Home » Tarih » Endülüs » ENDÜLÜSTE Sosyal Hayat (sosyal ve kültürel etkileşim)

ENDÜLÜSTE Sosyal Hayat (sosyal ve kültürel etkileşim)

Sosyal Hayat = Convivencia ve Influencia (sosyal ve kültürel etkileşim)

emeviler-haccac-abdulmelik

Fetih sonrasında İspanya’nın yerli halkı yavaş yavaş İslâmiyet’e girmeye başladı. Bunlar Müslüman olduktan sonra çoğunlukla Araplarca kullanılan isimleri alıyorlar, Arap geleneklerini benimsiyorlar, bundan da öte bazen ‘velâ’ yoluyla muhtelif Arap kabilelerine bağlanıyorlar ve Arapları taklit ediyorlardı.. III./IX. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Endülüs’ün Müslüman nüfusunun çoğunluğunu, yerli halktan Müslüman olan Müvelledler teşkil eder hale gelmiştir.

Arap, Berberî, Vizigot ya da Hıristiyan, Yahudi, Saklebî (Slav asıllı), Basklı, Mevâlî ve çeşitli ırklardan kölelerin oluşturduğu bir ırklar-dinler-mezhepler mozaiği.. Çok kültürlü (multikültürel) yapısıyla “insanî değerlere bağlı olarak birarada yaşama sanatı = convivencia”yı büyük ölçüde gerçekleştirmiş bir toplum olması yönüyle bugün özlediğimiz demokrasi kültürünün ve adaletli demokratik ortamın oluşturulması çabalarına kaynaklık edebilecek nitelikte bir tarih alanıdır Endülüs.

Müslümanların İberya Yarımadası ya da Endülüs’e girmeleriyle birlikte, orada bir kültürel sinkretizm yani farklı kültürlerin birleşmesiyle bir müesseseleşme süreci başlamıştır. Bu olgu içerisinde yer alan kültürel öğeler ise Bizans, geç dönem Roma ve çeşitli İspanyol unsurlar ile beraber Arap, Berberî, Şam-Filistin ve İslâmî Mezopotamya unsurlarıdır.

Müslüman ve Gayrimüslim toplumlar arasındaki önemli etkileşim kanalları Yahudiler, Müsta’ribler, Müdeccenler, karşılıklı evlilikler, köle ticareti, süre giden savaşlar, siyasî sığınma ve Mürtezika birlikleridir. İdarî, sosyal, iktisadî ve kültürel alanlarda tam bir özgürlük ve devlet güvencesi altında yaşayan Yahudilerin, medeniyet unsurlarının oluşumu ve bunların Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasında nakli hususunda payları büyük olmuştu.

Endülüs topraklarında İslam hâkimiyeti altında yaşayan Hıristiyanlar (Nasârâ’l-Endelüs, el-Müâhidûn, Müsta’ribler, Mozaraplar, Mozarabes), İberya Yarımadası’nın siyasî, sosyal ve kültürel alanlarında Yahudilerinkine benzer bir rol oynamışlardı. Ancak, bir farkla ki, Yahudilerin toplumsal etkinlikleri fetih yıllarından itibaren sürerken, Müsta’ribler Reconquista hareketinin hızlandığı V./XI. yüzyıldan itibaren toplumsal hayatta etkili olmaya başlamışlardır. Bu dönem, Hıristiyan İspanya devletleri Talamenka, Tuleytula, Mecrît, Veşka, es-Sağru’l-Evsat adı verilen Endülüs’ün orta sınır bölgesindeki Medînet Sâlim, Vâdî’l-Hicâre, Semmûre, vb. şehirleri işgal etmeye başladıkları zamana denk düşmektedir.

Müsta’ribler, iki tarafın dilini bilerek ve serbestçe göç imkanına sahip olarak, sonraki yıllarda da, Müslüman-Hıristiyan etkileşiminde büyük rol oynamışlar, İslam medeniyeti öğelerinin İspanyollar’a ve Avrupa’ya naklinde etkili olmuşlardır. Bu yolla Endülüs’te kullanılan idarî ve askerî teşkîlât usul ve kânunları da İspanyollar’a geçmiştir. Bu arada, Arapça isimler ve kavramlar, eski İspanyol dili olan Romance dahil, İspanyollar’ın diline yerleşmiştir. Mimârî alanda ise, kilise kubbesi, köprü yapımı, çömlekçilik, camcılık, altın tezyînâtı ve süslemede Müslümanların Hıristiyanlar üzerindeki etkilerinin bâriz bir şekilde görüldüğü bilinmektedir.

Endülüs’te Convivencia ya da kültürel zenginlikle birlikte yaşama ve Endülüs kültürünün Avrupa kültürüne etkisi konusunda Ingmar Karlsson, Endülüs’ün Gırnata (Granada) şehrini model seçmekte ve şu değerlendirmeyi yapmaktadır:

“Bu kent, ‘convivencia’ adıyla Hıristiyan, Musevi ve Müslümanların birlikte yaşayabileceğini gösteren bir sembol oldu. Uzun yıllar alan istila (Reconquista hareketi) döneminde Hıristiyan işgalciler üstün bir medeniyetle karşılaştılar. İslam daha fazla kentleşmiş, teknikte ileri, ruhsal olarak gelişmiş, dünyaya açık bir medeniyet idi.. Avrupa’da Arap (İslam) nüfuzunun birçok alana yayılması günümüzde olsaydı, kültür emperyalizmi şeklinde adlandırılabilirdi. Bunun ispatı, Arapça’dan Avrupa dillerine geçen kelimelerdir..”

” 1258’de Moğolların Doğu’da ve Bağdat’ta yaptıkları tahribat ve ayrıca Hıristiyanların Müslümanları İspanya’dan sürgün etmeleri (yani Endülüs’ün kaybı), İslam dünyasının hala acısını çektiği ekonomik ve kültürel duraksamanın başlangıcıdır..

Modern Avrupa, normal olarak hayal edemeyeceğimiz ölçüde İslam kültüründen etkilenmiştir. Avrupa, Doğu-Batı kültürleri bileşimidir.. İslam’ın yeşil rengi ve İslam öğesi olmayan bir Avrupa Birliği düşünmek artık mümkün değildir.” Ingmar Karlsson
anekdot

“Bu birlikte yaşama tarzı, Endülüs Müslümanlarının Hıristiyan halka olan toleranslı yaklaşımını daha iyi anlamamıza yardımcı olmaktadır. Gerçekten, hiçbir mağlup halk, antlaşmalarla sağlanan hakların ve zimmi hukukunun tatbiki konusunda İspanyol Müsta’ribler kadar şanslı olmamıştır.

Devletin her kademesinde bu halktan insanlar vardır. Kimileri vâlide sultan olarak halifelerin saraylarında, kimileri Mevâlî statüsünde, kimileri maaşlı asker olarak orduda, kimileri de general olarak ordunun en üst kademelerinde..” H. Peres

anekdot

Haçlı Savaşlarının hemen ardından XIII.yüzyılda İslam beldelerini gezen bir İtalyan seyyah: “…O gaddar bildiğimiz Müslümanların arasında öyle mükemmel şeylerle karşılaştık ki, doğrusu hayrete düşmekten kendimizi alamadık.. İlim tahsiline olan düşkünlükleri; namaz esnasında sergiledikleri huşû; fakirlere gösterilen merhamet; Allah’a, Peygamber’e ve Kutsal yerlere duyulan saygı; vakar ve haysiyet; yabancılara gösterilen cömertlik; akrabalarına olan bağlılıkları..
anekdot

“Allah’ın kulları arasında giyim-kuşamları, ev eşyaları ve diğer hususlarda temizliğe en fazla dikkat edenler Endülüslülerdir. Onların en fakiri bile elinde kalan son parayı gider çamaşırlarını yıkamak için sabuna verir ve o günü de oruçla geçirir. Asla göze hoş gelmeyen bir görüntü ile toplum içine çıkmaz.” Makkarî
Muhyiddîn İbn Arabî

İbn Arabî hicrî 560-638 (1165-1240) yılları arasında yaşamış, gençlik yıllarını doğduğu Endülüs’te geçirmiştir. Genç yaşta tasavvufa intisap eder ve Endülüs’ün birçok şeyhi ile tanışır, onlara hizmet eder. Hizmet halkasında bulunduğu bu şeyhlerden ikisi kadındır. {Prof.Dr. Mustafa Tahralı, “Muhyiddin İbn Arabî ve Türkiye’ye Tesirleri”, Endülüs’ten İspanya’ya, TDV, Ank. 1996}

Selçuklu Türkiyesinde hürriyet ve müsamaha an’anesi bir sarsıntıya uğramamış, Muhyiddin Arabî başka memleketlerde bulamadığı fikir hürriyetine Konya’da kavuşmuş, bazı diğer ülkelerde tekfire uğradığı ve kendisine “şeyh-i ekfer” denildiği halde, Anadolu’da en yüksek itibarı kazanarak Osmanlı devrinde de “şeyh-i ekber” adını almıştır.” {Prof.Dr. Osman TURAN, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, Boğaziçi, İst. 1999, s. 44}

Doğu-İslam dünyasının (el-Meşrık), kendi Batı’sı yani Kuzey Afrika ve Endülüs (el-Mağrib ve’l-Endelüs) ile sürekli doğrudan ilişki içerisinde olduğu gerçeğini hiçbir zaman unutamayız. Asr-ı Saadet’ten beri kazanılan toplumsal ve kültürel birikim, daha çok talebe ve âlim kişilerin Doğu’dan Endülüs’e gelerek yerleşmeleri veya seyahatleri yoluyla Batı’ya taşınmıştır.

Özellikle ilk dönemlerde Endülüslülerin kendi medeniyetlerinin kaynağı olan Doğu’ya ilim tahsili ve seyahat maksadıyla yoğun şekilde gidip gelmeleri ise, Doğu-İslam kültürü birikimlerinin Endülüs’e taşınmasında en önemli kanallardan birisi olmuştur. Ayrıca, karşılıklı siyasi-askeri ilişkilerin yoğunluğunu da göz önüne alınmalıdır.