Zaman; kontrolümüz dışında sürekli akıp giden, durdurulamayan, ileri ya da geri sarılamayan soyut bir kavram. Aynı zaman dilimi, kimisine göre uzun, kimisine göre kısa. Bazen su gibi akar, bazen de geçmek bilmez.
Zaman konusunda oldukça takıntılı birisi olarak, geçenlerde internette dolaşırken bir yazı çok dikkatimi çekti. Claremont McKenna College psikoloji bölümünde profesör olan ve birçok akademik çalışması, kitapları bulunan Ronald E. Riggio’nun yazdığı yazı da zamanın bu göreceli akışı üzerine. Riggio’nun kendi ağzından bu konuda neler yazdığına gelince:
Zamanın biz yaşlandıkça neden daha hızlı akıyor gibi göründüğünü hiç merak ettiniz mi? Her geçen yıl bir öncekine göre her yıl biraz daha hızlı geçiyor (sanki daha birkaç ay önce vergilerimi halletmiştim). Çocukken geçirdiğim noelleri çok canlı bir şekilde hatırlarken, her geçen yıl bir önceki yıla göre iz bırakmadan daha hızlı geçiyor. Peki, neler oluyor?
Yakınlarda zaman algısı üzerine iki tane çok ilginç kitap okudum. Birincisi Douwe Draaisma’nın “Why Life Speeds Up As You Get Older: How Memory Shapes our Past” “Hayat neden biz yaşlandıkça hızlanır: Geçmiş hatıralarımızın şekli nasıldır” adlı kitap. Diğeri ise, Philip Zimbardo ve John Boyd’ un “The Time Paradox” “Zaman Paradoksu” kitabı. Birincisi başlıkta da bahsettiğim konu ile ilgili, diğeri ise zamanı avantajımıza kullanmamızdan bahsediyor.
Bilişsel bir psikolog değilim (yani bilişsel blog yazarları, lafıma karışmakta özgürsünüz). Bu hadisede en iyi cevap şu olabilir; hayatımızın erken evreleri aynı zamanda ilklerimizi içeriyor. İlk randevun, ilk çocuğunun ilk doğum günü, ilk büyük seyahatin v.s. ilk günlerimiz ve içinde bulunduğumuz yeni durumlar, o zamanki olayları aklımızda hem daha detaylı hem de daha kalıcı kılıyor. Daha önce yaşadığımız bir olayı yıllar geçtikçe tekrar yaşıyor olmak, durumun benzersiz olma ve kalıcı bir iz bırakma ihtimalini azaltıyor.
Bu, sadece yaşamdaki olaylarda olmuyor, aynı şeyi zamanın kısa bir kesitinde de gözlemleyebiliriz. Örnekleyecek olursak, iki haftalık bir tatilinin ilk iki günü daha uzun ve sakin gelir, zaman daha yavaş akar. Önce bunun gibi uzun iki haftalık tatilin olduğu için şükredersin sonra bir bakmışsın eve dönüş vakti gelmiştir, hatta dönüyorsundur.
İşte yeni romantizm? İlk telefon konuşmalarınız arasında sonsuzluk varmış gibi gelir fakat bir bakmışsın 20. yıldönümünü kutluyorsunuz.
İlk akademik işim en uzunu gibi geliyordu. Her şey yeniydi, bir sürü anım var. Bu işten öğrendiğim birçok dersi sık sık hatırlarım. İşin ilginç yanı, sadece 9 ay sürmüştü. Bir sonraki işimde de durum böyle seyretti, ilk yılım çok daha uzun sürdü ve birçok önemli başarılara sahipti ancak sonrasındaki yıllar flu şekilde hızlıca geçti gitti.
İşte size hayatınızın temposunu yavaşlatmak için anahtar; (nihayet psikolojik olarak): Olabildiğince yeni ve benzersiz deneyimlerden yararlanın. Sürekli aynı yerlere gidip, aynı şeyleri yaptığınız zaman farklı anılara sahip olamazsınız ve zaman su gibi akıp gidiyor gibi gelir. Zimardo ve Boyd; geçmiş ile igili negatif anılarınızdan ziyade pozitif olanlara odaklanmanızı, en çok şimdiki zamanda yaşamanızı, geleceğe olumlu algı tutmanızı öneriyor. Umut ve iyimserlik dolu bir gelecek öngörün. Diğer bir deyişle zamanınızı akıllı kullanın.
Referans: psychologytoday.com