Home » Eğitim » Dil Eğitimi » Dil Eğitimi : Bölüm 8 > Astronomi öğrenmek için uzaya gitmek gerekir mi?

Dil Eğitimi : Bölüm 8 > Astronomi öğrenmek için uzaya gitmek gerekir mi?

Bu bölümde İngilizce öğrenmek için yurtdışına çıkmanın gerekli olup olmadığı anlatılmaktadır.

why-london-hero-shot

–          İlker bugünkü konumuz doğru bilinen yanlışlar. İnternette yabancı dil öğrenmek falan yazınca karşına çıkan yazıların bazıları insanı yanlış şeylere sevk eder. İnsanlar arasında en yaygın olan görüşlerin doğru olduğunu zannettiğimiz için de genellikle bu tavsiyelere uyma eğiliminde oluruz. Bugün biraz not alıp da geldim. Sırasıyla bunları gözden geçireceğiz.
Yine Sultanahmet’e gelmişlerdi. İlker bir hafta dolunca yine başa döndük herhalde diye düşündü.

–          Hocam, bana sakın not alma falan demiştiniz ama siz not alıp gelmeye başladınız.

–          Bugünkü konu madde madde olacağı için iyice dağılmasından korktum. O yüzden not alıp da geldim. Ama sen not almaya başlarsan, ben de buraya kitap ve dosyalarla gelmeye başlarsam hedeften saparız. Akademik bir ortam oluşursa fayda sağlayamayız.

–          Doğru hocam. Ben de not alma taraftarı değilim aslında ama bazen çok hoşuma giden cümleler oluyor, bir yerlere yazasım geliyor acayip. Ama boş verin, böylesi daha iyi.

–          Tamam. Bugün konuşacağımız ilk yaygın yanlış cümleyi söylüyorum. “Bir yabancı dili öğrenmek için mutlaka o dilin konuşulduğu ülkeye gitmeniz gerekir.”

–          Nasıl yani? Siz de bu görüşü savunuyordunuz ama?

–          Savunuyorum ama cümleye dikkat et. “Mutlaka” diyor adam. Fanatizm boyutunda bir görüş yani. Bu kadar sert bir ifadeyle karşılaşınca da benim tepem atıyor. Beynim hemen anti tezler üretmeye başlıyor. Bugün bunları konuşacağız.

–          Yani siz de aslında İngilizce öğrenmek için İngiltere’ye gitmenin faydalı olacağını düşünüyorsunuz değil mi?

–          Faydalıdır tabi. Ama arsayı hayvanı satıp İngiltere’ye gitmenin de bir âlemi yok. Yani büyük yatırım yapacak kadar değerli bir şey değil.

–          Anladım. Ben de eşten dosttan borç alıp gitmeyi planlıyordum aslında. Yani sırf İngilizce işini bitirebilmek için…

–          Zamanlamamız iyi o zaman. Türkiye’de birçok aile çocuklarını üç aylığına İngiltere’de veya Amerika’da bir dil kursuna gönderip, döndüklerinde şakır şakır İngilizce konuşacaklarını zannediyorlar. Harcanan para, emek ve zaman düşünüldüğünde sonuçlar hiç de hayal edildiği gibi olmuyor ama.

–          Niçin peki? İngiltere’ye veya Amerika’ya gidersek İngilizce olayını kesin hallederiz zannediyoruz. Hep yanıldık mı yani?

–          Yanılmadın aslında ama cümleler biraz illüzyon yaşatıyor. İngilizce olayını halletmek ne demek? Bir şekilde hallolur elbette ama acaba istediğin gibi mi olur? Amerika’ya giden tanıdıkların var mı?

–          Var, halamın oğlu gitmişti iki sene önce.

–          Ne yapıyor şu anda Amerika’da?

–          Pizza dağıtıyormuş.

–          Senin halaoğlu şanslı tayfadanmış. Ya da daha yeni terfi etmiştir pizzacılığa. Öncesinde mutlaka bir bencin istasyonunda stajyerliğini atmıştır.

–          Bilmiyorum hocam.

–          Neyse, gelelim asıl probleme. Amerika’da benzincide veya pizzacıda kimler çalışır biliyor musun? Elli çeşit millet çalışır ama Amerikalı pek çalışmaz. Aynı şey İngiltere için de geçerli. McDonald’s veya Burger King’lerde bir tane İngiliz bulamazsın. Bir kere iddiaya girmiştik bir arkadaşımla. Ben bir tane bile İngiliz bulamayacağını iddia ettim. O da bulacağım dedi. En sonunda bulmuş Londra’nın taa ucunda bir yerde. Sonra gidemedik, iddiayı da unuttuk.

–          Vay be! O zaman hamburgercide çalışmak aşağılık bir şey mi İngilizler için?

–          Gibi. Bu işleri genelde göçmenlere bırakmışlar. Pakistanlı, Hindistanlı, Afrikalı vs. Ve sen Türkiye’den dil öğrenmek veya çalışmak için gittiğinde mutlaka bunlarla muhatap oluyorsun. Yani İngilizcesi yamuk insanlarla… Bu durumda İngilizce nasıl halledilir sen düşün. Yani herhangi bir yabancı dilin konuşulduğu ülkeye gitmek, o dili mükemmel bir şekilde öğrenmeni sağlamaz. Aksine belki Türkiye’de daha düzgün bir şekilde öğrenebilme şansın vardır.

–          O zaman kimse gitmesin Amerika’ya İngiltere’ye, sermaye de buraya kalsın.

–          Öyle bir şey demiyorum. Yani milliyetçi söylemler değil söylediğim. Sermayenin nereye gideceğine herkes karar verebilir. Elbette imkânı olan gitsin, kaliteli kurslara yazılsın. Çalışacak adam gibi yerlerde çalışsın. Ama ayranı yok içmeye dediğimiz adamlar hayvanı, tarlayı satıp İngiltere’ye gidiyorlar ya, ona canım sıkılıyor. Gidiyor yıllarca benzin pompalıyor, Pakistanlılarla yatıp kalkıyor, döndüğünde garip aksanlı bir Tarzancayla geliyor. Ve işin kötüsü çok akıcı bir şekilde İngilizce konuştuğunu zannediyor.

–          Farkında olmuyorlar mı yani?

–          Olmuyorlar. Çünkü yurtdışında belirli bir süre kaldıktan sonra telaffuz farkındalığı azalır insanda. Yabancılar da genellikle sizinle konuşurken hatalarınızı düzeltmenin kaba olacağını düşündüğünden her şey güllük gülistanlık devam eder. Ta ki birisi sizi uyarana kadar… O zaman anlarsınız konuştuğunuz birçok şeyin yanlış olduğunu.

–          Türkiye’de motivasyonu yüksek bir öğrenci yurtdışına gitmeden telaffuz olayını halledebilir mi peki?

–          Neden halledemesin. Ne anlatıyorum ben kaç gündür?

–          Kızmayın hocam.

–          Kızmıyorum. İngiltere’ye giden bir kişi öncelikle gündelik hayatını kurtaracak kadar İngilizce öğrenir. Yani eğer pizzacıda çalışıyorsa pizza siparişlerini anlamaya çalışır, ilgili terimleri öğrenir. Ondan sonrası kendi motivasyonuna, zekâsına kalmıştır. Her akşam pestil gibi eve gidip yatıyorsa ne işe yarayacak o İngiltere? Ama akşamları çıkıp dolaşıyor, kütüphaneleri geziyor, sinemaya gidiyorsa o ayrı. Ama genelde parası olmayanların bu tür zengin aktivitelerini yaptığını hiç zannetmiyorum. Gündüz pompa, gece çekirdek, televizyon ve uyku… Yemişim böyle yurtdışını.

–          Ha ha ha! Hocam hiç böyle bakmamıştım hadiseye. Adam telefon açıp da “Merhaba, şu anda Londra’dayım, kahve içiyorum” falan deyince insanın aklına müthiş güzel bir hayat geliyor. Hâlbuki benzincide mola vermiş ve kir pas içinde kaldırımın üzerine oturmuş kahve içiyor da olabilir. Ama cümle içinde “Londra” geçiyor ya, gerisi yalan. Hep iyi şeyler geliyor insanın aklına.

–          Evet, ezilmişlik ve asimilasyon sonucu çoğu zihin böyle algılıyor maalesef. Aslında yaşanan sefalet diz boyu. Bir de yanında dili yanlış kullana kullana kemikleşmiş hatalara sahip oluyorsun. Eğer kaliteli bir dil okuluna gidip iyi bir eğitim görecek kadar paran yoksa evde oturup yurtdışı ortamını kendin oluşturabilirsin. İnternet, televizyon, radyo ve yabancı yayınlarla kendini yurtdışındaymış gibi motive edebilirsin.

–          Peki, hiç mi faydası yok hocam bu yurtdışı olayının? İnsan neler kazanır yurtdışına çıkınca, biraz da ondan bahsetseniz?

–          Bir kere hedef dili anadili olarak konuşan insanları kolayca bulabilirsin. Televizyonda ve radyoda genelde düzgün İngilizce konuşan kişileri anlamaya çalışırsın. Ama yurtdışında süpermarketin kasasındaki başka milletten olan ve İngilizceyi çok değişik bir aksanla konuşan elemanı anlamaya çalışırsın. Bu aslında bir avantajdır çünkü herkes kraliçe gibi İngilizce konuşmaz. Ama bu kasiyerle aynı evde kalıp, sürekli onunla muhabbet edersen, Türkiye’de İngilizce öğrenmek çok daha mantıklı… Bir de tabi televizyonda, kitaplarda çok sık karşılaşamayacağın kelimeleri öğrenirsin. Günlük hayatta daha rahat konuşabileceğin kalıpları kolayca öğrenirsin yani. Bana sorarsan en iyisi Türkiye’de dil seviyesini belirli bir seviyeye getirdikten sonra gitmek.

–          Tamam hocam. O zaman ben şimdilik yurtdışı olayını unutayım. Zaten para da yok.

–          Bence de unut. Gidip orada pompacılık yapacağına burada daha düzgün bir iş yaparsın. Bir yandan da güzelce öğrenirsin İngilizceyi. Astronomi öğrenmek için uzaya gitmeye gerek yok yani.

–          Hocam, bitirdiniz olayı.

–          Hadi ya? Hakikaten güzel oldu ama cümle ha? Ben bunu tez çalışmasına ekleyeyim bari.
Hasan Hoca önündeki not kâğıdına cümleyi yazdı. İkisinin de oturmaktan beli ağrıyordu. Kalkıp biraz yürümeye karar verdiler. Ortalık çok kalabalık olmadığı için, Taksim’de olduğu gibi yürürken konuşmakta zorlanmadılar.

– Yanlış bilinen bir gerçek daha var İlker bu konuyla alakalı. Bir yabancı dili öğrenmenin en iyi yolu o dili konuşmaktır.

– Bunu siz mi söylüyorsunuz, yoksa yanlış bir cümle mi?

– Yanlış bir cümle… Ama birçok öğretmen söyler. Çünkü birçok öğretmen sizi mümkün olan en kısa zamanda konuşturmak isterler. Bu yüzden sınıfta genelde suskun kalıp sizi konuşturmaya çalışırlar. Ancak şunu unutmamak gerekir ki konuşmanın temeli taklittir. Yani ana dilini konuşurken kendi gramer yapını veya kelimelerini kullanmazsın. Etraftan duyduğunu kalıplarla ve kelimelerle konuşursun.

– Bunu zaten biliyorum. Ama bunun neresi yanlış, anlayamadım.

– Dur şimdi, yanlış veya doğru diye değerlendirme hemen. Sadece olan biteni anlamaya çalışıyoruz. Öyleyse hedef dilde akıcı bir şekilde konuşabilmek için yapmamız gereken şey etrafımızda bu dili konuşan insanları dinlemek ve taklit etmeye çalışmaktır. Eğer sürekli dinlersen düşüncelerini ifade etmek için kullanabileceğin yeni kalıplar ve kelimeler öğrenebilirsin. Sonuç olarak da hedef dilde cümle kurmak senin için giderek daha kolaylaşır.

– İyi de hocam, hem dinlerim, hem konuşurum. Olmaz mı?

– En güzeli o elbette. Ancak konuşma üzerinde fazla durulduğu zaman insanlar dinleme kısmını atlayıp sürekli cümle kurmaya çalışıyorlar. Bu durumda da zaten kısıtlı olan kelime bilginle ve yapılarla sıkışıp kalıyorsun. Konuşamıyorum diye yakınmaya başlıyorsun.

– Hocam, benim iyice kafam karıştı. Şimdiye kadar konuştuğumuz şeyler hep konuşmanın önemi üzerineydi. Şimdi de sanki sürekli konuşmaya çalışmak zararlı gibi bir sonuç çıktı ortaya.

– Öyle bir sonuç yok. Ya sen hemen sonuca gitmeyi ne kadar seviyorsun. Boş ver şimdi sonucu. Sadece bir kavramı analiz ediyoruz. Konuşmak elbette yararlıdır. Ama insan henüz dil öğrenme sürecinin başındayken konuşarak kelime öğrenemez veya yapıları kavrayamaz. Konuşarak ancak zaten zihnine giriş yapmış olan bilgileri işlemiş olursun ve konuşurken bu bilgileri daha hızlı kullanabilme kabiliyetini elde edersin. Ayrıca hedef dilde konuşabiliyor olmak, insanı yabancı dili öğrenmek için en çok motive eden unsurdur.

– Öyleyse “önce dinle, sonra konuş” gibi bir netice çıkıyor galiba.

– Evet, öyle söyleyebiliriz. Mesela eğer cümleye nasıl başlayacağını bilmiyorsan, düşününce bile cümlenin girişi bir türlü aklına gelmiyorsa, eğer konuşurken bir kelimeyi bilmediğin için cümlen yarıda kesiliyor ve konuşmaya devam edemiyorsan, eğer bazı kelimeleri nasıl telaffuz edeceğini bilmediğin için garip sesler çıkarıyorsan, bir sürü yanlış yapıyor ve bunların farkına varamıyorsan kesinlikle yabancı dil öğrenme sürecinde bilgi girişini ihmal etmişsin demektir.

– Az bilgiyle çok şey söylemeye çalışmak özgüvenle ilgili değil mi?

– Öyle ama fazla özgüven de zararlı. İnsanlar hep aşırı uçlarda gezdiği için şimdi de dil kurslarında bilgi girişi kısmını iyice ihmal etmiş durumdalar. İletişimsel metot sanki sınıfta konuşması gereken kişi hep öğrenciymiş gibi algılanıyor. Hoca daha hiçbir bilgi vermeden, kendisi konuşmadan, “Haydi konuşun bakalım, bu iş konuşarak öğrenilir,” gibi enteresan bir giriş yapıyor. Öğrenciler de yanlış yapa yapa doğruya ulaşacaklarını zannederken, bir de bakıyorlar ki öğrendikleri dil daha çok Tarzancaya benzemiş. Çünkü önlerinde iyi bir model yok. Ayrıca yabancı dilde bir şey dinlemiyorlar, okumuyorlar, seyretmiyorlar. Tek yaptıkları şey kursa gidip yarım yamalak cümleler kurup diyaloglarda yer almak. Ve sonuç hüsran…

– Ama hiç konuşmamaktansa, yarım yamalak konuşmak daha iyi değil mi?

– Daha iyi tabi, ama daha iyisiyle kıyaslamak varken, niye hep daha kötü örneklerle kıyaslıyorsun. Normalde bir İngilizce sınıfında eğer öğrenci konuşmazsa, öğretmen genelde bu öğrencinin utangaç olduğunu var sayar ve çocuğun konuşması için zorlamaya başlar. Çoğu zaman veliler de, “Bizim çocuk utangaç hocam, derse katılımı için lütfen çocuğumu zorlayın,” falan derler. Netice olarak hoca çocuğa, “Oğlum konuş, yanlış yapabilirsin, yeter ki konuş,” der. Hâlbuki tekrarlanan yanlışlar kısa zamanda çok tehlikeli bir hal alabilir. Birçok kişi konuşma akıcılığının, doğru konuşmaktan daha önemli olduğunu söylüyor.

– Eğer kartpostal falan satacaksan aslında söylenen doğru. Ama hakikaten bir işadamı için aslı doğru olamaz bu kural.

– Bravo! Kartpostal satan kişiye kimse bakıp da yanlış cümle kuruyor falan demez. Ama akıcılığın sağlanması kadar, doğru konuşmanın sağlanması da çok önemli… Eğer doğru konuşmaya dikkat etmezsen, akıcı konuşmaya başlarsın ama kendine has özellikleri olan bir dili konuşmaya başlarsın. Daha doğrusu dili yanlış bir şekilde konuşma konusunda akıcılık kazanmış olursunuz.

– Akıcı ve yanlış konuşan bir kimse daha sonra bu yanlışlarını düzeltemez mi peki?

– Düzeltmek mümkün elbette ama çok zor… Know kelimesini Türkçe kınov diye okuyan bir kişi eğer 2 yıl boyunca bu şekilde okumaya devam ederse düzeltmesi çok zor olur. Ama birkaç kere yanlış okuduktan sonra düzeltmek elbette kolay olur. Yabancı dil öğrenirken hedef akıcı ve doğru konuşmak olmalıdır.

– Hiç hatasız konuşmayı kastediyorsunuz yani, değil mi?

– Hayır. Adı üzerinde, yabancı bir dili konuşuyorsunuz. Benim kastetmeye çalıştığım her cümlede bir hata, her kelimede yanlış telaffuz şeklinde gelişen bir hatalı konuşma. Bunu önlemenin en güzel yolu da üretim aşamasına geçmeden önce veri giriş sürecini en etkin biçimde yaşamaktır. Yani yeterince dinleme ve okuma yapmadan konuşmaya çalışmak çok kolay değildir. Eğer kendini zorlarsan bu sefer yanlış alışkanlıklar edinirsin ve işler daha da zorlaşır.

– İlginç. Şu ana kadar İngilizce dersine giren öğretmenlerin bir kısmı yanlış yapınca hemen düzeltirdi. Yani hatasız öğrenci isterdi. Bir kısmı da yanlış yapmaya mecburuz gibi izlenim oluşturdu. Hâlbuki ikisi de aşırı uç gibi geldi şimdi bana.

– Maalesef daha önce de dediğim gibi insanlar genelde aşırı uçlarda söylemlerde bulunuyorlar. Bir kere İngilizce öğrenmeye yeni başlayan bir kimse hata yapabilir ama hata yapmaya bağımlı değildir. Elbette hatasız konuşmak mümkün değil ama başlangıç seviyesinde bile olsan çok az hatayla konuşabilirsin. Buradaki asıl mesele girdi ve çıktıdır. Eğer doğru örnekleri izlersen, kitaplarda okuduğun veya hedef dili anadili olarak konuşan kimselerden duyduğun cümlelerle konuşursan, çok az hata yaparsın.

Biraz daha konuştuktan sonra konu nasıl olduysa sinemaya geldi. Hasan Hoca uzun uzun sinemadan ve filmlerden bahsetti. Yürüye yürüye Sirkeci’ye gelmişlerdi. Burada İlker Hasan Hocaya tatlı ısmarladı. Tatlıyı yedikten sonra da ayrıldılar.
İlker, o gün kafasındaki bir tabuyu daha yıkmıştı. Artık Amerika’dan, İngiltere’den arayıp artistlik yapmaya çalışanlardan etkilenmeyecekti.

Gündüz pompa, akşam çekirdek…

Ha ha ha! Bu günkü muhabbet İlker’in çok hoşuna gitmişti.

Not: Bu yazı  Salih Uyan’ın “Anlıyorum Ama Konuşamıyorum” kitabından alınmıştır. Kitabı beğendiyseniz, aşağıdaki linkten sipariş verebilirsiniz.

http://www.bkymarket.com/Anliyorum-Ama-Konusamiyorum,PR-146.html