ÇOCUKLAR
Ve kucağında bebeğini taşıyan bir kadın konuştu: “Bize çocuklardan bahset.”
Ve o şöyle dedi:
“Çocuklarınız, sizin çocuklarınız değildir. Onlar, Hayat’ın kendine olan özleminin
oğulları ve kızlarıdır.
Onlar sizin aracılığınızla oldular, ama sizden değil; Ve sizle olsalar da, size ait
değiller…
Onlara sevginizi verebilirsiniz ancak, düşüncelerinizi değil; Çünkü onların kendi
düşünceleri olacaktır…
Onların bedenleri için bir yuva sunabilirsiniz;
ama ruhları için değil;
Çünkü onların ruhları, yarın’ın evini mesken tutmuştur, sizin rüyalarınızda bile
ziyaret edemiyeceğiniz…
Onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz; ama onların sizin gibi olmaları için değil…
Çünkü hayat ne geri sarar, ne de dünde oyalanır…
Sizler, yaşayan oklar olarak
çocuklarınızı ileriye fırlatan yaylarsınız…
Yayı kullanan, sonsuzluğun içindeki hedef noktasını görür ve
bütün gücüyle sizi gerer ki, okları hızla uzaklara erişebilsin…
Okçunun elleri altında sevinçle eğilin, Çünkü o, uçan okları olduğu kadar, sarsılmaz
yayları da çok sever…”
ÖZGÜRLÜK
Ve bir hatip “Bize özgürlükten bahset.” dedi. Ve o cevap verdi:
“Şehir kapılarında ve sıcak yuvanızda yere kapanıp, özgürlüğünüz için dua
ettiğinizi gördüm;
Tıpkı, kölelerin kendilerini kılıçtan geçiren bir zorbanın önünde eğilmeleri ve onu
övmeleri gibi…
Sık sık, tapınağın korusunda ve kalenin gölgesinde,
aranızda en özgür geçinenlerin,
özgürlüklerini bir boyunduruk ve
bir kelepçe gibi taşıdıklarını gördüm.
Ve kalbim kanadı; çünkü ancak özgürlük arayışında hissettiğiniz
derin arzu size gem vurduğunda ve
özgürlükten bir amaç ve bir bütünleniş
olarak bahsetmeyi terkettiğinizde,
gerçekten özgür olabilirsiniz.
Siz, günleriniz endişesiz ve geceleriniz bir istek ve üzüntüden uzak olduğunda
özgür olacaksınız.
Yazık ki, bu tür duygular yaşantınızı kuşak gibi sarmakta… Yine de, örtüsüz ve
bağsız, bunları aşabilirsiniz.
Ve siz, günlerinizin ve gecelerinizin ötesine,
anlayışınızın şafağında öğle aydınlığını çepeçevre
bağladığınız zincirleri kırmadan nasıl yükselebilirsiniz?
Gerçekte, özgürlük dediğiniz, halkaları güneşte parlayıp gözünüzü kamaştırsa da,
bu zincirlerin en kuvvetlisidir.
Ve özgür olmanız için terketmeniz gereken, kendi benliğinizin parçalarından
başka ne olabilir?
Eğer geçersiz kılmak istediğiniz adaletsiz bir kanun varsa, bunu alnınıza kendi
ellerinizle, bizzat siz yazdınız.
Bu kanunu, hukuk kitaplarınızı yakarak
veya denizin bütün suyunu bile kullansanız,
yargıçlarınızın alınlarını yıkayarak yok edemezsiniz.
Ve devirmek istediğiniz bir despot varsa, önce onun sizin içinizde kurduğu tahtı
devirmeye bakın.
Bir zorba, özgür ve gururlu olana, eğer
özgürlüğünde zulüm ve gururunda utanç taşımasaydı,
nasıl hükmedebilirdi?
Ve eğer, üzerinizden atmak istediğiniz bir endişeyse,
onu kendinizin seçtiğini, kimsenin size yüklemediğini unutmayın.
Ve kurtulmak istediğiniz bir korkunuz varsa,
o korkunun merkezi sizin kalbinizdir,
yoksa korkulanın avuçları içinde değil.
Herşey, varlığınızın içinde yarı kucaklanmış olarak dolaşır durur;
istenen ve korkulan, nefret edilen ve baş tacı olan,
takip ettiğiniz ve kaçmak istediğiniz..
Bunlar içinizde, ışıklar ve gölgeler gibi, birbirine yapışmış çiftler halinde hareket
ederler.
Ve gölge soluklaşıp kaybolduğunda, can çekişen ışık, bir başka ışığa gölge olur.
Ve sizin özgürlüğünüz, prangasından kurtulduğunda, daha büyük bir özgürlüğe
pranga olur.”
EĞİTİM
Sonra bir öğretmen, “Bize eğitimden bahset.” dedi. Ve o cevap verdi:
“Hiç kimse size, içinizdeki bilginin şafağında halen yarı uykuda olandan bir zerre
fazlasını açıklayamaz.
Takipçileri arasında mabedin gölgesinde
yürüyen bir öğretmen, size bilgeliğini değil sadece inancını ve sevgisini verebilir.
Eğer gerçek bir bilgeyse,
bilgeliğinin evine davet etmek yerine,
sizi kendi aklınızın eşiğine doğru yönlendirir.
Bir astronomi bilgini,
size uzayla ilgili anlayışından bahsedebilir ama anlayışını size veremez.
Bir müzisyen her yerde var olan ritimlerle
bir şarkı söyleyebilir; ancak ne ritmi yakalayan kulağı,
ne de onu ekolayan sesi size sunabilir.
Ve semboller ilminde usta biri,
size simgesel alanlardan söz eder,
ama sizi oralara taşıyamaz.
Çünkü bir kişinin sahip olduğu ilham, kanatlarını başka birine ödünç veremez.
Ve nasıl herbiriniz Tanrı’nın bilgisinde özgün
bir yere sahipseniz, sizin de Tanrı’yı kayrayısınız
ve dünyayı anlayışınız tek başınıza ve size özel olacaktır.”
KURALLAR
Sonra bir avukat, “Bize kurallardan bahset…” dedi. Ve o cevap verdi:
“Siz kurallar koymayı çok seversiniz, Ama kuralları bozmayı daha çok seversiniz.
Tıpkı okyanus kıyısında sabırla kumdan kuleler yapan, sonra da kahkahalarla onları deviren çocuklar gibi.
Ancak siz kumdan kulelerinizi yaratırken, okyanus kıyıya kum taşımaya devam
eder.
Ve siz onları yerle bir ederken, okyanus da sizinle birlikte güler. Gerçekten de
okyanus, daima masum olanla beraber güler.
Fakat yaşamı bir okyanus
ve insanların koyduğu kuralları kumdan kuleler olarak görmeyen kişiler için ne
diyebiliriz?
Onlar için yaşam bir kaya,
ve kanun bu kayayı kendi isteklerine göre
oyup şekillendirmek için kullanacakları bir keski gibidir.
Dansçılardan nefret eden yeteneksiz biri için ne diyebiliriz?
Veya boyunduruğundan hoşnut olup,
ormanındaki geyiği başıboş bir serseri olarak
yargılayan bir öküz için?
Peki, derisini dökemediği için,
diğerlerini çıplak ve ahlaksız olarak niteleyen
yaşlı bir sürüngene ne demeli?
Veya bir düğün şölenine erkenden gelen,
iyice karnını doyurduktan ve yorulduktan sonra,
yemekleri ve eğlenceyi kötüleyen biri için?
Bunlar hakkında söyleyebileceğim tek şey,
hepsinin güneş ışığı altında oldukları halde,
Güneş’e sırtlarını dönmüş olduklarıdır.
Onlar salt kendi gölgelerini görebilirler ve bu gölgeler, onların kanunları olur.
Ve onlar için Güneş, bir gölge yaratıcısından başka ne olabilir ki?
Ve onlar için kurallara uymak,
başlarını yere eğip, toprak üzerindeki
gölgelerini izlemekten başka bir şey değildir.
Ancak yüzünü Güneş’e çevirmiş olanlarınızı, toprak üzerine çizilmiş imajlar
durdurabilir mi?
Eğer rüzgarla yolculuk ediyorsanız, hangi rüzgar gülü yönünüzü çizebilir?
Eğer boyunduruğunuzu kırarsanız, ama
başka birinin hücresinin kapısında değil,
hangi kanun sizi sınırlayabilir?
Ve eğer dansederseniz,
ama başka birinin zincirlerine takılıp
sendelemeden, hangi kanun sizi korkutabilir?
Orphalese halkı, davulun sesini boğabilir,
bir lirin tellerini gevşetebilirsiniz,
ama bir tarla kuşuna şarkı söylememesi
için kim emir verebilir ki?”
KONUŞMA
Ve bir öğrenci, “Bize konuşmadan bahset” dedi. Ve o cevap verdi:
“Siz konuştuğunuzda, düşüncelerinizle barış içinde olmayı terkedersiniz;
Ve kalbinizin ıssızlığında daha fazla kalamadığınızda, dudaklarınızla yaşamaya
başlarsınız.
Ses sizin için bir eğlence, bir zaman geçirme aracı olur.
Ve konuşmalarınızın çoğunda,
düşünce yarı yarıya katledilir;
Çünkü düşünce, boşlukta uçan bir kuş gibidir;
kelimelerin kafesinde kanatlarını açabilir ama uçamaz.
Aranızda bazıları,
yalnızlığın korkusuyla konuşkan birini ararlar;
Çünkü, tek başına olmanın sessizliği, gerçek ve çıplak
kendilerini gözleri önüne serer, ki onlar bundan kaçarlar.
Ve konuşmayı seven bazılarınız vardır ki, bilgisizce ve
önceden düşünmeden, kendilerinin bile anlamadığı
bir gerçeği ifşa edebilirler.
Ancak bazılarınız ise içlerinde gerçeği taşır, ama onu kelimelerle dile
getirmezler.
Böylelerinin sinelerinde ruh, ritmik bir sessizlik içinde dinlenir.
Bir arkadaşınızla karşılaştığınızda, ruhunuzun
dudaklarınıza doğru hareket etmesini
ve dilinizi yönetmesini sağlayın.
Sesinizin içindeki sesin, onun kulağının
içindeki kulağa seslenmesine izin verin;
Çünkü onun ruhu, sizin kalbinizin
gerçeğini saklıyacaktır;
Tıpkı kadeh boşalıp, rengi unutulsa bile, şarabın tadının ağızda kalması gibi…”
KENDİNİ BİLİŞ
Ve bir adam şöyle dedi: “Bize kendini bilişden bahset.” Ve o cevap verdi:
“Kalbiniz gecelerin ve gündüzlerin sırrını sessizce bilir. Ancak kulaklarınız,
kalbinizin bilgisini işitmek için deli olur.
Düşüncelerinizde daima bildiğinizi, kelimelerde de bileceksiniz. Rüyalarınızın
çıplak bedenine parmaklarınızla dokunabileceksiniz.
Ve böyle de olması gerekir.
Ruhunuzun saklı kaynağı yükselmeli
ve çağıldayarak denize doğru koşmalı;
Ve o zaman, sonsuz derinliğinizin hazineleri
gözlerinizin önüne serilecektir.
Ancak bilinmeyen hazinenizi tartmak için tartı aramayın;
Ve bilginizin derinliğini değnekle veya iskandil ipiyle ölçmeye kalkmayın.
Çünkü kişi, ölçüsüz ve sınırsız bir deniz gibidir. Tek doğruyu buldum’ değil, ‘Bir
doğruyu buldum’ deyin.
‘Ruha giden yolu buldum’ değil, ‘Kendi yolumda yürürken ruhu buldum’deyin.
Çünkü ruh, her yolda yürür.
Ruh ne bir çizgi üzerinde yürür;
ne de bir kamış gibi dümdüz büyür.
Ruh, sayısız taç yaprakları olan
bir lotus çiçeği gibi açılır.”
VERMEK
Sonra, varlıklı bir adam konuştu:
“Bize vermekten bahset.”
Ve o cevap verdi:
“Sahip olduklarınızdan verdiğinizde, çok az şey vermiş olursunuz;
Gerçek veriş, kendinizden vermektir. Çünkü sahip olduklarınız, yarın ihtiyacınız
olabilir
diye saklayıp koruduğunuz şeylerden ibaret değil mi?
Ve yarın, kutsal şehre giden hacıları takip ederken,
kemiklerini, iz bırakmayan kumlara gömen
fazla uyanık bir köpeğe ne getirebilir?
Ve ihtiyaç korkusu da, ihtiyaçtan başka birşey değil midir?
Kuyunuz tamamen doluyken susuzluktan korkmak, tatmin olamayan bir susuzluk
göstermez mi?
Çok fazla şeye sahip olup, çok az verenler, bunu
gösteriş isteyen gizli arzuları için yaparlar,
ki bu da armağanlarını yararsız kılar.
Ve bazıları vardır ki, çok az şeye sahiptirler
ve hepsini verirler.
Bunlar hayata ve hayatın definesine inananlardır, ve kasaları hiç boş kalmaz.
Bazıları sevinçle verirler, bu sevinç onların ödülüdür.
Bazıları ise ıstırap içinde verirler ve bu acı onların vaftizidir.
Ve bazıları vardır ki, ne vermenin acısını hissederler, ne sevinç ararlar, ne de bir
erdemlilik düşüncesi taşırlar;
Onlar, şu vadideki mersin ağacının kokusunu salısı gibi verirler.
Böyle kişilerin ellerinde Tanrı dile gelir ve onların gözlerinden Tanrı, dünyaya
gülümser.
İstendiği zaman vermek güzel bir davranış olabilir; fakat istenmeden, ihtiyacı
hissederek vermek çok daha anlamlıdır.
Ve cömert olan için, verecek kimseyi aramak, veriş olayından daha fazla sevinç
getirir.
Vermekten alıkoyacağınız herhangi bir şey olabilir mi?
Sahip olduğunuz her şey bir gün verilecektir.
Öyleyse şimdi verin ve vermenin hazzını mirasçılarınız değil siz yaşayın..
Çoğunlukla şöyle dersiniz: Vereceğim, ama hak edeni bulabilirsem.’
Ne koruluktaki meyve ağaçları böyle düşünür, ne de çayırdaki sürüler.
Onlar, saklandığında çürüyecek olanı, yaşayabilsin diye verirler.
Herhalde kendisine günler ve geceler
verilmesini hak eden bir kişi, sizden gelebilecek şeyleri de hak eder.
Ve hayat okyanusundan içmeye hak kazanmış bir insan, sizin küçük ırmağınızdan
da bir bardak su alabilir.
Faydasından öte, kabul etmenin gerektirdiği cesaretten ve güvenden daha büyük
bir değer var mıdır?
Ve siz kim oluyorsunuz da, onların göğüslerini yırtarak
gururlarını korunmasızca ortaya seriyor, sonra da
onların değerlerini örtüsüz ve gururlarını
utanmasız olarak değerlendiriyorsunuz?
Önce kendinizi vermeye hak kazanmış ve verme olayında bir aracı olarak görün.
Çünkü gerçekte herşeyi veren hayattır
ve siz kendinizi bir verici olarak belirlediğinizde, sadece bir tanık olduğunuzu
unutuyorsunuz.
Ve siz alıcılar, ki hepiniz bu gruba dahilsiniz, ne kendinize
ne de size verene bir boyunduruk yuklememek için,
hiç bir minnet hissi taşımayın.
Bunun yerine, armağanları kanat yaparak, verenle beraber yükselin;
Çünkü borcunuzu gereğinden fazla abartmak,
annesi özgür yürekli dünya,
babası evren olan cömertlik olgusundan
şüphe etmek demektir…”
2 Haziran 2016 admin
Kitap, Şiir - Deneme - Öykü