Çeşitli insan tipleri görürüz çevremizde; başkalarının derdini dert edinen özverili insanlar, yalnızca kendi dertleriyle yaşayan benciller, hiçbir şeyi dert edinmeyen gamsızlar… Ve bunların arasındaki onlarca ton…
Sayılamayacak kadar çok varlığın olduğu bir dünyada yaşıyoruz: Canlı- cansız… Hareketli- hareketsiz… Sayısız varlık çeşidi ve bu varlıkların meydana getirdiği olaylar karşısında insanların tepkileri de çok çeşitli: Farkında- farkında değil… Anlayışlı-anlayışsız… İlgili- ilgisiz… Duyarlı- duyarsız… Sorgulama ve araştırmaya istekli- umursamaz..
Farkındalık, varlığa saygının başlangıcı olmalı… İnsan, çevresindeki varlıkların, olayların, kendinin ve diğer insanların farkına varmalı, onları tanımalı… Duyarlı insan, çevresindeki insanların, hayvanların, bitkilerin ve doğada var olan her şeyin adım adım farkına varmak ister. Onların anlam ve önemi üzerinde düşünür. Onların varoluş amaçlarını çözmeye çalışır.
İnsanı diğer canlılardan farklı kılan idealleridir. İdeal, her konuda en iyiyi (erdem) sembolize eder. Haklarda (insan haklarında, çocuk haklarında, kadın-erkek haklarında, hayvan haklarında, geçmiş ve gelecek nesillerin haklarında, yeryüzü haklarında), insan ilişkilerinde, barınmada, beslenmede, üretimde, paylaşımda, pazarlamada,… En iyiyi ulaşmak için en iyiyi bilmek, en iyiyi bilmek için en iyiyi aramak, bulduğunuz en iyiyi yaymak için cesaretle çalışmak gerek. Okumak, öğrenmek, konuşmak, yazmak, çizmek gerek.
Her varlığın doğru bir amaca hizmet ettiğini düşünüyoruz. Bunun farkına varan herkes, kendi var oluş amacını da keşfetmeye ve buna uygun bir tutum içine girmeye çalışıyor.
Amaçlı insanın idealleri vardır; bir düşüncesi, inancı, ülküsü, ilkeleri ve değerleri vardır. Bu idealler, insanlıkla, evrenle, bütünle ilgilidir. Salt kendisiyle ilgili değildir, parçacı değildir. Bu idealler; bütün bir millete, bütün dünyaya, bütün insanlığa barış, hak, adalet, güven, huzur ve mutluluk getirmeye yöneliktir. Amaçlı insan, idealleri için vardır, idealleri için yaşar, idealleriyle yaşar, hayatını idealleri uğruna harcar. Gayesiz insan; rüzgarın önündeki çöp, denize atılan odun, ateşe atılan yakıt, topraktan çıkan ot gibidir. Edilgendir; bir başkasının eylemiyle harekete geçer, öznenin yönlendirmesine göre yol alır.
İdealler, toplumdaki sorgulanmamış geleneksel kalıplardan farklı olarak; insanları ahlak, toplum, sağlık, ekonomi, kültür vb. açısından daha çok geliştiren ve ilerleten üst değerlerdir. Belki bu ideallere bütünüyle ulaşamayız. Ancak onlara ulaşmak için çalışırız. Bu arada, idealleri olanlar elbette çeşitli engellere takılabilir, zaman zaman sarsılabilirler; ancak asla pes etmezler. İyi eğitimli olmak, iyi dostlara sahip olmak, iyi konuşmak, iyi yazmak, çok çalışmak ideallere ulaşmanın kilometre taşlarıdır. Bir özlü sözde bu konu çok güzel betimlenir:
“İdealler yıldızlar gibidir, onları tutmak mümkün olmaz ama karanlık gecelerde yolumuza onlar rehberlik ederler.”
İdealleri uğruna mücadele eden insanlar, daima ideal olanın peşindedirler; ideal sözler, ideal davranışlar, ideal tutumlar… İdeal insan, ideal ana, ideal baba, ideal öğretmen, ideal eş, ideal çocuk olma amacında olsak da yüzde yüz ideale ulaştığımızı söyleyemeyiz. Eksikliklerden ve yanlışlardan arındıkça, bir öncekine göre daha ideal olduğunu düşünebiliriz. İdeal, herkes için en iyi olanın arayışıdır.
Her insan, kendi kapasitesi dahilinde gerçekleşmesi mümkün olan ideallerin peşinde olmalıdır. İdealleri uğruna çalışmak ve mücadele etmek için gerekli olan motivasyonu, başkalarının onayından değil kendi inancından almalıdır. Sık sık başkalarının yönlendirmesiyle harekete geçen bir kişi, lokomotifsiz bir trene benzer. İtme veya çekme kuvvetiyle hareket etse bile yeterli enerjiye sahip olmadığı için yolda kalacaktır.
İdealleriyle dünyayı kurtarmayı amaçlayanlar, belki bütün dünyayı kurtaramasalar bile en azından kendi dünyalarını kurtarırlar. Yalnızca kendilerini kurtarma derdine düşenler ise hem kendi hem de başkalarının dünyalarına anlamlı bir katkı sağlamazlar. Başkalarının sorunlarını çözünce kendi sorunlarının da çözüleceğine inanması, o insanın idealleri olduğunun bir göstergesidir. Başkasını kurtarma temeline dayanan idealler, işte tam da bu yüzden insanları hep canlı tutar, heyecanı, coşkuyu, yaşam enerjisini artırır. O yüzden idealleri olan insan genelde dinamiktir; donuk değildir, duygularını gizleme gereği duymaz; onunla dört mevsimi yaşarsınız; gülünce gözleri de güler, kızınca ateş püskürebilir. Çünkü idealleri olanın sevinci ve üzüntüsü, dostluğu ve öfkesi ahlaki gerekçelere dayanır. Ahlak; kendini aşmaktan, başkalarıyla kaynaşmaktan geçer. Kardeşini, komşusunu, ötekini düşünmekten geçer. Aksi takdirde sevgi ve dostluk, içgüdüsel, sembolik veya sahte olur.
İdealleri olan insanın güçlü inancı vardır, sevgisi ve dostluğu tamdır. Onun sevgisi ve dostluğu; yarım, çeyrek veya yamuk değildir, çünkü o, kişi değil ilke eksenlidir.
İdealleri olan insanın her zaman söyleyeceği sözü vardır. Onun dünyaya, dünyalıya, insana söyleyecekleri vardır; yapması, konuşması ve yazması hiç bitmez. Kendi derdiyle meşgul olan kişi, bir dertle meşguldür; başkasının derdiyle meşgul olan kişi ise bin dertle meşguldür. Yalnızca kendi derdiyle meşgul olana, yalnızca kendisi güvenirken, başkasının derdiyle meşgul olana herkes güvenir.
İdealleri olan insanın evrensel bir kimliği vardır. Gittiği yerde sorunlara sahip çıkmasıyla ve verdiği güvenle tanınır. Çünkü o, herkes için yola çıkmıştır ve herkesledir. ‘Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’ anlayışında değildir. Diğer insanlarla birlikte aynı gemide olduğunun, gemi delinirse kendisiyle beraber herkesin bundan zarar göreceğinin farkındadır. Yeryüzü ölçekli adaleti sağlamak, ancak yeryüzü ölçekli bir bilinçle mümkündür. Yeryüzü ölçeğinde bir başarı, kişinin öncelikle bulunduğu ortamlarda haktan yana olmasından ve adaleti sağlamasından geçer.
İdeallere adım adım yaklaşmak isteyen insanlar kendilerine hedefler belirlerler. Arzu ettiğiniz bir yüksek öğretim programına katılmak bir hedef iken, o programı bütünü kucaklayıcı bir yarara dönüştürmek bir idealdir. Evlenmek bir hedef iken; evliliği, örnek bir aileye dönüştürmek bir idealdir. Çocuk sahibi olmak bir hedef iken, bütünü gözeten, dürüst ve sorumluluk sahibi bir birey yetiştirmek, bir idealdir. İşe girmek bir hedef iken yaptığımız işte bütünü, ülkeyi, dünyayı, varlıklar alemini dikkate alarak yapabileceğimizin en iyisini yapmak, bir idealdir. Kimsesiz birine sahip çıkmak bir hedef iken, ülkenizdeki veya dünyadaki kimsesizleri kurtarmak bir ideal olmaktadır. Tanık olduğunuz bir (kadına) şiddetin önüne geçmek bir hedef iken, her türlü şiddeti sona erdirmek bir ideal göstergesidir. Hedeflere zamanla erişebiliriz ancak ideallere tam anlamıyla erişmek kolay olmaz. Hedefler ideal olarak görüldüğü zaman ya o hedeflerle birlikte görev de sona erer veya hedefler, putlaştırılır. Bu bağlamda olgun insan olmak bir idealdir; olgun insanı amaçlayan her girişim birer hedeftir. Bilgi, görgü, söz, tutum, davranış…
“Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir” direktifi hedefin Akdeniz, ancak idealin bağımsızlık olduğunu ortaya koymaktadır. Bağımsızlık, tam bağımsızlığı, tam bağımsızlık bireyin değerlere aidiyet bilincini ve bağımsız kişilik sahibi olmasını, bu bilinç yeryüzü çapında hak ve adaletin yaygınlaştırılmasını getirecektir. İdealler gerçekleştikçe yüksek hedeflere dönüşecek ve yerini yeni idealler alacaktır. İdealler, toplumun manevi hazineleridir. Bu hazine, dünyalardan daha değerlidir. Parayla satılmaz, satın alınamaz.
Din dilinde idealler, “iman” sözcüğüyle ifade edilir. İdeal sahibi insan, imanlıdır. Yanlış şeylere inanmak da ideal sahibi olmaktır. Ancak yanlış ideallere sahip kişilerin, güçlendikleri ölçüde toplumda bozguncu ve yıkıcı bir rol üstlenecekleri göz ardı edilmemelidir. Yüksek idealler, temel ilkelere ve değerlere olan güçlü inancı ve bağlılığı temsil eder. Çünkü iman, en düşük düzeyden en yüksek düzeye kadar inancın tüm merhalelerini içine alır. İnanç ne denli güçlü ise o ölçüde hayata hakim olur. İnanç, kişiyi harekete geçiren en güçlü motivasyon kaynağıdır. İlahi buyruklar ise, örneğin dua, namaz, zekat ve söze bağlılık vb., inancın pekiştirilip güçlenmesini sağlayan eğitici uygulamalar ve ideale ulaştırıcı hedeflerdir.
O halde diyebiliriz ki hedefler zaman içerisinde, kısa vadede gerçekleştirilebilir amaçlardır. Eğer hedefler, ideallere ulaşmada köprü görevi görüyorsa amaçlı iş yapıyoruz demektir. Hedefler yalnızca kişisel çıkarları destekliyorsa bunlar, bir ideal olarak nitelenmez.
Sözgelimi, iyi bir üniversiteye veya iyi bir işe girmeyi, iyi bir ev, araba veya bir eşya almayı ya da iyi bir eşle evlenmeyi arzulayan birini düşünelim. Bunlardan her birine kavuşunca, kendisini boşlukta hissediyorsa bu kişi, idealsiz ve amaçsız bir hayat yaşıyor demektir. Kişi, kendi kişisel isteklerini henüz aşamamıştır. “İyi bir üniversiteye gireyim başka bir şey istemem, iyi bir evim olsun başka bir şey istemem, iyi bir eşim olsun başka bir şey istemem, iyi bir arabam olsun başka bir şey istemem” gibi sadece kendisiyle ilgili hedefleri ve beklentileri olan kişiler, başkalarıyla pek ilgili değildirler.
İdeallere yönelirken varmak istediğimiz nokta belli; gayemiz, amacımız ve niyetimiz canlıdır. Aşağıdaki hadislerde, niyet ve amacın önemi anlam itibariyle şöyle ortaya konur:
İşler ve davranışlar, amaç ve niyetlere göre anlam ve önem kazanır. Herkese amaçladığı ve niyetlendiği işin karşılığı vardır. Kim hangi amaçla yola çıkıyorsa, o amaca uygun bir değerlendirmeye tabi tutulur. (Hadis No: 5751, Buhârî, Bed’ü’l-Vahy 1). Allah, şeklinize ve kalıbınıza değil, niyetlerinize ve davranışlarınıza bakar. (Hadis No: 3312, Buharî, Nikâh 45)
İdeale ulaşma, mükemmel arayışıdır; hataları, kusurları, eksikleri, yanlışları değiştirme ve düzeltme gayretleridir. İlahi mesajda da, ideal davranışlara sıkça vurgu yapılır:
“Özveride bulunanlara en iyisi ve daha fazlası vardır…” (10Yunus: 26) “Artık kim (muhtaca) verdi, sorumlu yaşadı ve böylelikle en iyi olanı desteklediyse, biz de ona en kolayı kolaylaştıracağız… Kim de cimri (bencil) davrandı, kendini yetkin (yeterli) gördü ve böylelikle en iyiyi yalanladıysa ona en zoru kolaylaştıracağız…” (92Leyl: 5-10)
Din, ideoloji, ulus ve sınıf kavgaları varsa ideallerimiz çatışıyor demektir. Bu durumda ya amaçlarımızda veya bütünle (Kamu’yla) ilgili iddialarımızda bir sorun vardır.
Hayatın gerçeklerinden kopuk, gerçekleşmesi mümkün olmayan hayaller, ‘ideal’ olarak nitelenmez. İnsanın hayalleri olabilir, ancak hayallerin idealler olduğu yerde, idealler de hayal olur ve yalnızca zihinsel boyutta kalır. Bu nedenledir ki realiteyi hiçe sayan bir idealite, elbette tökezlemeye ve başarısızlığa uğramaya mahkumdur. İdeallerimize erişebilmek için yeni yeni hedefler hayal edebiliriz, gerçekleşmesini dikkate alarak hedefleri küçültebilir, yakın ve uzak hedefler belirleyebiliriz.
İdeallerle yaşayan insan, insan olmanın bir gereği olarak, elbette her zaman ideal olanı yaşayamayabilir. İnsanı üzen ve yıpratan şey, ideallerin tam gerçekleşmemesi değil, ideallerin unutulması ve onlardan kopulması olmalıdır.
Gelecekte yaşamak, üstün ideallerle mümkündür. Tarihten günümüze kadar adları veya yapıtlarıyla yaşayan şahsiyetlerin her birinin üstün idealleri vardı. Peygamberler, Ömer bin Hattab, Ebu Hanife, Sokrates, Einstein, Yunus Emre…
İdealleri olmayan insanlar, basit zevklerle yetinir, hayatlarını huzursuz ve sanal mutlulukla geçirirler. Kutlama partileri, takım maçları, moda takipçiliği, basit eğlenceler, falcılara umut bağlama, öykünmeci özentili tutum ve davranışlar, içki, kumar, uyuşturucu… Bunların hiçbiri insana ne bir iç huzur getirir, ne de bir iç doyum…
İdealler, zirvedir, en üst aşamadır. Zirveye tırmanırken ara istasyonlar birer hedef olup bunlar zaman zaman duraklama noktalarıdır, kişiyi zirveye hazırlar ve taşır. İdealler için çalışırken de, hedefe koşarken de bizi harekete geçiren amaçtır. İdealler amaç, hedefler araçtır. Hedefler, ideallere götüren basamaklardır. Komşusuna yardım eden biri iyi insan olmanın, üstün değerleri yaşamanın basamaklarını tırmanmaktadır. Amaca hizmet eden hedefler, birer mini zirve niteliğindedir.
Gerçek imanın “ideal” olarak nitelenebileceği bir dünyada yaratıcı ve yaşatıcı sahibimizi memnun edecek her hizmet, insanları da memnun edecektir. İnsanlığın faydasına olan ve insanları memnun edecek her hizmet de, Yüce Sahibimizi memnun edecektir. Artık kişi yanlışları ve kötülükleri öncelikle Allah cezalandırmasından dolayı değil, zaten onların yanlış, kötü ve gereksiz olduğuna inandığı için yapmayacaktır; ama yanlış ve kötülük yaptığı zaman, Allah’ın bunu göz ardı etmeyeceğini bilecektir! Ve yine o, doğruları ve iyilikleri, öncelikle Allah ödüllendireceği için değil, zaten onların doğru, iyi ve gerekli olduğuna inandığı için yapacaktır; ama doğruları ve iyilikleri yaptığı zaman, Allah’ın yardım edeceğini ve ödüllendireceğini bilecek ve ümit edecektir. (SEYFETTİN ÜLGER)