Çivi yazısı ilk olarak Mezopotamya’da ortaya çıkan bir yazı sistemidir. Mezopotamya ise bilindiği gibi, kabaca Dicle ile Fırat Nehirlerinin suladığı alanlara verilen coğraş isimdir. Her iki nehrin yükselip alçalması nedeniyle, yıl içerisinde nehir boyunca çok kaliteli bir kil tabakası oluşmaktaydı. Mezopotamya’da yaşayan insanlar burada zahmetsiz olarak biriken kili, kerpiç-tuğla ya da çanak çömlek yapımı gibi birçok alanda kullanmışlardır. Yazı malzemesi olarak da kilden yapılan tabletler yaygı n olarak kullanılmıştır. Tabletlerin adı Sümerce’de DUB, Akkadca’da TUPPA, Hititçede ise tuppi- idi. Bir kil tabletin alışılmış formu dikdörtgendir. Muhtemelen masa gibi düz bir satıh üzerinde hazırlanan tabletin arka yüzü bu nedenle düz iken, ön yüzü biraz bombelidir. Yandan bakıldığında mercek gibi görünen bu form sayesinde, kırık halde bulunan bir tabletin ön ve arka yüzünü tespit etmek mümkündür.
Çivi yazılı tabletlerin büyüklükleri çeşitlilik göstermektedir. 1,6 x 1,6 cm boyutları nda tabletlerin yanı sıra, 36 x 33 cm boyutlarında tabletler de belgelenmiştir. Tabletler tek sütunlu olabileceği gibi, çok sütunlu olmaları da mümkündür. Çivi yazısı soldan sağa yazılan bir yazı sistemidir. Kil tabletlerin alışılmış formu dikdörtgen olsa da, bunun yanı sıra farklı formlar da mevcuttur. Formların farklılığı dönem, metnin içeriği ya da metnin uzunluğu ile ilgili olmalıdır.
Eski Babil ve öncesine ait öğrenci tabletleri, çoğunlukla yuvarlak tabletlerdir. Bununla beraber III. Ur Sülalesi Dönemi’ne ait tarım içerikli metinler ve Eski Babil idari metinleri yine yuvarlak forma sahiptir. Çivi biçimli konik tabletlerin içeriği, ev satım belgeleri ve yapı yazıtlarıyla sınırlıdır. Prizma şeklinde olanlar ise, Akkad kralı Sargon öncesi dönemden Eski Babil Dönemi’ne kadar, alışılmış şekildeki tabletlere yazılan sözlük metinleri ve bazı Sümerce edebi metinlerde kullanılmışlardır. Eski Babil Dönemi’nden sonra, 6 ya da 8 sütunlu prizmalar, çoğunlukla kral yazıtları için kullanılmıştır. Bu örneklere ek olarak mektuplar, günümüzde
olduğu gibi kilden yapılmış olan zarşar içine konulurdu. Zarşarın kullanılması ilk defa III. Ur Sülalesi Dönemi’nde özellikle idari metinlerin yazımında kullanılmıştır. Bu zarşara, kil tabletlerde yazılan bilgiler aynen geçirilirdi ki, şüphe duyan alıcı istediği takdirde zarfı kırar ve zarfta yazılanı, içindeki metin ile kontrol edebilirdi. Eski Babil ve Eski Assur dönemlerindeki zarşar, bugünkü zarf kulanımına daha da benzerlik gösterir, çünkü üzerlerinde gönderen kişinin ismi ve imzası yerine geçen mühür baskısı yer alırdı. Bu tür zarşı tabletlerin en güzel örnekleri Assur Ticaret Kolonileri’nin Anadolu’daki merkezi durumunda olan ve Kayseri yakınında bulunan Karum Kaniş’ten (Kültepe) bilinmektedir. Doğu Akdeniz havzası ve Mezopotamya yazı sistemlerinin doğduğu ve geliştiği bölgelerdir; hiyeroglif sistemi Mısır’da, çivi yazısı Mezopotamya’da doğmuştur.
Aslında tüm yazıların kökeninde resim vardır.
Halen daha yazı-resim işlevselliğini korumaktadır: bugün havalimanları, fuar ve sergi salonları, telefonlar, acil çıkışlar, bagaj teslimatı, herhangi bir dile bağlı olmaksızın resim-yazılar ile gösterilir. Ancak bu resim-yazı sistemi ile soyut kavramları ya da dillerdeki ‘kip’, ‘zaman’, ‘şahıs’ gibi unsurları göstermek mümkün olamamaktadır. Aslında birer şkir yazısı olan resim-yazıları, kullanan toplumlar tarafından kilden tabletler üzerine stylus adını verdiğimiz ucu sivri bir alet yardımı ile yazıyorlardı.
Önceleri resim yazısı olarak başlayan yazı, evrimleşerek, özellikle kil tabletlerin yuvarlak hatlı resimler çizmeye pek elverişli olmaması nedeniyle daha linear (çizgisel) bir görüntü almıştır. Kil dışında deri, tahta, balmumu da tablet yapımında kullanılmıştır. Ancak dayanıksız malzemeler olduğu için günümüze ulaşmış çok fazla örneği yoktur. Bunların dışında örneği tek de olsa, bronzun da tablet yapımında kullanıldığını biliyoruz.
Çivi yazısının gelişimini gösteren tablo (Alparslan 2010).
Çivi yazısının kil tablet üzerine yazılma biçimi. Stylus’un henüz ıslak iken kil üzerine bastırılması sonucu ortaya çıkan işaretleri, bilim adamları çivi yazısı olarak adlandırmıştır.
Hitit Çivi Yazısı
Hititler, dillerini yazıya geçirmek amacıyla, bir hece yazısı sistemi olan çivi yazısı- nı kullanmışlardır. Çivi yazısı o dönemde, yani MÖ on yedinci yüzyılda bin seneye aşkın bir zamandır Mezopotamya’da kullanılmaktaydı. Anadolu, çivi yazısı ile ilk defa Assur Ticaret Kolonileri Çağı’nda (yak. MÖ 1950-1750), Assur’dan gelen tüccarlar sayesinde tanışmıştır. Ancak ilginçtir ki, Hititler kendilerinden evvel Anadolu’da kullanılan bu yazı üslubunu (biçemini) değil, Eski Assur Çivi Yazısı’ndan farklılıklar gösteren Eski Babil Çivi Yazısı üslubunu kabul etmişlerdir. Genç bir bilim dalı olan Hititoloji, Hint-Avrupalı bir toplum olan Hititlerin (MÖ 1650-1200) dillerini ve çivi yazısı sistemini kullanarak kilden tabletler üzerine kaydettikleri yazılarını okuyarak, Hitit toplumunu anlamaya çalışan bilim dalıdır. Hititçe Hint-Avrupa Dil Ailesi’nin yazılı belge bırakmış en eski üyesidir. Bu dil ailesi ise, Hint Okyanusu’ndan Atlas Okyanusu kıyılarına kadar uzanan coğrafyada, Türkçe-Macarca-Şnce dışında konuşulan tüm dilleri içine alır. Hititlerin, hemen her konuda yazdıkları tabletlerin sayısı, günümüzde halen devam eden pek çok kazı sayesinde binlerce sayıya ulaşmıştır. Hititoloji, pek çok bilim dalı ile beraber çalışmalar yapmak zorundadır. Çünkü çivi yazılı tabletlerden elde edilen verilerin konusu gereği bazen Dinler Tarihi, bazen Eskiçağ Tarihi, bazen Arkeoloji, Coğrafya, Tıp ve Anatomi, Biyoloji gibi bilim dalları ile çalışmak ve bu alanlardan yardım almak zorundadır. Örneğin bir doğum ya da ölüm ritüelini içeren çivi yazılı metni anlamak ve günümüzle karşılaştırmak için tıp ve anatomi bilgisine ihtiyaç vardır ya da tarihi-coğrafya çalışmalarını yürütebilmek için coğrafyadan yardım almak gerekir. Aynı şekilde ticaretle alakalı bir metni açıklayabilmek için, metinde geçen ticari mallardan örneğin kalayın, bakırın, demirin Anadolu ve çevresinde nerelerden elde edildiğini ve nasıl ergitilerek malzeme yapımında kullanıldığını açıklamak için metalurjiden, bir binanın yapımını anlatan metinler için mimarlık bilgilerine başvurmak gerekmektedir. Hititoloji, bunlar içerisinde en çok Arkeoloji bilimi ile beraber yol alır. Maddi kültürü (çanak çömlek, ev gereçleri, mimari kalıntılar gibi) inceleyerek Eskiçağ kültürlerini açıklamaya çalışan Arkeoloji, gerçekleştirdiği kazılar ile tabletlerin bulunmasını sağlar.
Hititoloji gerçekleştirdiği filolojik çalışmalar sonucunda, diğer Hint-Avrupa Dilleri olan Latince ve Eski Yunanca ile günümüz ingilizce, Almanca, Fransızca dillerinin etimolojik problemlerinin anlaşılmasına yardımcı olmakta, bu diller ile Hititçenin ilişkisini araştırmaktadır. Tıpkı Latince ve Eski Yunanca gibi Hititçe de ölü bir dildir. Bugün konuşulmayan veya kullanılmayan diller, “Ölü Dil” olarak adlandırılır. Merkezi Anadolu’da bulunan Hititler, Mezopotamyalı Kültürler ve Avrupa Kültürünün temelini teşkil eden Eski Yunan ile Latin Kültürleri arasında bir köprü görevi görmüş ve Dünya Bilim Tarihi içerinde yerini almıştır. Hititler çivi yazısının yanı sıra ikinci bir yazı sistemini de kullanmışlardır. Kayalara yapılmış kabartmalardaki yazıtlarda, taş stellerdeki yazıtlarda, kral ve şahıs mühürlerinde, bazı kaplar üzerinde hiyeroglif sisteminde yazılmış yazılar mevcuttur. Hitit-Luwi Hiyerogliş olarak tanımladığımız bu yazı sisteminin esin kaynağı muhtemelen Mısır Hiyeroglif yazısıdır. Çivi yazısının aksine, hiyeroglif kullanılan yerler halka açık kaya kabartmaları ya da halktan insanlara ait mühürlerdir. Buradan hareketle çivi yazısı sisteminin resmi yazı ve dil olduğu, hiyeroglif sistemi ve yansıttığı Luwi dilinin toplumun geniş kesiminin kullandığı dil ve yazı olduğu söylenebilir.