ah, adımı sana kim yankılar
Dağlar olmayınca?
Özgürlüğü çığırır rüzgâr
Özgür kişi hiçbir şeyi umursamaz!
Ah, gülüşümü sana kim anımsatır
Geçip gidince yaz?
Gün karardı güneşle birlikte
Ve güneşle uyanacak b ir daha
Ah, neyi koyabileceksin aşkımın yerine
Ben olmayınca?
Türkçesi: Uldis Berzinç-Ataol Behramoğlu
YOLUN BAŞLANGICI – Janina Degutyte (d. 1928)
İşte buradan başlar yolum, akçaağaç
Yapraklarının, dallarının çıngırdadığı, açık mavi patates
Çiçeklerinin yalın durgunluğunu yaydığı yerde.
Düşman sanmayın -uyuyan turna kuşlarıdır onlar;
Unutmayacağım hiçbir şeyi.
Ötelere uzayıp yiten bir buğday tarlası
Yaklaşır kararan küçük dalgacıklarla…
Kimin gölgeleridir onlar, dolaşan?
Bağırır bir geyik tarlanın kıyısında…
Bir elma gibi döner ay…
Sıcak almma dokunur akçaağaçlar…
Düşünmem bile yıldırımın beni çarptığı yeri…
İşte buradan başlar yolum,
Ve kimse ayıramaz beni toprağımdan!
Türkçesi: Ülker İnce
EKMEK VE BAL
Avucumda kara ekmek kabuğu var;
Yüreğimde de gürül gürül bir ateş
Kocaman, beni ötelere götüren.
Avucumda kara ekmek kabuğu var,
Ama özlemini çektiğim baldır.
Avucumda kara ekmek kabuğu var.
Ekmek mi? Ah, hayır! Ekmek değil, ekmek değil,
Litvanya toprağı bu,
İşlediğimiz tarlalar,
Sevdiğimiz tepeler,
Gezindiğimiz ormanlar
Ve başımızın üstünde geniş mavi gökler.
likmek değil avucumdaki, ekmek değil,
Ak yalımlı, kızıl yalımlı yüreklerimiz bizim.
Bal kadar tatlı, toprağımız kadar bereketli
Avucumdaki kara ekmek parçası
Türkçesi: Ülker İnce
TANRIYI ARAYIŞ – Vytautas Bloze (d. 1930)
Tanrısız olur mu hiç- der, çıkararak papuçlarını
su kabarıcaklarım yoklayarak, düşünüp tartarak her şeyi yeniden,
ve gün ağarır ağarmaz başlar tanrıyı araması-çekmecelerde,
çatı arasında
başlar arayış çeyiz sandıklarında, çocukların ceplerinde
arar tanrıyı adam, ağaç kovuklarına göz ata ata
ahırın çevresinde, nehrin kıyılarında
peyke altına bakar, dama çıkar, bacanın içini araştırır
ot ambarında, saplar elindeki sopayı geçen yılki tınaza
unları elekten geçirir, seçip ayıklar kuru mantarları
söker saati, takar yeniden, şaşırmaksızm,
eski kitapları karıştırır, satır aralarını
arar, eski takvimlerin sayfaları arasında, sararmış arıcılık elkitaplarında
bir elma ağacının altını yoklar, bir yerlere gömülmüş olmasın
kuyunun suyunu çeker, parmaklarıyla araştırır dibi
geçirir birkaç kez tırmığı havuzdan enine boyuna
b ir kapan kurar köşede, sıçan deliğinin yanına
tartar elindeki pasaportu, çocukların nüfus kâğıtlarını yoklar
kiliselerde mihrabın arkasına göz atar, arar hastanede,
papazın evinde
bakar tabutlara mezara indirilirken
arar ilaç şişelerinde, acı tatlı ilaçlarda
sonra oturur ucuna kerevetin, başlar duaya
esneyerek, kaşınarak, alıştığı üzere
her gün öylece, sabahtan akşama dek: ve tabutunun kapağı
düşünce
ansızın bir korkuya kapılır: unuttuğum bir şey oldu mutlaka
Türkçesi: Berzitıç-Ataol Behramoğlu