“Bir bilgeye, “Bir insanın akıl düzeyini nereden anlarsınız?” diye sormuşlar.
“Konuşmasından” demiş.
“Ya hiç konuşmazsa?”
Gülümseyerek şu cevabı vermiş: “O kadar akıllı insan yoktur.””
Bu diyalogu sığ bir anlayışla kavramaya çalışanlar derhal atılır ve konuşmaya başlar: “Ne demek yani hep susmak erdem olarak gösterilmiş, sus sus nereye kadar, artık konuşmanın zamanı, fikirleri dile getirmek gerekir, suskun bir toplum… Sus adam sansınlar, ağır ol molla desinlerle nereye kadar… Vs.” Anlatılmak isteneni anlamadan her söze, yazıya uçarak atılan tez canlının makûs talihi her daim aynıdır… Elbette bilgi sahibi olunan bir konuda bireyin fikrini medeni cesaretini göstererek dile getirmesinden daha doğal bir şey yoktur. Tam tersine bu yüreklendirilmelidir. Bilgelerin yüzyıllardır söyleye geldikleri yerinde susmayı bilmek erdemi ise farklıdır. Bu nerede, ne kadar konuşup nerede durgun bir göl gibi sessiz kalmayı bilip uygulayabilmektir.
“Bilmiyorum diyebilmek bilgelik ister.” der Fuzulî. Çevremizde kolaylıkla görebileceğimiz gibi herkes üstüne vazife olmayan her konuda kendince bilgece konuşuyor, tartışıyor ve atıp tutuyor. Bilmiyor ama amiyane tabir ile ağız ishalinden muzdarip bu kitle durmadan konuşuyor. Sanki susup bilmediği konuda dinlese, öğrense ezik duruma düşecekmişçesine konu ne olursa olsun atılıp kendini rezil etmek pahasına saçmalayabiliyor. Bu, bilgi edinmek için uzun süre gerektirecek çabayı harcamaktan kaçınan ama kültürlü, bilgili görünme hevesinde olanların düştüğü bir hastalıktır.
Yapılan bir araştırmada sorulan sorulara Almanya’da on kişide bir kişi cevap veriyor ve cevap verenler konu hakkında bilgili, konuya hakim kişiler oluyorlar. Oysa aynı durumda bizde on kişide bir kişi sadece cevap vermiyor. Herkes kendince bilge, herkes siyasetçi, ekonomist, stratejist, psikolog, aile danışmanı, din bilgini ve felsefe üstadı, komutan, teknik direktör hatta insan-ı kâmil. Evrenin yüceliğini, hakikati çözmüş kanatsız birer melek ve zamanını doldurup yüce görevlere kanat çırparak havalanacak havasındalar. Ağza sokulan mikrofon konu ne olursa olsun asla geri çevrilmiyor. Her konuda olur olmaz konuşuluyor sonra da “Biz sıcak toplumuz geri çevirmek olmaz bir saat lakayt lakayt havadan sudan konuşurum…” sıcakkanlılık sosu ile bu da bir erdemmiş gibi sunulabiliyor ne yazık ki.
Kişi, hiçbir bilgisinin olmadığı bir konuda topluluk içerisinde zehir zemberek açıklamalar yapabiliyor. Bu konularda hangi bilgiye, birikime, eğitime göre işkembe-i kübradan desteksiz atıldığı ise meçhuldür. Onun için itici güç konuşmaktır. “Önce bir detaylı düşüneyim sonra gerekirse konuşayım” diyemez. Kelimeler ağzından her yere saçılıverir. Boş boğazdır. Pot kırar, kendini rezil eder, küçük düşer ama asla durmaz, duramaz ve konuşur…
Çok az bilgi sahibi olunan bir konuda konuşmak mecburiyeti diye bir şey yoktur. Az şey bildiğimiz halde sanki çok şey biliyormuş gibi davranmak insan gibi insan olabilme yolunun zehridir. Etik açıdan doğru olan bilgi sahibi olmayan kişinin “Bilmiyorum, bu eğitime sahip değilim” diyebilmesidir. Her şeyi bildiğini zanneden, her konuda mutlaka fikir yürütmesi, yorum yapması gerektiğine inanan komik cahil ukalalığının bilgi sahibi olmadığı konularda “bilmiyorum” diyebilmeyi öğrenmesi gerekir. Bu olgunlaşma yolunun daha en başıdır.
Çok sıradan ama önemli olan “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunamaz” deyişi her zaman hatırlanmalıdır. Her konuda yalan yanlış kendini parçalarcasına çırpınanın anlına yazıp her gün ayna karşısında hatırlaması gereken cümledir. Tabi aynada gerçekten kendi ile yüzleşecek, kendine karşı dürüst olacak, gözlerinin içerisine bakıp, kendi yarattığı eserden memnun olabilecek cesareti varsa bu zat-ı muhteremlerin…
Sokrates: “Bildiğim tek şey, hiç bir şey bilmediğimdir.” diyor. Bir erdemdir “Bilmiyorum” diyebilmek. “Aman küçük düşmeyeyim” diye “Bilmiyorum” demekten kaçınan kişi bilgi sahibi olmadan afakî konuşmalar yapmakla küçüklüğün alasını yapar. Kişinin uzman olduğu konuda bile bilmediği bazı şeyler olabilir. Kişi araştırır, eksiğini giderir, gurur meselesi yapmadan ve kompleks yapma küçüklüğüne bulaşmadan öğrenir. “Bilmediğini de bilebilmeli insan, yeri geldiğinde.” denir.
“Bilmiyorum” demekten çekinmemek gerekir, bu bir alçakgönüllülük şovu değildir. Bilindiği gibi “Kibirli bir insanın geliştirdiği alçakgönüllülük kibrin bir parçasıdır.” “Her işi yaparım, her şeyi bilirim, her şeyden anlarım, her konuda söyleyecek lakırdım hazırdır…” kişiliksiz ve eğitimsiz mantığının yerine düşünerek gerektiği yerde gerektiği kadar, bilgi sahibi olduğu ölçüde konuşan insanı koyabilmek amaçtır. Düşünmek, tartışmak ve özgünce üretmek gereklidir. Bu zaten başlı başına yola koyulmaktır…
“Bilgiye sahip oldum mu? Bilmiyorum…” Konfüçyüs.