Yahudiler
Yahudi ve Hıristiyanların da içine dahil olduğu Gayri Müslimlerin İslam ülkesinde dâimî ikâmet hakkına sâhip olarak ülke vatandaşı olanlarına zimmî,[1] İslam ülkesinde geçici ikâmet etme hakkına sâhip olanlarına müste’men denir. Bunlara tanınan temel haklar şu başlıklarda toplanmıştır: Şahsî hürriyetler, seyâhat ve yerleşme hürriyeti, konut dokunulmazlığı, manevî hürriyetler, dinî müsâmaha, mâbetlerin korunması, ibâdet hürriyeti ve dinî sembollerin kullanılması, kutsal günlerinin tanınması, düşünce açıklama hürriyeti, eğitim-öğretim hürriyeti, dinî liderlerini seçme hürriyeti, kamu irtifâk hakkı ve hazine yardımı, iktisadî ve sosyal haklar ve yasal haklarını kullanma hakkı.[2] Gayri Müslimler, Endülüs toplumunda “öteki”ni temsil ediyor olmalarından dolayı, XII. yüzyılda Muvahhidler zamanında görülen istisnaî bir uygulama dışında, zorla islamlaştırma gibi bir politikayla karşılaşılmamıştır. Gayri Müslim halkın büyük bir bölümü, fetih yıllarından itibaren tedricen İslâmiyet’i kendiliğinden kabul etmişlerdir. [3]
Kendilerine İsa Peygamber’in kâtili nazarıyla bakıldığından Ortaçağ Avrupa’sında rahat yüzü göremeyen Yahudiler, Vizigotlar Dönemi sonlarına doğru dinî hakları tamamen ellerinden alınan ve köleleştirilmiş vaziyete düşmüşlerdi.[4] Ancak, İslam fethiyle birlikte dinî bir topluluk olarak yeniden dinlerini rahatça yaşama hakkını kazandılar. Bu sebeple, sadece Endülüs’te değil fethedilen bütün ülkelerde yaşayan Yahudiler, İslam fethini memnûniyet içerisinde karşılamışlardır.[5] Endülüs’te Yahudilerin Hıristiyanlar gibi kendilerine has bazı köy veya kasabaları, Gırnata gibi nüfusça kalabalık bulundukları bazı şehirler vardı ve diğer şehirlerde bulunanlar da aynı mahallede bir arada otururlardı.[6] Meskûn oldukları mahallelerde (getto) idarî bir sistemleri vardı. Dinî hayatları konusunda tamamen özgür bırakıldılar ve havrâlarına dokunulmadı.[7]
Cemaat liderleri kendi iç meselelerini hallederken, sarayda yani, devlet nezdinde bir temsilci bulundururlardı. Adlî meselelerini de kendi dinî liderleri vâsıtasıyla ve kendi kurallarına göre çözerlerdi. Ancak, bir Yahudi’nin bir Müslüman ile arasında meydana gelen anlaşmazlığın mahkemesini Müslüman kadılar yapardı. Yahudilerin çoğunlukta bulunduğu kasabalarda Müslümanlar idarî işlere karışmazlar ve onlara özerk bir yönetim hakkı tanırlardı. Öte yandan, İslam tarihinin bazı dönemlerinde görülebileceği gibi, Murâbıtlar ve Muvahhidler yönetimleri altında yaşayan Yahudiler üzerinde de bazı sosyal kısıtlamalara gidildiği olmuştu. Özellikle, Muvahhidler’in bu konudaki siyâseti daha Abdülmü’min zamanından itibaren önceki uygulamalara nisbetle biraz daha farklı oldu. Meselâ, Muvahhid hükümdarı Abdülmü’min ülkesindeki Yahudi ve Hıristiyanların Müslümanlar ile iyi geçinmeleri ya da ülkeyi terk etmeleri ve buna muhâlefet edenlerin ise, öldürülmeleri yönünde bir emir çıkartmıştı. Fakat, Abdülmü’min’den sonra bu katı siyâset terk edilerek yerini itidâl ve müsâmaha aldı. Aynı şekilde, diğer bir Muvahhid hükümdarı Yakup el-Mansûr da 595 (1198) tarihinde ülkesindeki Yahudiler’in özel bir giysiyle Müslümanlardan ayrılmaları hususunda bir uygulama başlattı.[8]
İdarî, sosyal iktisadî ve kültürel alanlarda tam bir özgürlük ve devlet güvencesi altında yaşayan Yahudilerin, medeniyet unsurlarının oluşumu ve bunların Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasında nakli hususunda payları büyük olmuştur. İki tarafın da lisânını çok iyi bilmeleri, bunda önemli bir etken sayılmaktadır. Bu aracılık, onların daha çok tüccar, mütercim, doktor, devlet elçisi, vezir ve zanaatkâr olmaları şeklinde tezâhür ediyordu. Bilim ve felsefe kitaplarını Yunanca ve Lâtince’den Arapça’ya, Arapça’dan da İbranice’ye ve batı dillerine tercüme ediyorlar, bu eserleri batıda yayıyorlar; devletlerarası ticaret ve köle sevkiyâtı yapıyorlardı. Böylesi önemli mevkîleriyle onlar, Endülüs Emevileri zamanında başlayan kültürel gelişmenin zirveye taşınmasında çok önemli bir role sâhip olmuşlardı. Daha sonra, Mülûkü’t-Tavâif ve Murâbıtlar ile Muvahhidler dönemlerinde de belirtilen alanlarda etkili olmaya devam ettiler. İshak b. Kastâr, Hasdây b. İshak, Hasdây b. Yusuf ve Yusuf b. Hasdây gibi Endülüslü Yahudi doktor ve bilginler, konunun örneklerinden sadece bir kısmını teşkîl etmektedirler.[9]
Endülüs’te Yahudilerin Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasındaki siyasî ilişkilerde elçi, vezir ve müsteşâr olarak da görev yaptıkları vâkîdir. Meselâ, Kastilya-Leon kralı VI.Alfonso, Yahudi İbn Şâlîb’i İşbiliye Hükümdarı Mu’temid b. Abbâd ile gerçekleştirdiği görüşmelerinde elçilikle görevlendirmişti.[10] İkinci bir örnek de, (612/1215) tarihinde Yahudi Vezir İbnü’l-Fahhâr’ın Kastilya kralının elçisi sıfatıyla Muvahhidler’in başkenti Merakeş’e gelerek ateşkes ve barış antlaşması yapmasıdır.[11]
Hıristiyan İspanya topraklarında Yahudiler Endülüs’tekine benzer işleri üstlenmişlerdi. Vezirlik, elçilik, askerî hizmetler, dokumacılık, kitap istinsâhçılığı, ciltçilik, terzilik gibi zanaatın bütün kollarında işleri yürüten onlardı. Bunun sebebi, askerlik ve kahramanlık ruhuyla ticaret, zanaat, vb. işlerden uzak durarak sadece iyi bir asker veya idâreci olma düşüncesinin, bütün imparatorluk halkları arasında geçerli olduğu gibi, İspanyollar arasında da hâkim olmasıdır. Müslüman Endülüs’te ise, Yahudiler aynı şekilde sayılan alanlardaki işleri yürüten kesim olarak zengin olmuşlar ve bu sebeple huzurlu, müreffeh bir hayat yaşamışlardı. Meselâ, Mülûkü’t-Tavâif’ten Meriye Emîri Mu’tasım’ın, Sarakusta’daki Hûdîler’in ve Şentemeriyetü’ş-Şark’taki Rezînîler’in vezirleri birer Yahudi idi. Zîrîler’in hâkim olduğu Gırnata’da da Hâciblik görevi, İsmail b. Nağrâle adlı bir Yahudi’nin elindeydi.[12]
Müslüman yöneticiler, fetih yıllarından itibaren Yahudilerden istifâde etmişlerdi. Önceleri fethedilen yerlerin korunmasında onlara mutlak olarak güveniyorlardı. Çünkü, Vizigotlar’ın idâresi altında sıkıntılı bir hayat yaşamakta olan Yahudiler, doğu İslam dünyasındaki dindaşlarının İslam yönetimi altındaki rahat durumlarını bildikleri için İspanya’nın fethinde Müslümanlara yardımcı olmuşlardı. Ancak, sonraki zamanlarda yani, on birinci yüzyıldan itibaren Müslümanların, artık o zamana kadar olduğu gibi güçlü durumlarını muhâfaza edemez hâle düşmeleriyle Yahudiler, daha güçlü konuma geçmeye başlayan kuzeyli Hıristiyan İspanyollar’dan yana tavırlarını belli etmeye başlamışlardı.[13] Bu hareketin sebebi Yahudilerin ırksal özelliği olarak söylenen ihânetle açıklanmaya çalışılsa da,[14] gerçek sebep ticaret erbâbı bir topluluk olan Yahudilerin değişen güç dengeleri çerçevesinde ekonomik çıkarları ve geleceklerini doğal olarak garanti altına alma güdüsü olsa gerektir. Bu sebeple, doğrudan etkisi altında kaldıkları taraflardan daha güçlü olandan yana tavırları değişmekteydi.
Yahudiler, Hıristiyan devletlerin ordularıyla da yakın münâsebet içindeydiler. Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında kısa aralıklarla devam eden savaşlar esnasında, Hıristiyan askerlerin elde ettikleri ganîmet mallarını satın alırlar veya ihtiyacı olan malları askerlere satarlardı. Müslümanlar için de aynı durum geçerliydi. Yahudilerin doğuda ve Akdeniz kıyılarındaki önemli stratejik yerlerde ticaret merkezleri vardı. Bu yerlerde, doğal olarak nüfusları daha fazla olurdu. Meselâ, Tarakûne, Gırnata ve Elyesâne şehirleri, içinde Yahudi nüfus diğerlerine oranla daha fazla olduğu için Yahudilerin kalabalık olduğu şehir anlamında Yahudi şehri olarak da anılmışlardır.[15]
Her bakımdan değerlendirildiğinde Endülüs toplumu içerisinde Yahudilerin, başta da belirtildiği gibi, Müslüman ve Hıristiyan kesimleri arasında kültür ve medeniyetin dönüşümünü sağladıklarını söylemek yanlış olmasa gerektir. Çünkü, onlar iki taraf arsında hatta Fransa içlerine sürekli ticârî yolculuklar yapıyorlar ve bu arada toplumsal değerlerin yayılmasına aracılık ediyorlardı.[16]
TÜRKİYE’DEKİ ENDÜLÜS YAHUDİLERİ
Türkiye’deki Yahudilerin %98’i Endülüs Yahudisi’dir, yani İspanya’dan kovulmuş Sefarad Yahudileri’dir. Bunlar İspanya Yahudisi değillerdir, bir başka deyişle bunlara İspanya Yahudileri demek doğru değildir. Çünkü, 711 yılında İspanya’nın Müslümanlar tarafından fethedilmesinden önce Vizigot devleti onları ya Hristiyan olmak ya ülkeden gitmek ya da işkenceyle ölüme razı olmak seçenekleriyle yüzyüze bırakmıştı. İslam fethiyle özgürlüklerine kavuşan İspanya Yahudileri, Endülüs İslam Devleti içerisinde en parlak çağlarını yaşamışlardır. 2 Ocak 1492 tarihinde İslam idaresi sona erince ise, işgalci Hıristiyan İspanyollar Müslümanlardan evvel ilk 3 ay içinde Yahudileri ülkeden kovmuşlardır. Gizlice kalmaya çalışanları da Engizisyon giyotinlerinde öldürmüşlerdir. Şimdi, bu tarihi gerçek önümüzde dururken, Engizisyoncu İspanyolların kovduğu ve Osmanlı Türklerinin kucak açtığı o insanlara halâ “İspanya Yahudisi” demek, ancak ya tarihi gerçekleri bilmemekle ya da art niyetle açıklanabilir.. Arap Dünyası, Amerika, Avrupa ve hatta İspanya’da Endülüs araştırmaları büyük yekun tutarken, Türkiye’deki yüzlerce Endülüs Yahudisi’nden Endülüs İslam Tarihi alanında bir tane bile çalışma yapılmamış olması manidardır..
Türkiye’deki Endülüs Yahudileri’nin 500. Yıl Vakfı’nı ziyaret edip kendilerinden bilgi almanız mümkündür.
Orada özellikle Naim Güleryüz beyden kültürel tarihleri konusunda bilgilenebilirsiniz… http://www.muze500.com
Hıristiyanlar ya da Müsta’ribler (Mozaraplar, Mozarabes)
Sözlük anlamıyla ‘Araplaşanlar’ anlamına gelen kelime, Endülüs sosyal hayatına dâir bir kavram olarak, 711 yılından itibaren[17] Arapça konuşmak ve Müslümanların hayat tarzını taklit etmek suretiyle dil ve hayatları bakımından Araplaşmış olan Endülüs İslam Devleti vatandaşı İspanyol Hıristiyanları ve Yahudileri için kullanılır. Ancak, bu kavram her çağda ve her ortamda dinleriyle millîyetleri örtüşmüş bir halde yaşayarak kimliklerini muhâfaza edebilmiş olan Endülüslü Yahudilerden çok, aynı topraklarda yaşayan Hıristiyanların kastedildiği bir kavram olmuştur.[18]
Müsta’ribler de İberya Yarımadası’nın siyasî, sosyal ve kültürel alanlarında Yahudilerinkine benzer bir rol oynamışlardır. Ancak, bir farkla ki, Yahudilerin toplumsal etkinlikleri fetih yıllarından itibaren sürerken, buna karşın Müsta’ribler Reconquista hareketinin hızlandığı yani, Hıristiyan İspanyol devletlerinin Talamenka, Tuleytula, Mecrît ve Veşka gibi önemli İslam şehirlerini; Sağru’l-Evsat adı verilen Endülüs’ün orta sınır bölgesindeki Medînet Sâlim, Vâdî’l-Hicâre, Semmûre, vb. şehirleri işgal etmeye başladıkları V./XI. yüzyıldan itibaren toplumsal hayatta etkili olmaya başlamışlardır. Sonraki yıllarda da, Müslüman-Hıristiyan etkileşiminde büyük rol oynamışlardır.[19]
Hıristiyan ahâliyi, emîr ya da halîfe tarafından kendi içlerinden seçilen kont unvanlı ve “kûmis” (comes) adı verilen cemaat lideri yönetiyordu. Bu lider aynı zamanda sarayda temsilci olarak da görev yapardı. Diğer bir görevli de, vergi işlerini yürütürdü. Hıristiyanların kendi normal mahkemeleri olduğu gibi, kontun başkanlığında görülen istinâf mahkemeleri de vardı. Hıristiyan vatandaşlar mülkî ve askerî devlet makamlarına tayin ediliyor, dinî müsâmaha ve kânunî eşitlikten yararlanıyorlardı.[20] Fethedilen şehirlerde büyük miktârlarda mevcut olan Müsta’rib nüfus, kendilerine karşı Müslümanlar tarafından gösterilen güzel muâmele sonucu Müslümanların dili ve hayat tarzlarını taklit ederek huzur içinde yaşamışlardı. Asırlar boyunca, İslam kültürü ve medeniyetini bizzat yaşayarak görmüş ve öğrenmiş olmanın getirdiği yüksek seviyelerini işgalden sonra da muhâfaza etmişler ve Hıristiyan devletlerin siyâset, yönetim, ekonomi, eğitim, ticaret ve mimârî alanlarında aradıkları ve çok yararlandıkları insanlar olmuşlardı.[21]
Endülüs İslam hükûmetleri, Endülüs Emevileri döneminden itibaren özellikle siyasî elçilik konusunda Müsta’riblerden yararlanmışlardır. Ayrıca idâre, ordu ve saray içi bazı mevkilere gelmeleri de mümkün olmuştur. Fetih yıllarının akabinde, Endülüslü komutan Alkame Reconquista hareketinin başlatıcısı sayılan Asturîşli Pelayo’nun sığınağı Covadonga mağaralarına, direnmesinin faydasız olacağını anlatması için Müsta’riblerden birini elçi sıfatıyla göndermişti. Yine, Emevi hükümdarları II. ve III.Abdurrahman ile Hakem el-Müstansır da kuzey İspanya ve diğer Avrupa ülkeleri ile Bizans’a elçi olarak Endülüs vatandaşı Hıristiyanlardan seçerek görevlendirmişlerdir.[22]
Bu tür görevde bulunanlara en güzel örnek, İşbiliye hükümdarı Mu’tezid b. Abbâd’ın vezirlerinden olan Müsta’rib Sisnando Davides’tir. Mu’tezid’in babası Kâdî b. Abbâd’ın Kulumriye bölgesine düzenlediği bir akın sırasında genç yaşta esir edilmiş, saraya getirilerek diğer gençlerle birlikte eğitim görmüş, zekâsıyla göze girince de bu göreve getirilmişti. Ancak, zamanla saray içinde kıskanılmaya başlanınca âkıbetinden endişe ettiği için Endülüs’ten kaçmış ve Kastilya kralı Fernando’nun sarayına sığınmıştı. Burada çok iyi karşılanmış ve aynı görevine bu sefer İspanyollar için devam etmişti. Fernando’nun oğlu VI.Alfonso’nun, Endülüs Müslümanlarına karşı güttüğü siyâsetin oluşumunda ve en önemlisi İslam kültür ve medeniyet birikimlerinin Hıristiyanlara aktarılmasında Sisnando’nun rolü büyük olmuştur.[23]
Endülüs Emevileri’nin yıkılmasının ardından Cezâiru’ş-Şarkıyye’ye sâhip olan Emîr Mücâhid Âmirî’nin âzatlı kölesi de bir Müsta’rib idi. Ebû Âmir İbn Garsiye adındaki bu kişi, Müslümanların içerisinde yıllarca yaşarken kendi dinini muhâfaza etmişti. Bir fırsatını bulup kuzeye Hıristiyan bölgesine kaçmış ve oradan efendisine mektuplar göndermeye başlamıştı. Mektuplarında Araplar’ı ve Müslümanları aşağılıyor ve aşırı bir dinî taassup sergiliyordu. Tabii ki, kendisine karşı Müslüman âlimler tarafından çok edebî ve etkili reddiyeler de yazılmıştı. Bu reddiyeler, İslam ve Endülüs kültür dünyasındaki “Şuûbiye Hareketi”nin de bir parçasını teşkîl etmektedir.[24]
İlk yıllardan itibaren kuzeyli kardeş ve dindaşlarıyla sürekli irtibat hâlinde olan Endülüslü Hıristiyanlar için, bu bağlantıyı kolaylaştıran unsurlar vardı. Bunlar içinde, sınırlarda karşılıklı sivil giriş çıkışı engelleyici herhangi bir kısıtlamanın olmayışı önemlidir. Bu sayede Hıristiyanlar, kendi lisânlarını sonraki nesillere aktarma imkânı buluyorlardı. Kısaca, bazı iç savaşlarda Müslümanlara ihânet veya düşmanlara yardım etmeleri[25] bir yana görüntüleri, giyimleri, lisânları, alışkanlıkları ve kültürel birikimlerini İslam topraklarında kazanmış ve çağın üstün siyasî, kültürel ve medenî gücünün üyeleri olarak, kuzeyli Hıristiyanlar ile sürekli ilişki içerisinde bulunan Müsta’riblerin, İspanyol şehirlerindeki halklar üzerinde derin bir etki bırakmış olmaları hâdisesini anlamak zor olmasa gerektir.[26]
Endülüs’te Murâbıtlar ve Muvahhidler dönemlerinde, daha önceki dönemlerle mukayese edildiğinde bazı olumsuz gelişmelerin olduğu da görülmüştür.[27] Buradan, mezkûr dönemlerin fikrî ve kültürel gelişmenin zirveye ulaştığı ve fakat, aynı zamanda gerilemeye yüz tuttuğu bir zaman dilimi olduğu kabul edildiğinde, böylesi bir ortama sâhip toplumların din ve düşünce özgürlüğü konusunda daha müsâmahasız bir yapıya bürünmeye başladıkları sonucuna da varılabilir.
Karşılıklı Evlilikler ve Endülüs Hayat Kültürü
Güneyli Müslümanlar ile kuzeyli Hıristiyanlar arasındaki ilişki ve etkileşim yollarından birisi de, insanların karşılıklı karışımını sağlayan evliliklerdir. Daha ilk dönemlerde vâlilerle başlayarak sonradan halîfelerle devam etmiş olan İspanyol, Portekizli ve Fransız kadınlarla evlenme âdeti, Müslüman fâtihlerle yerel yönetimler ve halkların birbirleriyle kaynaşmasında önemli bir unsur olmuştur denebilir.[28]
Konunun ilk örneği, İspanya’nın fethi sırasında Gotların kralı olan Roderik’in ölmesiyle dul kalan karısı Egilona ile vâli Abdülaziz b. Musâ’nın yapmış olduğu evliliktir. Araplar’ın “Ümmü Âsım” adını verdikleri Egilona, kocası üzerinde öyle etkili olmuştu ki, bu evlilik Abdülaziz’in katledilmesine (97/716) kadar varan fitneye sebep olmuştu. Diğer bir örnek ise, Aquitania Dükü Otto’nun kızı Fransız L’Ampegie ile Osman b. Ebû Nes’a’nın evliliğidir. Osman, hanımının etkisinde kalarak Otto ile Müslümanların aleyhine olacak bir antlaşma yaptığı için kendisiyle savaşa tutuşan Abdurrahman Gâfıkî tarafından öldürülmüştü (113/731).[29]
İlginçtir ki, Endülüs Emevileri emîrleri ve halîfelerinin hemen hepsi, hür bir anneden değil de ya İspanyol ya Berberî ya da Slav kökenli Saklebî câriye annelerden doğmaydı. Meselâ, II.Abdurrahman’ın (822-852) hanımı, Tarûb adlı bir câriyeydi. Ayrıca, III.Abdurrahman’ın (912-961) annesi de, Araplarca “Müzenne” diye adlandırılan Navarlı Maria’ydı. III.Abdurrahman’ın oğlu Hakem’in (961-976) hanımı olan Aurora da, Bask veya Navar asıllıydı ve Araplar ona “Subh” adını vermişlerdi. Subh, kocası zamanında ve özellikle Hakem’in vefâtından sonra 12 yaşındaki oğlu Hişam’ın halîfe olmasıyla devlet idâresinde çok büyük bir nüfuza sâhip olmuştu. Bu nüfuzunu, kendi yardımlarıyla devletin üst kademelerine hızla tırmanıp en yüksek idâreci makamı olan Hâciblik sıfatını kazanan ve daha sonra neredeyse hilâfet makamına bile sâhip olabilecek konuma yükselen güçlü komutan Hâcib el-Mansûr Muhammed İbn Ebi Âmir ile birlikte iyice perçinlemişti. el-Mansûr da Navar kralı II.Sancho’nun bir kızıyla evlenmiş ve ondan Şencûl adıyla da anılan oğlu Abdurrahman Me’mûn dünyaya gelmişti.[30]
Hıristiyan kadınlarla yapılan evlilikler, Endülüs’ün sınır bölgelerinde yerleşik olan emîrler arasında daha sık görülen bir gelenek olmuştu. Meselâ, Müvelled Kasîoğulları, Müvelled Tavîloğulları ve Serakusta emîrleri ile Navar ve Kastilya kralları arasında karşılıklı kız alıp vermeler vâkidir. Hatta, bazı Navar kralları ile bazı Kasîoğulları emîrleri anne tarafından kardeştiler. Bu sebeple, akraba olan bu gruplar ister Müslüman ve isterse Hıristiyan olsun, düşmanlarının karşısında tek yumruk olarak durmuşlardır. Mülûkü’t-Tavâif’ten bazıları da bu geleneğe uymuşlar ve kuzeyli Hıristiyan prenseslerle evlenmişlerdir. Dâniye ve Cezâiru’ş-Şarkıyye Emîri Mücâhid Âmirî bunlardandır. Mücâhit’in hanımı, İspanyol Hıristiyan Cûd idi. Mücâhit, bu hanımından doğma beş kızını diğer Müslüman emîrlerle evlendirmişti. Ancak, her millette görülebileceği gibi bu evlilikler de casusluk, vb. siyasî çıkarlara âlet edilmişti. Nitekim, Mücâhit kızları vâsıtasıyla damatlarının siyasî, askerî sırlarına vâkıf oluyordu.[31]
Kuzeyli Hıristiyan prenseslerden başka, Endülüs tarihi boyunca yapılan karşılıklı savaşlarda ele geçirilen veya cizye ya da hediye olarak hükümdarlara sunulan Hıristiyan kız ve kadınlar, Müslüman idâreci ve zenginlerinin saray ve konaklarında ya câriye ya da eş olarak daimâ yer bulmuşlardı. Endülüs hükümdarları cizye aldıkları Hıristiyan krallara, cizye ile birlikte daha çok Galicialı (Gâlîsiyyât, Gallegas) kızların getirilmesini de şart koşuyorlardı. III.Abdurrahman gibi bazıları da bu şarta kızların mavi gözlü, kızıl saçlı ve beyaz tenli olmalarını da eklemekten geri kalmıyordu. Meselâ, İşbiliye kasrinda bulunan büyük bir revâk, özellikle her yıl Hıristiyan devletlerden cizye veya hediye olarak gönderilen onlarca kızın karşılanması merâsimleri için kullanılıyordu.[32]
Kuzeyli Hıristiyan kadınlar ile evlenme âdeti, sadece emîrler veya halîfeler arasında yaygın değildi. Bilakis, aynı şeyi Müslüman toplumun elit ve zengin tabakası mensubu erkekler de yapıyorlardı. Bunun fetih yıllarına dayanan sebepleri vardır. O yıllarda ve daha sonra İberya Yarımadası’na gelen Arap-Berberî erkeklerinin hemen tümü askerdiler ve yanlarında kadın ve âileleri olmadığı halde gelmişlerdi. Bu durumda, yeni yurt edindikleri bu ülkenin yerli halkından kadın ve âile edinmeleri kaçınılmazdı. Bu tür evliliklerden meydana gelen yeni nesil veya Endülüs Müslümanlarının ikinci nesli, daha çok Müvelled denilen sosyal tabakayı teşkîl etmiştir. Nitekim, Endülüs Emevileri sarayı bir nevi bir Müvelled evi hâline gelmişti. Zamanla bu nesil, kişilik ve kültür olarak Müslüman Arap kimliğini kazanmıştır.[33]
Taraflar arasında gerçekleşen bu evliliklerin hem Hıristiyanlar ve hem de Müslümanlar için önemli sonuçları olmuştur. Artık, Endülüslü çocukların pek çoğu Arapça yanında kendi ana dilini de konuşuyorlardı. Bu durumsa, kültürel zenginlik bakımından aranan bir ortam oluşturuyordu. Şüphesiz, bu yabancı kadınlar kendi fikir, gelenek ve kültürlerinin Müslüman elit tabaka arasında yayılmasını da sağlamışlardır.[34] Ancak, bu sayede dışarıdan gelen yeni âdetler mevcutlarıyla kaynaşarak, Endülüs toplumunu doğu İslam toplumlarından farklı ve orijinal kılan “Endülüs hayat kültürü”nü meydana getirmiştir.
Sosyal hayatın şekillenmeye başladığı merkez olan âile, bu türden evlilikler nedeniyle iki farklı kısımdan teşekkül ediyordu. Evlerin bir kısmında Hıristiyan câriye eşler ve çocukları, diğer kısmında ise, hür Müslüman kadınlar[35] ve çocukları otururdu. Çocuklar âilede annelerine tâbi olduklarına göre, aynı evlerde fakat farklı bölmelerde yaşayan çocuklar annelerinin dil, din ve düşüncesi çizgisinde gelişim gösteriyorlardı. Bu sebeple, Endülüs elit çevreleri içerisinde arasıra birbirini anlayamamaktan ya da nüfuz veya mal mücâdelesinden kaynaklanan anlaşmazlık ve çatışmalar da yaşanıyordu. Bu kadınlar, her ne kadar birer Müsta’rib olarak Araplığın ve Müslümanlığın gereği hayat tarzına uyum göstermiş görünseler de, Hıristiyanlıklarını ve millîyetlerini unutmalarını düşünmek, insan psikolojisine uygun bir davranış olmasa gerektir. Asıllarını unutamadıkları için de, Endülüs toplumu ve devletinin siyasî ve askerî sırlarını Hıristiyan devletlere sızdırdıkları vâki olmuyor değildi.[36] Ortaya çıkan zengin kültürel ortama karşın, olayın bu yönü Müslümanların millî menfaatleri açısından olumsuz bir durum sayılabilir.
Endülüs idâreci ve zenginlerinin saray ve konaklarında ortaya çıkan bu yeni durumu harem nizamı olarak adlandırmak mümkündür. Bu âdet, yalnızca Endülüslülere has kalmamış İspanyol kralların mâlikâne ve saraylarına da sirayet etmişti.[37] Şöyle ki, zamanın İberya Hıristiyan devletleri içinde üç şekil evlilik görülüyordu. Birincisi, Kilise’nin onayladığı “Bendicion” adı verilen ve dinî törenle gerçekleşerek kutsal sayılan bir evlilik şeklidir. İkincisi, “Yuras” diye isimlendirilen, Kilise’nin engel olmadığı ve tarafların anlaşmasıyla gerçekleşen basit evlilik; üçüncüsü ise, Kilise’nin kânunîdir diye onaylamadığı “Barragania” adı verilen ve İslam geleneğindeki “teserrî, istifrâş, yataklık edinme” yani, câriye eş edinme âdetinin benzeri, fakat taraflar arasında resmî veya dinî bir bağın onaylanmadığı evlilik şeklidir. Bu türlerden son ikisinin Hıristiyanlara İslâmî gelenekten geçtiğini söylemek yanlış olmayacaktır.[38]
Nitekim, Kastilya, Leon ve diğer Hıristiyan krallarının pek çoğu normal evliliklerinden başka haremlerinde birçok yataklık câriye barındırıyorlardı.[39] Buradan hareketle, Hıristiyanlar her ne kadar kabul etmeseler de, Müslüman gelenekleri ve hayat tarzının kuzeyli Hıristiyan devlet adamlarının hayatlarında büyük etkisi olduğu kabul edilmelidir.
Buraya kadar, Endülüs’lü Müslüman erkeklerin Hıristiyan kadınlar ile yapmış oldukları evlilikler incelendi. Taraflar arasında bir iletişim kanalı olarak evlilik konusunun diğer yanını ise, Hıristiyan kralların Müslüman kadınlar ile yaptıkları evlilikler oluşturmaktadır. Meselâ, I.Alfonso’nun oğlu Mauregato’nun (Mûrgât) annesi Müslüman asıllı bir kadındı ve kendisi Leon kralı olduğunda (784-789), aradaki akrabalık bağından ötürü Hıristiyan düşmanlarına karşı Müslümanlar ile ittifak antlaşması yapardı. Doğal olarak, onun bu tavrı kendi dindaşlarını çok kızdırırdı. I.Alfonso yanında, İspanyollar’ın meşhur krallarından olan VI.Alfonso’nun da Zâide adlı bir Müslüman kadın ile evliliği söz konusudur.[40]
Reconquista hareketi sonucu Müslümanlardan geriye alınan yerleşim yerlerinde eskiden beri yaşamakta olan halk ile sonradan oraya yerleşenler arasında da evliliklerin olduğu düşünülmelidir. öylesi ortamlarda İslâmî dönemin kültürüyle yıllar boyu içiçe yaşamış halkın, yeni gelen Hıristiyanlara Endülüs kültürünü verdiklerinı söylemek yerinde bir tespit olacaktır. Müslüman ve Hıristiyan iki ayrı millet aynı topraklar üzerinde yaşarken sürekli savaş hâlinde olmaları mümkün olmadığı ve zaten tarafların buna güçleri yetmeyeceğinden, aradaki uzun barış dönemlerinde karşılıklı evlilik ve kültür ilişkilerinin olması doğal ve kaçınılmazdı.[41]
Sonuç olarak, gerçekte Endülüs âilesini İslam’a girmiş görünsün veya eski dininde kalmış olsun İspanyol, Portekiz veya Fransız asıllı Hıristiyan kadınlar yönetiyordu demek yanlış olmayacaktır. Durum böyle olunca, Endülüs âile müessesesi, İslâmî eğitim ve geleneksel değerlerin yeni nesillere aktarılmasında belki de olumsuz bir konumda bulunmuş sayılabilir. Kendi değerlerinin yeni kuşaklara kazandırılması işi ise, yaygın ve örgün eğitim kurumlarına kalıyordu. Endülüs elit tabakasının evlerindeki bu âilevî gerçeğin, sosyal ve siyasî barışı tehdit edici bir yanının olduğu da düşünülmelidir. Çünkü, evlerde mevcut farklı kamplardaki insanların istek ve hedefleri de farklı olacağından dolayı, kutuplaşma ve çatışmaların ortaya çıkması kaçınılmaz olarak değerlendirilmelidir.[42]
Endülüs ile İspanya krallıkları Arasındaki Çatışmada Endülüslü Hıristiyanların Rolleri
İberya Yarımadası’nda Müslümanlar ile Hıristiyan İspanyol devletleri arasında cereyân eden hâkimiyet mücâdelesine, “Endülüs Hıristiyanları” (Nasârâ’l-Endelüs, Müâhidûn, Müsta’ribûn) adı verilen Endülüs vatandaşı olan veya vatandaşken daha sonra kuzeye İspanyol hâkimiyetindeki bölgelere göç eden Hıristiyanlar pek çok defa taraf olmuşlardı. Doğal olarak din kardeşlerinin safında yer alıyorlar fakat böyle yaptıklarında göç etmiş olanlar vefâsızlık, vatandaş olanlar ise Endülüs devletiyle olan zimmet akdini bozmuş oluyorlardı.
Endülüs’ün ilk dönemlerinde, Müslümanlar içerisinde huzurlu bir hayat yaşarken kuzeye İspanyol bölgesine göç eden Endülüs Hıristiyanları olmuştu. Bunun sebebi olarak, Müslümanlardan baskı ve sıkıntı görmelerini göstermeye çalışan yazarlar olmuşsa da, E. Levi Provençal gibi Endülüs araştırmalarının önde gelen isimlerinin de tespitleri doğrultusunda bu tür iddiaların doğru olmadığı anlaşılmıştır. Nitekim, fethin akabinde Endülüs’ten göç edenlerin ekserîsi Müslümanların müsâmaha ve adâletli yönetimleri hususunda mutmain olduktan sonra geriye yerlerine dönmüşlerdir.[43]
Daha sonraki asırlarda Endülüs’ten kuzeye Hıristiyan göçleri görülmüştür. Bu göçmenlerin bazılarının amacı, sadece Hıristiyanların yerleştiği ve Gayri Müslim bir idâreye sâhip bir bölgede oturmaktı. İslâmî idâre altında dinî gereklerini yerine getirmede hür bırakılmalarına rağmen bu yönde hareket etmeleri, herhalde onların daha mutaassıp dindar olmalarıyla izâh edilebilir. Hıristiyan İspanya topraklarında inşa edilen büyük kiliselerin büyük bir kısmının Endülüs göçmenlerinin öncülüğünde yapılmış olması bu fikri destekler mâhiyettedir. Bu kiliselere örnek ise Sahagun, San Miguel de Escalada ve San Martin de Castanedâ kiliseleridir. Ayrıca, bazı Leon ve Kastilya vesîkalarında Mâlik, Hişâm ve Hilâl gibi Arap isimli râhiplere de rastlanmaktadır.[44]
Kuzeye göç eden Hıristiyanların diğer bir kısmı da kendiliklerinden değil tehcîr siyâseti neticesi bu duruma düşmüşlerdir. Tehcir siyâseti ise, devlete karşı yerli Hıristiyanların hıyânet ve isyan içine düşmeleri sebebiyle uygulanmıştır. Endülüs’te ne zaman bir büyük fitne-kargaşa dönemi yaşansa, ortalığın sakinleşmesinden sonra devlet tarafından mutlaka kuzeye bir Hıristiyan tehcîri yapıldığı görülmektedir.[45]
Göçlerin bir diğer nedeni de, Müslümanlardan alınan ve savaş sebebiyle tahrip olmuş şehirlerin imarı, ayrıca Endülüslü Hıristiyanların Müslümanlardan kazandıkları görgü ve medeniyet bilgilerinden istifâde etmek için Hıristiyan kralların yapmış oldukları teşvikler olsa gerektir. Bu konuda Endülüslü Hıristiyanlar, krallardan pekçok ayrıcalık ve ikram vaad eden mektuplar alıyorlardı. Nitekim, bu dâvetlere icabetle göç eden Müsta’riblerden kale, siper ve hatta sağlam şehir yapımında istifâde edildiği bilinmektedir.[46]
Endülüslü Hıristiyanların, konumlarını değerlendirerek kendi komşuları ve hâmîleri olan Müslümanlara karşı işledikleri en büyük cürüm, şüphesiz zaman zaman girişmiş oldukları hıyânet ve isyan hareketleridir. İspanyollar’ın herhangi bir Endülüs şehrini kuşatmaları esnasında düşmana bilgi sızdırmak ve klavuzluk etmek hatta, Müslümanların durumlarını ümitsiz gördükleri zamanlarda kale içerisinde isyan hareketi gerçekleştirmek gibi hareketleriyle Müslümanları çok zor duruma düşürdükleri zamanlar olmuştur. Meselâ, 330 (942) tarihinde Leonluların Tuleytula saldırıları sırasında düşmana açıktan yardım etmişler, savaşta pekçok Müslümanın ölmesine sebep olmuşlar, ancak sonuçta Müslümanların gâlip gelmesiyle hayatlarından da olmuşlardı. Yine benzer bir isyan örneği, Murâbıtlar döneminde Aragonlular ile yapılan Gırnata savaşları esnasında yaşanmış ve sonuçta Gırnatalı Hıristiyanlar ölüme değil de tehcire tâbi tutulmuşlardı.[47]
1120 tarihinde gerçekleşen Ketunde yenilgisi, Endülüs’ün istikbâli açısından büyük bir felâket ve Murâbıtlar için ise bir askerî güç zaafının başlangıç göstergesiydi. Nitekim, durumu farkeden Müsta’rib Gırnata Hıristiyanları, Murâbıtlar’a karşı isyana cesaret edebildiler. I.Alfonso’nun başarısından sonra kendisine mektuplar göndererek Murâbıtlar’ın Endülüs’teki başkentleri olan Gırnata’yı işgal etmeye teşvik ve dâvet ettiler. İçlerinden 12 bin erkeğin isminin geçtiği mektuplarında Müslümanlara karşı yapılacak savaşa bedenî ve malî her çeşit katkıyı yapmaya hazır olduklarını yazdılar. Bu dâvete dayanarak Alfonso, 25 bin kişilik ordusuyla 519 yılının Şaban ayında (Eylül 1125) Sarakusta’dan hareketle önce doğuya, ardından güneye yöneldi. Belensiye içlerine kadar girdi ve geçtiği her yeri tahrip etti. Yürüyüşü esnasında kendisini işgale çağıran Endülüslü Hıristiyanların katılımlarıyla ordusunun adedi sürekli artmaktaydı. Bu Hıristiyanlar aynı zamanda Alfonso’ya Müslümanların sırlarını ve zayıf noktalarını da ifşâ ediyorlardı (26 Zilhicce 520/12 Ocak 1127).[48]
Alfonso’nun giriştiği bu harekâtta Endülüslü Hıristiyanların rolünün büyük olduğu kaynaklardan anlaşılmaktadır. İspanya fethinin ilk yıllarından itibaren Müslüman hükûmetlerden adâletli ve güzel muâmele görmelerine rağmen, devlet ile olan zimmî antlaşmalarını bozmuşlar, isyan etmişler ve böylelikle artık Müslümanlar için gizli değil açık bir tehlike timsâli hâline gelmişlerdi. Artık onlar Müslümanlar ile savaşma ve İspanyalılar’ı Endülüs’e saldırtma hususunda her fırsatı değerlendirir olmuşlardı. Bu duruma kesin bir çare arayan Müslümanlar, içlerinden bir heyeti Merakeş’e[49] Ali’nin yanına gönderdiler. Gırnata Kadısı Ebû’l-Velîd İbn Rüşd liderliğindeki heyet, boğazı geçerek Halîfe Ali’ye geldi. Endülüslü Hıristiyanların yaptıklarını hükümdara anlattılar. Yapılan durum değerlendirmesi sonunda İbn Rüşd, Gırnata Hıristiyanlarının sürgün edilmesi yönünde fetvâ verdi. Ali de bu fetvâ ile amel ederek onları Mağrib’in şehirlerine sürgün ettirdi (521/1127).[50] 1125 yılında, yine Aragon kralı I.Alfonso’nun bu defa Belensiye’ye yaptığı saldırı sırasında Müsta’ribler düşmana klavuzluk etmişti. Bu konudaki örnekler ilk dönemlerden son zamanlara kadar aralıklarla görülmüştür.[51]
Şimdiye kadar belirlenen olumsuz durumlar ve örneklere karşın, Endülüs Hıristiyanları Müsta’rib topluluklar içerisinde Müslümanların kendilerine gösterdiği güzel muâmeleye sevgi ve vefâ ile mukâbele edenler de yok değildi. Meselâ, VI.Alfonso’nun veziri olan Müsta’rib Sisenando, Tuleytula’nın işgali sırasında (478/1085) Müslümanlara iyi davranmıştır.[52] Murâbıtlar’ın çökmesi ve Muvahhidler’in Endülüs’e hâkim olmasından sonra kuzeye göçmüş bulunan bazı Müsta’rib topluluklar, Müslümanların hoşgörüsüne sığınarak Endülüs’teki yurtlarına geri dönmüşlerdir. Kendilerine iyi davranılarak Tâcu vâdîsine yerleştirilmişlerdir. Bunlardan bazıları kendiliklerinden İslam’a girmişler, ancak 897 (1492) tarihinde Endülüs’te İslam hâkimiyeti sona erdiğinde pek çoğu eski dinlerine geri dönmüşlerdir.[53]
Müsâmaha Ruhu ve İnsânî Değerlerde Etkileşim
Sosyal hayatta Endülüs İslam kültürü ve medeniyetinin İberya Hıristiyanları üzerindeki tesirleri, öncelikle dinî müsâmaha, ahlâkî değerler, âdetler ve gelenekler, musiki, merâsimler ve bayramlar, giyim kuşam, yeme içme ve mesken tarzı veya mimârî konularında görülmüştür.
Kur’an ve Hz. Muhammed’in öğretileriyle şekillenmiş olan İslam Gayri Müslimler Hukukunun, Endülüs’e kadar olan İslam tarihi boyunca genelde gereğince uygulanmış olduğu görülmektedir.[54] Bu gelenek, Endülüs tarihi boyunca da hoşgörü ruhunun benimsenmesiyle olumlu bir tarzda sürmüştür. Konu, Hıristiyanlara âit olan bir yerin fethedilmesiyle İslam yurdu hâline dönüştürülen dolayısıyla, Müslümanlar ile Hıristiyanların içiçe yaşamak durumunda bulundukları Endülüs Yarımadası’nda, doğuda olduğundan daha büyük bir önem arz etmektedir.[55] Endülüs medeniyetinin ortaya çıkmasında, İspanyol ve Berberî topluluklarının Arap-İslam kültürünü özümsemeleri yanında, olağanüstü ekonomik refahın etkisini de göz ardı etmemek gerekir.[56] Yani, Endülüs tarihi içinde her ne ortaya konmuşsa bu, aynı çatı altında insanca bir düzene bağlı olarak ortaklaşa bir hayat süren farklı sosyal ve dinî unsurların beraberce çalışmaları sayesinde olmuştur demek mümkündür.[57]
Endülüs’te Müslümanların hâkimiyeti altındaki topraklarda yaşayan Hıristiyan ve Yahudilerin ibâdethâneleri açık bulunur ve oralara her isteyen gidebilirdi. Hatta, kiliselerde güzel yiyecek ve içecekler ikram edildiği için Müslümanlardan bile oralarda geceleyenler olurdu.[58] Bugün olduğu gibi, Endülüs’te de bereket ve ilâhî yardıma nâil olma arzusuyla Müslümanlardan kiliseleri, Hıristiyanlardan da câmi ve evliya türbelerini ziyaret edenler görülürdü. Gayri Müslim veya Müsta’rib bir sınıf olarak Hıristiyan ve Yahudiler, Müslüman âdetlerine saygı olarak domuz eti yemezler, çocuklarını sünnet ettirirler ve çoğunlukla çocuklarına Müslüman ismi verirlerdi. Edebiyatçı Ebû Ca’fer b. Abdullah İbn Şânce (Sancho) gibi bazı Müslüman edebiyatçılar da, bir Hıristiyan lâkabını benimseyebiliyordu. Böylesine bir tolerans ve insanîyete saygının hâkim olduğu Endülüs toplumu, daha sonra Hıristiyan devletleri tarafından da örnek alınmıştır.[59] Ancak, Dâniye’de köle olarak yıllarca yaşadıktan sonra kuzeye kaçan Ebû Âmir İbn Garsiye gibi bazı mutaassıp Hıristiyanlar, Müslümanlara karşı aşağılama faaliyetine girişerek nankörlük edebiliyor ve bu da, bir karşı Hıristiyan eleştirisini gündeme getirebiliyordu.[60] Bu süreç de, Müslüman ve Hıristiyan tarafları arasında zaman zaman dinî, kültürel ve medenî konularda sürtüşmeye neden olabiliyordu.[61]
Kastilya ve Leon kralları, çevrelerine Müslüman bilginleri topluyor, Müslüman mühendisleri istihdam ediyor, hiçbir aşağılık duygusu veya yermeye mâruz kalmadan Müslümanların müziğini dinliyor ve İslam kültüründen azamî surette istifâde ediyorlardı. Ancak, ne zaman ki arada cereyân eden Reconquista savaşları “haçlı savaşı” niteliğini kazandı, o zamandan itibaren Hıristiyan kralların bu tavırları biraz değişikliğe uğramıştır. Bu da Mülûkü’t-Tavâif döneminde, bilhâssa Tuleytula’nın işgal edilmesinden sonra başlamıştır. Bu değişime rağmen, Tuleytula’yı bir zafer kazanarak işgal eden VI.Alfonso, şehirde yaşamakta olan Müslümanların dinî hayat ve mukaddesâtlarına dokunmamıştı. Lâkin, Katolik Kilisesinin din adamları, bu durumdan hiç de hoşnut kalmamışlardı. Nitekim, VI.Alfonso’nun Tuleytula’dan ayrıldığı bir zamanda şehrin piskoposuyla kraliçe Konstance birlik olarak şehrin ulu câmisini kiliseye çevirdiler. Alfonso, şehre dönüp yapılanı öğrendiğinde öyle öfkelendi ki, bu suçu işleyenleri yakarak cezalandırmaya karar verdi. Ancak, şehir Müslümanları araya girerek şefaatçi oldular ve Alfonso da bu cezanın faydasız olacağına inanarak kararından vazgeçti.[62]
Tuleytula olayında olduğu gibi, Endülüs’te gerçekleşen ve Hıristiyan dinî taassubundan kaynaklanan bütün tatsız olaylar, Papalık ve onun İspanya’da görev yapan hepsi Fransız asıllı râhiplerinin mutaassıp tutumları yüzünden meydana gelmişti.[63] Bunu destekleyen birkaç önemli olay, tezin siyasî bölümlerinde görülebilir. Olayların ana fikri ise, bir İspanya kralının bir Endülüs kalesini işgali sırasında Müslümanlar ile sulhen antlaşma yapmasına, (daha çok Fransız-İtalyan menşeli) papazlar veya Haçlılar tarafından karşı çıkılarak, Müslümanların öldürülmeleri ve mallarına el konulmasını istemeleri şeklindedir.[64] Bu tür olaylardan, Müslümanlar ile daha yakın bir hayat sürmekte olan İspanyollar’ın, Fransızlar ve diğer Avrupalılar’a nisbetle daha hoşgörülü davranabildikleri sonucu da çıkarılabilir. Çünkü, Katolik Hıristiyan Kilisesi 1085 tarihinde İspanyollar’ı destekleyerek Tuleytula’nın alınmasına büyük katkı yapmıştı. Başarıyı gördükten sonra ise, Endülüs’ten Müslümanların tamamen çıkarılabileceğine inanmış ve bunun gerçekleşmesi için İspanyol ve Portekizliler’i sürekli kışkırtarak onlara her çeşit desteği sağlamıştır. Bu amaçla Endülüs’e yönelen Papalığın, İspanyollar’ın Reconquista’daki başarılarından cesaret alarak Kudüs merkezli Orta Doğuya da Haçlı Seferleri başlattığı bilinmektedir. Bu arada, aynı Papalık İspanya’yı da Katolikliğin taassup merkezi hâline dönüştürmüştü.[65] Bu durumda, daha çok Müdeccen Müslümanlar olumsuz muâmelelere mâruz kalmaya, ayrıca Reconquista savaşları da iyice kızışmaya başlamıştır.[66]
İberya Hıristiyanları, Endülüs Müslümanlarından insanî değerler konusunda da çok şey öğrenmiştir. Müslümanlar ile ortak hayatın getirdiği etkileşim sayesinde cömertlik, arkadaşlık, dostluk, hoşgörü, güzel ahlâk ve âdâbı muâşeret kuralları gibi insanlar arası ilişkilerin esasları Hıristiyanların hayatlarına girmeye başlamıştır. Ayrıca çocuklar, kadınlar ve yaşlıların haklarına riâyet etmeyi de Müslümanlardan öğrenmişlerdir.[67] Çünkü, özellikle Endülüs Emevileri, Murâbıtlar ve Muvahhidler dönemlerinin büyük hükümdar ve komutanları, İslam geleneğine uyarak, çıktıkları seferlerde evleri yakıp yıkmayı, çocuk, kadın ve yaşlılara dokunmayı askerlerine yasaklarlardı.[68]
Endülüs halkı, hangi dinden olursa olsun gâyet dindar insanlardı.[69] Özellikle, Müslümanlar içerisinde kendisine halkı kötülüklere karşı uyarma görevini veren çok sayıda erkek ve kadın âlim mevcuttu. Bunların kayıtlarını biyografik tarih kaynaklarında bulmak mümkündür.[70] Ancak, aynı toplum içinde medenî bir topluma yakışmayacak türden bazı alışkanlıklar da görülmüyor değildi.[71] Diğer yandan, Hıristiyan devletlerde bu tür insânî değerler çok daha gelişmeye muhtaç durumdaydı. Bu alanda, Muhyiddin İbnü’l-Arabî gibi Endülüs’te yetişmiş ünlü âlim ve mutasavvıfların fikirleri Hıristiyan dünyasına yayılmış ve etkili olmuştu.[72]
İslam kaynaklarında konu ile ilgili ilginç bilgiler kayıtlıdır. Meselâ, Galicia halkı için yani genelde Hıristiyanlar için, “onlar zâlim ve kötü ahlâklı, temizlenmezler ve yılda ancak bir iki defa soğuk suyla yıkanırlar, üzerlerinde parçalanıncaya kadar elbiselerini yıkamazlar, vücutlarında terden oluşan kir tabakasının bedenlerine yarayışlı olduğuna inanırlar, giydikleri elbiseleri çok dardır ve yırtmaçlarından vücutlarının ekserîsi görünür, güçlüdürler ve çarpışma ânında kaçmazlar” denmektedir.[73]
[1] Claude Cahen, “Zimme”, İA, XIII, 566-71; Mark R. Cohen, Haç ve Hilal Altında: Ortaçağda Yahudiler, Çev. Ahmet Fethi, İstanbul, Sarmal, 1997, s. 87 vd.
[2] İslam toplumunda Gayri Müslimlerin temel hakları ve Müslümanların Hıristiyanlığa bakış açıları konusunda geniş bilgi için bkz. Osman Şekerci, İslam Ülkelerinde Gayri Müslimlerin Temel Hakları, İstanbul, Nûn, 1996; Mustafa Fayda, Hz. Ömer Zamanında Gayr-ı Müslimler, İstanbul, İFAV, 1989; Yusuf el-Kardâvî, Gayru’l-Müslimîn fî’l-müctemai’l-İslâmî, Kahire, Mektebetü Vehbe, 1992; Bedrân Ebu’l-Ayneyn Bedrân, el-Alâkâtü’l-ictimâiyye beyne’l-Müslimîn ve gayri’l-Müslimîn fî’ş-Şerîati’l-İslâmiyye ve’l-Yehûdiyye ve’l-Mesîhiyye, İskenderiye, Merkezü’l-İskenderiye li’l-Kitâb, 1995; Ignaz Goldziher, “Ehlülkitab”, İA, IV, 208-209; İ. Agâh Çubukçu, “Müslümanların Hıristiyanlığa Bakış Açıları”, AÜİFD, C.XXXII, (Ankara) 1992, s. 221-232; Şaban Kuzgun, “Kur’ân-ı Kerim’e Göre Hıristiyanlık ve Hıristiyanlar”, Asrımızda Hıristiyan-Müslüman Münasebetleri, İstanbul, İSAV, 1993, 61-79; ; William A. Clebsch, Christianity in European History, N.York, 1979
[3] Özdemir, “Endülüs’de Birarada Yaşama”, s. 79; Hallâk, s. 20; Endülüs’te Zimmîlerin durumları konusunda daha fazla bilgi için bkz. Ömer Binmîre, “Cevânib min târîhi ehli’z-zimme fi’l-Endelüsi’l-İslâmiyye”, el-Endelüs: Kurûn mine’t-takallübât ve’l-atâât, C.III, Riyad, Mektebetü’l-Melik Abdülaziz Âmme, 1996, I, 203-226; Mez, Adam: Onuncu Yüzyılda İslam Medeniyeti: İslam Rönesansı, çev. Salih Şaban, İstanbul, İnsan, 2000, s. 57-58
[4] Yahudiler’in tarihi ve Türkler ile ilişkileri hakkında bilgi için bkz. Tanyu, Hikmet, “Yahudiler”, İA, C.XIII, 339-342
[5] Baki Adam, “Yahudiliğin Hıristıyanlığa ve İslama Bakışı”, AÜİFD, C.XXXVII, (Ankara) 1997, s. 333-357
[6] Hulel, s. 80; Himyerî, s. 45, 394; krş. Cohen, s. 167, 172-175, 180-186, Mark Cohen, burada şehirli Yahudiler için şu tespiti ekler: “Hıristiyanlık’taki kentli olarak Yahudi ile İslam’daki kentli olarak Yahudi‘nin karşılaştırılması, Yahudi-Müslüman ilişkilerinin neden Hıristiyan-Yahudi ilişkilerinde olduğundan daha az nefrete ve zulme yol açtığı konusunda aydınlatıcı olur.”
[7] Sâlim, Târîh ve hadâra, s. 180
[8] İbn Sehl, 37-39, 47-57; İdrîsî, I, 571, 734; İbn İzârî, IV, 228; Merâküşî, Mu’cib, s. 173; Hasan İbrahim Hasan, III-IV, 396; Özdemir, “Endülüs”, C.XI, 217; Cohen, s. 87-114, Cohen, 1148 tarihinde Muvahhid hâlifesi Abdülmü’min’in Sicilmâse’de Yahudiler’e karşı uyguladığı baskıcı politikâdan “Muvahhid zulmü” diye söz eder. bkz. s. 241-242
[9] İbn Bessâm, III, 290; İbn Dihye, s. 196; Ebû’l-Abbâs Ahmed İbn Ebû Usaybia, Uyûnü’l-enbâ’ fî tabakâti’l-etibbâ’, nşr. Nizâr Rıza, Beyrut, Dâru Mektebeti’l-Hayât, (ty), s. 498-500; Sâid Endelüsî, s. 200-207. Geniş bilgi için bkz. Arslan, Hulel, I, 295 vd.; Daniel, Medieval, s. 267 vd.; Sâlim, Târîh ve hadâra, s. 181-182; Robert I. Burns, Jews in the Notarial Culture: Latinate Wills in Mediterranean Spain, 1250ö1350, Univ. of California, (Çevrimiçi) http://libro.uca.edu, The Iberian Resources Online, Mart 2001, eserin tamamı Yahudiler’in Endülüs’teki kültürel hayattaki rolleri ile ilgilidir.
[10] İbn Sehl, s. 57-69, 81-82; Himyerî, s. 288
[11] İbn İzârî, III, 92; Makkarî, Nefh, IV, 192, 304, VI, 312-16; Arslan, Hulel, I, 295 vd.
[12] Dabbî, s. 332-33; Arslan, Hulel, I, 294 vd.
[13] İbn Sâhibüssalât, s. 124, 147vd.
[14] Mûnis, Fecr, s. 523, 526
[15] İdrîsî, I, 571, 734; krş. Burns, Crusader, s. 6
[16] Yahudiler’in Endülüs tarihindeki önemli yeri konusunda geniş bilgi için bkz. Arslan, Hulel, I, 295 vd.; Gonzalez Palencia, Fikr, s. 488 vd.; Levi-Provençal, Hadâra, s. 87 vd., 132 vd.; Hitti, III, 859-860; Âşûr, s. 268 vd.; Jacob R. Marcus, The Jew in the Medieval World: 315-1791, N.York, Harper Torchbooks, 1965, s. 20 vd.; Abdülhalîm, s. 412-413; Eliyahu Ashtor, Jews of Moslem Spain, çev. J. M. Klein, N.York, I-II, 1993; S. D. Goitein, Jews and Arabs, N.York, Schocken Books, 1974; R. P. Scheindlin, “The Jews in Muslim Spain”, The Legacy of Muslim Spain, Leiden, Brill, 1992, s. 188-200; Imamüddin, Aspects, s. 26-35, 41-43; M. Ali Mekkî, “Takdîm”, Vesâik fî ahkâmi kadâiehliz’zimmefi’l-Endelüs, nşr. M. Abdülvehhab Hallâf, Merkezü’l-Arabî li’Düvel li’l-A’lâm, Kahire 1980, s. 3-10
[17] Jose F. Arenas, Mozarabic Architecture, N.York, N.York Graphic Society Ltd., 1972, s. 28
[18] E. Levi-Provençal, “Mozaraplar”, İA, VIII, 431-32; Arenas, s. 6; Ilse Lichtenstander, “Musta’riba”, EI², C.VII, 732
[19] Sâid Endelüsî, s. 96 vd.; krş. Arslan, Hulel, II, 3 vd.; Abdülhalîm, s. 413; Geniş bilgi için bkz. M.L. Gomez, “The Mozarabs: Worthy Bearers of Islamic culture”, The Legacy of Muslim Spain, Leiden, Brill, 1992, s. 171-175; Chejne, “Islamization”, s. 59-86; Glick, s. 38 vd.
[20] İbn Sehl, s. 43-47, 86; Hasan, III-IV, 395
[21] Arslan, Hulel, I, 287 vd., 324 vd.; Chapman, s. 84-85; Sâlim, Târîh ve hadâra, s. 253-256
[22] Abdülhalîm, s. 414; Crow, s. 49
[23] Abdülhalîm, s. 414-15
[24] Resâil, s. 114 vd.; Resâil ve Makâmât, s. 102; Levi-Provençal, Hadâra, s. 40; İslam dünyası ve özellikle Endülüs’te oluşan Şuûbiye konusunda geniş bilgi için bkz. Mustafa Kılıçlı, Arap Edebiyatında Şuûbiye, İstanbul, İşaret, 1992
[25] İbn Sâhibüssalât, s. 75 vd., 119 vd., 123 vd.
[26] Endülüslü Hıristiyanların (Mozaraplar) Endülüs tarihindeki yeri konusunda geniş bilgi için bkz. Arslan, Hulel, I, 286 vd.; Gonzalez Palencia, Fikr, s. 485 vd.; Levi-Provençal, Hadâra, s. 18 vd., 55 vd., 94, 97 vd., 119; Hitti, III, 803, 812, 860 vd.; Roux, s. 79 vd.; Âşûr, s. 267 vd.; Mikel de Epalza, “Mozarabs: An Emblematik Cristian Minority in Islamic al-Andalus”, The Legacy of Muslim Spain, Leiden, Brill, 1992, s. 149-170; Imamüddin, Aspects, s. 26-43; Glick, s. 38 vd.; Burns, “Relations”, XI, 374-389
[27] Geniş bilgi için bkz. Özdemir, “İbn Rüşd”, s. 17-20
[28] M. G. Moreno, Fennü’l-İslâmî fî İsbânya, çev. Lütfi Abdülbedî’-M.A.Sâlim, Kâhire, Dâru’l-Maârif, 1977, s. 6; Muhammed Kürd Alî, Gâbiru’l-Endelüs ve hâdıruhâ, Dımaşk, Mecmau’l-İlmi’l-Arabî, 1922, s. 39; Levi-Provençal, Hadâra, s. 17 vd. Ayrıca, Müdeccenler konusunda daha geniş bilgi için bkz. J. Mendivil, “Mudejar”, (Çevrimiçi) http://babelfish.altavista.com/cgi-bin/translate?, 1996, s. 1-18
[29] İbn İzârî, II, 30-31; Makkarî, Nefh, I, 132
[30] İbn Abdülmelik, II, 395 vd.; Mansûr’un Âmirîler hânedânı ve Mansûr’un Subh ile ilşikileri konusunda daha geniş bilgi için bkz. Abdülkerim Özaydın, “Âmirîler”, DİA, III, 72-73; Lütfi Şeyban, “Endülüs Endülüs Emevileri Hâciblerinden Mansûr Muhammed İbn Ebî Âmir (366/976-392/1002)”, İslâmî Araştırmalar, C.XI, No: 3-4, 1998, s. 250-272
[31] Ali b. Ahmed Kurtubî İbn Hazm, Cemheratü ensâbi’l-Arab, nşr. E. Levi-Provençal, Beyrut, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1983, s. 468; Ahmed b. Ömer Uzrî, Nusûs ani’l-Endelüs, nşr. Abdülaziz Ehvânî, Madrid, 1965, s. 29; İbnü’l-Hatîb, A’lâm, II, 219-20; Hallâk, s. 18
[32] Arslan, Hulel, I, 286 vd.; Le Bon, s. 289; Crow, s. 61; Abdülhalîm, s. 420
[33] İbnü’l-Ebbâr, Hulle, I, 276; Makkarî, Nefh, I, 279; krş.Gonzalez Palencia, Fikr, s. 1; Mûnis, Fecr, s. 276, 502; Özdemir, “Endülüs”, C.XI, 217
[34] Abdülhalîm, s. 421
[35] Fetih yıllarından itibaren oluşan sosyal yapıya bakıldığında, evli Müslüman kadınların da büyük çoğunluğunun Arap veya Berberî asıllı olmayıp, bilakis İspanyol asıllı Müsta’rib veya Müvelledlerden olduğu sonucuna varmak mümkündür. Zâten, konu başında değinilen husus, bu noktayı da kapsar özelliktedir.
[36] Ahmed Emîn, Zuhru’l-İslam, Kahire, Mektebetü’n-Nehdati’l-Mısriyye, 1966, III, 30-31, 303; Abdülhalîm, s. 421-22
[37] Endülüs’te harem düzeninin olmadığına dair veriler de vardır. İbn Hazm’ın Tavku’l-hamâme’sinin birkaç yerinde değişik sebeplerle verdiği bilgiler ve Vellâde örneği diye bilinen rivayet, konunun delilleri arasında sayılmaktadır. bkz. Özdemir, “Kadın Kıyafeti”, 103
[38] Chapman, s. 88; Abdülhalîm, s. 422
[39] Aschbach, s. 940. Endülüslü kadınlar konusunda geniş bilgi için bkz. Maria J. Viguera, “Asluhû li’l-Meâlî: On the social status of Andalusî Woman”, The Legacy of Muslim Spain, Leiden, Brill, 1992, s. 709-724
[40] L.Provençal, İslam, s. 159-60. Zâide ile VI.Alfonso evliliği konusunda farklı rivayetler de mevcuttur. Konu tez içinde müstakil başlık altında incelendiğinden geniş bilgi için oraya müracaat edilmelidir.
[41] Crow, s. 80; Abdülhalîm, s. 423
[42] Konu ile ilgili daha fazla bilgi için bkz. Levi-Provençal, Hadâra, s. 37-38; Hitti, III, 861-862; A. Muhtar Abbâdî, “Suver mine’t-tesâmühi’d-dînî ve’t-teâvüni’l-müşterek”, Mecelletü’l-Ma’hedi’l-Mısrî, Kısmü’l-Arabî, C.XXVI, (Madrid) 1993-94, s. 9-18
[43] Ubâde A.R. Kühayle, Târîhü’n-Nasârâ fi’l-Endelüs, Kahire, 1993, s. 239
[44] Chaytor, s. 12, 16
[45] Chaytor, s. 25
[46] Chaytor, s. 14; Kühayle, s. 241
[47] Chaytor, s. 20
[48] Hulel, s. 91; Sa’dûn Nasrullah, Târîhu’l-Arabi’s-siyâsî fî’-Endelüs, Beyrut, Dâru’n-Nehdati’l-Arabiyye, 1998, s. 305
[49] Pierre de Cenival, “Merakeş”, İA, VII, 738-51
[50] İbn İzârî, III, 79 vd.; Empieza-2, 395 vd.; krş. Haccî, s. 433-34; Nasrullah, s. 306
[51] Geniş örnekleme için bkz. İdrîsî, I, 569; Hulel, s. 91-97; Empieza-2, 303 vd.; Kühayle, s. 240-245
[52] Kühayle, s. 246
[53] Payne, I, 22 vd.; Kühayle, s. 247
[54] Bu ilişkilerin ayrıntıları için mezkûr dönemlerin ‘İslam-Avrupa siyasî ve dinî tarihlerine dâir eserlere müracaat edilebilir. Ayrıca, İslam tarihinde zimmîlerin durumu ile ilgili geniş bilgi için bkz. İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, Kahire 1936, I, 237; Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 4; Tritton, “Nasârâ”, IX, 77; A.S. Tritton, The Caliphs and their Non-Muslim Subjects, London, Frank Cass and Co.Ltd., 1970; Tritton, “Nasârâ”, IX, 77-81; Osmanlı İmparatorluğu içindeki tarihî durum için ise: J.H. Kramers, “Nasârâ”, İA, IX, 81-84; H. Gazi Yurdaydın, “İslam Devletlerinde Müslüman Olmayanların Durumu”, AÜİFD, C.XXVII, (Ankara) 1985, s. 97-110; Roux, s. 68 vd.; M. H.-M. Yayla Şakiroğlu, “Haç”, DİA, XIV, 522-25; Levent Öztürk, İslam Toplumunda Hıristiyanlar, İstanbul, İz, 1998, s. 51-56
[55] Levi-Provençal, Hadâra, s. 17 vd., 22 vd.
[56] Lapidus, II, 378; Will Durant, İslam Medeniyeti, çev. Orhan Bahaeddin, İstanbul, Tercüman, (ty), s. 189 vd.
[57] Geniş değerlendirme için bkz. Meyerson, Mark D., “Introduction”, Christians, Muslims, and Jews in Medieval and Early Modern Spain, ed. M.D. Meyerson-E.D.English, Indiana, University of Notre Dame Press, 2000, s. xi vd.
[58] İbn Bessâm, II, 190-92; Himyerî, s. 456 vd.
[59] İbn Bessâm, II, 311; İbn İzârî, II, 23; Halef b. Abdülmelik İbn Beşküvâl, Sıla fî târîhi eimmeti’l-Endelüs, nşr. İdâretü İhyâi’t-Türâs, Kahire, Dâru’l-Mısriyye, 1966, I, 196; Reinaud, s. 180
[60] Resâil, s. 127-243
[61] Resâil, s. 220-243
[62] Arslan, Hulel, I, 265 vd., 288; Abdülhalîm, s. 432
[63] Abdülhalîm, s. 432
[64] Avrupalılar’ın İslam’a ve Müslümanlara bakış açıları ve tutumları konusunda geniş bilgi için bkz. Anwar G. Chejne, Islam and the West: The Moriscos, Albany, State Univ. of N.York Press, 1983, s. 69 vd.; Richard W. Southern, Ortaçağ Avrupa’sında İslam Algısı, Çev. Ahmet Aydoğan, İstanbul, Yöneliş, 2000, s. 7 vd.; John V. Tolan (ed.), Medieval Christian perceptions of Islam, Garland Publishing, New York 1996, X, 25 vd.; Norman Daniel, The Arabs and Medieval Europe, London, Longman, 1979, s. 25 vd.
[65] Resâil, s. 114 vd.; Abdülhalîm, s. 433
[66] Konu ile ilgili daha fazla bilgi için bkz. Levi-Provençal, Hadâra, s. 97 vd.; Roux, s. 79 vd.; Imamüddin, Aspects, s. 182 vd.; M. Marmaduke Pickthall, “Tolerance in Islam”, (Çevrimiçi) http://users.erols.com/gmqm/toleran1.html, 12 Ocak 2001, s. 1-11; İbrahim Kâdirî Bûtşîş, “el-Murâbıtûn ve siyâsetü’t-tesâmuh ma’a nasârâ’l-Endelüs”, el-Endelüs: Kurûn mine’t-takallübât ve’l-atâât, C.III, Riyad, Mektebetü’l-Melik Abdülaziz Âmme, 1996, s. 229 vd.
[67] Resâil ve Makâmât, s. 53, 71; Le Bon, s. 597; Mûnis, Fecr, s. 419
[68] Makkarî, Nefh, IV, 3 vd. Özellikle dinî kültür konusunda geniş bilgi için bkz. Louis Gardet, “İslam Medeniyetinde Din ve Kültür”, İslam Tarihi Kültür ve Medeniyeti, çev.İlhan Kutluer, İstanbul, Kitabevi, 1989, IV, 111-143; Louis Gardet, “İslam’da Dinsel Düşünce Nasıl Kötürümleşti?”, AÜDTCFD, C.XXVIII,S. 1-2, (Ankara) 1970, s. 219-230
[69] Himyerî, s. 456 vd.; Levi-Provençal, Hadâra, s. 19
[70] Resâil, s. 114 vd.; Mesela, İbn Abdülmelik, II, 485’te verilen Reşîde, s. 486’da verilen ve Muvahhid Halifesi Ebû Yakub Yusuf’un kızı olan Zeyneb, s. 489’da verilen ve tarihçi İbn Sâhibüssalât’ın hanımı olan Fâtıma bnt. Ebû Ali Hüseyin ve s. 490’da verilen Fâtıma bnt. Ebû’l-Kâsım gibi konunun örnekleri pek fazladır.
[71] Resâil ve Makâmât, s. 100
[72] Geniş bilgi için bkz. Giuseppe Scattolin, “Sufism and law in Islam: A text of Ibn ‘Arabî (560-638/1165-1240) on ‘protected people’ (Ahl al-dimme)”, ISLAMOCHRISTIANA, (Roma) 1998, S. 24, s. 37-55
[73] Himyerî, s. 169. Konu ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Gonzalez Palencia, Fikr, s. 577 vd.; Roux, s. 79 vd. Endülüs halkı arasında Mâlikî Mezhebi’nin yayılması ve bu durumun Endülüs kültür hayatı üzerine olan etkileri konusunda geniş bilgi için bkz. Levi-Provençal, Hadâra, s. 59 vd., 97 vd., 149 vd.; Ignaz Goldziher, “İspanya Müslümanları Arasında Şuûbîlik”, AÜİFD, C.XXXV, (Ankara) 1996, s. 403-423; Bûtşîş, s. 125 vd.; Mez, s. 253. İslâmîyet sayesinde hoşgörü, merhamet gibi değerlere sahip olan toplumlara en güzel örneği Türkler’in teşkîl ettiği söylenebilir. bkz. Mehmet Aydın, “Türk Toplumunda Dinî Hoşgörünün Temelleri”, Kültürlerarası Diyalog, İstanbul 1998, s. 59-69; O’Callaghan, History, s. 305 vd.; Imamüddin, Aspects, s. 183 vd.; Mikel de Epalza, “Influencias religiosas Islamicas y su deteccion en el Cristianismo Latino Medieval”, Mecelletü’l-Ma’hedi’l-Mısrî, Kısmü’l-Frencî, C.XXVI, (Madrid) 1993-94, s. 117-136