Home » Eğitim » Dil Eğitimi » Dil Eğitimi : Bölüm 6 > Öğrenmek mi, edinmek mi?

Dil Eğitimi : Bölüm 6 > Öğrenmek mi, edinmek mi?

Bu bölümde “öğrenmek” ve “edinmek” kavramları arasındaki fark ve İngilizce konuşabilmek için neler yapılması gerektiği anlatılmaktadır.
learning_2467161c

–          Hoş geldin İlker. Gel.

İlker çekingen tavırlarla eve girdi.

–          Rahat olabilirsin, kimse yok.

İyi, en azından kimse yoktu. Acaba neredeydi ailesi?

–          Bizimkiler iki hafta yoklar biliyorsun.

–          Bilmiyorum hocam, söylemediniz.

–          Hadi ya! Söylemesem de tahmin etmedin mi? Hanım ve çocuklar evde olsa ben seninle nasıl buluşurum her akşam?

–          Hocam, keşke söyleseydiniz ya! Ben de sürekli tedirgin oluyorum her akşam evden ayrı kalıyorsunuz diye.

–          Ben söyledim zannediyordum. Eşim Ankara’ya gitti, annesinin yanına. Biraz rahatsız annesi, ona bakıyor. Çocuklar da birlikte gittiler. Bekârım yani. Bu yüzden ev biraz dağınık kusura bakma.

İlker etrafına bakındı. Evin dağınık hali buysa, acaba toplu hali nasıldı? Mutfağa geçip masaya oturdular. Hasan Hoca masanın üzerine ikram hazırlamıştı. Birkaç çeşit bisküvi, kuruyemiş ve meyve… Ev ortamı İlker’in çok hoşuna gitmişti. Biraz havadan sudan konuştuktan sonra Hasan Hoca konuya giriş yaptı.

–          Konuşmamızın başından beri hep İngilizce öğrenmekten bahsediyoruz ya İlker, bugün öğrenmek ne demek, onun üzerinde duracağız. Daha doğrusu öğrenmek kelimesinin dil eğitimine ne kadar uyup uymadığını tartışacağız.

–          Hocam, tartışacağız diyorsunuz ama genellikle monolog şeklinde gelişiyor konuşma. Yani ben pek müdahil olamıyorum.

–          Olman lazım ama… Kafanda ne varsa söylemezsen neticeye ulaşamayız. Mesela öğrenmek deyince senin aklına ne geliyor?

–          Herhangi bir bilgiyi bir şekilde beynimize sokmak geliyor. Yani öğrenmek.

–          Ve daha sonra hatırlamak tabi…

–          Evet, hatırlayamazsak öğrenme olmaz o.

–          Peki, matematik öğrenmekle, dil öğrenmek arasında yöntem açısından farklılıklar olmalı mı sence?

–          Elbette olmalı.

–          Nasıl mesela?

–          Matematik formüllerden ibarettir. Ama yabancı dil öğrenirken sadece formüllere takılıp kalırsak, dilin amacının iletişim olduğunu unutursak sonuç hüsran olur.

–          İlker, gözlerimi yaşartıyorsun. Artık ben değil, sen konuşacaksın galiba. Bravo.

–          Yapmayın hocam! Sizden duyduklarımı papağan misali tekrarlıyorum işte. Kendi ürettiğim bir fikir falan yok.

–          Tevazudan kim ölmüş diyorsun yani… Neyse, modern dünyada yabancı dil öğrenmeye çalışıp da öğrenemeyen insanlar öylesine büyük hayal kırıklıkları yaşıyorlar ki, dil öğrenme kabiliyetlerini kaybettiklerini düşünüyorlar. Yani gramer kurallarını matematik veya fizik öğrenir gibi çok bilinçli bir şekilde uzun süre didikleyip, arkasından bol bol alıştırma yaparak bilinçaltına yerleştirmeye çalışıyorlar. Ve ne yazık ki birçok kişi yabancı dil öğrenmek için tek geçerli yöntemin bu olduğunu sanıyorlar.

–          Zannediyorum edinme ve öğrenme kelimelerinin farkının önemi de burada ortaya çıkıyor hocam. Yani bahsettiğiniz modern insan öğrenme üzerine yoğunlaşmış, edinmenin ne demek olduğunu unutmuş.

–          Evet, aynen öyle! Bir insan yabancı dil öğrenirken farkında olmadan iki yoldan birisini tercih eder. Edinme ve öğrenme. Öğrenme kavramını zaten biliyoruz. Okullarda kullanılan ve bilinçli olarak işleyen bir süreçtir. Burada hedef gramer kurallarının bilinçli bir şekilde zihne yerleştirilerek ve bol miktarda alıştırma yaparak dil kullanım kabiliyetinin otomatik bir hale gelmesidir. Sizin okul sıralarında yaptığınız şeye benziyor mu bu tarif?

–          Benziyor ne kelime? Tıpatıp aynısı. Hoca önce tahtaya bir başlık atar, arkasından o gramer kuralının formülünü yazar, biraz Türkçe anlatır, arkasından da alıştırma yaptırırdı.

–          Peki, bu anlatım tarzının diğer derslerden, mesela Matematik dersinden farkı var mıydı?

–          Yoktu herhalde. Yani matematik öğretmeni de bir konuyu anlatır, deftere yazdırır ve arkasından alıştırma yaptırırdı.

–          Şimdi geliyoruz o meşhur sorunun sihirli cevabına. Hangi sorudan bahsettiğimi tahmin edebiliyor musun?

–          Edemiyorum hocam. O kadar çok soru var ki kafamda bu konuyla ilgili.

–          En meşhur ve yaygın olanını düşün.

–          Niçin konuşamıyoruz mu?

–          Tam üstüne bastın. Şimdi bu sorunun cevabını çok güzel bir şekilde vereceğiz. İnsanlar niçin İngilizce konuşamıyor biliyor musun? Çünkü edinmek ve öğrenmek arasındaki farkı çoğu insan bilmiyor. Ve gramer çalışıp, sonunda konuşmayı bekliyorlar.

–          Evet, uzun zamandır bekliyorlar. Ama bir hareket yok.

–          Nasıl bir hareket olsun ki? Bilimsel olarak imkânsız bir şeyi umuyorlar. Çünkü bilinçli olarak öğrenilen gramer kuralları ancak yavaş ve suni bir ortamda konuşurken işe yarar. Yani öğretmen iki çocuğu tahtaya çıkarır ve “Haydi bakalım! Geniş zamanla birbirinize sorular sorun,” der. Çocuklar da düşüne düşüne birbirlerine sorular sorar ve cevap verirler. Bu arada s takısını, do does yardımcı fiillerini, olumsuzluk eklerini bilinçli bir şekilde akıllarına getirip oradan cümlelere aktarırlar ve ortaya çıkan konuşmanın aslında bir konuşma değil de bir talim olduğunun kimse anlamaz. Çünkü konuşmak demek düşünmeden, doğal bir şekilde yapılan aktiviteye denir.

–          Bir de gramer testlerinde işe yarar tabi bu bilgiler hocam. Benim İngilizce notlarım süperdi.

–          Evet, sınavlarda da düşüne düşüne boşlukları doldururken işe yarayabilir. Ama akıcı ve doğal dil kullanımı sırasında bu bilgiler birden uçar gider. Eğer dili edinmemişsen, konuşmanın arasında oluşacak o rahatsız edici boşlukları hayatta dolduramazsın.

–          Edinmek tam olarak ne demek hocam ya? Yani biliyorum da tam kafamda netleştiremiyorum.

–          Tarif etmeye gerek yok. Herkesin tecrübe ettiği bir şeydir bu.

–          Anadilini öğrenirken… Doğru ya!

–          Evet, başka hiçbir şeye bakmaya gerek yok. Sadece anadilini öğrenen çocuklara bak ve edinmek ne demek anla. Peki dil edinimini bu kadar kıymetli hale getiren şey nedir?

–          Bilmiyorum. Bilinçli öğrenmek ve bilinçsiz öğrenmek kavramlarını hiç bu şekilde düşünmemiştim. Sonuçta bilinçsiz kelimesi bile olumsuz manalar çağrıştırıyor ama konu yabancı dil olunca demek ki asıl hedef bilinçsiz bir öğrenme ortamı sağlamak. Çok ilginç.

–          Sence bir çocuk dil diye tarif ettiğimiz o karmaşık yapıyı birkaç sene içinde nasıl öğreniyor?

–          Duyarak ve yaşayarak…

–          Elbette öyle ama ben başka bir şeyden bahsediyorum. Mesela köpekler doğuştan yüzme bilirler. Hiç kimse bir şey öğretmeden denize atsanız hemen yüzmeye başlarlar. Sence insanlarda da dil konusuyla ilgili doğuştan gelen böyle bir kabiliyet olabilir mi?

–          Kesinlikle olmalı aslında. Çünkü yapısı itibariyle matematikten bile daha karmaşık olan bir sistemi doğuştan gelen bir kabiliyet olmadan çözmeleri mümkün değil hakikaten. Mesela bir çocuğun üç yaşında çok zor matematik problemlerini çözebiliyor olması imkânsız. Ama bir dili mükemmele yakın şekilde konuşmaya başlıyorlar.

–          Aferin İlker. En başından beri çok zeki birisi olduğunu söylüyorum ama kabul ettiremiyorum. Chomsky ismini duydun mu?

–          Hayır.

–          Senin biraz önce söylediğin şeyleri Chomsky söylüyor aslında. Bahsettiğin doğuştan gelen bu kabiliyeti “Dil Edinim Cihazı” olarak adlandırıyor ve yaradılıştan gelen böyle bir içgüdü olmasa, değil birkaç yıl, birkaç yüzyılda bile bir insanın dili öğrenemeyeceğini düşünüyor.

–          Sizce de biraz abartmamış mı birkaç yüzyıl derken?

–          Bence hiç abartı yok. Çünkü anadil, sadece deneme yanılma yoluyla edinilen bir şeydir ve dünya üzerinde yaşayan dilbilimciler bile hiçbir dilin gramerini tam olarak çözümleyememişlerdir. Çay koyayım mı bir tane daha?
İlker, kafasıyla olur dedi. Bu arada acayip tempolu bir şekilde kuruyemiş yediğini de fark etti. Önündeki tabak kabukla dolmuştu. Ama kuruyemişler de öyle tazeydi ki, yavaş yemek imkânsız gibiydi.

–          Peki, bir çocuğun anadilini edinmesi tam olarak nasıl oluyor? Yani doğuştan gelen bir kabiliyeti var zaten ve bu yüzden zorlanmadan herkes öğreniyor değil mi?

–          Evet. Dil edinimi bu kabiliyet sayesinde inanılmaz kolay bir şekilde gerçekleşir. Burada anahtar kavram maruz kalmaktır. Ancak burada maruz kalınan şeyin anlaşılabilir ve anlamlı olması önem arz eder. Anlamaya odaklı bir edinim sonucunda kişi kendisine iletilen mesajların içindeki dilbilgisi kurallarını bilinçsiz olarak edinir. Yani çocuk bu sessiz dönemde sadece kendisine iletilen anlamlı mesajları kaydeder ve aynı kuluçka döneminde olduğu gibi sonra konuşmaya başlar. Ve burada edinilen dilin yapıları belirli bir sıra dâhilinde gerçekleşir. Bu sıraya da kimse müdahale edemez. Yani anne baba istediği kadar farklı yöntemler denemeye çalışsınlar bu sıra hep aynı şekilde ilerler. Okullarda ve kurslarda da aynı durum vardır ancak dediğim gibi kimse bunun farkında değildir.

–          İngilizce öğretim programları oluşturulurken bu doğal edinim sırası göz önüne alınmıyor mu?

–          Alınıyor aslında ama öğretenler ve öğrenenler maalesef beklentilerini buna göre ayarlayamıyorlar. Mesela Simple Present Tense’deki şu meşhur –s takısı… Her gramer kitabının ilk konularından bir tanesidir ama öğrenilmesi, daha doğrusu edinilmesi çok uzun sürer. Yani bu süreç eğitimciden veya öğrenciden bağımsız olarak çalışır. Bu kadar basit bir kuralın hemen öğrenilemeyişi aslında bahsettiğimiz bu doğal edinim sırasının en güzel örneğidir.

–          Ya hocam, ben aynı konuya takıldım kaldım ama gramer kurallarının ve dil yapılarının bilinçli olarak öğrenilmeye çalışılmasının hiç mi faydası olmaz? Yani yabancı dil öğrenmenin tek yolu edinmek midir? Veya şöyle sorayım. Bir yetişkin, aynı bebekler gibi yabancı bir edinebilir mi?

–          Hayır, aynı hızda ve etkide olmaz tabii ki. Ama yine de tercih edilmesi gereken yöntem kesinlikle edinmektir. Aksi halde bilinçli öğrenme faydadan çok zarar getirebilir.

–          Ne gibi zararlar mesela?

–          Konuşmanın başında dil edinimi için olmazsa olmaz şeyin anlamlı mesajlar olduğunu söylemiştim. Ama gramer kitaplarını aç, bak. Sadece kural öğretmek için oluşturulmuş metinler kesinlikle öğrencinin ilgisini çekmez. Hâlbuki dil öğrenen bir insan için en önemli faktörlerden bir tanesi okuduğu metnin anlaşılabilir ve ilgi çekici olmasıdır. Mesela senin okuduğun kitaplarda hiç aklında kalan bir okuma parçası var mı?

–          Yok herhalde. Hep birileri sabah evden çıkar, sinemaya gider, alışveriş yapar, televizyon seyreder, yüzer falan filan…

–          Bu konular hangi öğrencinin ilgisini çekebilir ki? Yani sen çocuğa eğer bir parçayı okumasını söylüyorsan ve o kişi de parçayı okurken bir şeyler öğrenmesi gerektiğini düşünüyorsa sonuç hep aynı olur. Yani kimse İngilizce falan öğrenemez ve konuşamaz. Bir bebeğin anadilini öğrenirken harekete geçen mekanizmayı tetikleyen şey meraktır. Bu tip metinlerde insanın merak güdüsünü hareketlendiren bir şey olmadığı için de edinme süreci hep pasif kalır. Okulda veya kurslarda öğrenilen bilgiler aslında iletişim kurmaya değil, yanlış bir bilgiyi doğrulamaya yarar sadece. Yani bir metin okurken I am go cümlesini görürsün ve burada bir –ing takısının eksik olduğunu fark edersin. Bu yanlış cümleyi düzelttiğin zaman da İngilizce bildiğini zannedersin. Ve sonra karşına bir turist çıkar ve dut yemiş bülbül misali durursun. Arkasından ilk gördüğün kişiye, “Niye konuşamıyorum ben?” diye yakınırsın.
İlker, dut yemiş bülbülü duyunca birden eskilere gitti. Kendisi de az dut yememişti zamanında. Ama sonra hemen dikkatini topladı. Hasan Hoca bir şey düşünmeye başladığında hemen fark ediyordu çünkü.

–          Demek istediğiniz şey şu mu? İnsan sadece manaya odaklanıp konuşurken, okulda veya kurslarda öğrenilen bilgilerin hiçbir faydası olmaz. Doğru mu söyledim.

–          Daha doğrusunu söyleyemezdin. Bu durumda eğer amacın test çözmek, yanlış cümleleri düzeltmek falansa bahsettiğimiz şekilde eğitim veren kurslara gitmeye devam edebilirsin. Ama asıl hedefin İngilizce konuşmak, söylenenleri anlamaksa artık farklı adımlar atman gerekiyor. Bu konuşmayı da zaten bu yüzden yapıyoruz.

–          Ya hocam, inanın çok moralim bozuluyor. O kadar sene öğrendiğim şeylerin hiçbir işe yaramıyor olması inanın sinir bozucu.

–          İlker, biraz daha kuruyemiş koyayım mı? Kabukları yemeye başladın.

İlker birden mahcup oldu. Gerçekten tuzlu fıstığın kabuklarını yiyordu.

–          Hocam, pardon ya! Konuşmaya çok daldık, fark etmedim. Ama biraz kabak çekirdeği olsa fena olmaz hani.

Hasan Hoca yeni bir tabağa kabak çekirdeği koyup geldi.

–          İlker, sen hiç turistlerle veya yabancı bir kişiyle konuşmaya çalıştın mı?

–          Evet, çok kötü hatıralarım var. Şimdi girersek çıkamayız hocam.

–          Girmeyelim zaten. Ama şimdi niye konuşamadığını anlıyorsun değil mi?

–          Anlıyorum, ama yine de tam olarak oturtamıyorum zihnimde olayları.

–          Sen konuşma esnasında öğrenilmiş bilgileri kullanmaya çalıştığın için akıcılığı ve doğallığı yakalayamamışsın. Çünkü insan beyni aynı anda iki farklı şeye yönelemez. Normal hayatımızda konuşurken sadece manaya odaklanırız. Manaya gramer giydirmek de bilinçaltının görevidir. Sen bana soru sorarken hangi zamanı kullanayım falan diye düşünüyor musun?

–          Hayır, tabi ki…

–          Bu yüzden takılmadan konuşuyorsun. Türkçeyi edindiğin için hangi yapıyı kullanman gerektiğini bilinçaltın söylüyor, sen sadece hangi mesajı iletmen gerektiğin üzerine yoğunlaşıyorsun. Ama klasik yabancı dil eğitim sisteminden geçen herkes konuşurken sadece ve sadece gramer ve yapıları düşünüyor. Bu yüzden de konuşamıyor. Zaten konuşabilse olay olur. Gramere ne kadar odaklanırsan, mana da o kadar zayıflar. Böylece söylediğin cümleler akıcılığını kaybeder.

–          Gramer öğrenmek büyük bir hata o zaman. Konuştuklarınızdan onu anlıyorum.

–          Tam olarak değil. Gramer amaç olmazsa elbette işe yarar. Dili edinen bir kişi eğer bir yandan da gramer kurallarını öğreniyorsa konuşurken daha düzgün ve hatasız konuşabilir. Ama edinimden uzak bir sistemle dil öğrenen kişi ne kadar gramer kuralı bilirse bilsin konuşamaz. Hatta bazı öğretmenlerin yaptıkları büyük hatalar yüzünden İngilizce öğrenmekten vazgeçer ve kesinlikle dil öğrenemeyeceğine ikna olur. Daha önce bahsettiğimiz doğal edinim sırasını göz ardı edersen öğrenciden belki aylarca sonra yapabileceği bazı şeyleri yapmasını istersin ve başarısızlıkla sonuçlanan her girişim dil öğrenen kişinin cesaretini kırar. Bir yaşındaki bir bebeğin şiir okumasını istemekle, altı ay kursa giden bir kişiden çok güzel İngilizce konuşmasını beklemek aynı şeydir aslında.

“Doğmamış çocuğa don biçmek,” de denilebilir diye düşündü İlker.

–          Vakti gelmeden bazı gramer kurallarının konuşma esnasında kullanılmasını istemek, bile bile kötülük yapmaktır. Ve maalesef bu kötülük ülkenin her yanında yapılıyor şu anda. Ve öğrencilerin “öğrendiklerini” zannettiği gramer kurallarını zorlamayla oluşturulan yapay ortamlarda kullanmaya çalışmaları ileride telafisi mümkün olmayan zararlar veriyor. Konuşma sırasında bir gramer kuralının kullanılabilmesi için, o kuralın bilinçaltında edinilmiş olması lazımdır.

–          Bu nasıl olacak? Yani bilinçaltımda nasıl depolayacağım bu bilgileri hocam?

–          Çok kolay. Grameri bilinçli olarak öğrenmeye çalışmayı bırakıp bol bol okuyup, dinleyeceksin. Amacın sadece o esnada okuduğun veya dinlediğin şeyi anlamak olmalı. Kafanda olayı daha da somutlaştırmak adına bir örnek vereyim. Örnekler konusunda çok iyi olmadığımı biliyorum ama bu sefer çalıştım.

–          Hocam, yapmayın ya. Bir şey söyledim, hep kafama kakıyorsunuz.

–          Kafama değil başıma kakıyorsunuz diyeceksin.

–          Pardon hocam. Bakın Türkçeyi de konuşamıyorum.

–          Şaka yapıyorum, alınma. Bak şimdi. Mesela bir film seyrediyorsun. Filmin başrolünde de Tim adında bir adam var. Bu adam markete giriyor ve o sırada bir soygun gerçekleşiyor. Bu da bir şekilde marketten kaçıyor. Ertesi gün de bir arkadaşıyla buluşuyor ve olayı anlatıyor. Eğer sen Tim’in anlattığı olayın bir önceki gerçekleşen soygun hadisesi olduğunu anlıyorsan hedefine ulaştın demektir. Bu arada bilinçaltında yavaş yavaş Simple Past Tense’in kuralları da yerleşmeye başlar. Ama tam tersi olursa, yani öğretmen sınıfta Simple Past Tense’i anlatır ve arkasından filmin bu bölümünü açarak “Bu bölümde geçmiş zamanla ilgili olan cümleleri duymaya çalışın,” derse edinme pasif olur. Öğrenme aktifleşir.

–          Çok iyi anladım hocam. Valla örnek bu sefer harikaydı.

–          Bırak dalga geçmeyi. Aynı şekilde bir kitap okurken “Seni bir daha hiç aramayacağım,” cümlesini okuyor ve anlıyorsan gelecek zamanla ilgili çalışma yapıyorsun demektir. Daha doğrusu bilinçaltın gelecek zamanla ilgili bilgileri ve kuralları kaydediyor demektir. İşte zamanları bu şekilde bilinçaltına geçirebilirsen İngilizce konuşabilirsin. Ama önce future tense çalışır arkasından da bir metin okur ve bu metnin içindeki gelecek zamanlı cümlelerin falan altını çizersen havanı alırsın.

–          Öyleyse dil öğrenirken okunulan, dinlenilen veya seyredilen her şeyin anlamlı olması ve ilgimi çekmesi gerekiyor. Benim de okuma, dinleme veya seyretme yaparken tek yapmam gereken şey anlamaya çalışmak.

–          Ve zevk almak…

–          Evet, motivasyon da çok önemli demiştiniz.

–          Belki de en önemli şey. Çünkü biz robot değiliz. Zihnimize bazı yazılımlar yükleyip daha sonra bu yazılımın bazı kabiliyetlerimizi harekete geçirmesini bekleyemeyiz.

–          Hocam, bir şey soracağım. Bu anlattıklarınız aslında Türkiye’de gündemi değiştirmesi gereken konular gibi geliyor. Çünkü okullarda resmen insanların zamanı çalınıyor, emekler çöpe gidiyor. Niçin televizyonlara çıkıp falan konuşmuyorsunuz?

–          O kadar da abartma İlker. Bu anlattıklarımı söyleyen çok kişi var aslında. Ama zihniyetler buyrukla değişmiyor işte. Bir müfredatı değiştirmek ancak öğretmenlerin değişmesine bağlıdır. Bunun için de bir süreç gerekiyor. Ama sürecin hızlı olarak işleyebilmesi için senin gibi gençlerin bu konulara hâkim olması ve bazı şeylerin farkına varması gerekiyor.

–          Peki hocam, ben KPDS veya TOEFL gibi bir sınava girmeyi hedeflesem, yine mi gramer çalışmayacağım?

–          Çalışacaksın elbette. Çünkü bununla ilgili önüne sorular gelecek ve cevaplaman gerekecek. Ama bu bahsettiğin şey dilin temel bölümünü öğrenirken yapman gereken şeyleri değiştirmez. Yani TOEFL sınavına girecek bir kişinin zaten belirli bir seviyede İngilizce biliyor olması gerekir. Ve temel seviyeyi öğrenirken edinim yolunu seçenler hem kâğıt üzerinde, hem de normal hayatta başarılı olur.

–          Peki, daha ortaokul sıralarında test çözmeye başlayan öğrencilere ne diyeceksiniz hocam?

–          Neler diyeceğim de, diyemiyorum.

Hasan Hoca hafifçe gülümseyerek yanlarından hiç ayrılmayan kayıt cihazını gösterdi.

–          Bu testleri hazırlayan öğretmenlerin birçoğu maalesef ölçme değerlendirmeyle ilgili çok önemli bir konuyu atlıyorlar. Ve çoktan seçmeli testlerin üç şıkkına gramatik hata bulunan kelimeler veya cümleler, bir şıkka da doğru cevabı yerleştiriyorlar. Ve farkında olmadan öğrencilere büyük zarar veriyorlar.

–          İyi de hocam, çoktan seçmeli bir testte başka bir şey yapamazsınız ki. Yani illaki bazı şıklar yanlış olacak.

–          Öyle değil işte. Herhangi bir alıştırmada şıklara yerleştirilen cevapların sadece anlam olarak yanlış olması gerekir. Aksi halde gramer açısından hatalı kelime ve yapıları şıklara cömertçe serpiştirirsen ne olur, biliyor musun? Öğrenci doğru şıkkı bulana kadar bu yanlış bilgileri tek tek okur. Yani beynine bir doğru mesaj gönderirken, üç veya dört tane de yanlış mesaj gönderir. Tabi bilinçaltının önemini bilmeyen öğretmenler “Ne var bunda? Sınav yapıyoruz işte.” demeye devam ederler. Ama her okunan yanlış şık, bilinçaltını zedeler ve daha sonraki yıllarda konuşurken yanlış cümleler kuran insanlar, “Allah Allah, nereden çıktı şimdi bu yapı?” diye kendilerine sorarlar. Bilmezler ki, kurdukları saçma sapan cümleler veya kullanılan yanlış kelimeler, okul sıralarında test çözerken bilinçaltına bir sülük gibi yapışan mesajlardan kaynaklanır.

–          Vay be hocam! Yani okulda ve kursta test çözdürmek yerine hiçbir şey yapmayıp sınıfta otursaydık daha iyiydi o zaman, öyle mi?

–          Eğer testlerde yanlış şıklar yer alıyorsa dediğin gibi, hiçbir şey yapmayıp, İngilizce film seyretseydiniz kesinlikle daha faydalı olurdu. Öğretmen o soruları yazıyor, çıktı alıyor, fotokopiye veriyor, kırk dakika siz beyninizi yoruyorsunuz, sonra öğretmen tek tek o sınavları okuyor ve ortaya çıkan sonuç. Zarar. Ne kadar dramatik değil mi?

–          Kesinlikle.

–          Tabi test çözmenin başka zararları da var. İnsan yanlış kelime ve kalıpları göre göre artık alışmaya başlıyor ve bir süre sonra şıkların içindeki yanlış cevapları görünce “Allah Allah, bu bana yabancı gelmiyor,” deyip işaretliyor. Çünkü daha önce aldığı yanlış mesajları, bilinçaltında eleyemiyor.

–          Ben ne yapmam gerektiğini çok iyi anladım. İngilizce öğrenmek için illaki bir hocaya veya kursa ihtiyacım yok. Alırım bir kitap veya dergi, anlamaya çalışırım. Oturup film seyrederim, yine anlamaya çalışırım. Bu arada bilinçaltım zaten görevini yapar, benim ekstra bir şey yapmama gerek kalmaz.

–          Eh, bu cümlenin üstüne konuşmaya devam etmek de abesle iştigal olur. Haydi yatalım.

İlker önce durumu anlayamadı ama sonra jeton düştü.

–          Yatalım derken hocam?

–          Bu saatte eve gitmeyi düşünmüyorsun, değil mi?

–          Giderim hocam. Olmaz şimdi.

Ama Hasan Hoca çoktan içeri gitmişti. Birkaç dakika sonra elinde bir pijamayla geldi.

–          Sana biraz bol gelebilir ama idare et. Banyo şu tarafta… İtiraz istemiyorum.

İlker de zaten itiraz etmek istemiyordu. Bu saatte çıkıp eve gitmek acayip zor olacaktı. Annesini arayıp gece gelmeyeceğini söyledi.

Annesi her zaman olduğu gibi bir düzine soru sorduktan sonra ikna oldu.

İlker, Hasan Hocanın pijamalarıyla, Hasan Hocanın oturma odasında uyumaya çalışırken hep aynı şeyi düşündü.

Bu dünyada gerçekten iyi insanlar vardı.

 Not: Bu yazı  Salih Uyan’ın “Anlıyorum Ama Konuşamıyorum” kitabından alınmıştır. Kitabı beğendiyseniz, aşağıdaki linkten sipariş verebilirsiniz.

http://www.bkymarket.com/Anliyorum-Ama-Konusamiyorum,PR-146.html