Bu yılın başlarında, “Barış bilimleri” isimli dersim için bir üniversitedeki sınıfa girdim. Sınıf, yakında doktor, öğretmen, sosyal çalışan, yönetici ve lider olacak bir grup son sınıf öğrencisinden oluşuyordu. Sömestrin açılışını birlikte yapmak için tahtaya iki kelimelik bir soru yazdım.Barış Nedir?
Sessizlik. Bu küçük soru karşısında herkes afalladı ve kimse konuşmadı. Bir cevapları yoktu. Daha sonra bunun nedenini keşfedecektim: Hayatlarında ilk kez bir öğretmen onlardan barışı tanımlamalarını istemişti.
Her yıl milyonlarca öğrenci liseden ve üniversiteden mezun oluyor. Aldıkları diplomalar, fen, matematik ve edebiyatın ilkelerini öğrenerek geçirdikleri yılları belgeliyor. Bunlar toplum olarak değer verdiğimiz alanlar ve bu yüzden gençlerin bu alanlarda bilgiler edinmesi konusunda ısrar ediyoruz. Okumayı bilmeyen ya da basit matematik işlemleri yapamayan ya da bir paragraf bile yazamayan yeni mezun bir öğrenci olduğunu düşünebiliyor musunuz?
Ancak aynı öğrenciler hayatlarında bir kez bile “çatışma çözümü” hakkında bir şey öğrenmeden mezun olacak. Bütün akademik kariyerleri boyunca barışı sağlamak, topluluk kurmak ya da bir düşmanı affetmek gibi bir dersi almaları asla gerekmeyecek. Şiddetin ve şiddetsizliğin ilkeleri hiç analiz edilmeyecek.
Öğrencilerimize en temel ve en acil öğretilmesi gereken dersi vermeyi ihmal ediyoruz: Etraflarındaki dünyada barışı nasıl sağlayabilirler? Ve bunu yapmayı unutarak aslında şiddeti teşvik ediyoruz. Bir keresinde eğitimci arkadaşım Colman McCarthy şöyle demişti:
“Eğer çocuklarımıza barışı öğretmezsek, bir başkası onlara şiddeti öğretecektir.”
Bu yüzden ders verdiğim ortaokul, lise ve üniversite sınıflarında her gün, şiddete karşı koymak, vicdanı uyandırmak ve düşünen zihni özgürleştirmek için çalışıyorum. Ben onlara barışı öğretiyorum.
Şiddeti Ortadan Kaldırmak
En temel anlamda barışı öğretmek demek şiddetin gerçekleşmek zorunda olmadığını öğretmek demektir.
Batıda gereğinden fazla uzun süre boyunca şiddet kaçınılmazmış, insan olmanın doğal bir parasıymış gibi davrandık. Şiddetsizlik ise sadece bir düşünceydi sanki. En iyi anlamda hiçbir şey yapmama pasifliği olarak, en kötü anlamda Woodstock’ın uzun saçlı bir fantazisi olarak görüldü. Şiddete şiddetle cevap vermek tek pratik çözüm gibi görüldü ve sonuç maalesef daha fazla şiddetti.
Ama bu artık değişiyor.
Artık dünyada yüzlerce üniversite Barış Bilimleri alanında eğitim veriyor. Bütün bu programların kalbinde yatan şey ise şu: Şiddetsizlik, barış ve adalet ütopik hayaller değil, insanların yaşamasının ve etraflarındaki dünyayı etkilemelerinin gerçek ve pratik bir yoludur.
Daha geniş bir bakış açısıyla barışı öğretmek, zamanımızın problemlerine tepki gösterdiğimizde gerçekleşen büyük bir uyanıştır. Bu problemler çok fazla. Örneğin Amerika, gelişmiş ülkeler arasında şu problemlerle başı çeker: Cezaevi nüfusu, uyuşturucu kullanımı, açlıkla savaşan çocuklar, yoksulluk, okuma yazma eksikliği, ergen hamilelikleri, ateşli silahlarla ölüm, obezite, diyabet, kayıtlara geçen tecavüz vakası, antidepresan kullanımı, gelir eşitsizliği, askeri harcama, tehlikeli atıkların üretimi ve okullarının düşük kalitesi.
Bu liste hiç de sürpriz değil. Şiddet tıpkı bir virüs gibi yayılır. Doğası gereği bulaşıcıdır. Şiddet artı şiddet eşittir daha fazla şiddet yasasını izler. Şiddet asla barışa götürmez. Şiddete ne kadar şiddetle karşılık verirsek o kadar fazla şiddet yaratırız.
Barışı öğretmek demek bu listeyi ortadan kaldırmak demektir. Barışı öğretmek için en iyi başlangıç sorular sormaktır.
“Şiddetsizlik Hitler’i ve Nazileri durdurabilir miydi?” diye sordum tarih dersi verdiğim ortaokul öğrencilerine. Gandhi ve Martin Luther King’in felsefelerini yeni okumuş olan öğrenciler, Nazilerin istilasını durdurmak için şiddetsiz stratejiler geliştirme görevi olan hayali Avrupa milletleri yarattılar. Planlarını sunduktan sonra öğrencilere Danimarka vatandaşlarını anlattım. Çoğu öğrencilerimden çok az daha büyük ergenlik çağındaki bu insanlar, şiddetsiz direnişle tüm Nazi planına çomak sokmayı başarmışlardı.
Her ne kadar çoğu tarih dersi, şiddetsizliği görmezlikten gelse de, benim derslerimde her şiddet hikayesinin yanında mutlaka bir şiddetsizlik hikayesi yer alır. Çocuklar, tarih boyunca şiddete vicdanlarını dinleyerek direnen insanların hikayelerine uzun uzun maruz kalırlar.
“Hangisi daha güçlü: sevgi mi nefret mi?” diye sordum bir derste öğrencilerime. Gandhi’nin biyografisini yeni işlemiştik ve onun şiddetsizlik anlayışının altındaki fikirlerini tartışıyorduk. Gandhi şiddetsizliğin Thomas Edison’udur. Barışı öğrettiğim derslerimin vazgeçilmezidir.
Gandhi sivil itaatsizlik konusunda çok iyiydi, ama pratik çözümler sunmak konusunda çok daha iyiydi. Gandhi adaletsizliğe alternatifler yaratarak direndi. Buna da “yapıcı programlar” adını verdi. En sevdiği, Hintlilerin İngiliz kumaşından vazgeçip kendi kumaşlarını üretmelerini sağlayan çıkrıklardı.
Gandhi’nin bu fikrini anlattıktan sonra öğrencilerimden kendi yaratıcı programlarını yaratmalarını istedim. Onlara şöyle dedim: Etrafınızdaki dünyada yer alan bir problemi ele alın ve sonra ona çözüm getirin. Geleneksel akademik eğitimden onları daha da özgürleştirmek için not defterimi de özgür bıraktım ve birbirlerine not vermelerine izin verdim. Bütün ilgilerini verdikleri dersin sonunda çok güçlü eylemler yarattılar:
- Bir öğrenci Gene Sharp’ın devrim yaratan (ve bazı ülkelerde illegal olan)Şiddetsiz Eylemin 98 Yöntemi’ni sokaktaki insanlara dağıttı.
- Bir öğrenci iki karşıt grup arasında – belediye başkanı ve bazı öfkeli vatandaşlar – diyalog yarattı.
- Bir öğrenci şehirdeki evsizlere vejetaryen pizza servis etti.
- Bir öğrenci bir bahçe ekti.
- Bir öğrenci acımasız çölü geçen göçmen işçilere yiyecek ve temiz su sağladı. Yaptığı çalışmadan dolayı tutuklandı.
- Bir öğrenci bir düşmanını affetti.
- Bir öğrenci düzenli bir şekilde dua etmeye ve meditasyon yapmaya başladı.
Okullar, programlarına barış ile ilgili bir ders koymak zorunda değil. Tıpkı yazı yazmak ya da not almak gibi bu da neredeyse bütün derslerin içine nüfuz edebilecek bir akademik beceridir. Ama eğer okullar Barış Bilimleri’ni müfredatın bir parçası haline getirirlerse o zaman kapılar ardına dek açılır.
Derslerimde Gandhi gibi önemli isimlerin biyografilerini, şiddetsizlik üzerine yazılan kitapları inceleriz. Affetme üzerine uzun uzun tartışırız, içsel barışın dış koşullar üzerindeki etkilerini ölçeriz, savaş ekonomisini anlamaya çalışır, savaşı teşvik etme konusunda medyanın rolünü inceleriz. Savaşın insanlar için anlamını çözmeye çalışırız.
Derslerimde farklı fikirlerden ve bakış açılarından kaçınmayız. Derslerde her fikir dile getirilir çünkü barış politikadan çok daha öte bir şeydir. Aylarca George Bush ya da Barack Obama’dan bahsetmeden ders verebilirim. Derslerimde yüzeyde olanın derinine, insan olmanın derinine ineriz.
Bu yüzden bu dersi almak isteyen çok öğrenci olur. Benim şahsım yüzünden değil, barış eğitimi almaya çok aç oldukları için.
Ve ben de bu yüzden barışı öğretiyorum.