ACI
Ve bir kadın, “Bize acıdan bahset” dedi.
Ve o cevap verdi: “Acınız, anlayışınızı saklayan kabuğun kırılışıdır.
Nasıl bir meyvenin çekirdeği, kalbi Güneş’i görebilsin diye kabuğunu kırmak
zorundaysa, siz de acıyı bilmelisiniz.
Ve eğer kalbinizi, yaşamınızın günlük mucizelerini
hayranlıkla izlemek üzere açarsanız, acınızın, neşenizden
hiç de daha az harikulade olmadığını göreceksiniz;
Ve kırlarınızın üstünden mevsimlerin geçişini
kabul ettiğiniz gibi, aynı doğallıkla, kalbinizin mevsimlerini de onaylıyacaksınız.
Ve kederinizin kışını da, pencerenizden huzur içinde seyredeceksiniz.
Acılarınızın çoğu sizin tarafından seçilmiştir.
Acınız, aslında içinizdeki doktorun, hasta yanınızı iyileştirmek için sunduğu “acı”
ilaçtır.
Doktorunuza güvenin ve verdiği ilacı sessizce ve sakince için;
Çünkü size sert ve haşin de gelse, onun elleri “Görülmeyen’in şefkatli elleri
tarafından yönlendirilir.
Ve size ilacı sunduğu kadeh dudaklarınızı yaksa da,
O’nun kutsal gözyaşlarıyla ıslanmış kilden yapılmıştır.”
HAZ
Şehri yılda bir ziyaret eden bir münzevi şöyle dedi: “Bize hazdan bahset.”
O, konuşmaya başladı:
“Haz bir özgürlük sarkışıdır, Ama özgürlük değil…
Haz, arzuların tomurcuğudur, Ama meyvesi değil…
Yükselişi çağıran bir derinliktir, Ama ne derin, ne de yüksek olandır…
Kafestekinin kanatlanışıdır, Mekanla sınırlanmış değildir…
Haz, aslında bir özgürlük sarkışıdır…
Bu şarkıyı tüm kalbinizle söyleyin, Ama şarkıda kalbinizi yitirmeden…
Gençliğin büyük bölümü hazzı arar,
sanki haz herşey gibi; ama yargılanır
ve azarlanırlar.
Ben onları ne yargılar, ne azarlarım. Bırakın arasınlar…
Çünkü onlar arayışlarmdayalnızca hazzı bulmayacaklar.
Hazzın yedi kızkardeşi vardır ve en küçükleri
bile hazdan daha muhteşemdir.
Bitki kökleri için toprağı kazarken hazine bulan adamın hikayesini duymadınız mı?
Aranızda daha olgun olan bazıları geçmişte yaşadıkları hazları,
sarhoşken işlenen yanlışlar misali, pişmanlıkla hatırlar. Fakat pişmanlık aklın
bulutlandırılmasıdır, uslandırılması değil.
Onlar nazlarını minnetle anmalıdırlar, bir yazın sonundaki hasat gibi.
Yine de onları unutmak rahatlatıyorsa, bırakın rahat kalsınlar.
Arayanlar kadar genç, hatırlayanlar kadar yaşlı
olmayanlar ise, ruhun gereklerini ihmal etmek veya
kabahat işlemek korkusuyla hazdan sakınırlar.
Fakat onları da yönlendiren hazdır; bitki kökleri için toprağı titreyen ellerle
kazsalar bile onlar da hazineyi bulurlar.
Söyleyin bana, onlar kim ki ruhu gücendirsinler?
Bülbül gecenin sessizliğini veya ateş böceği
yıldızları gücendirebilir mi?
Ve sizin ateşiniz veya dumanınız rüzgara yük olur mu?
Nasıl olur da ruhu, bir çomakla karıştırabileceğiniz sakin bir havuz gibi
algılayabilirsiniz?
Çoğunlukla, hazzı reddettiğinizde asıl yaptığınız, varlığınızın gizli yerlerinde
arzuyu depolamak olacaktır.
Bugün ihmal edilenin yarını beklemediğini kim bilebilir?
Ve bedeniniz, ruhunuzun müzik aletidir.
Ve güzel müzik veya anlaşılmaz
sesler çıkarmak size kalmıştır.
Şimdi kalbinize sorun: ‘Bizim için iyi olan hazla zararlı hazzı nasıl ayırabiliriz?’
Kırlara, bahçelere çıkın; öğreneceksiniz ki çiçeklerden bal toplamak arının
hazzıdır; balını sunmak ise çiçeğin…
Çünkü arıya göre çiçek yaşamın kaynağıdır. Ve çiçek için arı sevginin ulağıdır.
Ve ikisi için ise, hazzın verilmesi ve alınması bir gereksinim ve bir vecddir…
Hazlarmızda arılar ve çiçekler gibi olun…”
HAZ ve IZDIRAP
Sonra bir kadın konuştu: “Bize haz ve ıstıraptan bahset.”
Ve o cevap verdi:
“Hazzınız, ıstırabınızın maskesiz halidir. Ve kahkahanızın yükseldiği aynı kuyu,
sık sık gözyaşlarınızla dolar.
Başka türlü olabilmesi mümkün müdür?
Istırabın içinize kazıdığı alan ne kadar derin olursa, o denli çok hazzı içerebilir.
Ve şarabınızı taşıyanla, çömlekçinin fırınında yanan aynı kadeh değil midir?
Ve sesi ruhunuzu okşayan lavta, daha önce bıçaklarla oyulan tahtayla bir değil
midir?
Kendinizi neşeli hissettiğinizde kalbinizin derinliklerine inin.
Farkedeceksiniz ki, size bu sevinci veren, daha önce üzülmenize neden olmuştu.
Üzgün öldüğünüzde, tekrar kalbinize dönün.
Göreceksiniz ki, daha önce sevinciniz olan
bir şey için ağlıyorsunuz.
Bazılarınız, “Haz, ıstıraptan daha anlamlıdır” der; diğerleri ise, “Hayır, ıstırap
daha anlamlıdır”.
Bense, ikisi birbirinden ayrılamaz, diyorum.
Onlar beraber gelirler.
Ve siz, bir tanesiyle masanızda otururken,
unutmayın ki, diğeri de yatağınızda uyuyordur.
Gerçekte siz, hazzınızla ıstırabınız
arasında bir terazi konumundasınız.
Sadece boş olduğunuzda, hareketsiz
ve dengede kalabilirsiniz.
Bir hazine avcısı, altın ve gümüşünü tartmak için
sizi kullandığında, haz ve ıstırap kefeleriniz,
ister istemez, yükselip alçalacaktır.”
İYİLİK ve KÖTÜLÜK
Ve şehrin yaşlılarından biri, “Bize iyilik ve kötülükten bahset.” dedi.
Ve o cevap verdi: “Yalnızca içinizdeki iyilikten bahsedebilirim, kötülükten değil.
Çünkü kötülük, kendi açlık ve susuzluğu içinde azap çeken iyilikten başka ne
olabilir ki?
Gerçekten de iyilik, acıktığında en karanlık mağaralarda bile yiyecek arar ve
susadığında kirli, durgun sulardan bile içer.
Siz, kendinizle bir olduğunuzda iyisiniz; bununla birlikte, kendinizle bir
olmadığınızda, kötü değilsiniz.
Çünkü parçalanmış bir aile eşkiyaların ini değildir; sadece parçalanmış bir ailedir.
Ve dümensiz bir gemi, tehlikeli adalar arasında amaçsızca dolaşır durur, ama dibe
batmaz.
Siz, kendinizden bir şeyler vermeye çabaladığınızda iyisiniz;
Kendiniz için bir kazanç sağlamaya çalıştığınızda ise,
kötü değilsiniz.
Çünkü, bir şey kazanmak için uğraştığınızda, toprağa tutunan ve onun göğsünde
beslenen bir kök gibisiniz.
Doğaldır ki, meyve köke
‘Benim gibi, olgun, dolgun ve bol bol veren ol..’ demez. Çünkü, almak nasıl kök için bir ihtiyaçsa, meyve için de vermek bir gereksinimdir.
Konuşurken tamamen uyanıksanız, iyisiniz. Ama, diliniz anlamsızca kekelerken
uyukluyorsanız,
kötü değilsiniz; Ve sürçen bir konuşma bile, zayıf bir dili güçlendirebilir.
Amacınıza doğru sağlam ve cesur adımlarla ilerlediğinizde iyisiniz;
Fakat oraya topallıyarak gittiğinizde de, kötü değilsiniz.
Çünkü topallayanlarınız bile geri gitmez.
Fakat güçlü ve hızlı olanlarınız, incelik gösterin ve topal birinin yanında asla
topallamayın.
Siz, sayısız konuda iyisiniz ve
iyi olmadığınızda ise, kötü değilsiniz.
Sadece oyalanıyor ve tembellik ediyorsunuz.
Ne yazık ki, geyikler kaplumbağalara çevikliği öğretemiyor.
İyiliğinizin, üstün beninize duyduğunuz özlemde saklı ve bu özlem herbirinizde
mevcut.
Ancak bazılarınızda bu özlem, yamaçların gizemini
ve ormanın ezgilerini taşıyarak, büyük bir güçle
denize doğru akan bir sel gibidir.
Ve diğerlerinde ise, dönemeçlerle ve kavislerle yolunu kaybeden, kıyıya ulaşmadan
önce oyalanıp duran durgun bir ırmağa benzer.
Yine de özlemi fazla olanın, az olana ‘Neden bu kadar yavaşsın, neden
duraklıyorsun?’ demesine izin vermeyin.
Çünkü gerçekten iyi olan, ne çıplak birine, Neden elbisen yok?’ diye sorar, ne de
evsiz olana ‘Evine ne oldu?’ der.”
ZAMAN
Ve bir astronomi bilgini, “Bize zamandan bahset” dedi. Ve o cevap verdi:
“Ölçüsüz ve ölçülemeyen zamanı ölçebileceksiniz.
Davranışlarınızı ayarlayacak,
ve hatta ruhunuzun rotasını,
saatlere ve mevsimlere göre
yönlendirebileceksiniz.
Zamanı, kıyısında oturup, akışını izleyeceğiniz bir nehir haline döndüreceksiniz.
İçinizde zamana bağlı olmadan varolan öz, yaşamın zamandan bağımsızlığının
zaten farkındadır;
Ve bilir ki, dün bugünün anısı, yarın ise bugünün rüyasıdır.
Ve yine bilir ki, içinizde şarkı söyleyen
veya düşünen özünüz,
hala yıldızları uzaya dağıtan
o ilkan’ın içinde devinmektedir.
Aranızda, özündeki sevme gücünün sınırsızlığını hissetmeyen var mıdır acaba?
Yine de bu hudutsuzluğuyla aynı sevginin,
bir sevgi düşüncesinden diğerine,
bir sevgi davranışından bir başkasına,
kendi varlığının tam orta yerinde sımsıkı
ve hareket etmeden durduğunu kim hissetmez?
Ve zaman da, tıpkı sevgi gibi bölünemez ve ölçülemez değil midir?
Yine de eğer düşüncenizde
zamanı mevsimlerle ölçmek isterseniz,
her mevsimin diğerlerini içermesine izin verin.
Ve bırakın bugününüz, geçmişi anılarla, geleceği ise özlemle kucaklasın.”
5 Haziran 2016 admin
Kitap, Şiir - Deneme - Öykü