Home » Tarih » Endülüs » Hıristiyan Dünyasında Endülüs’e Karşı Haçlı Düşüncesinin Doğuşu, Saldırıların Başlaması ve Neticeleri

Hıristiyan Dünyasında Endülüs’e Karşı Haçlı Düşüncesinin Doğuşu, Saldırıların Başlaması ve Neticeleri

Hıristiyan Dünyasında Endülüs’e Karşı Haçlı Düşüncesinin Doğuşu, Saldırıların Başlaması ve Neticeleri*
Dr. Lütfi ŞEYBAN**

endulus-0

Haçlı savaşları ya da Haçlı seferleri tarihinin pek bilinmeyen ilk cephesi Reconquista ya da “İberya Haçlı seferleri” (Iberian crusade) adı altında Avrupa Hıristiyanlarının saldırılarına maruz kalan Endülüs’tür. Daha Endülüs’ün fethinin ilk yıllarında, fâtihlerin Avrupa üzerinden başkentleri Dımaşk’a ulaşma niyetleri ve bunu açığa çıkaran güney Fransa akınları, Avrupalı Hıristiyanların kendileri üzerine gelen bu büyük güce karşı koyma düşüncesini geliştirmelerine sebep olmuştur.
Tam burada İslam-Avrupa mücadelesi tarihinin satır başlarını bilmek, Endülüs’e karşı uygulanan Reconquista’nın mâhiyetinin kavranması açısından çok önemlidir. Bu konuda Bernard Lewis’in şu tespitleri âdeta bir özet niteliğindedir:
“Kabaca bin yıl boyunca yani, Müslüman orduların VII. yüzyıl başlarında Doğu Akdeniz’deki Hıristiyan topraklarına yönelik ilk fetih hareketinden, Türk ordularının 1683 yılında ikinci ve son kez Viyana surları önünden geri çekilmesine değin geçen sürede Hıristiyanlık âlemi İslamiyet’in sürekli ve yakın tehdidi altında yaşadı. İlk islâmî yayılma, büyük ölçüde Hıristiyanların zararına gelişti: Suriye, Filistin, Mısır ve Kuzey Afrika bütünüyle Hıristiyan Bizans’ın hâkimiyetinde bulunan, fakat halkının ekseriyeti putperest olan ülkelerdi. Bu süreçte toprakları fetihçi İslam ordularının eline geçerken, halkları da fâtihlerin savaşçı dininin safında yer aldı.
Müslüman ilerleyişi yalnız bir kez değil, üç kez Avrupa içlerine kadar sürdü. Avrupa’ya yönelik Müslüman yayılmasının birinci dalgası VIII. yüzyılın ilk yıllarında başladı ve bir süre için İspanya, Portekiz, güney İtalya ve hatta Fransa’nın bazı kesimlerini girdabı içine aldı (Endülüs-Sicilya). Batı Avrupa topraklarındaki son Müslüman devletin yenilgiye uğratılıp yok edildiği 1492’ye değin de etkisi sürdü. İkinci dalga ise, Rusya ve Doğu Avrupa’nın büyük bir bölümü üzerinde egemenlik kurmuş olan Altınordu Moğollarının İslamiyet’i kabul etmesi ve Moskova ile öteki Rus prensliklerini Müslüman bir efendinin hükümdarlığını tanımak zorunda bırakmasıyla Doğu Avrupa’yı vurdu. Bu durum Hıristiyanların bir yeniden fetih (Reconquista) hareketine girişmesine ve Müslümanlaşmış Tatarlar’ın Rusya’dan çekilmesine yol açan uzun ve amansız bir mücadeleyle son buldu.
Üçüncü dalganın başını çeken Selçuklu ve ardından Osmanlı Türkleri, Bizans İmparatorluğu’ndan Anadolu’yu aldıktan sonra Avrupa’ya geçtiler ve Balkan Yarımadasında kudretli bir imparatorluk kurdular. Bu ilerleme sürecinde Türk orduları Konstantinopolis’i ele geçirir ve Viyana’yı iki kez kuşatırken, Berberî korsanların gemileri denizdeki cihadı Britanya Adaları’na ve hatta bir keresinde İzlanda’ya kadar taşıdılar. İki din ve iki uygarlık arasında gerçek dönüm noktası, İkinci Viyana Kuşatması ve yenilgiye uğrayan Osmanlı kuvvetlerinin geri çekilmesi oldu. Avrupa’ya yönelik Müslüman tehdidi, askeri ve dini olmak üzere iki yönlü, yani fethe ve din değiştirmeye dönük bir tehditti.”
Bu bilgiler ışığında şöyle bir sonuca varılabilir. Orta ve Yeniçağlarda Müslüman milletlerin Avrupa’yı fetih ülküsünü benimseyerek ulaştıkları 4 durak olmuştur: 1. Paris (Endülüslüler 732), 2. Roma (Ağlebîler 846), 3. Viyana (Osmanlılar 1529, 1683), 4. Moskova (Altın Ordalılar 1480).
Bir dünya haritasında bu dört kentten aşağıya doğru o çağlarda İslam dünyasının yayıldığı Endülüs’ten Hindistan’a kadar geniş coğrafyaya bakıldığında, bu coğrafyanın kabaca büyük bir hilâli andırdığı, bu hilâlin ucunda ya da kıskacı arasında ise Avrupa’nın sadece orta kısmının kaldığı görülecektir. Yani, Avrupa tam bir hilâl kıskacına alınmıştı. Fakat, ilâhi güç o hilâlin dolunay olmasına, bir başka deyişle hilâlin haçı yutmasına izin vermemiştir. Az sonra da ifade edileceği gibi, İslam fetihleriyle ele geçirilen Hıristiyan topraklarını Müslümanlardan geri alma yani Reconquista fikri, daha Bizans’ın ilk döneminde doğmuş ve uygulanmaya çalışılmıştır. Ancak, Müslümanların Orta ve Yeniçağlarda dünya çapında bir siyasi-medenî üstünlüğe sahip olmalarıyla bu Reconquista fikri pek uygulama alanı bulamamıştır. Aksine, Müslümanların Bizans-Avrupa üzerine fetih yürüyüşü hızla ve asırlar boyunca devam etmiştir. Ne zaman ki, Müslüman devletler Hıristiyanlara göre genel olarak bir güç zaafı göstermeye başlamıştır, işte böylesi zamanlarda Hıristiyanlar, Reconquista ideallerini gerçekleştirmek için harekete geçmişlerdir. XX. Yüzyıla gelindiğinde ise, bu hareketin sadece Anadolu dışında nerdeyse tamamen başarıya ulaştırılmış olduğunu görüyoruz. Nasıl mı? Yukarıda verdiğimiz bilgilere göre, Müslümanların Hıristiyanlardan almış olduğu 5 bölgeyi (1. Ortadoğu: Suriye-Filistin-Kuzey Afrika, 2. İberya Yarımadası/Endülüs, 3. Güney Avrupa/Sicilya-Roma, 4. Anadolu-Viyana, 5. Karadeniz’in Kuzey Bölgesi-Moskova) tek tek ele alırsak, sorunun cevabını bulabiliriz.
Bu 5 bölgeden birincisi İngiliz-Fransız Reconquistasıyla (fiilî işgaller ve İsrail’in kurulmasıyla, daha sonra ise bugünkü modern işgal tarzıyla), ikinci bölge İspanyol-Portekizli-Frank Reconquistasıyla, üçüncüsü Norman-İtalyan Reconquistasıyla, dördüncüsü Anadolu’ya kadar Birleşik Avrupa Haçlı Reconquistasıyla, beşincisi ise Rus Reconquistasıyla Müslümanlardan geri alındı. Şimdi sadece dördüncü bölgenin ikinci ayağı yani Anadolu kalmış durumdadır. Ancak, Anadolu da kültürel-ekonomik sömürüye maruz kalarak modern işgal altındadır. Acaba Batılılar bununla yetinirler mi? Ya da Orta-Yeniçağlardaki durumlarını unuturlar mı? Yani, o çağlarda olduğu gibi yeniden yükselecek ve doğal olarak da Batı’ya yönelecek bir İslam ilerleyişi fikri Batılıların, en azından aydın ve yönetici kesimin zihninde hep varolmuş ve varolmaya devam edecektir. Bunun sebeplerini onların tarihlerinde aramak gerekmektedir.
Reconquistanın bugününden Endülüs’teki tarihine tekrar dönelim. Bazı araştırmacılara göre, Reconquista hareketi daha ilk başladığı anda bir haçlı savaşı karakteri taşımaktaydı. Çünkü, 718 yılında bu hareketi gizlice, 740 yıllarından itibaren de Endülüs topraklarını işgal ederek başlatanlar Müslümanlara karşı Hırsitiyanlığın müdafaası uğrunda kutsal bir savaş verdikleri bilinci içindeydiler. Aynı fikrin izlerine eski Hıristiyan kroniklerinde de rastlamak mümkündür. Bu kroniklerde, Reconquista’nın ilk başlatıcıları “mütecâviz düşmanı İspanya’dan sürme ve ülkeyi tekrar eski Hıristiyan kimliğiyle restore etme mücadelesi veren savaşçılar” olarak nitelendirilmektedirler. Diğer yandan, İspanya’da Endülüs’e karşı Hıristiyan direnişi başlatanların daha çok Basklılar olduğu ve onların da bunu dinî duygularla değil haşin karakterli ve bağımsızlıklarına düşkün, bir otorite altında yaşamaya alışmamış olmaları sebebiyle yaptıkları da iddia edilmektedir.
İslâmiyet’in ilk fetih hamlesi, doğal çevre şartları gereği önce Bizans ve Pers İmparatorluğu üzerine, daha sonra batıda İspanya ve Frankların ülkesine yönelmişti. İslam-Hıristiyanlık karşılaşmasının bu ilk aşamasında (VII.-VIII.-IX. yüzyıllar) aslî varlığını büyütmek, yeni benimsediği davasını yeryüzüne yaymak ve komşu devletlerden gelebilecek tehditlerden emin olmak amacıyla yapılan İslam fetihlerinin gösterdiği gibi, baskın taraf genellikle Müslümanlardı. Buna karşı Hıristiyan dünyası ise savunma pozisyonundaydı. Her ne kadar V./XI. yüzyılın ikinci yarılarına kadar Hıristiyan dünyasında Müslümanlara karşı toptan bir haçlı seferi düşüncesi olmadığı kanaati yaygınsa da, Hz. Muhammed’ten hemen sonra başlayan İslam fetihlerinin yöneldiği Hıristiyan bölgelerinin tarihi İslam-Bizans ve İslam-Avrupa ekseninde kronolojik olarak incelendiğinde, bu düşüncenin ilk İslam-Bizans mücadelesi dönemlerine kadar uzandığı görülür. Nitekim, Suriye’nin kuzey kesimini Müslümanlardan geri alan Nikephoros Phokas’ın (963-969) Müslüman cihadının gücünü kavradığı ve Hıristiyanlıkta da buna denk bir şeyin olmasını arzuladığı bilinmektedir.
Bizans’tan ziyade, bir Hıristiyan kutsal savaşı düşüncesi Batı Hıristiyan âleminde daha olumlu bir yankı uyandırdı. Roma ve Ostia’ya karşı Tunus merkezli Ağlebîler tarafından 846 yılında bir baskın gerçekleştirildi. Aslında, Müslümanlar Sicilya’nın fethine 827 yılında Ağlebîler’in bayrağı altında başlamışlardı. Fakat, hareket Kayrevan’da dinamik bir idarenin olmaması ve Hıristiyanların sıkı bir şekilde direnmeleri sebebiyle yavaş ilerliyordu. 846 yılında Müslümanlar Sicilya’nın bir kısmına hâkim durumdayken, güney İtalya’dan ana karaya saldırdılar ve Ostia’yı ele geçirerek Roma kalesi önlerinde göründüler. Fakat, fiziki şartlar uygunsuz olduğu için geri çekildiler. Takip eden yıllarda Roma’yı tekrar kuşattılar, fakat ele geçiremediler. Müslümanlar, her ne kadar güney İtalya’nın hiçbir bölgesini kalıcı olarak kontrollerine alamamışlarsa da, burası için IX-X. yüzyıllarda sürekli bir tâciz ve saldırı kaynağı oldular. Ana karadan sadece birkaç mil genişlikteki Messina Boğazı ile ayrılan Sicilya’dan başka, İslam medeniyeti İtalya’da hiçbir iz bırakmadı.
Ağlebîler’in Roma kuşatmasının ardından Fransa’da bir sinod toplandı ve Hz. İsa’nın düşmanlarına karşı savaşmak üzere Franklar’ın önderliğinde birleşik bir Hırstiyan ordusu oluşturmaları için Hıristiyan âleminin krallarına yönelik bir çağrı kararı alındı. Papa IV. Leo (847-855), belki de Müslüman düşüncesinden etkilenerek, böyle bir savaşta ölecek olan herkese cennet vaadinde bulundu.

al_andalus

Birkaç onyıl sonra Papa VIII. John (872-882), piskoposların bir başvurusuna cevap verirken, Tanrının kutsal kilisesini, Hıristiyan devlet ve dinini savunma uğruna çarpışanlara ve putperest kâfirlere karşı zahmetli mücadele sırasında ölenlere günahlarını bağışlama sözü verdi. Avrupa Hıristiyanlığında bu türden çağrılara tepki yavaş gelişti. Doğu’da Bizans’ın başarılarından sonra Endülüs’te Tuleytula’nın (1085), peşinden Sicilya’nın (1091) geri alınması, Hıristiyan âlemini Müslümanlara karşı cesaretlendiren ve Doğu-Batı denkleminde tarihî dönüşümü hızlandıran temel taşları teşkil etmiştir. Özellikle Endülüs’e karşı gerçekleştirilenden başka, diğer İslam ülkelerine karşı büyük seferler, ancak V./XI. yüzyılın ikinci yarısında başladı.
Dönemin Müslüman tarihçilerinin “Franklar” kelimesiyle ifade ettiği Haçlılar tabiri, Doğu’da ilk kez Osmanlılar tarafından Fransızca “Croisades” kelimesinin karşılığı olarak “Ehl-i Salîb”, Araplar tarafından da “es-Salîbiyyûn” şeklinde kullanılmaya başlanmıştır. Endülüs’tekinden sonra başlayan ve bugün bilinen şekliyle “Haçlılar” kavramı, XI. yüzyılın sonlarında Avrupa dünyasının “Kudüs’ü kurtarma” sloganıyla, Türkler’i Anadolu’dan atmak ve bütün Ortadoğu’yu ele geçirmek için başlattığı siyasi amaçlı askerî harekâta katılanlara verilen adtır. Haçlı seferlerine katılanlara, giysilerinin üstünde haç işareti taşıdıkları için bu ad verilmiştir. 1096 yılında başlayan Doğu Haçlı seferleri, 1291 yılında Latin Hıristiyanların Doğu’daki son merkezi olan Akkâ’dan çıkarılmalarına kadar süren yaklaşık iki yüzyıllık bir dönemi kapsar. Bu dönem içinde dokuz büyük sefer yapılmış, bunlar arasında bazı küçük girişimler de olmuştur. Daha sonra Türk-İslam dünyasına karşı yapılan bütün savaşlar da Haçlı seferleri olarak değerlendirilmiştir. Batı dünyası, Haçlı seferlerinin asıl etkeninin dinî unsurlar olduğu kanaatindedir. Halbuki, Ortaçağ Avrupa toplumunu bu seferlere zorlayan unsurlar aslında siyasî, toplumsal ve ekonomik sebeplerdir.
III./IX. ve IV./X. Yüzyıllara kadar İspanyalıların diğer Hıristiyan ülkelerle pek ilişkileri mevcut değildi. Ancak, bu yüzyıllarda Pireneler bölgesi ve Leon krallığı içindeki bazı gelişmeler, İspanyalıların izolasyonunu kırdı ve ilişkiler başladı. Bunda temel etken, 830 veya 835 yılında Şente Yâkub’ta (Santiago) Aziz Yakup’un türbesinin bulunması ve buranın kısa süre içinde bütün Hıristiyan dünyada meşhur olmasıydı. Şente Yâkub’a gelip giden hacılar sebebiyle yollar yapılmış ve İspanyalıların toprakları mamur hale gelmişti. Yani, uydurulmuş kutsal hac mahalli, Avrupa Hıristiyanlarına Endülüs/İspanya topraklarının İslam fethinden önce bir Hıristiyan toprağı olduğu, dolayısıyla onlardan geri alınması gerektiği inancını aşılamış ve bu inancı canlı tutmuş, âdeta Reconquista’nın manevi ateşleyicisi, dinamizm kaynağı olmuştur. Özellikle Fransa içlerinden gelen bu tür hacılarla İspanyalıların artan temasları, onların içinde Endülüs Müslümanlarına karşı Reconquista duygularının gelişmesine neden olmuştu. Özellikle mezkür mezarın bulunduğu Liyûn kentinin 990 yıllarında birkaç kez Hâcib el-Mansûr tarafından fethedilmiş olması, bu tür hislerin oluşumuna katkıda bulunmuştur. İspanyol Reconquista hareketine dâir haberler, Şente Yâkub’a Avrupa’nın her yanından gelen hacılar vâsıtasıyla Fransa ve diğer Hıristiyan ülkelere yayılıyor ve oralarda sevinç meydana getiriyordu. Doğal olarak bu durum İspanya kralları içindeki Reconquista ateşinin de parlamasına yarıyordu.
Tam burada, Batılıların Anadolu Reconquistası idealini gerçekleştirme planları çerçevesinde uydurulduğunu düşündüğümüz Meryem Ana Kilisesi’ne gönderme yapmak yerinde olacaktır sanıyoruz. Aynen İspanyol Reconquistasında olduğu gibi, bu kilisenin de bir Hıristiyan hac yeri olduğu fikri Osmanlı’nın son asrından itibaren zihinlere yerleştirilmiş, Efes’e bu kiliseyi ziyarete Avrupa’nın her yanından Hıristiyanlar gelmeye başlamış ve bu ziyaretler devam etmektedir. Böylelikle, Anadolu topraklarının aslında bir Hıristiyan ülkesi olduğu ve dolayısıyla Müslüman Türkler’den geri alınması gerektiği fikri canlı tutulmaya çalışılmaktadır. Endülüs’te o mezarın ortaya çıkarılmasından sonra 250 yıl kadar bir zaman zarfında Endülüs topraklarının çoğu kaybedilmişti. Batı’nın kültürel-ekonomik işgali altında bulunan Anadolu’da ise, eğer millî bir tavır geliştirilerek bu tavır sahiplerinin ülkede hâkim güç olması gerçekleştirilemezse, bugünden on yıllar sonra veya bir-iki asır içerisinde ne gibi tarihî olayların gelişebileceğini kestirmek zor olmasa gerektir.
İspanyalıların diğer Hıristiyan ülkelerle bağlantısını sağlayan başka bir etken de, Fransız kontluklarıyla Hıristiyan İspanya devletleri arasında yoğunlaşan karşılıklı evliliklerdi. Özellikle Barselona Borrell kontları (940-1035) Fransız Auvergne, Carcassonne ve Gascony kontlarının kızlarıyla evlenmişlerdi. V./XI. yüzyılda bu tür evlilikler ilk kez Pireneler’in aşağılarına Aragon’a da yayıldı. Oradan da Liyûn bölgesine yayılmasıyla birlikte ticaret, hacılık, dostluk ve vassallik gibi sebeplerle karşılıklı geliş gidişler artış gösterdi. Bu tür etkenler, bütün kuzeyli soylu hânedânlar arasındaki ilişkileri ilerlettiği gibi, ortak düşmanlarına karşı ittifak hareketlerini de gündeme getirmişti. Bu yolla güneyli ve kuzeyli Fransız kontlar, diğer baronlar ve şövalyeler gibi Reconquista hareketini gördüler ve Endülüs Müslümanlarına karşı savaşmak için İspanya krallarının yardımına gelmeye başladılar.
Karşılıklı evliliklerden daha önemli olan şey ise, İspanya’da yayılmakta olan Benedict Tarikatı idi. 910 tarihinde Cluny’de Burgondian Manastırı’nda resmen faaliyete başlayan tarikat, yaklaşık 953 yıllarında Katalûnya’ya ulaştı. 1025 yılından sonra ise Aragon, Navar ve Leon topraklarına yayıldı. Bunun anlamı, İspanyalı papazlarının Fransız manastırlarında yetiştirilmeleriydi. Papalığın tercihiyle İspanya’da görevlendirilen Fransız din adamları ve onların İspanyol talebeleri vâsıtasıyla İspanya manastırları Cluny’ye bağlandı. Bu manastırlar birkaç yılda bir bizzat Cluny başrahibi tarafından teftiş ediliyordu. Zamanla Cluny etkisi İspanyol manastırları dışına da yayıldı ve bazı büyük papazlarca benimsendi. Meselâ, bazı papazlar piskoposluk görevine atanarak kilise yaşamı ve din eğitimi hakkında bir resmî genel reform açıklayarak uygulamaya soktular. Bu tür papazlara örnek, Bernard de Sedirac, Sahagun rahibi ve Tuleytula’nın işgalinden sonraki ilk başpiskoposu Bernard’tır. Clunylerin temel özelliği ise, papalığa bağlı olarak hareket etmeleriydi. Onlar, İspanya’da Roma Kilisesi’nin din-dünya görüşünü yayıyorlar, haçlı savaşlarına hem teşvikçi oluyor hem bizzat iştirak ediyorlardı.
Endülüs Emevileri’nin V./XI. yüzyıl başındaki çözülmelerinden sonra 1031 yılı itibarıyla ülkede Mülûkü’t-Tavâif’in oluşmasıyla, Müslümanlar artık eski güçlerini yitirmiş hale düştüler. Bunu gören Papalık, özellikle Papa IX.Leo (1049-1054) ile birlikte dikkatlerini Endülüs üzerine yoğunlaştırdı. Bu ilginin geri planında iki olgu vardı. Birisi, Müslümanlar tarafından fethedilen bütün Hıristiyan topraklarını geri almak için harekete geçme zamanının geldiği şeklindeki Papalığın inancı, diğeri Endülüs topraklarının mülkiyetinin Papalığa ait olduğu kanaatiydi. Zira, papaların iddiasına göre Roma İmparatoru Büyük Konstantinos (324-337) İspanya topraklarının tamamını Roma Kilisesi’ne bağışlamıştı. İşte bu kanaatlerle harekete geçen Papalık makamı, değişik tarihlerde çıkardığı fermanlar aracılığıyla Endülüs’ün geri alınmasının dinî bir görev olduğunu vurgulayarak Avrupalı yöneticileri Reconquista’ya destek vermeye çağırmışlardır. Nitekim, Papalığın Hıristiyan İspanya krallarıyla ilişkilerindeki en belirgin özellik, onları kendilerine tâbi hale getirmek ve diğer Hıristiyanlar ile birlikte Müslümanlara karşı haçlı savaşını ara vermeden sürdürmelerini sağlamaya çalışmak olmuştur.
Endülüslülerin birlikten uzaklaşmaları, şüphesiz İspanyalıların Reconquista düşüncesine canlılık kazandırdı ve Reconquista’nın ilk dönemi olan 718-1085 yılları arasında bazı başarılar elde etmelerini sağladı. Leon-Kastilya kralı I.Fernando (1037-1065), kendisine tâbi durumdaki Endülüs Sarakusta Emîri Muktedir’e yardım amacıyla, Aragon kralı I.Ramiro’ya (1035-1063) karşı oğlu Sancho ve komutanı Rodrigo Diaz komutasında ordu sevk etti. Bu ordunun başarılı olması üzerine, Papalığın etkisiyle Aquitania, Burgunia, Norman ve Urgel kontlukları ile Katalanlar’dan oluşturulan bir ordu Pireneler’i aşarak Endülüs’ün Berbeştru (Barbastro) şehrini işgal etti (456/1064). Bundan bir yıl sonra Muktedir şehri geri aldıysa da, Hıristiyanların bu saldırısı Avrupalıların ilk Haçlı Seferi sayılmıştır. Bununla beraber, Levi-Provençal’ın tespitiyle Endülüs’e karşı ilk Haçlı hareketinin çok daha erken tarihlerde (408/1017) başladığını söylemek mümkündür. Çünkü, bu tarihte Burgonyalılar Endülüs topraklarına karşı saldırıya geçmişlerdir. Bu konuda kendisini destekleyen Titus Bruckhardt gibi Batılı araştırmacılar da vardır. Öyleyse, 1017 ile 1064 tarihinde gerçekleşen bu iki olayın ortasını bulmak gerekmektedir. 1017 tarihinde meydana geleni, sadece Burgundialılar tarafından yapıldığı için küçük çaplı bir sefer; 1064 yılındakini de beş grubun katılımıyla gerçekleştirilmesine bakarak birleşik biyük bir Avrupalı Haçlı seferi saymak mümkündür.
Papa II.Alexander (1061-1073) ile birlikte Avrupalılar, Gregorian Hareketi’nin bir parçası olarak bütün Akdeniz boyunca Avrupa topraklarının Müslümanlardan temizlenmesi düşüncesi ve ideali yani Akdeniz Reconquistası ile tanışmıştı. Bu ideali haklı göstermek için geliştirilen argümanlar arasında Hıristiyan topraklarının yeniden kazanılması, oralarda yaşayan Hıristiyan halkın Müslüman baskısından kurtarılması, üç yüzyıldır bir Müslüman gölü hâline getirilmiş olan Akdeniz kıyılarındaki Berşelûne’den Bari’ye kadar Avrupa şehirlerine karşı Müslümanların yaptıkları yağma ve tahrip amaçlı akınların önlenmesi ve en önemlisi de bütün İberya Yarımadası’nın Müslümanlardan geri alınması fikri vardı. Papa II.Alexander bir yandan da Müslümanları Sicilya’dan çıkartmaları için Normanlar’ı kışkırtıyordu. Geleceğin papaları ise, haçlı savaşını Orta Doğu ve Afrika’ya kadar yayacaklardı. Alexander ve halefleri, özellikle İspanya’yı Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasında bir kutsal savaş alanı olarak görüyorlardı. Alexander zamanından itibaren önce Endülüs’e, hemen ardından da İslam dünyasına karşı başlayan seferler (1064, 1085), Haçlı Seferlerinin ilk örneklerini teşkîl etmektedir. Bu tür gelişmeler, Müslümanların siyasî durumlarının iyice kötüye gitmesiyle birlikte Hıristiyanların Müslümanlara karşı cesaretlenmelerine ve sonuçta büyük bir Haçlı ordusunun Endülüs’te Tuleytula’yı ele geçirmesinden sonra Reconquista hareketinin hız kazanmasına sebep oldu.
Bu gerekçelerle Hıristiyan dünyayı Müslümanlara karşı harekete geçirecek motivasyon unsurları ise, üç yüz elli yıldır güney Fransa ve aşağılarında Müslümanlara karşı mücâdele veren Fransızların benimsemiş oldukları, “kâfirlere karşı savaş” fikri ile Hıristiyanlığa hizmet aşkı, Hıristiyanların kendilerini savunması ve özgürlük fikri, Haçlı seferlerine katılanlara sağlanacak maddî manevî ayrıcalıklar, toplumlar arası dostluklar ve Hıristiyanlık dayanışmasıydı. Bundan dolayı, ilk Haçlılar Endülüs Müslümanlarına karşı savaşmış olan Fransızlar idi denebilir. Nitekim, Müslüman tehdidi karşısında devamlı endişe içinde bulunan Batı Avrupa dünyası, papalığın teşvikleriyle Endülüs Müslümanlarına karşı saldırı için fırsat kolluyordu. Fransa’da çok güçlü duruma gelmiş olan Cluny kilise organizasyonu ile papalık bu hareketi desteklerken, pekçok Frank şövalyesi de İspanya’daki seferlere katılıyordu. Papa II.Urban (1088-1099), Tarrakûne (Tarragona) Müslümanlarına karşı savaşmaları için Besalu, Ampurias, Rosellon ve Cardena kontlarına gönderdiği mektuplarda, Tanrı aşkı için bu sefere katılacakların günahlarının affedileceği ve cennete girecekleri garantisi vermekteydi. V./XI. Yüzyılın ikinci yarısında artık müslümanlara karşı Avrupalıların kutsal savaşı havasına bürünen saldırılar, gittikçe daha fazla sayıda maceracı Frank şövalyesini İspanya’ya çekmekteydi. Bu uğurda İspanyalılara yardım için kalkan Frank kontları, Alfonso’nun yanında yer alarak Müslümanlara karşı yapılan savaşlara katıldılar. Bunlardan birisi Kont Ramon Burgoni, diğeri Ramon’un amcasının oğlu Kont Henri idi.
Tuleytula, İspanya Hıristiyanlarının Reconquista hareketinde en önemli hedefti. Çünkü, Vizigotlar’ın başkenti ve Endülüs’ün Kurtuba ile İşbiliye’den sonra üçüncü büyük şehriydi. Ayrıca, Hıristiyanların kuzeyden güneye doğru askerî ilerleme yapabilmeleri için gerekli stratejik imkanı sağlayan çok önemli coğrafî ve psikolojik bir hat sayılırdı. İşgal edilmesi için VI.Alfonso’ya âdeta Endülüslü Müslümanların kendileri tarafından dâvetiye çıkarılmış ve yardım edilmiştir. 1075 senesinde şehirde karışıklık çıktığında, Emîr Yahya el-Kâdir (1075-1085) şehirden kaçmış ve idare Eftasîler’e geçmişti. Yahya, tahtını tekrar elde edebilmek için Alfonso’dan yardım istedi. Mal ve toprak (Kûriye ve Zorita) karşılığında yapılan anlaşma uyarınca Alfonso Tuleytula’yı kuşattı ve Yahya 1082 yılında tahtına kavuştu. Ancak, kendisine karşı şehirdeki muhalefet yeniden nüksetti. Diğer yandan, Abbâdîler ve Hûdîler’e karşı da mücadeleye girmek zorunda kalan Yahya, bu zor durumdan kurtulabilmek için tekrar Alfonso’ya başvurdu. Belensiye’yi zaptetmesine yardım etmesi karşılığında Tuleytula’yı işgal etmesini önerdi. Bunun üzerine Alfonso, 1084 senesinde şehri kuşattı. Tuleytulalılar yaklaşık bir yıl direndiler. Bu arada Hıristiyan ordusuna diğer Endülüs emîrlerince erzak yardımı yapılıyordu. Hiçbir yerden yardım alamayan halkın direnişi kırıldı ve 1 Safer 478 (28 Mayıs 1085) tarihinde kral şehre girdi.
Endülüs’ün birkaç önemli büyük şehrinden biri olan ve kuzeydeki savunma hattının en sağlam kalesi durumundaki Tuleytula’nın düşmesi Müslümanları paniğe düşürdü. Hıristiyan dünyada ise, müthiş bir sevinç ve Müslümanlara karşı büyük bir kendine güven duygusu meydana getirdi. Bu stratejik konumdaki kalenin düşüşüyle artık İberya Yarımadası’nda güç dengesi Hıristiyanlar lehine temelden değişti ve bu kayıp Hıristiyan İspanya-Avrupa devletlerinin, bir haçlı ruhu içerisinde birleşerek Müslümanlardan İspanya’yı geri alabilecekleri umutlarını gerçeğe dönüştürüyordu. Hatta, bu zaferin coşkusu içinde Hıristiyanlar, Avrupa’dan Balkanlar’a doğru ilerleyerek Hıristiyan Bizans Devleti’ni iyice sona yaklaştırmış olan Türkler ile Kudüs merkezli İslam dünyasına karşı bile başarı elde edilebilecekleri düşüncesini geliştirdiler. Bu düşünceye zaten sâhip bulunan Papalığın önderliği ve teşvikleriyle Hıristiyan liderler, Tuleytula işgali hareketinden sonra Endülüs Müslümanları üzerine yapılan Haçlı saldırılarını yoğunlaştırırlarken, diğer yandan da Orta Doğu’ya karşı Haçlı Seferleri düzenlenmeye başladılar. Bu arada, Papalık çıkardığı bir fermanla İspanya Hıristiyanlarını Doğu seferlerine iştirak etmekten menetti. Çünkü, Papalığa göre İspanyalılar için öncelikle kendi yanlarındaki düşmanları olan Müslümanlara karşı kazanmaları gereken mukaddes bir savaş vardı.
Günümüzden geçmişe bir göz atıldığında, Haçlı Seferleri sırasında yaşanan bu gelişmeler, daha sonraki Batı sömürgeciliği ile emperyalizminin ilk tohumları olarak kabul edilmektedir. Sonuç olarak Tuleytula, 732 yılında gerçekleşen Poitiers savaşından sonra İslam-Avrupa mücadelesi tarihi içerisinde ikinci büyük dönüm noktası oldu.
Tuleytula’dan sonra hızla gelişen olaylar çerçevesinde Mülûkü’t-Tavâif döneminde hız kazanan ancak, Endülüslülerin Afrika’daki güçlü Murâbıtlar’dan yardım istemeleri ve Yusuf b. Taşfîn’in İspanyalıları bozguna uğratmasından sonra bir müddet duraksayan Reconquista hareketi, şuurlu ve planlı bir şekilde yürütülmüş ve uzun zaman içerisinde başarıya ulaştırılmıştır.