İKTİSADI NEDEN ÖĞRENMELİYİZ?
Giriş
İktisadı öğrenmenin bir nedeni, içinde yaşanılan dünyayı anlamaktır. Bu dünyada bazı ülkeler refah içinde yaşarken, neden diğer ülkeler açlık çekmektedirler? Bazı ülkelerde enflasyon oranı çok yüksek iken, neden bazı ülkeler istikrarlı fiyatlara sahiptirler?… gibi sorulara cevap aramaktır.
Diğer bir neden ise, iktisadı öğrenmek insanları ekonomide daha rasyonel ve daha katılımcı olmaya yöneltiyor.
Bir başka neden ise, iktisadı öğrenmek ekonomi politikalarının sınırlarını ve potansiyelini anlamamıza olanak sağlar. Böylece hangi politikaları destekleyeceğinizi, hangi partiye oy vereceğinizi daha iyi değerlendirirsiniz.
İktisat bir sosyal bilimdir. Sosyal bilim ise insan davranışlarının incelenmesiyle ilgilidir. Dolayısıyla iktisadın merkezinde insan yer alır. Burada insanların ya tüketici ya da üretici olarak nasıl kararlar aldıkları, insanların birbirlerini nasıl etkilediği ve bir ekonominin nasıl işlediği açıklanacaktır. Bu çerçevede, ilk bölümde iktisadın tanımı yapılarak, temel iktisadi sorun ele alınmaktadır. Daha sonra iktisadi düşünme tarzı ortaya konulmakta ve iktisadın yöntemi açıklanmaktadır.
İktisadın Tanımı
İktisat bir sosyal bilimdir ve bu nedenle toplumla ilgili bazı olguları açıklamayı hedeflemektedir. Bu anlamda iktisadın psikoloji, sosyoloji ve siyaset bilimi ile ortak bazı yönleri vardır. İktisat, kıtlık koşulları altında yapılan tercihlerin incelenmesidir.
Temel İktisadi Sorun
Kıtlık kavramı iktisat biliminin temelini oluşturmaktadır. Harcama gücünün sınırlı olması hepimizin yakından bildiği bir kıtlıktır. Hepimiz istediğimiz şeyleri satın almaya olanak tanıyacak ölçüde yüksek bir gelire sahip olmayı isteriz. İsteklerimizin büyükçe bir kısmını karşılayamamamızın nedeni yeterli gelir düzeyine sahip olamayışımızdır. Ancak, zamanın sınırlı olması da aynı ölçüde önemli bir kıtlık kaynağıdır. Benzer şekilde, sınırlı harcama olanaklarımızı da kira, beslenme, seyahat gibi mal ve hizmetler arasında dağıtmak zorunda kalırız. Dolayısıyla, bir şeyi satın almayı ve yapmayı tercih ettiğimizde, aynı zamanda bir şeyleri almamayı ve yapmamayı da tercih ediyoruz demektir. İşte iktisat, bireyler olarak yaptığımız tercihleri ve bu tercihlerin ekonomi üzerindeki etkilerini inceler. Dolayısıyla, bireylerin kıtlık koşulları altında tercihlerini nasıl yaptıklarını incelemek iktisadın başlangıç noktasını oluşturur.
Toplumsal bazda düşünüldüğünde, sorun kaynakların kıt olmasıdır. Burada sözü edilen kaynaklar, ihtiyaçlarımızı karşılayacak mal ve hizmetlerin üretilmesinde kullanılan şeylerdir.
İktisatçılar kaynakları üç gruba ayırırlar:
• İş gücü; mal ve hizmetlerin üretilmesinde insanlar tarafından harcanan zaman.
• Sermaye; mal ve hizmetlerin üretilmesinde insanlar tarafından kullanılan uzun ömürlü araçlardır. Bu araçlar arasında yer alan bina, makine, teçhizat gibileri fiziki sermaye, çalışanların sahip olduğu bilgi ve beceri ise beşeri sermaye olarak adlandırılmaktadır.
• Toprak; üzerinde üretimin gerçekleştirildiği fiziki yüzeydir. Bu yüzeyin altında veya üstünde yer alan doğal kaynaklar da toprak üretim faktörü içerisinde değerlendirilirler (petrol, demir, kömür, ağaçlar gibi).
Toplumsal bazda düşünüldüğünde, mevcut kaynaklar arzulanan tüm mal ve hizmetlerin üretilmesinde yetersiz kalır. Bir diğer deyişle, toplum da kaynakların kıtlığı sorunu ile karşı karşıyadır. Bu da toplumsal bazda da tercih yapılması gereğini gündeme getirir. Tıpkı bireysel bazda olduğu gibi, tercihlerin söz konusu olması durumunda kıt kaynakların bir şekilde dağıtılması (tahsis edilmesi) gerekmektedir.
Bir diğer deyişle, hangi isteklerin karşılanacağına, hangilerinin erteleneceğine karar verilmesi zorunludur. Kaynakların kıt olması ve bu durumun bizi tercih yapmak zorunda bırakması, iktisat derslerinizde inceleyeceğiniz tüm sorunların temelini oluşturmaktadır. Bu sorunlar, “ne, ne kadar, nasıl ve kimin için üretilecektir?” soruları ile özetlenebilir.
Kaynakların çeşitli şekillerde bir araya getirilmesi ile ortaya çıkan, daha doğru bir ifadeyle üretilen ve ihtiyaçları karşılama özelliği bulunan ürünlere mal ve hizmet adını veriyoruz.
Mal; üretiminde kıt kaynakların kullanıldığı, insan ihtiyaçlarını karşılama özelliğine sahip fiziki varlığı olan ürünlerdir.
Hizmet; üretiminde kıt kaynakların kullanıldığı, insan ihtiyaçlarını karşılama özelliğine sahip fiziki varlığı olmayan ürünlerdir.
Mal ve hizmetler kıt kaynaklarla üretildiği için kendileri de kıtlığa konu olmaktadır. Bir mal veya hizmetin sıfır fiyat düzeyindeki mevcut miktarı toplumun arzuladığı miktardan daha düşükse bu mal veya hizmet kıttır.
Arzuladığımız her mal ve hizmete sahip olamadığımız için sürekli olarak bunlar arasında bir seçim, tercih yapmak zorunda kalırız. Kıtlığın söz konusu olduğu ortamda tercih yapma zorunluluğu bazı mal ve hizmetlerden vazgeçmemiz gerektiği anlamına gelir.
Günlük yaşamımızda çok az sayıda malın fiyatın sıfır olduğu durumdaki (bir bedel ödenmesi gerekmediği zaman) miktarı toplumun arzuladığından daha fazla olduğu için serbest mal kategorisindedir.
Serbest mal; doğada her istendiğinde bulunabilen ve bedel ödemeden elde edilebilen mallardır.
Bir ekonomide dört tür aktör ya da katılımcı söz konusudur:
• Hanehalkı, firmalar, devlet ve yabancılar. Bu iktisadi aktörler içerisinde kilit konumunda olan hanehalkıdır. Bir tüketici birim olarak hanehalkı mal ve hizmet talep ederken, kaynak sahibi birim olarak da iş gücü, toprak ve sermayeyi firmalara, devlete ve yabancılara arz eder.
• Firmalar, devlet ve yabancılar aslında yardımcı aktör konumundadırlar. Üretici kaynakları kullanan ve ne üretileceğini kararlaştıran şahıs şirketinden devlete kadar bütün üretici birimlerdir.
• Devlet, ekonomide gerekli düzenlemeleri yapan, piyasalara üretici ve tüketici olarak katılabilen ve de vergi toplama ayrıcalığına sahip oluşumdur.
• Piyasalar ise alıcı ve satıcıların karşı karşıya gelerek değişim (takas) işlemini gerçekleştirdikleri ortamlardır. Bu ortamlar çoğu zaman fiziki mekanlar biçiminde (süpermarketler, alışveriş merkezleri ve borsalar gibi) olsalar da alıcı ve satıcının iletişim kurabildiği diğer ortamları da (radyo ve TV reklamları, İnternet ortamı, telefon hattı gibi) kapsamaktadır.
İktisadi Düşünme Tarzı
İnceleme gereği duydukları konular farklı olmasına karşın iktisatçıların sorunlara yaklaşımı belirli ilkelere dayanan ortak bir yaklaşımdır. Bu yaklaşıma iktisadi düşünme tarzı adını vermekteyiz. Bu ilkeler şöyle sıralanabilir:
• Sözü edilen bu ilkelerden ilki tercihlerin kıtlık koşullarında yapılmasıdır.
• Diğer ilke karar alıcıların davranış biçimleri ve tercihlerin yapılma sürecine ilişkin ilkedir.
• Son olarak incelenmesi gereken ilke, iktisadi düşünme tarzının mevcut durumla inceleyerek analize başlaması ve ortaya çıkacak değişimin sonuçlarını incelemesidir.
Rasyonel Davranış
İktisadi düşünme tarzının temel ilkesi karar alıcıların rasyonel davrandıkları ilkesidir. Bir diğer deyişle, karar alıcılar kendilerine belirli bir amaç veya hedef belirler ve tercihlerini bu amaca ulaşmak yolunda yaparlar. Dolayısıyla kendi çıkarlarına göre hareket ederler.
Rasyonel davranış; tercih yapmak veya karar almak durumunda olan bir iktisadi birimin kendi hedefine uygun biçimde hareket etmesidir.
Karar Alma
İktisadi düşünme tarzı kararların nasıl alındığına ilişkin bazı varsayımlar da içerir. İktisatçılar karar alınırken bir
eylemin olası yarar ve maliyetlerinin göz önüne alındığını kabul ederler.
Marjinal Analiz
Marjinal analiz; mevcut şartlar değiştiğinde ortaya çıkacak durumun incelenmesidir. Karar verme süreci çoğunlukla değişmelerle ilgili olduğu için marjinal analiz iktisadi düşünme tarzında önemli bir rol üstlenmektedir.
İktisadi düşünme tarzında yapılan hatalar;
• Diğer şartlar sabitken,
• Birlikte değişim-nedensellik ve
• Tümleme yanılgısıdır.
Diğer Şartlar Sabitken
İktisada giriş çerçevesinde ele alacağımız teorik yaklaşımlar çoğunlukla diğer şartlar sabittir varsayımı kullanılarak geliştirilir. Bu varsayıma göre, bir iktisadi olgu incelenirken, bu olguyu etkileyen değişkenlerden belirli bir tanesinin değiştiğini, diğer değişkenlerin ise sabit kaldığını kabul ederiz.
Bu varsayım analizleri basitleştirmenin temel araçlarından bir tanesidir. Diğer şartlar sabitken varsayımının Latince karşılığı Ceteris Paribus’dur.
Birlikte Değişim-Nedensellik
İktisadi düşünme tarzı sürecinde yapılan bir yanlışlık iki değişkenin sergilediği birlikte değişim ilişkisi ile iki değişken arasındaki nedensellik ilişkisinin birbirine karıştırılmasıdır. Birbiri ile ilişkisi olmayan iki değişkenin aynı anda tesadüfi olarak birlikte değişiyor olması birinin diğerinin nedeni veya sonucu olduğunu göstermez.
Tümleme Yanılgısı
Birey için doğru olanın grup için de doğru olacağı
şeklinde hatalı bir sonuca ulaşılmasıdır.
İktisadın Bölümleri
İktisadın en yaygın kabul gören bölümleri kısaca şöyle açıklanabilir:
• Mikro iktisat; iktisadın insan davranışı ve insanların piyasa, endüstri, firma ve birey gibi nispeten küçük birimlerle ilişkili tercihlerini inceleyen bölümüdür. Mikro iktisadın analiz araçları mikroskoba benzer. Mikro iktisadın temel konuları arasında, bireysel ekonomik kararların oluşturulması, kaynak dağılımı, fiyatlar, üretim ve gelir dağılımının belirlenmesi yer alır. Makro iktisat ise iktisadın, bir bütün olarak ekonomiyi ve toplulaştırılmış ekonomik davranışı inceleyen bölümüdür.
• Makro iktisat; milli gelir, para, bankacılık, enflasyon, ekonomik büyüme gibi makro konuları inceler. Makro iktisadın analiz aracı, mikro iktisadın mikroskobuna karşılık teleskoptur. Mikro iktisatta iktisatçılar tek bir fiyat üzerinde incelemede bulunurlarken, makro iktisatta genel fiyat düzeyi üzerinde dururlar.
Örneğin; mikro iktisat belirli bir mal veya hizmetin talebi ile ilgilenirken, makro iktisat mal ve hizmetlerin toplam talebi ile ilgilenir.
İktisadın Yöntemi
İktisadi sorunların analiz edilmesinde iktisatçılar, bilimsel yöntem olarak adlandırılan teorik inceleme sürecini kullanırlar ve bu süreç dört aşamadan oluşur:
• Birinci Aşama: Bilimsel yöntemde ilk adım, incelenen iktisadi sorunla ilişkili temel değişkenlerin belirlenmesi ve tanımlanmasıdır. Değişken, farklı olası değerler alabilen bir ölçüttür.
• İkinci Aşama: Bilimsel yöntemde ikinci aşama, teorinin uygulanacağı ilişkiyle ilgili varsayımların yapılmasıdır. Bu varsayımlardan en önemlisi, daha önce değinilen, diğer şartlar sabittir varsayımıdır. Bu varsayımın yapılmasından amaç, ilgili değişkenlerin belirlenmesi ve sorunun açıklanmasında önemli olabilecek diğer değişkenlerin sabit kaldığını varsayarak belirlenen değişkenler arasındaki ilişki üzerinde yoğunlaşabilmektir.
• Üçüncü Aşama: Bilimsel yöntemde üçüncü aşama hipotezin ortaya konmasıdır. Hipotez, seçilen değişkenlerin birbiriyle nasıl bir ilişki içerisinde olduklarını ifade eden teori anlamına gelmektedir.
• Dördüncü Aşama: Bir teorinin geçerliliği, bu teori aracılığı ile yapılan tespitlerin kanıtlarla karşılaştırılması suretiyle test edilir. Dördüncü aşamayı oluşturan hipotezin test edilebilmesi için incelenen değişkenler üzerinde yoğunlaşmak gerekirken diğer faktörlerin de kontrol edilmesi gerekir. Zira bu test sonucuna göre, kanıtlarla uyumlu olmaması hâlinde teorinin reddedilmesi veya daha iyi tespitlerde bulunmaya olanak tanıyacak yenisi geliştirilinceye kadar kullanılması söz konusudur.
Pozitif ve Normatif Analiz Yöntemi
Basitleştirici modeller aracılığı ile çalışan iktisatçılar gerçek dünyanın nasıl çalıştığını açıklamaya çaba gösterirler. Oysa kimi zaman iktisatçılar gerçek dünyanın nasıl çalıştığı ile değil, nasıl çalışması gerektiği ile de ilgilenirler.
Örneğin;
• “Türkiye’de işsizlik oranı %10 düzeyindedir.” ifadesi ile
• “Türkiye’de işsizlik oranı %10’dan daha aşağıya düşürülmelidir.” ifadesini karşılaştıralım.
Bunlardan ilki pozitif iktisadi ifade olarak adlandırılır; zira gerçek yaşamdan elde edilecek kanıtlarla bu ifadeyi desteklemek veya reddetmek mümkündür.
Sözü edilen ikinci ifade ise normatif iktisadi ifade olarak adlandırılır.
Teoriler, “Fiyatlar arttığında satın alınacak miktar azalır.” ifadesinde olduğu gibi pozitif ifadeler kullanılarak açıklanırlar.
İktisatçılar arasındaki anlaşmazlığın büyük bir bölümü normatif sorunlarla ilgilidir (Örneğin, devletin ekonomideki rolünün ne olması gerektiği konusunda iktisatçılar uzun yıllardan beri anlaşamamaktadırlar).
Pozitif iktisat; iktisadın ne olduğunu belirlemeye çalışan ve değer yargısı içermeyen bölümüdür.
Normatif iktisat; toplumsal refahın en üst düzeyde sağlanabilmesi için ne olması gerektiğini inceler.
KITLIK TERCİH VE FAYDA
Giriş
Bireylerin ve toplumların karşı karşıya bulunduğu temel ekonomik sorun kıtlıktır. Kıtlık, isteklerimizin sahip olduğumuz kaynaklardan daha fazla olması durumunda ortaya çıkar.
Genelde iktisat tanımı, kıtlık ve iktisadi faaliyet kavramları kullanılarak yapılır ve iktisat; halkın sınırsız isteklerini karşılamak için sınırlı kaynakların nasıl kullandığını araştırır. Kıtlık, beraberinde tercih sorununu da yaratır. Çünkü tüm isteklerimizi karşılamadaki güçlük bizi sınırlı kaynaklarımızı en iyi şekilde nasıl kullanabileceğimiz konusunda seçim yapmaya zorlamaktadır.
Tercih yapmak fayda ve maliyetle ilgilidir. Tüm ekonomik birimler yapacakları tercihlerde en çok fayda sağladıkları mal ve hizmetlere yöneleceklerdir.
Kıtlık ve Tercih
Mevcut kaynakların isteklerimizi karşılayamaması sonucu var olan kıtlık, ekonomi biliminin ortaya çıkış nedenidir. Çünkü ekonomi bilimi, kaynakların kıt olması nedeniyle insanların yaptıkları tercih ve bu tercihler sonucunda insanlar arasındaki ekonomik etkileşimleri inceler.
Kaynaklar; mal ve hizmet üretiminde kullanılan doğa ya da insanlar tarafından sağlanan tüm araçlardır.
İnsanlar tarafından sağlanan kaynaklar içinde ilk olarak doğrudan emek faktörünü gösterebiliriz. Emek, mal ve hizmet üretmek için gerekli fiziksel ve zihinsel çalışmalardır.
İnsanlar tarafından sağlanan bir başka kaynak ise sermaye olarak adlandırılan ve diğer malları üretmek için kullanılan makineler, araçlar ve fabrikalardır. Ekonomi biliminde sermaye kavramı ile fiziksel sermaye malları ifade edilir ve bu kavram finansal sermayeden farklıdır. Finansal sermaye fiziksel sermaye üzerinde mülkiyet hakkını ifade eder.
Makinelere, binalara yapılan yatırımlarla sonuçlanan fiziksel sermaye yanında bir de insanların kendilerine yaptığı yatırımla ortaya çıkan beşeri sermaye vardır.
Seçim ve Fırsat Maliyeti
Tüm isteklerimizi karşılamadaki güçlük, bizi sınırlı kaynaklarımızı en iyi şekilde nasıl kullanabileceğimiz konusunda seçim yapmaya zorlamaktadır. Kıt kaynakların nasıl kullanılacağı konusunda akılcı seçimlerin yapılması ekonominin temel konusunu oluşturmaktadır.
Ekonominin bize öğrettiği temel derslerden biri, yaptığımız tüm seçimlerin bir maliyet içermesidir, yani bedavacılık söz konusu değildir. Belirli bir tercih ya da davranış için vazgeçmek zorunda kaldığımız en değerli alternatif bu seçimin ya da davranışın fırsat maliyetidir.
Alternatif maliyet olarak da adlandırılan fırsat maliyeti, kısaca bir kararı uygularken vazgeçilen karar şeklinde tanımlayabiliriz.
Fırsat Maliyeti ve Parasal Maliyet
Kıtlıkla karşı karşıya bulunan insanların yaptıkları tercihleri; fırsat maliyeti önemli ölçüde etkiler. Eğer bir mal ya da hizmetin fırsat maliyeti artıyorsa insanlar bunun alımını azaltır ve bunun yerine daha ucuz olanı ikame etmeye çalışır. Bu çerçevede; fırsat maliyeti ile fiyat arasındaki ilişkiyi bilmemiz çok önemlidir.
Piyasa ekonomilerinde her şeyin bir fiyatı vardır. Ancak bir malın, örneğin bir arabanın gerçek maliyeti piyasa fiyatı değildir. Çünkü arabanın gerçek maliyeti, araba üretimi nedeniyle vazgeçilen üretilemeyen diğer şeylerin (buzdolabı, bilgisayar, televizyon…) değeridir. Yani fırsat maliyetine, bir otomobil üretimi için ekonominin katlandığı gerçek fedakârlık olarak bakabiliriz.
İyi işleyen bir piyasada bir malın fiyatı ile fırsat maliyeti arasında çok yakın bir ilişki vardır. Bir malı satın almak için vazgeçtiğimiz TL miktarı o mal için parasal fiyattır. Bu alım kararının fırsat maliyeti vazgeçtiğimiz en iyi alternatif karardır.
Üretim İmkânları Sınırı
Üretim imkânları sınırı; mevcut üretim faktörleri ve üretim teknolojisi veri iken belirli bir dönemde ekonominin maksimum düzeyde üretebileceği çeşitli çıktı (ürün) bileşimlerini gösteren eğridir.
Üretim imkânları sınırı eğrisi; kıtlığın sonuçlarını ekonomideki tercihleri ve her tercihin alternatif maliyetini göstermektedir. Eğri üzerindeki her notada hangi maldan ne kadar üretileceğini bulabiliriz.
Eğri dışındaki bir bileşimi üretmek imkânsızdır. Çünkü ekonomi bu düzeydeki bir üretimi gerçekleştirecek kaynaklara sahip değildir. Eğri üzerindeki her nokta etkin üretim bileşimlerini gösteren noktalardır.
Bu noktalar mevcut kıt kaynaklarla üretilebilecek maksimum üretim düzeyleridir. Bir kez üretim imkânları sınırı üzerinde etkin noktalara ulaşıldığında mallardan birini biraz daha fazla üretmenin tek yolu diğerini az üretmektir.
Artan fırsat maliyeti; bir malın daha fazla üretilmesi için diğer maldan artan miktarlarda vazgeçilmesi gereken bir durum olarak tanımlanır.
Fırsat maliyetini analiz etmenin bir yolu da, üretim imkânları sınırı eğrisine çizilen teğetlerin eğimini incelemektir.
Marjinal dönüşüm oranı; bir maldan bir birim daha fazla üretmek için öteki maldan ne kadar fedakârlık etmek gerektiğini göstermektedir. Bu ise dikkat ederseniz fırsat maliyeti tanımı ile aynıdır.
Bu durumda biz fırsat maliyetini üretim imkânları sınırı eğrisine çizilen teğetin eğimi ile ölçebiliriz. Bunun için gerekli formül aşağıda verilmiştir:
Fırsat Maliyeti = Marjinal Dönüşüm Oranı = – ΔT / ΔB
Ekonomide vazgeçilen her bilgisayar için önemli miktarda A malında artış sağlanacaktır. Ya da önemli miktarda A malı üretiminden vazgeçilerek, ilave bir B malı üretilecektir. Yine ekonomide kaynakların çoğu A malı üretiminde kullanılıyorsa, üretim imkânları sınırı eğrisi oldukça yatay bir hal almaktadır. Bunun anlamı A malı üretiminden çok az fedakârlık yapmakla önemli ölçüde B malı üretimi arttırılabilecektir.
Fırsat maliyetinin artan olması durumunda, üretim imkânları sınırı eğrisi orijine göre içbükey olacaktır ve ekonomide en yaygın biçimde karşılaşılan durumu açıklamaktadır. Şayet fırsat maliyeti değişmiyorsa, her üretim düzeyi için bir sabite eşit ise, böyle bir durumda doğru şeklinde bir üretim imkânları sınırı eğrisi ile karşı karşıya kalırız.
Üretim imkânları sınırı belirli bir zaman diliminde, veri kaynak arzı ve sabit bir teknolojiye göre çizilmekte, farklı malların etkin üretimi altında birbirlerine dönüşümünü göstermektedir. Şayet ekonomide, mevcut olan kaynaklar (üretim faktörleri) ve belirli bir teknoloji ile üretim imkânları sınırına erişilemiyorsa, kaynakların tümü etkin kullanılmıyor, dolayısıyla daha az üretim gerçekleştiriliyor demektir.
Alternatif İktisadi Sistemler
Üretim imkânları eğrisi, kıtlık ve tercih sorununu basit bir şekilde açıklamakla birlikte, her ekonominin yanıtlamaya çalıştığı temel soruları da tartışmamıza olanak sağlamaktadır. Tüm ekonomilerin yanıt aradığı üç temel soru;
• Neler üretilecek?
• Nasıl üretilecek? ve
• Kimler için üretilecek? ya da Nasıl paylaşılacak? biçimindedir.
Bu üç temel sorunun çözümü için toplumlar siyasi yapılarına uygun ekonomik sistemleri benimseyerek, bu çerçevede davranış içinde olurlar. Ekonomilerin işleyiş sistemleri ile ilgili olarak;
• Bir uçta piyasa ekonomileri,
• Diğer uçta ise kumanda ekonomileri yer almaktadır.
• Bu iki uç sistem dışında her iki sistemin bir kısım yönlerini kabul eden, dünya üzerinde en yaygın biçimde gözlemlenen karma ekonomik sistem ise her ülkede farklı olarak uygulanmaktadır.
Piyasa Ekonomileri Sistemi
Piyasa ekonomisinde neyin, nasıl ve kimler için üretileceği konusu birbirlerinden bağımsız bireysel tüketiciler, üreticiler, hükümetler ve diğer
organizasyonların kararlarına bağlı olup, bunlar piyasalarda birbirleri ile etkileşim içindedirler. Bu sistemde temel koordinasyonu piyasada belirlenen fiyatlar sağlar. Bu yüzden serbest piyasa sistemine çoğu kez fiyat sistemi de denir.
Serbestçe oluşan fiyatlar piyasa ekonomisinde önemli roller üstlenirler. Bunlar şöyle sıralanabilir:
• Fiyatlar, neyin üretileceği ve tüketileceği konusunda sinyal görevi üstlenirler.
• Fiyatlar, insanların tüketimlerine ve üretimlerine yönelik teşvik mekanizması oluştururlar.
• Fiyatlar, bölüşüm mekanizması üzerine önemli görev üstlenir.
Kumanda Ekonomileri Sistemi:
Kumanda ekonomileri ya da merkezi plan ekonomilerinde, temel ekonomik sorulara ilişkin kararlar merkezi otorite tarafından alınır. Hükümetin kontrolünü elinde bulunduranlar merkezi plan çerçevesinde insanların ne yapacağını, üretim ve tüketim tercihlerini ve gelirin bölüşümünü kontrol altında tutarlar. Kumanda ekonomilerinde çoğu fiyatlar hükümet tarafından belirlenir ve ekonomide etkinsizliklerin ortaya çıkmasına neden olur.
Karma Ekonomiler Sistemi
Karma ekonomik sistem; özel mülkiyetin yanında kamu mülkiyetini de kabul eden, piyasa mekanizmasının yanında müdahaleyi de içine sindirebilen, fiyat mekanizmasının yanında merkezi planları da uygulama çabası içinde olan bir sistem niteliği taşımaktadır.
Tercih ve Fayda
Fayda: Bireyin tüketilen mal ve hizmetten elde edeceği memnuniyettir. İktisatçılardan bir kısmı faydanın ölçülebileceğini öne sürmüşlerdir. Faydayı ölçmek için “util” adı verilen bir birim ya da doğrudan parayı kullanmışlardır. Bu gruba sayısalcılar ya da kardinalistler denilmektedir.
Diğer tarafta ise faydanın ölçülemeyeceğini ileri süren sırasalcılar ya da ordinalistler vardır. Bunlara göre; insanlar bir malı diğerinden daha çok beğendiklerini söyleyebilirler. Ancak ne kadar daha fazla fayda elde ettiklerini söyleyemezler.
Toplam ve Marjinal Fayda
Belirli bir zaman diliminde, bireyin diğer mal ve hizmetlerden olan tüketimi sabit iken, bir malın çeşitli miktarlarının tüketilmesi sonucu ulaşılan tatmin düzeyi toplam fayda olarak tanımlanır ve TU harfleriyle sembolleştirilir. Fayda birimi olarak util kullanıldığında, toplam fayda fonksiyonu, bu malın tüketilen miktarına sayılar verilerek oluşturulur.
Marjinal fayda, belirli bir zaman diliminde bir maldan, bir birim daha fazla tüketilmesi sonucunda ortaya çıkan toplam faydadaki değişme olarak tanımlanır. Kısaca ilave tüketilen birimin sağladığı fayda marjinal fayda olup, MU harfleriyle sembolleştirilir.
Toplam fayda belirli bir düzeye kadar her ilave birim ile artmaktadır. Ancak bu artış azalarak devam etmektedir. Hatta toplam fayda en yüksek düzeye ulaştıktan sonra ilave tüketimin toplam faydaya katkısı negatif değer almaktadır. Dolayısıyla tüketici azalan marjinal fayda ile karşı karşıyadır. İşte marjinalistler bu azalan marjinal fayda varsayımını kullanarak, bireyin bir mala ilişkin talep eğrisinin negatif eğimli olduğunu ispatlamaya çalışmışlardır.
Kardinalist yaklaşımın talep teorisini, birden fazla mal durumu içinde genelleştirebiliriz. Örneğin; n sayıdaki mal için her malın marjinal faydasının fiyatına oranı tüm mallar için eşit olunca denge koşulu sağlanmaktadır.
Formülasyon ile açıklarsak;
MUx /Px = MUy /Py = … = MUn /Pn olmalıdır. Fiyat ve miktar arasındaki ilişki grafik halinde
düzenlendiğinde tüketicinin azalan fiyat karşısında talep edeceği A malı miktarı artacaktır. Dolayısıyla fiyat ile miktar arasında ters ilişki vardır. Fiyat arttığında talep edilen mal ve hizmet miktarının azalması veya fiyat düştüğünde talep edilen miktarın artması Talep Kanunu olarak tanımlanmaktadır.
ARZ VE TALEP
Giriş
Piyasaların nasıl çalıştığını en yalın hâliyle ortaya koymada kullanılan model, iktisadın en temel aracı olan arz ve talep modelidir.
Talep
Talep, belirli bir zaman diliminde, farklı fiyat düzeylerinde satın alınmak istenilen mal ve hizmet miktarıdır. İktisadi açıdan, bir mala ilişkin talepten bahsedebilmek için üç koşul yerine gelmelidir: o mala karşı istek olmalı, o malı satın alma planı olmalı ve o malı satın alabilecek alım gücü olmalı.
Talep edilen miktar; belirli bir zamanda belirli bir fiyatta tüketicilerin satın almaya hazır oldukları mal ve hizmet miktarıdır.
Bir mal veya hizmete ilişkin talep, birçok faktör tarafından etkilenebilmektedir. Bunlar arasında en önemlisi ve ilk akla geleni malın veya hizmetin kendi fiyatıdır. Diğer koşullar sabitken, mal veya hizmetin fiyatı ve talep edilen miktarı arasında negatif yönlü bir ilişki vardır.
Talep edilen miktar; belirli bir zamanda belirli bir fiyatta tüketicilerin satın almaya hazır oldukları mal ve hizmet miktarıdır.
Talep kanunu; diğer şeyler sabitken, yüksek fiyat düzeylerinde talep edilen mal ve hizmet miktarının az olması; düşük fiyat düzeylerinde ise talep edilen mal ve hizmet miktarının yüksek olmasıdır. Yani bu kanun, bize talep edilen mal ve hizmet miktarının fiyatla ters yönlü bir ilişki içinde olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.
Yüksek fiyat düzeylerinde talep edilen mal ve hizmet miktarının az olmasının iki nedeni vardır:
• İkame ve
• Gelir etkileri.
İkame etkisi; diğer şeyler sabit iken tüketicinin, fiyatı artan mal yerine onun ikamesi olan malı kullanması olarak tanımlanır.
Gelir etkisi; diğer şeyler sabit iken, malın fiyatının artması sonucu, tüketicinin reel gelirinin azalması durumudur.
Fiyat, bir malın talep edilen miktarını etkileyen en önemli faktördür. Diğer koşullar sabitken, bir malın fiyatı düştükçe talep edilen miktarı artacaktır.
Talebin fiyatla ilişkisini ortaya koyarken yaptığımız diğer koşulların sabit olması varsayımı, talebin başkaca değişkenlerden de etkilendiğini göstermektedir. Bu değişkenleri;
• Tüketicinin geliri (I),
• İlişkili malların fiyatları [ikame (Ps) ve tamamlayıcı mallar (Pc)],
• Tüketicinin zevkleri (s),
• Tüketicilerin beklentileri (e),
• Tüketici sayısı (n) şeklinde sıralayabiliriz.
Talep eğrisi, diğer şeyler değişmez iken, talep edilen mal miktarı ile malın fiyatı arasındaki ilişkiyi yansıtır. Talep edilen miktar ise talep eğrisi üzerindeki bir noktadır, yani belirli bir fiyat düzeyindeki tüketicilerin satın almaya hazır olduğu miktardır.
Talep şedülü, tüketicinin talebini etkileyen diğer şeyler değişmez iken, belirli bir zaman diliminde mal ve hizmet talep eden tüketicilerin değişik fiyat düzeylerinde satın almak istedikleri mal ve hizmet miktarını yansıtan tablodur.
Piyasa talep şedülü, belirli bir zaman diliminde farklı fiyat düzeylerinde piyasada etkileşimde bulunan tüm tüketicilerin talep ettikleri ya da satın almaya hazır oldukları mal miktarlarını gösteren tablodur.
Aslında piyasa talep şedülü, değişik fiyat düzeyinde tüketicilerin tamamının talep ettiği ya da satın almaya hazır olduğu mal miktarlarının yatay olarak toplanmasıdır. Dolayısıyla piyasa talep eğrisi de tüketicilerin her birinin talep eğrilerinin yatay olarak toplanması ile elde edilir. Piyasa talep şedülünden yararlanarak piyasa talep eğrisini gösterebiliriz. Piyasa talep eğrisi, bireysel tüketici talep eğrilerinin yatay olarak toplanmasıdır.
Talep eğrisi üzerindeki bir nokta, o noktaya karşılık gelen fiyat düzeyinde talep edilen mal miktarını ortaya koyar. Talep eğrisi üzerindeki bir hareket, fiyat düzeyindeki bir değişmeyi ifade eder ve o da talep edilen mal miktarının değiştiğini gösterir.
Fiyatta meydana gelen değişme talep edilen mal miktarı açısından bir etki yaratır. Talep, fiyat dışında başka değişkenlerden de etkilemektedir. Daha önce sıraladığımız bu faktörleri tekrar ifade edersek bunlar;
• Tüketicinin geliri (I),
• İlişkili malların fiyatları (Po),
• Tüketicinin zevkleri (s),
• Tüketicilerin beklentileri (e) ve
• Tüketici sayısıdır (n).
Fiyat dışında tüketicilerin satın alma kararlarını etkileyen diğer faktörlerde bir değişme meydana gelirse, talep eğrisinde de değişme meydana gelir, bir başka deyişle talep eğrisi kayar. Talep eğrisinin kayması demek; talep eğrisinin bir bütün olarak sağa veya sola doğru yer değiştirmesi demektir.
Talep eğrisinin bir bütün olarak eski konumuna göre sağa kayması talebin artması anlamına gelir veya talep eğrisinin bütün olarak eski konumuna göre sola kayması talebin azalması anlamına gelir.
Gelir, fiyat dışında talebi etkileyen önemli bir değişken olarak karşımıza çıkar ve gelirdeki değişim, diğer koşullar sabit iken talep eğrisinde kaymalar meydana getirir. Diğer koşullar değişmez iken, tüketicilerin gelirlerinde meydana gelen bir artış, onların alım gücünü artırır, yani mallara olan talebi artırır.
Diğer koşullar ve fiyat sabit iken tüketicinin gelirinin artması sonucu talep artmakta yani talep eğrisi sağa kaymaktadır. Veya bunun tam tersi, diğer koşullar ve fiyat sabit iken, tüketicinin gelirinin azalması sonucu talep azalmakta yani talep eğrisi sola kaymaktadır. Gelir arttıkça talebi artan ve gelir azaldıkça talebi azalan mallar normal mallar olarak adlandırılır. Ancak bazı mallar vardır ki gelir arttıkça talebi azalan ve gelir azaldıkça talebi artan, bu mallar da düşük mallar olarak adlandırılır.
Talep eğrisinde kaymaya neden olan bir diğer faktör diğer malların fiyatlarıdır. Malları iki açıdan;
• İkame ve
• Tamamlayıcı mallar olarak ele alabiliriz.
Birbiri yerine kullanılabilen mallara ikame mallar denir. Bir malın talep eğrisi, diğer şeyler sabitken onun ikamesi olan malın fiyatında bir artış meydana gelmesi durumunda sağa kayacak yani o mala olan talep artacaktır. Ya da tam tersi; bir malın talep eğrisi, diğer şeyler sabitken onun ikamesi olan malın fiyatında bir azalış meydana geldiğinde sola kayacak yani o mala olan talep azalacaktır.
Tamamlayıcı mallar ise birbiri yerine kullanılamayan ancak birlikte kullanıldığında bir ihtiyacı gideren mallardır. Tamamlayıcı malın fiyatındaki azalma diğer malın da satın alınmasını teşvik edecek ve her iki mal için de talep eğrisi sağa kayacaktır. Veya tam tersi; diğer şeyler sabitken, bir malın talep eğrisi onun tamamlayıcısı olan malın fiyatında bir artış meydana gelmesi durumunda sola kayacaktır yani talebi azalacaktır.
Zevk ve tercihler; tüketicinin geçmişi, çevresi, psikolojik faktörler gibi birçok değişken tarafından etkilenir. Tüketicinin zevkleri de talep eğrisini kaydıran diğer bir etkendir. Bir mala ilişkin diğer şartlar değişmezken, tüketicinin o malın tüketilmesinden daha çok zevk duyması ya da o malın tüketilmesi yönünde bir eğiliminin olması durumunda o malın talebi artacak yani talep eğrisi sağa kaydıracaktır.
Tüketicilerin beklentileri, talebi etkileyen bir başka etmendir. Tüketiciler geleceğe ilişkin fiyat artışı beklentisinde iseler şimdiden fiyat artışı beklenen mallara ilişkin taleplerini artırırlar ve o malların talep eğrisi sağa kayar.
Tüketici sayısı da talebi etkileyen bir diğer faktördür. Bir mala ilişkin tüketici sayısındaki artış, o mala olan talebi artırır ve dolayısıyla talep eğrisi sağa kayar.
Arz
Arz, belirli bir zaman diliminde farklı fiyat düzeylerinde firmaların piyasa sunmaya istekli oldukları mal ve hizmet miktarıdır.
Arz edilen miktar; belirli bir zamanda, belirli bir fiyatta üreticilerin satmaya hazır oldukları mal ve hizmet miktardır.
Diğer koşullar sabitken, malın fiyatı ve arz edilen mal miktarı arasında pozitif yönlü bir ilişki vardır. Bu ilişki arz kanunu vasıtasıyla ifade edilebilir.
Arz Kanunu; diğer şeyler sabitken, yüksek fiyat düzeylerinde malın arz edilen miktarının yüksek olmasını; düşük fiyat düzeylerinde ise malın arz edilen miktarının düşük olmasını ifade eder.
Yüksek fiyat düzeylerinde arz edilen mal miktarının yüksek olmasının altında yatan nedeni üretim imkanları sınır eğrisi yardımıyla açıklayabiliriz. Üretim için gerekli veri, kaynak ve teknoloji altında bir ekonomide üretilecek mal ve hizmet sınırını üretim imkanları sınırı eğrisi gösterir. Üretim imkanları sınırı eğrisi iç bükey olduğundan iki mal üretilen bir durumda; ilave bir birim daha bir maldan üretmek için vazgeçilen diğer mal miktarı her ilave bir birimde artmaktadır. Fiyatın fırsat maliyetinin üzerinde olduğu durumda firma üretimini artıracaktır. Dolayısıyla fiyat artışı arz edilen mal miktarını artırır.
Malın fiyatı onun arz edilen miktarını etkileyen temel belirleyicilerden biridir. Diğer koşullar sabitken, bir malın fiyatı yükseldikçe arz edilen miktarı artacaktır.
Arz edilen miktar ve fiyata ilişkin yaptığımız diğer koşulların sabit olması varsayımı, arzın fiyat dışındaki başka faktörlerden de etkilendiğini göstermektedir. Bu faktörleri;
• Girdi fiyatları (P:),
• İlgili malların fiyatları (Po),
• Teknoloji (tec),
• Beklentiler (e),
• Firma sayısı (n) ve
• Kamu politikaları (pol) şeklinde sıralayabiliriz.
Arz eğrisi, diğer şeyler değişmez iken arz edilen mal miktarı ile malın fiyatı arasındaki ilişkiyi gösterir.
Arz edilen miktar ise arz eğrisi üzerindeki bir noktadır yani belirli bir fiyat düzeyinde üreticilerin satmaya hazır olduğu mal miktarını ifade eder.
Arz şedülü, üreticinin arzını etkileyen diğer faktörler değişmez iken, belirli bir zaman diliminde farklı fiyat düzeylerinde üreticinin arz etmeye hazır olduğu mal miktarını yansıtan tablodur.
Piyasa arz şedülü, belirli bir zaman diliminde farklı fiyat düzeylerinde piyasada etkileşimde bulunan tüm üreticilerin arz etmeye hazır oldukları mal miktarlarını gösteren tablodur.
Aslında piyasa arz şedülü, değişik fiyat düzeylerinde üreticilerin tamamının arz etmek istedikleri mal miktarlarının yatay olarak toplanmasıdır. Dolayısıyla piyasa arz eğrisi de üreticilerin her birinin arz eğrilerinin yatay olarak toplanması ile elde edilir.
Piyasa arz şedülünden yararlanarak piyasa arz eğrisini gösterebiliriz. Piyasa arz eğrisi, bireysel üretici arz eğrilerinin yatay olarak toplanmasıdır.
Arz eğrisi üzerindeki bir nokta, o noktaya karşılık gelen veri fiyat düzeyinde arz edilen mal miktarını ortaya koyar. Arz eğrisi üzerindeki bir hareket, fiyat düzeyindeki bir değişmeyi ifade eder, o da arz edilen mal miktarının değiştiğini gösterir.
Arz da talep gibidir, fiyatta meydana gelen değişme arz edilen mal miktarı açısından bir etki yaratır. Arz, fiyat dışında başka değişkenlerden de etkilemektedir. Daha önce sıraladığımız bu faktörleri tekrar ifade edersek bunlar;
• Girdi fiyatları (P:),
• İlgili malların fiyatları (Po),
• Teknoloji (tec),
• Beklentiler (e),
• Firma sayısı (n) ve
• Kamu politikaları (pol) şeklindedir.
Fiyat dışında üreticilerin arz kararlarını etkileyen diğer faktörlerde bir değişme meydana gelirse, arz eğrisinde de değişme meydana gelir bir başka deyişle arz eğrisi kayar. Arz eğrisinin kayması demek; arz eğrisinin bir bütün olarak sağa veya sola doğru yer değiştirmesi demektir. Arz eğrisinin bir bütün olarak eski konumuna göre sağa kayması arzın artması anlamına gelir.
Girdi fiyatları, arz eğrisini etkileyen önemli bir etmendir. Malın fiyatındaki değişme arz eğrisinde bir kayma yaratmazken, girdi fiyatlarında meydana gelecek değişme arz eğrisinde kayma yaratır. Üretim maliyetlerin de meydana gelen bu düşüş, kârlılığı artıracak ve üreticilerin piyasaya sunacağı mal miktarı artacak yani arz artacaktır. Bunun sonucunda arz eğrisi sağa kayacaktır. Tersi bir durumda ise diğer koşullar ve mal fiyatı sabit iken üretim sürecinde kullanılan girdilerden birinin fiyatının yükselmesi maliyetleri artıracak ve kârlılığı azaltacaktır. Bunun sonucunda üreticiler tarafından piyasaya sunulan mal miktarı yani arz azalacak ve arz eğrisi sola kayacaktır.
Arz eğrisinde kayma meydana getiren bir diğer faktör ilgili malların fiyatlarıdır. Bazı malların üretimi için benzer girdiler kullanılmaktadır ve bundan dolayı bir malı üreten üreticiler bir diğer malın da üretimini yapabilirler. Fiyatı düşen malın üretimi yani arzı her bir fiyat düzeyi için azalacak ve arz eğrisi sola kayacaktır. Fiyatı artan malın ise üretimi, yani arzı her bir fiyat düzeyi için artacak ve arz eğrisi sağa kayacaktır.
Teknoloji arzı etkileyen bir diğer faktördür. Bir malın üretim tekniğinde ortaya çıkan teknolojik gelişme aynı düzeydeki üretimin daha az girdi kullanılarak gerçekleştirilmesine olanak tanır veya mevcut girdilerle daha fazla üretimin yapılmasını sağlar. Böylesi bir durumda üretkenlik artışı sağlanacaktır. Teknolojik gelişmeler sonucunda ortaya çıkan üretkenlik artışı birim üretim maliyetlerini düşürür. Azalan maliyetler kârlılığı artıracağından diğer koşullar sabitken üreticiler daha fazla mal üretecek yani arzı artıracaktır ve arz eğrisi sağa kayacaktır.
Arz eğrisinde kaymalara sebep olan bir diğer faktör beklentilerdir. Üreticilerin geleceğe ilişkin beklentileri arz edecekleri mal miktarını belirleyecektir. Diğer koşullar sabitken, üreticiler piyasaya sunduğu malın fiyatının gelecekte yükseleceğine ilişkin bir beklentiye sahip olursa ve eğer ürettiği mal depolanabilir bir özellikte ise, bugünden piyasaya sunduğu mal miktarını yani arzını azaltacaklar ve arz eğrisi sola kayacaktır.
Firma sayısı, arz eğrisi üzerinde etkisi olan bir diğer değişkendir. Diğer koşullar değişmezken, eğer o malın üretildiği endüstriye yeni firmalar girerlerse, o endüstride üretilen mal miktarı artacaktır yani arz artacaktır ve arz eğrisi sağa kayacaktır.
Arzı etkileyen bir diğer faktör kamu tarafından uygulanan politikalardır. Burada vergiler ve sübvansiyonların arz üzerindeki etkilerine ortaya koyabiliriz. Diğer koşullar sabitken, bir mala ilişkin vergi uygulaması o malın maliyetini artırıcı bir etki yapıyorsa, yani vergiler artıyorsa üreticiler o malın arzını azaltacak ve arz eğrisi sola kayacaktır.
Talep ve Arzın Birlikte Ele Alınması: Piyasa Dengesi
Piyasa mekanizması, arz ve talep edilen miktarlar birbirine eşit olana kadar fiyatın değişme eğiliminde olmasını ifade eder. Sonuçta, piyasalar aracılığıyla, arz ve talebin karşılıklı etkileşimi sonucu piyasa denge ve miktarına ulaşılır. Denge noktasında; talep fazlalığı yani kıtlık, arz fazlalığı yani artık oluşmaz. Bu nokta, fiyatların değişmesi yönünde bir baskının olmadığı, piyasaların temizlendiği noktadır.
Denge kavramı; karşıt güçlerin birbirine denk olduğu, değişme yönünde bir baskının olmadığı, süreklilik ifade eden bir durumdur. Arz ve talep analizinde ise denge, talep ve arzın birbirini denk olduğu bir yerdir. Bu noktada; denge fiyat ve miktarı belirlenir. Denge fiyatı, talep edilen miktarın arz edilen miktara eşit olduğu noktada oluşan fiyattır. Denge miktarı ise, denge fiyatında alınan ve satılan mal ve hizmet miktarının birbirine eşit olduğu noktayı gösteren yerdir.
Piyasada geçerli olan fiyat her zaman denge fiyatı olmayabilir. Bu durumda talep edilen ve arz edilen miktarlarda birbirine eşit olmayacaktır. Ancak tüketiciler ve üreticiler arasındaki etkileşim sonucunda piyasalar arz ve talep edilen miktarların birbirine eşit olmasını sağlayan denge fiyatına varacaktır.
Aşırı arz ya da artığın ortaya çıkması ise üreticiler tarafından piyasaya sunulan malların bir kısmının alıcı bulamadığı yani satılamadığı anlamına gelmektedir. Aşırı arz ya da artık, veri fiyat düzeyinde arz edilen miktarın talep edilen miktardan fazla olma durumudur.
Kıtlık ya da aşırı talep, veri fiyat düzeyinde talep edilen miktarın arz edilen miktardan fazla olma durumudur.
Arz edilen ve talep edilen miktarların birbirinde denk olduğu fiyat düzeyi, denge fiyat düzeyidir. Denge fiyat düzeyi, piyasayı temizleyen fiyattır, çünkü piyasada herkesin tatmin olduğu bir fiyat düzeyidir. Bu fiyat düzeyinde tüketiciler, istediği kadar malı satın alabilmekte ve üreticiler de istediği kadar malı satabilmektedir.
Mal arzının sabit olduğu, bir başka deyişle arz eğrisinin değişmediği ve mal talebinin arttığı yani talep eğrisinin sağa kaydığı bir durumda denge fiyatı ve denge miktarı artacaktır. Bununla birlikte, mal arzı sabitken bir başka deyişle arz eğrisinin değişmediği ve mal talebinin azaldığı yani talebin sola kaydığı bir durumda ise denge fiyatı ve denge miktarı azalacaktır.
Gelirde görülen bir artış durumunda ise tüketicilerin o mala olan talebi artacaktır, böylelikle talep eğrisi sağa kayacaktır. Talep eğrisi arz sabitken sağa kaydığında ise fiyat yükselecektir. Fiyatlar yükseldiğinde arz da artırılacak ve yeni denge noktası daha yüksek bir fiyat düzeyinde oluşmuş olacaktır.
Tüketicilerin zevklerinin bir malın aleyhine geliştiği bir durumda malın talep eğrisi sola doğru kayacaktır, yani malın talebi azalacaktır.
Mal talebinin sabit olduğu, bir başka deyişle talep eğrisinin değişmediği ve mal arzının arttığı yani arz eğrisinin sağa kaydığı bir durumda denge fiyatı azalacak ve denge miktarı artacaktır. Bununla birlikte, mal talebi sabitken bir başka deyişle talep eğrisinin değişmediği ve mal arzının azaldığı yani arzın sola kaydığı bir durumda ise denge fiyatı artacak ve denge miktarı azalacaktır.
Talep azaldığında, başlangıç fiyat düzeyi olan fiyat düzeyinde aşırı arz ya da artık meydana gelecektir. Bu fiyat düzeyinde arz edilen miktar, talep edilen miktardan fazladır. Üreticiler açısından mallarının satılamaması bir maliyettir ve bu durumdan kurtulmak isteyen üreticiler malın fiyatını düşürürler.
Üreticilerin gelecekte mal fiyatının artacağını beklediği bir durumda malın bugünkü arzı azalacaktır ve arz azaldığında, fiyat düzeyinde aşırı talep ya da kıtık meydana gelecektir. Bu fiyat düzeyinde arz edilen miktar talep edilen miktardan azdır. Mala sahip olmak isteyen tüketiciler arasında yaşanacak rekabet sonucunda fiyatlar artacaktır. Fiyat düzeyi yeni denge fiyatıdır ve buna karşılık gelen yeni denge miktarı da eski fiyat düzeyinin üzerinde oluşacaktır.
Arz ve talep eğrilerinin aynı anda ya da bir başka deyişle eş anlı olarak aynı yönde sağa kayması durumunda denge fiyatının ne yönde değişeceği belirsiz iken ve denge miktarı artacaktır. Tüketicilerin gelir düzeyinde meydana gelen bir artış sonucunda talep artacak ve talep eğrisi sağa kayacaktır. Üreticiler açısından ise girdi fiyatlarının düşmesi sonucunda da arz eğrisi sağa kayacaktır. Talep ve arz eğrilerinin eş anlı ve eşit miktarda sağa kaymasının sonucunda fiyat düzeyi değişmezken denge miktarı artar.
Yeni ulaşılan dengede fiyat düzeyi değişmez iken, denge miktarından artış meydana gelmiştir.
Arz ve talep eğrilerinin eş anlı kaydığı ancak talep eğrisinin arz eğrisine göre daha fazla sağa kaydığı durumu ele alırsak ulaşılan bu dengede ise eskisine göre hem fiyat hem de miktarda artış meydana gelir.
Sonuç olarak arz ve talep eğrilerinin eş anlı ve aynı yönlü sağa kaymaları durumunda denge fiyatının ne olacağı belirsiz iken denge miktarı artmaktadır. Bununla birlikte, arz ve talep eğrilerinin eş anlı aynı yönlü sola kaymaları durumunda da yine denge fiyatının ne olacağı belirsiz iken denge miktarı azalmaktadır.
Tüketiciler açısından diğer şeyler sabitken malın fiyatının gelecekte yükseleceğini bekledikleri bir durumu ve aynı anda üreticiler açısından da diğer şeyler sabitken birim üretim maliyetlerini artırıcı vergi uygulandığı bir durumda piyasa dengesinin nasıl değişeceğini inceleyelim. Tüketiciler eğer gelecekte malın fiyatının yükseleceği beklentisi içinde iseler mala olan bugünkü talep artacak ve talep eğrisi sağa kayacaktır. Üreticiler açısından ise maliyetleri artırıcı bir vergi uygulaması kârlılığı azaltacağından arz azalacak ve arz eğrisi sola kayacaktır. Eş anlı ve ters yönlü kaymaların etkisini, talep ve arz eğrilerinde meydana gelen kaymaların eşit olduğu durum için ise ulaşılan dengede fiyat düzeyi eskisine göre artış gösterirken, denge miktarında ise değişme olmamıştır.
Arz ve talep eğrilerinin eş anlı ve ters yönde kaydığı ancak talep eğrisinin arz eğrisine göre daha fazla kaydığı durumda fiyat düzeyi artarken (P1’den P2’ye artar), denge miktarı da artmaktadır. Arz ve talep eğrilerinin eş anlı ancak ters yönde ve talep eğrisinin sağa kaymasının arz eğrisinin sola kaymasından daha fazla miktarda olması sonucu ise hem fiyat hem de denge miktarında eskisine göre artış meydana gelmiştir.
Arz ve talep eğrilerinin eş anlı fakat ters yönde kaydığı bununla birlikte arz eğrisinin sola kaymasının talep eğrisinin sağa kaymasından daha fazla olduğu durumda ise fiyat düzeyi artarken, denge miktarı azalış gösterir.
Sonuç olarak arz eğrisinin sola ve talep eğrisinin sağa yani eş anlı ve birbirine ters yönlü kaymaları durumunda denge fiyatı artarken denge miktarının ne olacağı belirsizdir. Bununla birlikte, arz eğrisinin sağa ve talep eğrisinin sola yani eş anlı ve birbirine ters yönlü kaymaları durumunda denge fiyatı azalırken denge miktarının ne olacağı belirsizdir.
ESNEKLİK
Giriş
Genel olarak esneklik; bir ekonomik değişkenin bir başka ekonomik değişkene karşı olan duyarlılığının ölçüsüdür. Bu durumda ekonomik değişken türü kadar çok sayıda farklı esneklik kavramları ile karşılaşılır. Ancak en çok karşılaşılan esneklik hesaplamaları talep ve arz için yapılmaktadır.
En sık karşılaşılan esneklik türü fiyat esnekliği olup, ileride görüleceği gibi dünya çapında uygulaması bulunan çok önemli bir kavramdır. Bu bölümde ilk olarak talebin fiyat esnekliğini ele alacağız, daha sonra talepteki kaymalara ilişkin esneklikleri inceleyeceğiz, nihayet arz esnekliği ile üreticilerin fiyat değişimlerine karşı reaksiyonlarını açıklayacağız.
Talebin Fiyat Esnekliği
Talebin fiyat esnekliği, bir malın talep edilen miktarının bu malın fiyatına karşı duyarlılığının ölçüsüdür. Bunu kısaca talep esnekliği ya da sadece esneklik terimleriyle de ifade edebiliriz. Talebin fiyat esnekliği, belirli bir talep eğrisi ya da talep şedülü ile ilişkilidir. Bir malın fiyatı düştüğünde, tüketicilerin bu maldan daha fazla Talebin fiyat esnekliği, bir malın talep edilen miktarının bu alacağını bilsek bile, ne kadar daha fazla alacağını bilmek de aynı şekilde önemlidir. İşte malın fiyatına karşı duyarlılığının fiyat değiştiği zaman talep edilen miktarın ne kadar değiştiğinin ölçüsü talep esnekliğidir. Digitürk abone ücretini iki katına çıkarırsa, acaba kaç müşterisini kaybedecektir? İyi hava koşulları nedeniyle arzı artan portakalın fiyatı ne kadar düşecektir? Eğer petrol arzı sınırlandırılırsa ham petrol fiyatı ne kadar yükselecektir? Bu tür soruların yanıtını talebin fiyat esnekliği vermektedir.
Talebin fiyat esnekliği ise; bir malın talep edilen miktarındaki yüzde değişmenin o malın fiyatındaki yüzde değişmeye oranı olarak tanımlanır. Talebin fiyat esnekliğinin çekici bir yönü; talep edilen miktarın ve fiyatın ölçülmesinde birim kullanılmamasıdır. Birim içermemesinin nedeni; fiyatta ve talep edilen miktarda yüzde değişmeleri kullanmasıdır. Talebin fiyat esnekliğinin negatif bir sayı olduğuna dikkat edilmelidir. Çünkü talep eğrisi üzerinde hareket edildiğinde miktar ve fiyat ters yönlerde değişmektedir. Fiyat yükseldiğinde talep edilen miktar azalmakta, ya da bunun tersi geçerli olmaktadır. Fiyat esnekliği ölçüsü negatif bir sayı olmasına rağmen iktisatçılar esneklik hakkında konuşurken ya da yazarken genelde negatif işareti ihmal edip katsayının mutlak değerini söylemektedirler.
Bir talep eğrisinin biçimi, fiyat değişmelerine karşı tüketicilerin duyarlılığı hakkında bize bir şeyler söylemektedir. Göreceli olarak yatık bir talep eğrisi, tüketicilerin fiyat değişmelerine karşı duyarlı olduğunu gösterir. Oysa nispeten dik bir talep eğrisi tüketicilerin fiyat değişmelerine karşı daha duyarsız olduğunu ifade etmektedir. Ancak talep eğrisinin esnekliği bu eğrinin eğimi ile aynı şey değildir.
Ekonomistler talep eğrilerini, talebin fiyat esneklikleri ölçülerine ya da katsayılarına göre sınıflandırırlar. Bu sınıflandırmada, genelde katsayıların mutlak değerleri kullanılmaktadır.
Ed < 1 için, inelastik talep ya da esnek olmayan talep;
Ed = 1 için, birim esnek talep;
Ed > 1 için, esnek talep terimleri kullanılır.
Bir mal ya da hizmet için talep fiyata karşı inelastik olduğu zaman, tüketicilerin fiyat değişimine karşı duyarsız olduğunu söyleyebiliriz. Bu durumda miktardaki yüzde değişme, ilgili malın fiyatındaki yüzde değişmeden daha küçüktür. Eğer talep esnek ise, tüketicilerin fiyattaki değişmeye karşı duyarlı olduklarını söyleyebiliriz. Bu durumda da miktardaki yüzde değişme fiyattaki yüzde değişmeden daha büyüktür. Esneklik katsayısı tam olarak bire eşit olduğunda ise birim esneklik söz konusu olur ve bu durumda fiyattaki veri bir yüzde değişme talep edilen miktarda aynı oranda bir yüzde değişmeye neden olur.
Esneklik katsayısının olası en düşük değeri sıfırdır. Ed= 0 olması durumunda fiyattaki bir değişme talep edilen miktarda hiçbir değişmeye neden olmayacaktır. Bu durum tam inelastik talep olarak tanımlanır ve talep eğrisi dikey bir doğru şeklini alır. İnsülin gibi hayati önem taşıyan ilaçlara olan talep, fiyatı belirli sınırlar içinde kalmak koşuluyla tam inelastik talep olabilir. Bir başka örnek olarak, böbrek yetmezliğinden dolayı diyaliz tedavisine olan talep gösterebilir.
İnsanlar bazen her ikisi de birden küçük veya her ikisi de birden büyük iki esnekliği karşılaştırmak ister. Bu durumda ekonomistler talep eğrileri için; eğer diğeri ile karşılaştırıldığında esnekliği daha büyük ise, bunun için nispeten esnek talep ifadesini kullanılırlar. Örneğin esnekliği 1,9 olan bir mal esnekliği 1,2 olan bir başka mala kıyasla nispeten daha esnektir. Ya da esnekliği 0,2 olan bir mal esnekliği 0,8 olan bir başka mal ile karşılaştırıldığında, ilkine nispeten inelastik talep denir. Bu nispeten tamlayıcısını kullanılmakla talebin fiyat esnekliğinde birinin ötekinden daha büyük ya da daha küçük olduğuna ilişkin karşılaştırmalı bir ifade dile getirilmiş olur.
Esnekliğin yüzde değişmelerle hesaplanması nedeniyle, esneklik katsayısının değeri, doğru şeklinde bir talep eğrisi üzerinde yukarı doğru hareket edildiğinde büyür. Çünkü talep eğrisi boyunca farklı noktalardaki başlangıç değerleri değişmektedir. Eğri üzerinde fiyatın yüksek olduğu noktalarda başlangıç fiyatı da yüksektir. Böylece fiyatta veri bir değişme için hesaplanacak bir yüzde değişme küçük olacaktır. Örneğin, başlangıç fiyatı 100 birim ise ve fiyattaki 10 birimlik değişme yüzde ile ifade edilirse,
%10’luk değişme olacaktır. Oysa başlangıç fiyatı 10 birim olduğu zaman fiyatta 10 birimlik bir değişme %100’lük bir değişmeyi gösterecektir. Aynı mantık miktar ekseni boyunca farklı noktalar içinde uygulanabilir. Talep esnekliği, talep eğrisi üzerinde seçmiş olduğumuz noktalardan etkilenmektedir. Bu tümüyle matematiksel bir özelliktir, yani fiyat esnekliğini hesaplama yöntemimizin bir sonucudur. Tüm negatif eğimli doğrusal talep fonksiyonlarında, talep eğrisinin orta noktası birim esnekliği gösterirken, orta noktasının üzeri esnek, bu noktanın altı ise inelastik talebi göstermektedir. Farklı yönlerde hareketler için farklı yanıtlar elde edilmesi nedeniyle, esneklik katsayısı sadece fiyat ve miktardaki çok küçük değişmeler için doğru olacaktır. Dolayısıyla bu formül gerçekte talep eğrisi üzerinde bir noktanın esnekliğinin hesaplanmasında kullanılacaktır. Bu, nokta talep esnekliğidir. Oysa talep eğrisi üzerinde iki farklı nokta için ekonomistler esneklik formülünde çok az değişiklik yapmışlar ve yeni bir formül geliştirmişlerdir. Esnekliğin iyice öğrenilmesi için, bunun ekonomik anlamının her zaman göz önünde bulundurulması önemlidir. Fiyat düzeyinde meydana gelen değişmeler karşısında tüketicilerin ve üreticilerin davranışlarını değerlendirmemize, bir takım öngörülerde bulunmamıza esneklik yardım eder. Örneğin, fiyat esnekliği için önemli kullanım alanlarından biri; bir ürünün fiyatı değiştiği zaman, satıcıların elde edeceği toplam hasılat ya da tüketicilerin bu ürün için yapacağı toplam harcamanın ne olacağının tahmin edilmesidir. Esnekliğin toplam hasılat ya da toplam harcamalarla ne tür bir ilişkisi bulunduğunu anlamak için ilk olarak fiyat değişikliğinin toplam hasılat ya da toplam harcama üzerinde yarattığı iki zıt etkiyi ya da iki tür dengeleyici etkiyi anlamak gerekir.
Önce talebin esnek olduğu durumda gerçekleşen bir fiyat düşüşünü ele alalım. Örneğin fiyat 100 Tiden 90 TL’ye düştüğünde (%10’luk bir düşüş), miktar 1000 birimden 1200 birime yükselmiştir (%20’lik bir artış). Toplam hasılat fiyat ile miktarın çarpımıdır (P*Q= TR). Miktardaki artış toplam hasılatı yukarı doğru çekecektir, ancak bu toplam hasılatı aşağı doğru çeken fiyattaki azalışla dengelenir.
Eğer miktardaki yüzde değişme fiyattaki yüzde değişmeden büyük ise talep esnektir ve fiyat düştüğü zaman toplam hasılat artar. Eğer talep inelastik olsaydı, bunun tersi olacaktı. Fiyat 100 birimden 90 birime düştüğünde miktar 1000 birimden 1050 birime yükselmiştir. Burada miktardaki değişme (%5) fiyattaki değişmeden (%10) daha küçüktür. Böylece fiyat düştüğü zaman toplam hasılat azalacaktır.
Talebin Fiyat Esnekliğini Etkileyen Ekonomik Faktörler
Üreticilerin ya da satıcıların iyi bir fiyatlama politikası izleyebilmeleri için, kendi mal ve hizmetlerine yönelik talebin esneklik derecesi hakkında bilgiye ihtiyaçları vardır. Satıcılar bu bilgilere ulaşmada, esneklik derecesini etkileyen faktörleri dikkate alarak, genellikle esneklik değeri hakkında tahminler yaparlar. Bir mal veya hizmetin fiyat esnekliğini etkileyen en önemli faktörlerden biri, bu mal ile diğer mallar arasındaki ikamenin derecesidir. İkamenin derecesini; aynı tüketici isteklerini daha az veya daha fazla düzeyde bir ürün yerine başka ürün veya ürünlerin kullanılması belirleyecektir. Bu derece büyük oldukça mal ve hizmetler için mevcut ikameler daha iyi olacaktır, dolayısıyla bu mal ve hizmetler için talep daha esnek olacaktır.
Diğer tarafta çok az ikamesi bulunan ürünler inelastik talebe örnek oluştururlar. Bu tür bir mal için klasik örnek tuzdur. Eğer tuzun fiyatı artarsa, tüketiciler bunu hâlâ aynı miktarda almaya devam ederler. Çünkü bunun yeterli düzeyde ikamesi yoktur. Yani tüketiciler tuz fiyatındaki değişmeye karşı duyarlı değildirler. Dolayısıyla tuz inelastik bir talebe sahiptir. Ürünler arasında ikamenin varlığını bilmek kadar, ürünlerin kapsamını tanımlamak da önemlidir. Genelde bir ürünü ne kadar geniş tanımlarsak esnekliği de o kadar düşük olacaktır. Çünkü geniş anlamda tanımlanan bir ürünün daha az ikamesi olacaktır. Örneğin, et mamulleri için fiyat esnekliği sadece pirzola için hesaplanan fiyat esnekliğinden daha düşük olacaktır. Çünkü pirzolanın birçok ikamesi olurken, et mamulleri şeklinde bir tanımlama yapıldığında çok az ikame bulunabilecektir. Benzer şekilde belirli bir marka tuz için talep esnekliği, genel anlamda tuz için talep esnekliğinden daha fazla olacaktır. Çünkü piyasada bir marka tuzun ikamesi öteki marka tuzlar olacaktır. Oysa genel anlamda tuzun ikamesini bulmak zordur.
Bir mal veya hizmet için tüketicinin bütçesinden ayrılan oran, bu ürünün esnekliğini belirleyen bir başka önemli faktördür. Tüketici bütçesinde çok küçük bir oran oluşturan ürünler, bütçede nispeten yüksek oran oluşturan ürünlere göre daha düşük esnekliğe sahiptirler.
Dikkat edilirse bir ürünün fiyat esnekliğini etkileyen bu iki faktör, iki etki ile paralellik içermektedir. Bir mala ilişkin talep eğrisinin aşağı doğru eğimli olma özelliği ikame ve gelir etkileri nedeniyledir. Bu sadece bir tesadüf değildir. İlk faktör olan olası ikamenin derecesi, ikame etkisinin gücünü belirlemektedir. İkinci faktör, yani ürünün bütçedeki önemi ise gelir etkisinin gücünü ortaya koymaktadır. Bu iki etkinin birlikte önemli olması, tüketicilerin fiyat değişmelerine karşı daha duyarlı olmaları demektir. Bu durum daha esnek talebin varlığını ortaya koymaktadır.
Bir malın karşıladığı ihtiyaç zorunlu ve yaşamsal ise yani bu ihtiyacın karşılanmasını ertelemek çok güç veya mümkün olmuyorsa talep esnekliği düşük olacaktır. Örneğin, gıda ürünleri gibi zorunlu mallar genelde inelastik talebe sahiptir. Çünkü bunları satın alanlar bu mallar olmadan yaşamanın zor olduğunun farkındadırlar. Dikkat edilirse tarımsal ürünler yaşamsal öneme sahip ürünlerdir ve talep esneklikleri düşüktür. Çiftçiler fazla ürün elde ettiklerinde fiyatlar düştüğü için hasılat kaybı ile karşı karşıya kalırlar.
Öte yandan ertelenebilir ihtiyaçları karşılamaya yönelik malların talep esnekliği yüksektir. Örneğin, lüks mallar esnek talebe sahiptir. Eğer fiyat çok yükselirse tüketiciler bundan vazgeçebilirler.
Genelde talebin fiyat esnekliği bir fiyat değişiminden hemen sonra düşüktür. Ancak belirli bir süre geçtikten sonra artar. Bu farklılığı analiz etmek için iktisatçılar kısa ve uzun dönem arasında ayrım yaparlar. Kısa dönem insanların tüm düzenlemeleri yapamadan ya da alışkanlıklarını yitirmeden önceki bir zaman dilimidir. Uzun dönem ise insanların alışkanlıklarını değiştirebildiği ya da tüm ayarlamaları yapabildiği bir dönemdir.
Fiyattaki bir değişiklik karşısında kişisel uyum sağlama genelde uzun zaman alır. Örneğin benzin fiyatı yükseldiğinde insanlar daha az benzin kullanmak ya da öteki ulaşım araçlarına yönelmek suretiyle benzinin talep miktarını azaltabilirler. Ancak bu yola genelde gitmezler ya da gitmeleri olanaksız olur. Fakat uzun dönemde insanlar daha az benzin tüketen arabalara yönelebilirler. Bu yüzden uzun dönemde kısa döneme kıyasla talepte daha büyük miktarlarda azalma olur. Dolayısıyla benzin için talebin fiyat esnekliği uzun dönemde daha yüksektir.
Talepteki Kaymalara İlişkin Esneklikler
Talep eğrisinde kayma ile talebin fiyat esnekliğini hesapladığımız talep eğrisi üzerindeki hareket, farklı şeylerdir. Talep eğrisindeki kayma fiyat dışındaki herhangi bir değişiklik nedeniyle bu malı satın almak isteyenlerin miktarda yarattığı değişmedir. Örneğin; gelirdeki bir değişme, diğer malların fiyatlarında ya da bekleyişlerdeki bir değişme, talep eğrisini kaydıracaktır. Esneklik kavramı, malın kendi fiyatı dışındaki değişkenlerin değişmesine bağlı olarak, tüketici taleplerindeki değişmelere de uygulanabilir. Bunlar talebin gelir esnekliği ve talebin çapraz fiyat esneklikleridir.
Gelir esnekliği, parasal gelirde ortaya çıkan yüzde bir oranındaki bir değişiklik sonucu talep miktarında meydana gelen yüzde değişmedir.
Parasal gelirdeki bir artış talep eğrisinde artışa, azalışa ya da sabit kalmaya neden olabilir. Gelir arttığı zaman, yukarıdaki örnekte olduğu gibi talep artıyorsa gelir esnekliği pozitif bir sayı olarak elde edilecektir. Bu türdeki mallar normal mal olarak nitelendirilir ve malların çoğunluğu bu tanımlamaya uymaktadır. Ancak bazı mallar vardır ki, gelir arttığı zaman bunların talebinde azalma olur. Bu durumda gelir esnekliği negatiftir. Negatif gelir esnekliği olan mallar düşük mal olarak tanımlanır. Konserve yiyecekler düşük mallara örnek oluşturabilir. İnsanlar daha zengin olduklarında konserve yerine tazelerini tüket-meyi tercih edebilirler.
Talep eğrisinde kayma ile ilişkili bir başka tür esneklik talebin çapraz fiyat esnekliğidir. Çapraz fiyat talep esnekliği; bir malın talep edilen miktarındaki yüzde değişmenin ilgili bir başka malın fiyatındaki yüzde değişmeye oranı olarak tanımlanır. Bu tanımlamada iki tür ilişkili mal ile karşılaşılır. Bunlar ikame ve tamamlayıcı mallardır. Bir malın fiyatı yükseldiği zaman öteki malın talebinde bir artış oluyorsa bu iki mal ikame malıdır. Örneğin, koyun etinin fiyatı yükseldiğinde insanlar dana eti tüketimini arttırırken, yüksek fiyatlı koyun etini daha
az alırlar. Bu davranış dana eti talebinde bir artış (sağa kayma) ile ifade edilir. Koyun eti fiyatındaki artışa karşı dana eti tüketiminin ( talebinin ) gösterdiği duyarlılık talebin çapraz fiyat esnekliğiyle ölçülür
Eğer bir malın fiyatındaki artış bir başka malın talebinde azalışa neden oluyorsa bu iki mal tamamlayıcı maldır. Tamamlayıcı mallar için yapılan hesaplama ikame mallar için yapılan hesaplama ile tamamen aynıdır, tek fark sonucun negatif işaretli olmasıdır.
Arz Esnekliği
Arz esnekliği, Üreticilerin fiyat değişimlerine karşı duyarlılıklarını ölçmektedir. Fiyat değişikliğine karşı arz esnekliğinin yüksek olması durumunda, fiyatlar artarsa üreticilerin üretimlerini büyük miktarda arttıracağını açıklar. Arz esnekliğinin düşük olması ise; fiyat arttığı zaman üreticilerin üretimlerini çok az arttırabileceğini gösterir. Arz esnekliği, talepteki bir kayma durumunda fiyatın gösterdiği reaksiyonu bilmek açısından önemlidir. Örneğin kafein etkisi yüzünden kahvenin talebi azalmışsa ve kahvenin arz esnekliği yüksek ise fiyatındaki düşüş az olacaktır, şayet kahvenin arz esnekliği düşük ise bu durumda fiyattaki düşüş fazla olacaktır. Yine politika yapıcılar bakımından arz esnekliğini bilmek önemlidir. Çünkü izlenecek fiyatlama politikalarında büyük kolay- lıklar sağlar. Arz esnekliği; bir malın arz edilen miktarındaki yüzde değişimin fiyatındaki yüzde değiş- meye oranıdır. Burada diğer değişkenler sabit olmak koşuluyla veri bir arz eğrisi üzerinde arz edilen miktar ve fiyatın hareketleri gösterilir. Talep esnekliğinin tüm özellikleri arz esnekliğine de uygulanabilir. Arz esnekliği de eğimden farklıdır ve birim içermeyen bir ölçüdür, yani fiyat ve miktarın nasıl ölçüldüğüne bağlı değildir.
Arz esnekliği sınıflandırılırken;
• Es < 1, inelastik arz,
• Es = 1, birim esnek arz ve
• Es > 1 ise esnek arz olarak nitelendirilir.
Arz esnekliğinin sıfır olması tam inelastik bir arzı gösterir ve arz eğrisi düşeydir. Örneğin, tek bir Mona Lisa tablosu vardır. Yüksek bir fiyat arz miktarında artış yaratmaz. Hatta bir fazla bile elde edilemez. Ancak çoğu mallar için arz eğrisi düşey değil pozitif eğime sahiptir. Yine yatay arz eğrisi de tam esnek arz eğrisi olarak nitelendirilir. Bu durumda fiyattaki çok küçük bir değişme üreticiler tarafından arz edilen miktarda oldukça büyük artışa yol açar. Arzın fiyat esnekliğini etkileyen en önemli faktör, firmaların girdilerini üretime ayarlayabilme derecesidir. Üretim faaliyetlerinin çoğunun ölçeği (büyüklüğü) kısa sürede değiştirilemez. Örneğin; eğer fiyat artarsa, bazı ilave ürün artışı değişken girdilerin miktarını arttırmakla elde edilebilir. Öyle ki daha fazla emek kullanılabilir, makineler daha yoğun biçimde çalıştırılabilir. Ancak üretimde daha büyük değişmelere ulaşabilmek için sabit girdilerin de değiştirilmesi gerekir, bu ise uzun zaman alır. Dolayısıyla kısa dönemde arz esnekliği düşüktür. Çünkü firmalar sadece bazı girdilerini üretime ayarlayabilirler.
Uzun dönemde ise arz esnektir, çünkü firmalar tüm girdilerini ayarlayabilirler.
Kısa ve uzun dönem endüstriler arasında farklılık gösterir. Örneğin; perakende ticaret yapan bir firma için ölçeğin değiştirilmesi çok süre almaz, tarımda arzın arttırılması bir mevsimi gerektirir. Oysa büyük sanayi kuruluşları için bu olayın iki üç yıllık süreyi aldığına dikkat edilmelidir.
Çıktıyı değiştirmede pür fiziksel kısıtlara ilave olarak gelecekteki bekleyişler de önemlidir. Bir firma için üretimi ayarlamak fiziksel olarak mümkün olsa bile bir fiyat değişiminden hemen sonra bunu yapmak kârlı olmayabilir. Temel düşünce bu fiyat değişikliğinin gelecekte ne kadar süreceği beklentisine ilişkin zamanın uzunluğudur. Eğer fiyat artışının geçici olduğu bekleniyorsa, üretici için üretimi önemli ölçüde arttırmak yarar sağlamaz, dolaysıyla arz esnekliği düşük olur. Ancak fiyat değişikliğine ilişkin bekleyiş uzun süreceği şeklinde ise üretici üretimini ayarlayabilecektir. Dolayısıyla arz daha esnek olacaktır.
ARZ VE TALEP UYGULAMALARI
Hükümet Müdahalelerinin Denge Oluşumlarına Etkisi
Hükûmetler vatandaşlarının refahını ve mutluluklarını artırmak için görünmez elin oluşturduğu denge koşullarını yetersiz bularak, sosyal adaleti sağlama yönünde birtakım politikalar uygularlar. Bu politikaların başlıcaları;
• Fiyat (asgari ücret, kira kontrolleri ve tarımsal destekleme fiyatları gibi) ve
• Miktar (kotalar gibi) kontrolleri ile
• Vergi uygulamalarıdır.
Fiyat kontrollerinde hükûmetler yasa ya da düzenlemelerle belirli bir mal ya da hizmetin fiyatını tespit etmekte ya da fiyatlara sınırlama getirmektedirler.
Fiyat kontrolleri genelde hemen her ülkede emek piyasasında, birtakım tarımsal ürünlere ilişkin piyasalarda, kira kontratlarında sık sık rastladığımız uygulamalardır. Bu uygulamalar sonucu bir mal ve hizmet için asgari ya da taban fiyat belirlenmektedir. Bu fiyat düzeyinin altındaki bir fiyattan piyasada işlem gerçekleşmez. Taban fiyat uygulamasında amaç, mal ve hizmet arz edenleri korumaktır.
Tavan fiyat uygulamasıyla ise, hükûmet uygulanacak en yüksek fiyatı belirler. Amaç, denge fiyatını yüksek bulan tüketicileri desteklemektir. Eğer, tavan fiyat denge fiyatının üzerinde belirlenmişse, bağlayıcı hiçbir özelliği yoktur. Eğer uygulanması gereken maksimum fiyat, denge fiyatının altında belirlenmişse birtakım sorunlarla karşılaşılır. Bu sorunlardan ilki firmaların fiyatı düşük bulmalarından dolayı üretimi kısmaları ve bu mala ilişkin kıtlık ya da talep fazlası yaşanmasıdır.
Bir başka sorun da bu fiyat düzeyinde satılan malın kalitesini geliştirmeye yönelik çaba gerektirmemesidir. Maliyeti düşürmek için firmalar düşük kaliteye yöneleceklerdir. Bu sorunlar dikkate alındığında, tüketicileri korumaya yönelik bu politika daha çok zarar verebilecektir. Örneğin; kira kontrolleri ile üreticiler daha az kiralık ev üretecekler, arz daralmış olacak ve kalite düşecektir.
Hükûmet müdahalesinin olmadığı durumda, emek piyasasında, denge emek miktarı ve ücret düzeyi arz-talep koşullarına göre belirlenir. Emek piyasasında emek arz edenler hane halkı iken, emek talep edenler firmalardır.
Denge durumunda işgücünün aldığı ücretin asgari ihtiyaçları karşılayacak düzeyin altında gerçekleşmesi sosyal adaletsizliğe neden olurken, piyasa mekanizmasının bunu sağlamada başarısız olduğu görülmektedir. Bu durum karşısında hükûmet hane halkının geçim standartları çerçevesinde alması gereken saat başı (ya da günlük) en düşük ücret düzeyini tespit eder. Eğer hükûmet tarafından belirlenecek olan bu ücret düzeyi denge noktasının üzerinde gerçekleşecek olursa, piyasada arz edilen emek miktarı artarken, talep edilen emek miktarında bir azalma meydana gelecektir.
Asgari ücret politikasıyla ilgili olarak iki temel sonuç ortaya çıkmaktadır. Bu politikalar sonucu ücretlerin yükseltilmesi, hâlihazırda çalışan ücretli kesimin refah seviyesini arttırırken, yüksek ücretler nedeniyle is bulamayanların ya da isini kaybedenlerin refah seviyesini düşürür.
Dünyanın pek çok ülkesinde, tarım kesimini kalkındırmak amacıyla tarımsal ürünleri destekleme fiyat politikaları uygulanır. Tarımsal destekleme politikalarının daha çok ülke ekonomisi için kritik ürün niteliği taşıyan çay, tütün, pamuk vb. ürünler için uygulandığı görülmektedir.
Tarımsal destekleme fiyatı da aynen asgari ücret düzeyi politikasında olduğu gibi bir taban fiyat uygulamasıdır. Bu uygulama, hükûmetçe belirlenen bir fiyat düzeyinin altında piyasada işlem yapılmasını engellemektedir.
Ekonomide mülkiyet hakkının serbest olması herkesin konut sahibi olacağı anlamına gelmez. Bu sebeple kiralık konutların kiraya verildiği ve kiralandığı bir piyasa vardır. Bu piyasayı kiralık konut piyasası olarak tanımlayacak olursak, kiralık konut talep edenler kiracı olurlarken, kiralık konut arz edenler konut sahipleri olmaktadır. Kiralık konut talep edenler bunları ev, işyeri gibi değişik amaçla kullanabilirler.
Kendi ihtiyacından fazla konuta sahip olanlar bunları kiraya verirler. Kiraya verdikleri mülkleri üzerinden de kira geliri elde ederler. Ancak, kiralık konut piyasasında konut miktarı yetersizse, konut arz edenler bu durumdan yararlanmak ve gelirlerini daha çok artırmak isteyeceklerdir. Böyle bir davranış ekonomik ve sosyal bağlamda birtakım sorunların yaşanmasına zemin hazırlayabilecektir.
Nitekim Türkiye’de de konutların kira artış oranları 2000’li yılların başlarında yıllık %25 ile sınırlandırılmış idi. Böyle bir uygulama, kiralık konut piyasasında kiraların, denge konut kiralarının altında belirlenmesine neden olmuştu. Yani devlet, konut kiralarındaki artış için bir tavan fiyat benzeri bir uygulamaya gitmişti. Piyasa için bu kira artısının üze-rinde bir kira belirlemek mümkün değildir.
Miktar Kontrolleri
Taban fiyat ve tavan fiyat politikalarına ek olarak, devletin piyasalarda oluşan denge fiyatı ve miktarını değiştirmek için kullanabileceği diğer bir araç da kotalardır.
Kota, en sık, uluslararası ticarette ve üretimde uygulanır. Üretim kotası, devletin arz edilen mal veya hizmet miktarını sınırlayarak, tam rekabet koşullarında oluşmuş olan piyasa fiyatını üreticilerin lehine arttırması yönündeki bir politikayı tanımlamaktadır. Bu uygulamanın fiyat kontrollerinden farkı, burada hükûmetin miktar kontrollerine yönelmesidir.
Bazı ürünlerin üretimi devlet iznine bağlıdır. Bu ürünler toplum sağlığı üzerinde olumsuz etkileri olan veya ilaç sanayiinde kullanılan ürünlerdir. Afyon gibi ürünler bu gruba dâhildir ve devlet tarafından üretim kotası uygulanmaktadır.
İthalat kotaları, ithal mallarına sınırlama ve ulusal endüstrileri korumak için oluşturulur. Kota, belli bir dönem boyunca, ithal edilecek ürün miktarı üzerine bir tavan koyulmasıdır. İthal kotalarının ilk amacı ulusal endüstrileri diğer ülke üreticilerin rekabetinden korumaktır.
Vergi Uygulamaları
Hükûmetler hem kamusal amaçları gerçekleştirmek için gerekli olan geliri sağlamak, hem de piyasa sonuçlarını etkilemek için yapılan ekonomik faaliyetleri vergilendirir. Vergiler bazen belli bir miktar, bazen belli bir gelir üzerinden alınan pay şeklinde olabilir.
Bazı durumlarda ise vergi, sabit bir miktar olarak da karşımıza çıkar. Sabit miktarlı bu vergiler, baş vergileri olarak nitelendirilir ve ekonomik faaliyetlerden tümüyle bağımsızdır. Belli bir miktar üzerinden alınan vergiler ise spesifik vergiler olarak tanımlanır. Örneğin, benzinin her litresi için ödenecek 2 TL’lik bir vergi bu tür bir vergidir. Türk vergi sisteminde yer alan motorlu taşıtlar vergisi de belli ağırlık ve yas temel alınarak hesaplandığı için spesifik bir vergidir.
Gelirin belli bir yüzdesi şeklindeki vergiler ise ad valorem vergiler olarak isimlendirilir. Kişisel gelir vergileri ve kurumlar vergileri bu tür içinde yer alır. Spesifik vergiler miktarsal; ad valorem vergiler ise oransal vergiler olarak da tanımlanır.
Vergi yükünün tüketici ve üretici arasında hangi miktarlarda paylaşılacağının yanıtı ise arz ve talep eğrilerinin eğimine bağlı olacaktır. Vergi uygulaması arz eğrisinin sola kaymasına neden olurken, artan fiyatlar da talep edilen mal ve hizmet miktarının azalmasına neden olacaktır.
Uygulanan birim satış vergisinin üretici ve tüketici tarafından hangi miktarda yüklenileceğini arz ve talep eğrilerinin eğimleri, ya da daha net bir biçimde esneklikleri belirler.
Talep esnekliğinin arz esnekliğinden küçük olması durumunda uygulanacak 2 TL’lik verginin ne kadarını, kim ödeyecektir?
Esneklikle ilgili daha önceki (Ünite 4: Esneklik) bilgilerimizden hareketle;
• Talep esnekliğinin arz esnekliğinden daha küçük olması durumunda, verginin daha büyük kısmı üretici tarafından tüketiciye yansıtılabilecek,
• Talep esnekliğinin arz esnekliğinden daha büyük olması durumunda ise birim satış vergisinin daha büyük kısmını üretici yüklenecektir.
Tüketici ve Üretici Rantı ya da Artığı
Serbest bir piyasada arz ve talep dengesi alıcı ve satıcıların elde ettikleri toplam faydayı maksimize etmektedir. Bu
toplam faydayı değerlendirme yöntemlerinden biri; piyasaya katılım sonucu tüketicilerin ve üreticilerin elde ettikleri toplam artığın hesaplanmasıdır.
Bir piyasa için toplam artık; malın alıcılar açısından toplam değeri, yani alıcıların ödemeyi arzuladıkları değer ile bu malları üreten üreticilerin toplam maliyetleri arasındaki farktır.
Kısaca piyasadaki arz ve talep eğrileri arasındaki alandır. Ekonomideki en çarpıcı sonuçlardan biri, rekabetçi piyasalardaki üretim düzeyinin refahı maksimize ettiğidir. Bu rekabetçi düzeyden daha az ya da daha fazla üretmekle refah düzeyi azalmaktadır. Hükûmet çeşitli politikalarla bu artıklarda değişiklikler yaratabilir.
Tüketici artığı, tüketicinin bir mal için ödemeyi arzu ettiği fiyat ile gerçekte satın aldığı fiyat arasındaki farktır. Aslında tüketici artığı piyasaya katılım sonucu alıcıların sağladığı faydayı ölçmeye yarar. Tüketici artığı bir mal veya hizmet için talep eğrisi ile yakın ilişkilidir. Çünkü talep eğrisi tüketicilerin her bir miktar düzeyi için ödeme arzularını göstermektedir. Piyasada oluşan fiyat düzeyi ise bu mal için gerçekte ödedikleri tutardır. Bu iki tutar arasındaki fark tüketici artığını gösterir. Yani talep eğrisi altında ve piyasa fiyatı üzerindeki alan tüketici artığıdır.
Denge fiyatının azalması tüketici artığını büyütecektir. Çünkü bir taraftan mevcut miktar için tüketiciler daha az öderken, diğer taraftan bu düşük fiyattan yeni tüketiciler piyasaya girecektir. Bu alanın büyük olması ekonomide refah düzeyinin arttığını yansıtır. Ancak hükûmetler uyguladıkları politikalarla piyasa fiyatını etkilediklerinden tüketici refahı da değişir. İşte fiyat değişimine bağlı olarak ortaya çıkan tüketici artığındaki değişme ile tüketicilerin refahındaki kayıp ve kazançlar hesaplanabilir.
Benzer bir yaklaşımla üretici artığı da açıklanabilir. Burada ise her bir üreticinin piyasaya katılımı sonucu elde ettiği fayda ya da artık açıklanmaktadır. Bu artık arz eğrisi ile yakından ilişkilidir. Çünkü her bir üretim düzeyi için arz eğrisi üzerindeki fiyat seviyesi marjinal üreticinin maliyetini göstermektedir. Bu fiyatın altında ise marjinal üretici piyasadan çekilmekte ve böylelikle daha az üretim gerçekleşmektedir.
Bu çerçevede üreticilerin her biri ilave miktarı üretmek için kabul edecekleri minimum fiyat, en az o ilave miktarı üretmek için katlanılan ek maliyet kadar olmalıdır ki üretim gerçekleşsin. Üretim artarken her ilave birimin oluşturduğu ek maliyet giderek artmaktadır. Bu durum arz eğrisinin neden genelde pozitif eğimli olduğunu yani daha yüksek miktarların üretimi için neden daha yüksek fiyatların oluşması gerekliliğini açıklamaktadır. Dolayısıyla arz eğrisi firmaların üretimlerini bir birim arttırdıklarında karşılaşacakları ek maliyetleri göstermektedir.
İşte firmalar üretimlerini, ilave birimin satısından elde edecekleri gelirin (bu birim fiyatının) ilave birimi üretmekle katlanılacak maliyete eşit olacağı seviyeye kadar sürdüreceklerdir. Eğer piyasa denge fiyatı üreticilerin kabul edecekleri minimum fiyatın üzerinde ise, üreticiler kârlı olduğu için üretimlerini arttıracaklardır. Bu işlemden, düşük maliyetle üretenler daha kazançlı çıkacaklardır. İşte bu kazanç üretici artığıdır.
Kısaca üretici artığı üreticilerin her ilave birimi üretmek için kabul etmeye hazır oldukları minimum fiyatlarla piyasada oluşan denge fiyatı arasındaki farkların toplamıdır.
Tüketici artığı piyasa denge fiyatı ile talep eğrisi arasındaki alanı; üretici artığı ise denge fiyatı ile arz eğrisi arasındaki alanı vermektedir. Bu ikisinin toplamı ise toplam artığı vermektedir. Serbest bir piyasada bu toplam artık maksimuma ulaşmaktadır.
ÜRETİM VE MALİYETLER
Üretim ve Üretim Fonksiyonu
İnsan ihtiyaçlarını doğrudan veya dolaylı bir biçimde gidermeye yönelik mal ve hizmetleri sunma çabasına üretim denir. İnsan ihtiyaçlarını karşılayacak olan mal ve hizmetlerin üretimini gerçekleştirip satışa sunan ekonomik birime de firma denir.
Piyasada faaliyet gösteren firmalar farklı büyüklüklerde olabilirler. Firma en basiti ile bir büfe olabileceği gibi bünyesinde birçok firmayı barındıran dev bir holding de olabilir. Firmalar piyasayı sunduğu mal ve hizmetlerin üretimlerini birtakım maliyetlere katlanarak gerçekleştirmektedirler. Kâr maksimizasyonu güdüsü ile hareket eden firmalar bu amacını gerçekleştirebilmek için üretimini gerçekleştirdikleri mal ve hizmetleri en düşük maliyetle üretip sunma çabası içindedirler. Firmaların üretip piyasaya sunacağı mal ve hizmetlerin miktarını söz konusu mal ve hizmetlerin üretimi için katlanacakları maliyetler ile mal ve hizmetin piyasadaki satış fiyatı belirler.
Belli bir mal veya hizmetin üretimine yönelik olarak üretim faktörlerinin (emek, sermaye, toprak) üretim sürecinde kullanılması sonucunda elde edilen çıktıya ürün denir.
Ham madde veya ara mallarını üretim sürecinden geçirerek onların fiziksel şekil ve görünümünü değiştirip yeni bir ürün elde etme işlemine imalat denir. İmalata dayalı üretim şekil faydası sağlar. Üretim sürecini sadece üretim faktörlerinin fiziksel şekil ve görünümlerinin değişime uğradığı bir süreçtir, şeklinde dar bir anlam ve tanımın içine oturtmamak gerekir.
Üretim sürecinin temel birimi firmadır. Firmalar belli bir ürünün üretimi için gerekli olan üretim faktörlerini satın alıp bir araya getirirler. Teknolojinin veri olduğu durum- da, belli bir zaman dilimi içinde üretilecek olan ürün miktarını söz konusu zaman dilimi içinde üretim sürecinde kullanılan üretim faktörlerinin miktarı belirler. Dolayısıyla teknolojinin veri olduğu durumda, bir ürünün üretim miktarının arttırılması ancak üretim sürecinde kullanılan üretim faktörlerinin miktarının arttırılması ile mümkündür. Üretim faktörleri ile elde edilen ürün miktarı arasındaki bu bağlılık ilişkisi bir fonksiyon ile ifade edilebilir. Bu fonksiyon üretim fonksiyonu olarak adlandırılmaktadır. Belli bir teknoloji düzeyi dâhilinde, alternatif girdi bileşenlerine tekabül eden maksimum çıktı düzeyleri arasındaki teknik ilişkiyi gösteren fonksiyona üretim fonksiyonu denir ve Q kısaltması ile gösterilir. Üretim fonksiyonu aşağıdaki kapalı fonksiyon yardımıyla gösterilebilir:
Q = f (L, K, T, t)
Üretim sürecinde kullanılan bazı girdilerin miktarını hemen arttırmanın mümkün olmadığı gerçeğinden hareketle girdileri sabit girdiler ve değişken girdiler olmak üzere iki grupta inceleyebiliriz. Belli bir zaman dilimi için üretilen ürün miktarındaki değişime karşın üretim sürecinde kullanılan miktarları değişmeyen girdilere sabit girdiler denir.
Diğer taraftan her bir zaman dilimi için üretilen ürün miktarındaki değişime karşın üretim sürecinde kullanılan miktarları değişen girdilere değişken girdiler denir.
Değişken ve sabit girdiler arasında ayrım yaparken, zamanın önemini de vurgulamak gerekir. Mesela yukarıda belirttiğimiz gibi kısa bir zaman dilimi içinde (kısa dönemde) firmanın üretim kapasitesini arttırması olanaksız olduğundan sermaye girdisi bu kısa dönem içinde sabit bir girdidir. Fakat uzun bir zaman dilimi içinde (uzun dönemde) firma mevcut fabrikasındaki makine, teçhizat sayısını arttırarak veya ilave yeni bir fabrika kurarak üretim kapasitesini arttırma imkânına kavuşacağı için sermaye girdisi uzun dönemde değişken bir girdiye dönüşür. Dolayısıyla kısa döneminin sabit girdileri uzun dönemde değişken girdiye dönüşür.
Kısa Dönemde Üretim
Kısa dönem, üretim fonksiyonunda yer alan girdilerden sadece bir tanesinin üretim ile birlikte değiştirilebildiği ve geriye kalan diğerlerinin değiştirilemediği zaman dilimini ifade eder. Kısa dönem analizimize ilişkin açıklamaları yaparken, üretim faktörlerinden sermaye ve doğanın sabit olduğunu varsayılacaktır. Bu bağlamda, teknolojinin veri olduğu durumda, kısa döneme ilişkin analizde kullanabileceğimiz tek değişken girdimiz emek miktarıdır. Böylece kısa dönemde, firmanın üretim düzeyini arttırabilmesi ancak ve ancak üretim sürecinde kullanılan emek miktarını arttırmak ile mümkün olacaktır. Bundan dolayı firma, emek girdisinin verimliliğine bağlı alarak yapacağı üretim düzeyini belirleyecektir.
Üretim sürecinde kullanılan değişken girdinin farklı miktarları için elde edilen farklı çıktı düzeylerine toplam fiziksel ürün denir ve TPP kısaltması ile gösterilir. Emek girdisine ait toplam fiziksel ürün TPPL kısaltması ile gösterilmektedir ve bu kısaltma, emeğin toplam fiziksel ürünü şeklinde okunur. Emek girdisi ile emek girdisine ait toplam fiziksel ürün (TPPL) düzeyi arasındaki ilişki bir tablo, grafik veya fonksiyonla açıklanabilmektedir. Burada belli bir ürüne ilişkin gerçekleştirilen fiziksel üretimler miktar cinsinden ifade ediliyor iken söz konusu fiziksel üretimlerin parasal olarak ifade edilmesi (parasal değere dönüşmesi) ancak bu ürünün piyasada cari fiyatlardan satılmasıyla mümkündür.
Kısa dönemde diğer girdiler sabitken (yani diğer girdilerin üretimde kullanılan miktarları üretim düzeyinde meydana gelecek olan artış veya azalışlar karşısında değişmiyor iken), üretim sürecinde değişken girdi olarak sadece emek girdisi kullanılmaktadır. Bu durumda doğal olarak üretimde kullanılan emek girdisi miktarı sıfırken gerçeklesen üretim düzeyi de sıfır olmaktadır. Dolayısıyla üretilen ürün miktarı, sıfır düzeyinden başlayarak üretimde kullanılan emek miktarındaki artışla birlikte artmaya başlar. Üretimde kullanılan emek girdisinin artan miktarları karşısında, üretilen ürün miktarı önce artarak artmakta ve emek girdisinin belli bir düzeyinden sonra ise azalarak artmaktadır. Üretimin ilk aşamalarında bir birim değişken girdi (emek girdisi) başına düşen sabit girdi miktarı fazla olduğundan dolayı üretimin bu başlangıç aşamasında sabit girdilerden bir kısmı hiç kullanılmamış (atıl kalmış) olacaktır. Böyle bir durumda, üretimin ilk aşamalarında üretimde kullanılacak her bir birim ilave değişken girdi (emek girdisi) bir yandan atıl kalan kapasitenin kullanılmasına olanak verirken, diğer yandan uzmanlaşmayı artıracağı için üretim düzeyi daha fazla artacaktır. Bu nedenle, diğer girdiler sabitken, belli bir üretim düzeyine ulaşıncaya kadar, bir birim değişken girdi (emek girdisi) miktarı başına artan verimler söz konusudur. Ancak, değişken girdi (emek girdisi) ile sabit girdiler arasında optimal (ideal) kombinasyona (yani toplam fiziksel ürünü maksimum düzeyine çıkaran kombinasyona) ulaşıldıktan sonra, değişken girdinin (emek girdisinin) üretimde kullanılan miktarı artırılmaya devam edilirse, değişken girdi (emek girdisi) başına düşen sabit girdi miktarı azalacağından dolayı bir birim değişken girdi (emek girdisi) başına düşen verimin azalmasına yol açacaktır. Bu durum ekonomi literatüründe azalan verimler kanunu olarak adlandırılır.
Kısaca, azalan verimler kanunu, diğer üretim faktörlerinin üretimde kullanılan miktarları sabit iken sadece tek bir üretim faktörünün üretimde kullanılan miktarı arttırıldığında üretimin belli bir düzeyinden sonra değişken girdinin her bir ilave biri minin toplam üretim düzeyine sağladığı ürün katkı miktarlarının sürekli azaldığı durumu ifade eder.
Marjinal fiziksel ürün diğer girdilerin üretim sürecinde kullanılan miktarları sabitken, üretim sürecinde kullanılan emek miktarında meydana gelecek bir birimlik artış karşısında toplam fiziksel ürün miktarının kaç birim değiştiğini gösterir.
Emeğin ortalama fiziksel ürünü, bir birim emek girdisi başına düşen ürün miktarı olarak tanımlanır. Emeğin ortalama fiziksel ürünü APPL kısaltması ile gösterilir.
Uzun Dönemde Üretim
Uzun dönemi kısa dönemden ayırt eden en belirgin özellik, uzun dönemde artık sabit girdi yoktur ve dolayısıyla tüm girdiler değişken girdi durumundadır. Uzun dönemde üretimde kullanılan tüm girdiler değişken girdiler olduğundan dolayı, azalan verimler yasası bu dönemde geçerliliğini yitirir. Uzun dönemde tüm girdilerin miktarlarının değişebiliyor olması beraberinde ölçek ve ölçeğe göre getiri kavramlarını getirmektedir. Tüm girdilerin üretimde kullanılan miktarlarının aynı oranda değişmesi üretim ölçeğinin de değişmesine yol açacaktır. Üretim ölçeğindeki bu değişimin toplam üretim düzeyi üzerinde yaratmış olduğu etkiye bakmak suretiyle ölçeğe göre getiri konusunda yargıda bulunulabilir.
Ölçeğe göre getiriye ilişkin üç ayrı olası durum söz konusudur ve bu durumlar:
• Ölçeğe göre sabit getiri (verim),
• Ölçeğe göre artan getiri (verim) ve
• Ölçeğe göre azalan getiridir (verimdir).
Tüm üretim faktörlerinin (girdilerinin) aynı oranda arttırıldığı durumda toplam ürün miktarının ne oranda değişeceğini gösteren ölçüte ölçeğe göre getiri denir. Ölçeğe göre getiriyi şu şekilde formülleştirebiliriz:
Ölçeğe Göre Getiri = Toplam Ürün Düzeyindeki Yüzdesel
/ Değişim Girdilerdeki Yüzdesel Değişim
Bu oran:
• 1’e eşit çıkıyorsa üretimde ölçeğe göre sabit getiri;
• 1’den küçük çıkıyorsa üretimde ölçeğe göre azalan getiri ve
• 1’den büyük çıkıyorsa üretimde ölçeğe göre artan getiri var demektir.
Eğer üretim sürecinde tüm girdileri aynı oranda arttırdığımızda üretimdeki artış girdilerdeki artışla aynı oranda gerçekleşiyor ise, bu durumda ölçeğe göre sabit getiri var demektir.
Eğer üretim sürecinde tüm girdileri aynı oranda arttırdığımızda üretimdeki artış girdilerdeki artıştan daha fazla bir oranda gerçekleşiyor ise, bu durumda ölçeğe göre artan getiri var demektir.
Bir firma için üretimi gerçekleştirirken üretim faktörleri bileşenini yani hangi üretim faktöründen ne miktarlarda üretim sürecinde kullanılacağının belirlenmesi, üretime yönelik en önemli aşamalardan birini oluşturur.
Firmanın bu konuda vereceği kararı etkileyen ve dolayısıyla karar verirken göz önünde bulundurduğu iki temel unsur vardır. Bu iki temel unsur;
• Her bir üretim faktörünün farklı miktarlarına ilişkin marjinal ürün hasılası ve
• Her bir üretim faktörünün piyasa fiyatıdır.
Bir girdiye ait marjinal fiziksel ürün, söz konusu girdinin toplam üretime yaptığı katkı payıdır. Bu üretimdeki artısın (katkı payının) piyasada cari fiyatlardan satılması neticesinde elde edilen parasal gelir, ilgili girdinin marjinal ürün hasılası olarak ifade edilir.
Marjinal ürün hasılası (MRP) aşağıda verilen formül yardımıyla hesaplanabilir:
MRP = (MPP) x (Px)
Emeğin marjinal ürün hasılası = Emeğin birim fiyatı MRPL = w
Dolayısıyla firma; MRPL > w olduğu sürece emek girdisinin üretimde kullanım miktarını arttırmaya devam ederken, MRPL < w olduğu sürece ise emek girdisinin üretimde kullanım miktarını azaltmaya devam eder. Bu emek girdisi kullanımını arttırma veya azaltma işlemi MRPL = w eşitliği sağlanana kadar devam eder.
Maliyetler
Herhangi bir faaliyete ilişkin fırsat maliyeti, söz konusu faaliyeti yapıyor olmadan dolayı vazgeçilmek zorunda kalınan en iyi (yakın) alternatif faaliyet tarafından verilir.
Firmanın yapmış olduğu bu tür ödemeler muhasebe hesaplarına yansıtılır. Muhasebe hesaplarına yansıtılan bu tür ödemeler (maliyetler) açık maliyetleri oluşturur.
Açık maliyet firmanın üretim sürecinde kullanacağı ve başkalarının mülkiyetinde bulunan girdiler için satın alma veya kiralama bedeli olarak yaptığı gerçek ödemelere denir. Açık maliyetler muhasebe hesaplarına yansıtılıp muhasebeleştirilen maliyetlerdir. Bundan dolayı, açık maliyetler, muhasebeleştirilen maliyet olarak da adlandırılır.
Firmaların yüklenmiş olduğu bu fırsat maliyeti, firmalar için örtük maliyetleri oluşturur. Tanım olarak örtük maliyet, gerçekte herhangi bir parasal ödeme yapılmayan ancak bir alternatiften vazgeçilmesi nedeniyle ortaya çıkan maliyettir. Diğer bir ifadeyle örtük maliyet, firmanın kendi sahip olduğu kaynakları herhangi bir bedel ödemeksizin üretim sürecinde kullanıyor olmasının ortaya çıkarmış olduğu fırsat maliyetidir.
Örtük maliyetler muhasebeleştirilemeyen maliyetler olarak da çağrılır. Ekonomik maliyet ise açık maliyetler ile örtük maliyetlerin toplamından oluşur.
Kârın hesaplanmasında iktisatçılar, açık ve örtük maliyetlerin toplamından oluşan ekonomik maliyeti kullanırken; muhasebeciler, kâr hesaplamasında sadece açık maliyetleri kullanır. İktisatçılar tarafından hesaplanan ekonomik kâr ile muhasebeciler tarafından hesaplanan muhasebe kârı aşağıdaki eşitlikler tarafından verilir:
Muhasebe kârı = (toplam hasılat) – (toplam açık maliyetler) Ekonomik kâr = (toplam hasılat) – (toplam açık maliyetler
+ toplam örtük maliyetler)
Ekonomik kâr = (muhasebe kârı) – (toplam örtük maliyetler)
Yukarıdaki eşitliklerden anlaşılacağı gibi ekonomik kâr muhasebe karından daha azdır. Kısaca, ekonomik kâr toplam hasılatın toplam fırsat maliyetlerini aşan kısmı tarafından verilir.
Kısa Dönemde Maliyetler
Üretim miktarına bağlı olan ve dolayısıyla üretim miktarıyla birlikte değişen maliyetlere değişken maliyetler denir.
Kısa dönemde bir firma için değişken maliyet, genellikle ham madde ve emek girdisi için katlanılan maliyetlerden oluşur. Bir firmanın kısa dönemde daha fazla ürün üretebilmesi için daha çok değişken girdi kullanması
gerekeceğinden dolayı, doğal olarak kullanılan girdi miktarı arttıkça firma tarafından katlanılan maliyet de artacaktır.
Üretim miktarına bağlı olmayan ve dolayısıyla üretim miktarıyla birlikte değişmeyen maliyetlere sabit maliyetler denir. Sabit maliyetler öyle maliyetlerdir ki firma hiç ürün üretmese dahi katlanmak zorunda olduğu maliyetlerdir.
Bir firmanın üretim faaliyetinde bulunabilmek için katlandığı toplam maliyet (TC), toplam sabit maliyetler (TFC) ile toplam değişken maliyetlerin (TVC) toplamından oluşur. Toplam maliyetleri aşağıdaki eşitlik yardımıyla gösterebiliriz:
TC = TFC + TVC
Firma davranışlarını analiz etmede kullanılan üç eğri vardır. Bunlar;
• Ortalama toplam maliyet (ATC),
• Ortalama değişken maliyet (AVC) ve
• Marjinal maliyet (MC) eğrileridir.
Bu eğrilerden her biri toplam maliyet eğrisinden elde edilir. Firmanın her ilave bir birimlik ürün miktarı için katlandığı ek maliyeti gösteren eğri, marjinal maliyet eğrisidir. Marjinal maliyet, firmanın üretimini bir birim arttırması durumunda toplam maliyet düzeyinde meydana gelen değişimi ifade eder. Marjinal maliyet (MC) aşağıdaki formülle hesaplanır:
MC = Toplam Maliyetteki Değişim / Üretim Miktarındaki Değişim = ΔTC / ΔQ
Belli bir üretim düzeyine ilişkin ortalama toplam maliyet, toplam maliyetin söz konusu üretim düzeyine bölünmesiyle elde edilir. Yani, ortalama toplam maliyet, firmanın bir birimlik üretimi başına düşen toplam maliyet miktarıdır.
Sabit maliyetler her bir üretim düzeyi için değişmeyip aynı kaldığından, ortalama sabit maliyet eğrisi sürekli azalan bir eğridir. Ortalama sabit maliyet, firmanın bir birimlik üretimi başına düşen toplam sabit maliyet miktarıdır. Ortalama sabit maliyet, sabit maliyetler toplamının üretim miktarına bölünmesiyle elde edilir.
Ortalama değişken maliyet, firmanın bir birimlik üretimi başına düşen toplam değişken maliyet miktarıdır. Yani, ortalama değişken maliyet toplam değişken maliyetin çıktıya bölünmesiyle elde edilir.
Uzun Dönemde Maliyetler
Kısa dönem analizinde bir firmanın üretim miktarı ile maliyetlerini ilişkilendirirken firmanın işletme büyüklüğünün (ölçeğinin) değişmeyip sabit kaldığını varsaydık. Ancak, firmalar her zaman mevcut işletme büyüklüğünde üretim yapmazlar. Uzun dönem kısa dönemin aksine, firmalara işletme büyüklüklerini değiştirebilme imkânı tanır. Yani firma uzun dönemde mevcut fabrikasını genişletebilir veya istediği büyüklükte yeni bir fabrika kurabilir.
Faktör fiyatları ve teknoloji sabitken, uzun dönem ortalama maliyetler, tüm üretim faktörlerinin değişmesi sonucunda her bir üretim düzeyi için minimum ortalama maliyetlerden oluşur.
Kısa dönem ortalama toplam maliyet eğrisi, azalan verimler kanunu nedeniyle “U” biçiminde bir şekle bürünür. Diğer taraftan uzun dönemde bu kanun geçerli değildir. Çünkü azalan verimler kanunun geçerli olabilmesi için kısa dönemde olduğu gibi üretim faktörlerinden en az birinin sabit olması gerekir fakat uzun dönemde sabit girdi yoktur aksine uzun dönemde tüm girdiler değişkendir.
Uzun dönemde ortalama maliyet eğrisinin “U” biçiminde olmasının nedeni ise, firmaların üretim sürecinin başlangıcından belli bir üretim seviyesine kadar ölçek ekonomileriyle çalışıyor olması ve daha sonraki üretim düzeylerinde ise negatif ölçek ekonomileriyle çalışıyor olmasıdır. Uzun dönem ortalama maliyet (LRAC) eğrisi aynı zamanda ölçek eğrisi olarak da çağrılmaktadır.
Üretim ölçeği arttıkça uzun dönem ortalama maliyetlerin azalmasına ölçek ekonomileri denir.
Üretim ölçeği arttıkça uzun dönem ortalama maliyetlerin artmasına negatif ölçek ekonomileri denir.
En düşük maliyetle üretimin gerçekleştirildiği üretim ölçeğine optimum (ideal) üretim ölçeği denir.
Uzun dönem maliyet eğrilerini incelerken girdi fiyatlarının ve teknolojinin sabit (veri) olduğunu varsaydık. Fakat girdi fiyatlarının veya teknolojinin sabit kalmayıp değişmesi durumunda farklı uzun dönem maliyetlerle karşılaşırız. Girdi fiyatlarının düşmesi, belli bir üretim düzeyini gerçekleştirmek için katlanılan üretim maliyetlerini düşürecektir ve bu da uzun dönem ortalama maliyet eğrisinin (LRAC’nin) aşağıya kaymasına yol açacaktır.
Girdi fiyatlarının artması, belli bir üretim düzeyini gerçekleştirmek için katlanılan üretim maliyetlerini arttıracak ve bu da uzun dönem ortalama maliyet eğrisinin (LRAC’nin) yukarıya kaymasına yol açacaktır.
Üretim sürecinde kullanılan her bir yeni teknoloji bir öncekine göre daha etkin (verimli) olacağından dolayı teknolojik ilerleme de üretim maliyetlerini azaltıcı yönde etkiler. Budan dolayı da teknolojik ilerleme daha düşük girdi fiyatlarında olduğu gibi uzun dönem ortalama maliyet eğrisinin (LRAC’nin) aşağıya doğru kaymasına yol açar.
TAM REKABET PİYASASI
Tam Rekabet Piyasasının Özellikleri
Bir piyasanın tam rekabetçi olması için aşağıdaki koşulları bir arada bulundurması gerekir. Bunlar;
• Piyasada çok sayıda alıcı ve satıcının olması gerekir. Bu koşulun bir sonucu olarak, hiçbir alıcı ya da satıcı fiyatları etkileyemez ve firmalar birbirlerinden bağımsız hareket eder. Piyasada yer alan taraflar, yani alıcı ve satıcılar, piyasa arz ve talebini etkileyemeyecek kadar küçüktür. Bu durum atomize koşulu olarak da adlandırılmaktadır.
• Piyasadaki firmalar tarafından satılan ürünler homojen olmalıdır. Bu piyasadaki her firma tarafından satılan ürün, başka bir firma tarafından satılan ürünün tam ikamesidir.
Homojenlik koşulu olarak da adlandırılan bu özellik nedeniyle, tüketiciler aynı olduklarına inandıkları ürünün, çok sayıdaki satıcıları arasında tercih yapabilir.
• Piyasadaki taraflar fiyat, kalite vb. konular hakkında tam bilgiye sahip olmalıdır. Açıklık ya da tam bilgi koşulu olarak da adlandırılan bu özellik çerçevesinde, tüketiciler seçeneklerin tümüne ait bilgiye sahiptir.
• Firmalar piyasaya çok kolay girebilmeli ve çıkabilmelidir. Örneğin; kaynaklar, kaynak akışkanlılığını engelleyen kamusal düzenlemeler olmaksızın piyasanın içine veya dışına hareket edebilir. Bu durum mobilite koşulu olarak da isimlendirilmektedir.
Tam rekabet gerçek yasamda nadiren görülmesine rağmen, bu piyasa modeli bazı endüstrilerle ilişkilendirilebilir.
Özellikle de tarımsal ve hayvansal ürün, döviz, metal ve hisse senedi gibi piyasaların nasıl çalıştığı konusunda bizlere çokça bilgi sağlar. Hatta tam rekabet modeli fiyat ve çıktının nasıl belirlendiğinin tartışıldığı herhangi bir konuda da açıklamalarımız için güçlü bir başlangıç noktası oluşturur.
Ayrıca tam rekabetçi ekonominin işleyiş mekanizması dünya ekonomisinin etkinliğinin değerlendirilmesinde de araştırmacılar için bir norm sağlamaktadır.
Tam Rekabetçi Firmanın Karşılaştığı Talep
Tam rekabet piyasanın kısa ve uzun dönem davranışlarını incelemek için, öncelikli olarak tam rekabetçi firmaların karşı karşıya kaldıkları talep ve bu talebin firmanın hâsılatını nasıl etkilediğini açıklamak gerekir.
Bu piyasadaki her bir firmanın arzı toplam piyasa arzının sadece küçük bir parçası olduğu için, firmalar piyasa tarafından önceden belirlenmiş olan fiyatı kabul etmek zorundadır. Tam rekabetçi firma; fiyat alıcıdır, fiyat yapıcı değildir.
Tam Esnek Talep
Bir piyasadaki malların ikamesi ne kadar yüksekse, firmanın karşılaşacağı talep de o kadar esnektir. Tam rekabet koşulları altında, firmalarca üretilen malların birbirinin tam ikamesi olması ve firmaların fiyat belirleme gücünün olmaması nedeniyle, firmalar piyasa fiyatı dışında bir fiyattan mallarını veya hizmetlerini satamaz.
Tam rekabet piyasasındaki firma eğer ürünün fiyatını artıracak olursa, ürününü satamayacaktır. Bunun sebebi, piyasadaki tüm alıcıların tam bilgiye sahip olmasıdır. Bu koşul altında, rasyonel tüketici birbirinin aynı olan mallardan birine daha fazla ödeme yapmayı kabul etmeyecektir. Dolayısıyla firmanın karşılaşacağı talep eğrisinin esnekliği sonsuz olacaktır.
Aynı şekilde, eğer firma piyasa fiyatının altında bir fiyat belirler ise, bu tür bir politikayı devam ettirmesi durumunda iflas eder. Bu nedenle, piyasada arz-talep modeline uygun olarak belirlenecek olan piyasa fiyatını tüm firmalar veri alır ve maliyetleri de göz önüne alarak, çıktı miktarlarını belirlerler.
Toplam ve Ortalama Marjinal Hâsılat
Her firma üretim kararını verirken, toplam hâsılatını dikkate alır. Toplam hâsılat (TR), firmanın ürettiği mal ve hizmet miktarının (Q) piyasa fiyatlarıyla (P*) değeridir. Bu durumda firmanın toplam hasılatı aşağıdaki eşitlikle hesaplanır:
TR = Q x P*
Tam rekabet piyasasında firma aynı fiyat düzeyinde istediği kadar mal satabilmekte ve her yeni birim eklendiğinde ortalama hâsılat hiç değişmemektedir.
Ortalama hâsılat (AR), toplam hâsılatın çıktı miktarına bölünmesiyle belirlendiği için, fiyat her çıktı düzeyi için aynı olduğundan, toplam hâsılatın, çıktı miktarına bölünmesiyle yine piyasa fiyatına ulaşılır. Yani ortalama hâsılat, her çıktı düzeyi için aynıdır.
Tam rekabetçi için AR = P* = d eşitliğini yazmak doğru olacaktır. Çünkü firmanın karşılaşacağı talep eğrisi, veri fiyat düzeyine işaret ederken, her düzey için piyasa fiyatının aynı olması ortalama hâsılatın piyasa fiyatına eşit olmasına neden olmaktadır. Firmalar çıktı düzeylerini arttırmak veya azaltmak suretiyle en uygun çıktı düzeylerini belirlerken onlara yol gösteren en önemli rehber hiç kuskusuz marjinal hâsılattır.
Marjinal hâsılat (MR), ilave çıktı miktarı nedeniyle toplam hâsılatta meydana gelen değişimdir. Tam rekabet piyasasında firmalar fiyat alıcı olduklarından, ilave bir birim çıktı ile elde edilecek hâsılat, ancak fiyat düzeyi kadar olacaktır. Dolayısıyla her ilave birimin toplam hâsılata etkisi sadece piyasa fiyatı kadar olacaktır.
Tam rekabetçi firma için AR = MR = P* = d . Tam rekabet piyasasında fiyat veri olduğu için, firma ilk ürününü de ortadaki ürününü de ve en son ürününü de aynı fiyattan satacaktır. Fiyat bir kez piyasada belirlendikten sonra firmanın bu fiyatı değiştirmesi olanaksızdır. Malın fiyatı değişmeyeceği için firmanın ortalama hasılat ve marjinal hasılat fonksiyonu her çıktı düzeyi için sabittir ve piyasa fiyatına eşittir. Bu yüzden AR ve MR fonksiyonu yatay eksene paralel bir doğrudur.
Tam Rekabetçi Firmaların Kısa dönem Davranışı
Tam rekabet koşullarında firmaların piyasa fiyatı üzerinde kontrolleri yoktur. Firmalar piyasa fiyatını kabullenirler. Bu piyasada firmanın vermesi gereken en önemli karar, “ne kadar üretim” yapacağıdır.
Bu sorunun yanıtını ararken kendisine rehberlik eden kâr maksimizasyonu (veya zarar minimizasyonu) güdüsüdür. Kâr düzeyinin belirleyicisi maliyet ve hâsılat düzeyleridir. Kısa dönemde yapısı ne olursa olsun tüm piyasalarda firmaların karşılaşacağı maliyetler aynıdır. Bu nedenle, tam rekabet koşullarında üretim yapan bir firma iki tür maliyetle karşılaşacaktır. Bu maliyetler;
• Sabit maliyet ve
• Değişken maliyettir.
Firmanın hâsılat düzeyi ise, mevcut koşullar altında firmanın üretmeye karar verdiği çıktı miktarı ile piyasa tarafından belirlenen fiyatın çarpımına eşittir.
Kâr Maksimizasyonu (veya Zarar Minimizasyonu) için Çıktı Seçimi
Kısa dönemde firmaların amacı ya kârlarını maksimize etmek ya da zararlarını minimize etmektir. Firma bu amacına, piyasada oluşan fiyata bağlı olarak ulaşacaktır. Piyasa fiyatı oluştuğunda, firma kendisini şu üç durumdan birinde bulacaktır:
• Piyasa fiyatı ekonomik kâr yapabilecek kadar yüksektir.
• Piyasa fiyatı firmanın faaliyetine devam edebileceği ancak zararda üretim yapabileceği düzeydedir.
• Piyasa fiyatı firmanın en iyi tercihinin faaliyetini geçici olarak durdurması ve fiyat artışlarını beklemesini gerektirecek ya da piyasadan tamamen çıkacak düzeydedir.
Kısa Dönemde Kâr Maksimizasyonu
Kâr maksimizasyonu, bir firmanın marjinal gelirinin marjinal maliyete eşit olduğu durumdaki çıktı düzeyinde gerçekleşir. İlave çıktının maliyetten çok hâsılat sağlaması durumu devam ettikçe, firmanın kârı artacağından firma daha fazla üretim yapacaktır.
Eğer ilâve çıktının marjinal maliyeti marjinal hasılatını asıyorsa, firmanın kâr düzeyi, çıktı arttıkça azalacak veya kayıp artacaktır. Kâr maksimizasyonu koşulu olarak isimlendirilen bu genel kural tüm piyasalardaki firmalar için geçerlidir.
MR = MC koşulunu sağlayan çıktı düzeyinde AR > ATC
ise firma ekonomik (aşırı veya normalüstü) kâr elde eder.
Kısa Dönemde Normal (Sıfır Ekonomik) Kâr:
Normal (sıfır ekonomik) kâr, bir endüstride firmaları o endüstride kalmak için tatmin edecek kadar yüksek, yeni firmaların endüstriye girişlerini teşvik edemeyecek kadar düşük olan kârdır. Bu üretim düzeyinde ATC = P olduğu için firmanın birim başına normal üstü kâr sıfırdır. Firmanın normal kâr elde ettiği bu piyasa fiyatına başa baş fiyat denir.
Bu fiyat düzeyinde firma başa baş noktasında üretim yapmaktadır. Bu fiyat düzeyinde firmanın çıktı düzeyini belirlediği noktaya ise kısa dönem başa baş noktası denir.
MR = MC koşulunu sağlayan çıktı düzeyinde AR = ATC ise firma başa baş noktasında üretim yapmaktadır. Firma tüm sabit ve değişken maliyetleri karşılamaktadır.
Kısa Dönemde Zarar Minimizasyonu
Bu çıktı düzeyine karşı gelen P ile ATC arasındaki fark (K, L aralığı) birim başına zararı gösterir. KL aralığıyla çıktı düzeyini çarparsak, firmanın faaliyetini sürdürmesi durumunda katlanacağı zararı hesaplamış oluruz. Eğer firma piyasadan çekilmiş olsaydı, birim başına zararı KM aralığı kadar olacaktı. Bu durumda toplam zarar daha büyük olurdu. Tam rekabetçi firma için fiyat düzeyi değişken maliyetleri karşılıyorsa ve geleceğe yönelik beklentiler olumlu ise kısa dönemde faaliyetlerini sürdürmesi kendi lehinedir.
Sonuç olarak, piyasada faaliyet gösterecek olan rekabetçi firma zararı minimize eden üretim düzeyini yine MC = MR eşitliğiyle belirleyecektir. TR ve TC eğrilerinin birbirlerine en çok yakınlaşması bu çıktı düzeyinde gerçekleşmektedir.
MR = MC koşulunu sağlayan çıktı düzeyinde AR < ATC, ancak AR > AVC ise firma zarardadır. Ancak firma değişken maliyetlerini karşıladığı için piyasada kalma kararı verebilir.
Kısa Dönemde Firmanın Kapanma ve Piyasadan Çıkma Kararı
Eğer piyasa fiyatı AVC’ye eşit olursa, firma değişken maliyetini karşılayabilmekte, ancak hiçbir çıktı düzeyi için sabit maliyetleri karşılayamamaktadır. Bu durumda, firma gelecekte fiyatların artacağına inanıyorsa, kısa dönemde üretimi geçici olarak durduracaktır.
Örneğin; tatil yörelerindeki restoranlar, oteller ve kayak merkezleri gibi işletmeler tatil sezonunun dışında faaliyette bulunmazlar. Ancak bu piyasadan da çekip gitmezler. Sadece bir süre için isi geçici olarak bırakırlar.
Kısa Dönem Firma Arz Eğrisi
AVC’nin minimum noktasının altındaki fiyat düzeylerinde firma isi bırakmakta ve piyasadan çekilmektedir. Buna karşın minimum AVC = P düzeyinden itibaren fiyat arttıkça firma üretimini artırmaktadır.
Diğer bir ifadeyle, çok düşük fiyat düzeylerinde firmalar isi bırakmak zorunda kalmaktadırlar. Yüksek fiyatlarda ise firmalar, genellikle, kârlarını arttırmak için çıktı miktarlarını arttırmaktadırlar. Bilindiği gibi, firmaların arz eğrisi her fiyat düzeyinde ne kadar mal ve hizmet satmaya hazır olduklarını göstermektedir. Her fiyat düzeyinde, arz edilen miktar, kabaca, firmanın kâr maksimizasyonu (veya zarar minimizasyonu) çıktısı olarak ifade edilebilir.
Üretilecek ilave çıktı, firmanın kârını arttırıyor veya kayıplarını azaltıyorsa, firma daha çok çıktı üretme kararı verecektir. Aynı şekilde, eğer çıktı düzeyindeki bir birimlik azalma firma kârını artırıyor veya kaybını azaltıyorsa, firma çıktı miktarını azaltacaktır. Çıktı düzeyindeki ayarlamalar olası her değişimin kâr artırımı veya kayıp azaltılması ışığında devam eder.
Tam rekabetçi firmanın MC’nin AVC eğrisi üzerinde kalan kısmı aynı zamanda firmanın kısa dönem arz eğrisidir. Bu bölgede piyasa fiyatı arttıkça, firmanın arz ettiği çıktı miktarı artar.
Tam Rekabetçi Firmaların Uzun Dönem Davranışı
Firmalar kısa dönemde ölçeklerini ya da kapasitelerini değiştiremezler. Üretim düzeylerini, kapasite kullanım oranını değiştirerek ayarlar. Buna karşın, uzun dönemde tüm girdiler değişken olduğundan, firmalar ölçeklerini ya da kapasitelerini değiştirebilirler. Yeni firmalar piyasaya girebilir ya da zarar eden firmalar piyasadan çıkabilir.
Uzun dönemde tam rekabet piyasasında faaliyet gösteren firma dengesi; ATC’nin minimum olduğu üretim düzeyinde gerçekleşir. Bu üretim düzeyi firma için optimum ölçek olup, firmanın tam kapasiteyle etkin olarak çalıştığını gösterir. Firmanın MC eğrisi daima ATC’nin minimum noktasından geçtiğinden, uzun dönemde tam rekabetçi firmalardan hiçbiri aşırı kâr veya zarar durumunda bulunamaz.
Piyasa giriş ve çıkışların tamamlandığı uzun dönemde piyasada var olan tüm firmalar sıfır ekonomik kâr elde eder. Bunun anlamı;
MC = MR = AR = P = minATC’dir.
Uzun dönemde sadece tek firma için değil, endüstrideki tüm firmalar için piyasa koşulları değişmediği sürece normal kâr düzeyinde oluşan dengede bir değişme olmaz. Böylece normal kâr düzeyinde mevcut firmalar piyasada kalırken, yeni firmaların bu piyasaya girişini teşvik edecek herhangi bir faktör yoktur. Dolayısıyla endüstri içinde de denge sağlanmış olur. Tüm firmalar için tesis optimum ölçekte kurulur ve tam kapasiteyle çalışır. Bu etkin işleyiş sürecinde firmalar sadece normal kâr ile yetinmiş olurlar.
Piyasaya Girişler
Piyasa koşullarındaki değişikliğe bağlı olarak, firma ve piyasa dengesi değişecektir. İlk olarak normalüstü kâr oluşması durumunda piyasaya girişler incelenecektir. Tam rekabet koşullarının işlediği bir piyasada, kişilerin gelirlerinde bir artış olduğunu varsayalım. Bu durumda piyasa talep eğrisi sağa kayacaktır. Talepteki bu artış piyasa fiyatlarının yükselmesine neden olacaktır. Fiyat yükseldiğinde, ATC eğrisinin minimum düzeyi piyasa denge fiyatının altında kalacağından, tam rekabetçi firma çıktı miktarını arttırarak, ekonomik kâr edecektir. Firmanın kısa dönem yeni denge çıktı düzeyi artacaktır. Bu değişim sonunda firmanın elde edeceği kâr, normalüstü olacaktır.
Bu normalüstü ya da aşırı kâr yeni firmaların piyasaya girmesini sağlayacak, böylece daha çok çıktı üretilecektir. Piyasaya yeni firmaların girişi normalüstü kâr ortadan kalkıncaya kadar devam edecektir. Bu durumda arz eğrisi sağa kayacak ve arz artacaktır. Firma açısından ekonomik etkinliğin sağlandığı birim başına en düşük maliyetle üretim gerçekleşmektedir. Çünkü bu üretim düzeyinde;
P = MC = minATC koşulu sağlanmaktadır.
Piyasadan Çıkışlar
Piyasada üretilen mal ve hizmeti kullananların zevk ve tercihlerinde meydana gelen değişme nedeniyle, bu mala olan talebin azaldığını varsayalım. Bu değişimle birlikte, piyasa talep eğrisi sola kayar ve denge fiyatı düşer. Sıfır ekonomik kârla ya da normal kârla çalışan tam rekabetçi firma, talepteki azalmaya bağlı olarak düşen piyasa fiyatları nedeniyle zarar yapmaya başlar. Firma fiyatları ATC’nin altına düşmemek şartıyla, zararlarını minimize etmeye çalışır.
Fiyatlar ATC’nin minimum düzeyine eşit olduğunda ya kapanma ya da ileride fiyatların artacağına olan inancı sebebiyle kısa dönemde isi bırakmama kararı verecektir. Fakat bunu yapma gücüne sahip olmayan firmalar piyasadan çıkacaktır. Piyasadaki firma sayısının azalmasına bağlı olarak, piyasa arz eğrisi sola kayacaktır. Piyasa fiyatı tekrar yükselecek ve firma normal kâr elde edecektir. Fiyatlar eski düzeyine yükselirken, piyasa denge çıktı düzeyi ilk duruma göre daha düşük bir miktarda gerçekleşecektir.
Daha önce ifade edildiği gibi, yine firma açısından ekonomik etkinliğin sağlandığı birim başına en düşük maliyetle üretim gerçekleşmektedir. Çünkü bu üretim düzeyinde;
P = MC = minATC koşulu sağlanmaktadır.
Uzun Dönem Arz
Piyasaya giriş ve çıkışlar tamamlandığında tam rekabetçi piyasada uzun dönem denge oluşur. Tam rekabetçi endüstrinin uzun dönem arz eğrisinin özelliğinin ne olduğu sorusunun yanıtı endüstrideki firma sayısı değiştiğinde endüstrideki firmaların maliyetlerinin bundan nasıl etkileneceğinde saklıdır.
Etkilenmenin derecesi göre endüstrinin;
• Sabit maliyetli,
• Artan maliyetli veya
• Azalan maliyetli olduğu ifade edilir.
Endüstrinin sabit, artan veya azalan maliyetli olması endüstrinin uzun dönem arz eğrisini şekillendirir.
Sabit Maliyetli Endüstrinin Uzun Dönem Arzı
Sabit maliyetli endüstrinin genişlemesi veya daralması faktör fiyatlarını, dolayısıyla üretim maliyetlerini etkilemez. Grafiksel olarak firmaların piyasaya giriş veya çıkısı firmaların uzun dönem ATC eğrilerini kaydırmayacaktır. Bu durum, endüstrinin üretim faktörlerine olan talebin bu üretim faktörlerine olan toplam talebe kıyasla küçük olduğunda meydana gelir.
Endüstri üretim faktörlerinin fiyatlarını ve maliyetleri önemli derecede etkilemeksizin genişler veya daralır. Piyasaya girişler veya çıkışlar endüstri çıktı miktarını etkilemesine rağmen fiyat düzeyi, genellikle, ATC’nin minimumuna eşit olduğu başlangıç fiyat düzeyinde gerçekleşir. Tam rekabet piyasasında giriş ve çıkışların tamamlandığı çeşitli uzun dönem denge fiyat-miktar kombinasyonlarını gösteren eğriye uzun dönem arz eğrisi denir.
Artan Maliyetli Endüstrinin Uzun Dönem Arzı
Sabit maliyetli endüstriler özel bir durumdur. Gerçek is hayatında ise firmaların ATC eğrileri genişleme dönemlerinde yukarıya kayarken, daralma dönemlerinde aşağıya kaymaktadır. Firmanın uzun dönem ATC’sinin piyasa daralması ve genişlemesine uygun davranış sergileyen bu endüstriler artan maliyetli endüstrilerdir.
Genellikle yeni firmaların endüstriye girişi üretim faktörlerinin fiyatını arttırır. Artan faktör fiyatları endüstrideki tüm firmalar için uzun dönem ortalama toplam maliyetlerin artmasına, her bir firmanın uzun dönem ATC eğrisini yukarıya kaydıracaktır.
Azalan Maliyetli Endüstrinin Uzun Dönem Arzı:
Uygulamada çok nadir rastlanılmasına karşın, bazı endüstrilerde genişleme olduğunda, firmalar daha düşük faktör fiyatlarıyla karşılaşmaktadır.
Örneğin; kişisel bilgisayar miktarı arttıkça, firmalar artan miktarlarda mikroçip satın alacaktır. Mikroçip piyasasındaki ölçek ekonomileri nedeniyle, çip fiyatları düşecektir. Böyle bir durumda piyasa genişledikçe ATC eğrisi aşağıya kayacaktır.
Tam Rekabet ve Etkinlik
Sabit ve artan maliyetli endüstri varsayımında, tüm firmaların uzun dönem nihai dengeleri üretim etkinliği ve tahsis etkinliği gibi temel etkinlik özelliklerine sahiptir. Tam rekabet koşullarında isleyen firmalar uzun dönemde olabilecek en düşük maliyetle üretim yapmaktadır. Bu kaynakların etkin kullanıldığının bir göstergesidir. Firmalar uzun dönemde hayatta kalabilmek için uzun dönem ortalama maliyet eğrilerinin minimum noktasında üretim yapmak zorundadırlar. Bu koşul üretim etkinliği olarak da isimlendirilir.
Tüketicilerin bir malın ilave birimi için ödemeye gönüllü olduğu fiyat, bu birim için tüketicinin biçtiği değerdir. Farklı bir açıdan konuya bakıldığında fiyat, bir maldan elde edilen marjinal faydayı yansıtır. Eğer fiyat, marjinal
maliyeti aşıyorsa, tüketicilerin mala biçtiği değer bu malın maliyetini asıyor demektir ve bu malın üretimi artırılmalıdır. Oysa fiyat marjinal maliyetten daha düşükse, ilave çıktı üretilmemelidir. Bu durumda ilave çıktının üretimi için kullanılan kaynakların başka bir piyasada daha fazla katma değer yaratacağı ortadadır. Herhangi bir piyasada P > MC olduğunda, ilave çıktının üretiminden tüketici fayda elde edecektir. P<MC olduğunda ise bu tüketici refahını azaltacaktır.
Sonuç olarak, hem tüketici hem de üretici açısından es zamanlı en iyi durum P = MC olduğu durumda gerçekleşir. Bu eşitlik kaynakların da etkin tahsisi anlamındadır.
Tahsis etkinliği, herhangi bir piyasadaki kaynakların o piyasadaki tüketicilerin memnuniyetini azaltmaksızın bir başka piyasada kullanılmasının olanaksız olduğu durumu ifade eder. Bilindiği gibi tam rekabet koşullarında fiyat marjinal maliyete eşittir. Bu nedenle tüm piyasalarda tam rekabet koşulları geçerliyse, kaynaklar etkin olarak tahsis edilmiş olacaktır.
EKSİK REKABET PİYASALARI
Monopol (Tekel) Piyasası
Yakın ikamesi olmayan bir malın veya hizmetin tek üreticisinin veya sunucusunun tek firma olduğu piyasa yapısına monopol (tekel) piyasası denir. Böyle bir piyasada yer alan firma, monopolcü (tekelci) firma olarak isimlendirilir.
Monopolcü firma sektörün tüm üretimini gerçekleştirdiği için aynı zamanda sektörü temsil etmektedir. Monopolcü firmayı bir mal veya hizmetin tek üreticisi veya sunucusu yapan güç, ürettiği veya sunduğu mal veya hizmetin ya hiç ikamesinin mümkün olmaması ya da yakın ikamesinin olmayışıdır. Bu durum monopolcü firmanın faaliyet gösterdiği sektöre yeni firmaların girmesine doğal bir engel oluşturur. Monopolcü firma faaliyette bulunduğu sektörde homojen mal satabileceği gibi farklılaştırılmış malda satabilir. Aynı üretici tarafından bir malın farklı alıcı gruplarına farklı fiyat veya kalitelerden satılmasına farklılaştırılmış mal denir.
Monopolcü güce sahip olan bir firma, ürettiği ürünün miktarını kontrol ederek ürünün piyasa fiyatını belirleme gücüne sahiptir. Bu nedenle monopolcü firma, fiyat belirleyici veya fiyat yapıcı olarak tanımlanır.
Monopol Piyasasına İlişkin Özellikler
Monopol piyasasını belirgin kılan ve onu diğer piyasa yapılarından ayırt eden özellikleri şunlardır:
• Monopolcü firmanın, ikamesi mümkün olmayan veya yakın ikamesi bulunmayan bir mal veya hizmetin piyasadaki tek üreticisi veya sunucusu olması,
• Monopolcü firmanın piyasa fiyatını belirlemede önemli güce sahip olması,
• Monopolcü firmayı rekabetten koruyan ve piyasaya yeni firmaların girmesini engelleyen kısıtların bulunmasıdır.
Yeni firmaların piyasaya girişini engelleyen faktörlerin veya kısıtların varlığı monopolcü piyasanın oluşumuna zemin hazırlar. Bu faktörler aynı zamanda piyasa gücünün de kaynaklarıdır. Piyasa gücünün kaynaklarını;
• Ölçek ekonomileri,
• Patentler ve telif hakları,
• Kritik hammaddelerin özel mülkiyeti,
• Kamu ayrıcalıkları ve
• Network dışsallıkları şeklinde sıralamak mümkündür.
Ölçek Ekonomileri ve Doğal Monopol: Piyasaya yeni girecek olan firmalar başlangıçta doğal olarak, piyasada faaliyet gösteren firmaya nazaran daha küçük üretim düzeylerinde piyasaya girerler. Mevcut firmanın büyük ölçekte üretim yapması nedeniyle yeni firmalara göre ortalama toplam maliyeti daha düşüktür. Piyasada faaliyet gösteren firmanın daha düşük ortalama toplam maliyetle üretim yapıyor olması, bu firmaya piyasaya yeni girecek
olan firmalar karşısında bir maliyet avantajı sağlamaktadır. Bu avantaj aynı zamanda yeni firmaların piyasaya girişini engellemektedir. Piyasadaki mevcut firma ölçek ekonomileri sayesinde üretimini daha düşük maliyetle gerçekleştirmekte ve malını daha düşük bir fiyattan satabilmektedir. Ölçek ekonomilerinin sonucu olan monopole doğal monopol denir.
Patentler ve Telif Hakları: Patent haklarını güvence altına alan hukuki düzenlemelerin varlığı, patent hakkına sahip firmayı rakip firmalara karşı korumaktadır. Bu tür düzenlemelerin varlığı rakip firmaların aynı malı belli bir süre için üretmesini yasaklamaktadır.
Kritik Hammaddelerin Özel Mülkiyeti: Kritik hammaddelerin mülkiyet hakkının belli bir şahıs veya tüzel kişiye ait olması da monopolün oluşmasına neden olabilir. Örnek olarak Etibank’ın bor ve gümüş madenlerinin arzını kontrol etmesini gösterebiliriz.
Kamu Ayrıcalıkları: Hükümet imtiyazlar ve lisanslarla piyasaya giriş için yasal engeller meydana getirir. Belli bir ürünün üretiminin veya hizmetin sunumunun devlet veya yerel yönetim tarafından imtiyazlı bir şekilde tek firmaya verilebilmesine imtiyaz denir. Bu durumda rakiplerin piyasaya girişleri yasal olarak engellenmiş olunmaktadır. Mesela İstanbul’un gaz dağıtımının belediye tarafından sadece İGDAŞ’a verilmesi buna güzel bir örnektir.
Lisans ise bir piyasaya veya uzmanlık alanına giriş için devlet tarafından yapılan düzenlemeye denir. Lisansta bir hizmeti yapmak için gerekli şartlar ve kriterler belirtilmektedir. Bu şart ve kriterleri sağlayan firma devlet tarafından verilecek olan lisans belgesi sayesinde piyasada faaliyette bulunabilir. Lisans belgesini elde edemeyen firmalar yasal açıdan piyasaya giremezler. Örneğin, Türkiye’de her bir bölgenin elektrik dağıtım lisansı sadece tek firmaya verilmektedir.
Network (Ağ) Dışsallıkları: Sahip olduğunuz bağlantı ancak diğer insanlarla sizi birleştiriyor ise değerlidir. Genelde daha çok kişiyle iletişim hâlinde oldukça, Internet bağlantısı sizin için daha değerli olacaktır. Bir birey için mal veya hizmetin değeri, aynı mal veya hizmet daha çok kişi kullanıldığında daha büyüktür. Bu fenomene network dışsallıkları denir. Network dışsallıkları özellikle ekonominin teknoloji ve telekomünikasyon sektörlerinde yaygındır.
Kısa Dönemde Monopolcü Firmanın Talep ve Toplam Hasılat Eğrisi
Monopol piyasasındaki bir firma piyasada oluşacak fiyatı etkileme ve belirleme gücüne sahiptir. Monopolcü firma üretim miktarını arttırarak piyasada oluşacak fiyatı düşürebilir veya üretim miktarını azaltarak piyasada oluşacak fiyatı arttırabilir. Monopolcü firma malın piyasadaki tek üreticisi ve sunucusu olduğundan malın arz edilen miktarını kontrol ederek piyasa fiyatını etkiler. Monopol piyasasında malın tek arzcısı monopolcü firma olduğundan, piyasa talep eğrisi ile monopolcü firmanın talep eğrisi aynıdır.
Tam rekabet piyasasında bir firma piyasa fiyat düzeyinde yatay eksene paralel tam esnek talep doğrusuyla karşı karşıya iken monopol piyasasındaki monopolcü firma negatif eğimli bir talep doğrusuyla karşı karşıyadır. Talep doğrusunun negatif eğimli azalan görünümlü olmasının nedeni, monopolcü firmanın ürettiği ürünün satılan miktarını arttırmak için malın piyasa fiyatını düşürmek zorunda olmasıdır. Malın satılan miktarı ile piyasa fiyatı arasındaki bu ters yönlü ilişki monopolcü firmanın talep doğrusunun negatif eğimli azalan görünümlü bir doğru olmasına yol açar.
Tam rekabet piyasasında olduğu gibi monopol piyasasında da firmanın talep doğrusu ile ortalama hasılat doğrusu aynıdır. Fakat tam rekabet piyasasında ortalama hasılat doğrusu yatay eksene paralel bir doğru iken monopol piyasasında ortalama hasılat doğrusu monopolcü firmanın talep doğrusudur.
Monopolcü firmanın marjinal hasılat doğrusu da azalan bir doğru görünümündedir ve ortalama hasılat (talep) doğrusunun altındadır. Bunun nedeni monopolcü firmanın daha fazla mal satabilmesi için malın fiyatını düşürmek zorunda olmasıdır. Monopolcü firma daha fazla mal satmak için malın fiyatını düşürdükçe, satılan her bir ilave birimin toplam hasılata yaptığı katkı (marjinal hasılat düzeyi) malın birim fiyatından daha az olmaktadır.
Malın birim fiyatının marjinal hasılattan daha büyük olması durumu her bir satış düzeyi için geçerliliğini koruduğundan, monopolcü firmanın marjinal hasılat doğrusu tüm satış düzeylerinde ortalama hasılat doğrusunun altında yer alır.
Kısa Dönemde Monopolcü Firmanın Kâr Maksimizasyonu
Monopolcü bir firma için kârını maksimize etmenin şartı; marjinal maliyeti marjinal hasılata eşit kılmaktır. Dolayısıyla monopolcü bir firma marjinal maliyetini marjinal hasılatına eşit kıldığı üretim miktarında kârını maksimum düzeyine çıkarmış olur.
Uzun Dönemde Monopolde Denge
Monopol piyasasında monopolcü firma söz konusu sektörde üretimi gerçekleştiren tek firma olduğundan piyasaya yeni firmaların girmesi mümkün değildir. Bundan dolayı kısa veya uzun dönemde monopol piyasasında yer alan firma sayısı değişmemekte ve piyasada sadece monopolcü firma faaliyet göstermektedir.
Piyasaya uzun dönemde yeni firmaların giremediği böyle bir durumda monopolcü firma kısa dönemde elde ettiği aşırı kârı uzun dönemde de elde etmeye devam eder.
Dolayısıyla monopol piyasasının doğası gereği piyasada rekabetin olmayışı monopolcü firmanın uzun dönemde de aşırı kâr elde etmesine imkân verir.
Monopolde Fiyat Farklılaştırması
Bir mala ilişkin piyasa talep eğrisi, değişik fiyatlardan malı satın almak isteyenlerin bireysel taleplerinin yatay toplamıdır. Piyasa arz ve talep eğrilerinin kesiştiği noktada malın piyasa fiyatı oluşur. Bir malı piyasada oluşan fiyatın üzerinde bir fiyattan veya altında bir fiyattan satın almaya hazır olan tüketiciler vardır. Fiyat belirleme gücü tam olan bir monopolcü firma ürettiği malı her tüketiciye aynı fiyattan satmak yerine, söz konusu malı farklı tüketici gruplarına farklı fiyatlardan satma yoluna giderek kârını arttırmak isteyebilir.
Monopolcü firmanın aynı malı farklı tüketici gruplarına farklı fiyatlardan satılmasına fiyat farklılaştırması denir. Fiyat farklılaştırmasının en yoğun uygulandığı sektörlerden biri hava yolu taşımacılığıdır. Hava yolu şirketi müşterileri arasında ekonomi sınıfı ve businness sınıf şeklinde ayrıma giderek, her bir sınıfa farklı fiyattan bilet satarak kârını arttırmaya çalışır. Her ne kadar her iki sınıfa ait müşteriler birbirinden farklı fiyat ödese de nihayetinde her iki sınıf da A noktasından B noktasına ulaşmış olmaktadır.
Her monopol fiyat farklılaştırmasına gidemez. Bir firmanın fiyat farklılaştırmasına gidebilmesi için bazı şartları aynı anda sağlaması gerekir. Bu şartlar şöyle sıralanabilir:
• Firmanın fiyat belirleme gücü tam olmalıdır.
• Firma tüketicilerini tam olarak birbirinden ayırabilmelidir ve tanımlamalıdır.
• Firmanın sattığı malın faydası sadece malı satan alan kişiyle sınırlı olmalıdır. Satın alan bu malı üçüncü kişilere satamamalıdır.
Fiyat farklılaştırması;
• Birinci derece fiyat farklılaştırması,
• İkinci derece fiyat farklılaştırması ve
• Üçüncü derece fiyat farklılaştırması olmak üzere üç farklı biçimde olabilir.
Monopolcü firmanın ürettiği her bir birim malı ayrı ayrı mümkün olabilecek en yüksek fiyattan tüketicilere satmasına birinci derece (mükemmel) fiyat farklılaştırması; monopolcü firmanın ürettiği toplam malın ilk kısmını en yüksek fiyattan ve ondan sonraki kısımları ise giderek azalan fiyatlardan satmasına ise ikinci derece (blok) fiyat farklılaştırması denir. Örneğin; monopolcü firma ilk 50 birimi 100 TL’den, sonraki 80 birimi 70 TL’den, daha sonraki 60 birimi 55 TL’den vb. biçimde satma eğilimindeyse, monopolcü firma ikinci dereceden fiyat farklılaştırmasına gitmiş olur.
Monopolcü firmanın ürettiği mal için farklı piyasalarda farklı fiyat uygulaması veya tüketicileri belli kriterler dâhilinde farklı gruplara ayırıp, her bir grup için farklı fiyat uygulamasına üçüncü derece (pazar) fiyat farklılaştırması denir. Örneğin; TCDD’nin asker, öğrenci ve yaslılara %20 indirimli bilet fiyatı uygularken bu sınıfa girmeyen kişilerden normal bilet ücreti talep etmesini üçüncü dereceden fiyat farklılaştırmasına örnek verebiliriz.
Monopolcü (Tekelci) Rekabet Piyasası
Monopolcü rekabet piyasası bünyesinde belli oranlarda hem monopol piyasasının hem de tam rekabet piyasasının özelliklerini barındırır. Fakat piyasanın temel özellikleri dikkate alındığında tam rekabet piyasasına daha yakın bir piyasa yapısı olduğu ifade edilebilir.
Monopolcü rekabet piyasasını farklılaştırılmış ürün piyasasında faaliyet gösteren firmalar oluşturur. Benzer türde farklılaştırılmış ürünlerin üretildiği, göreceli olarak çok sayıdaki firmanın faaliyette bulunduğu, firmaların belli ölçüde fiyat belirleme gücüne sahip olduğu, piyasaya giriş ve çıkışların nispeten kolay olduğu ve piyasadaki firmaların tümünün uzun dönemde sadece normal kâr elde ettiği piyasaya monopolcü rekabet piyasası denir.
Monopolcü Rekabet Piyasasının Özellikleri
Bir piyasa yapısını monopolcü rekabet piyasası olarak tanımlayabilmek için belli başlı özelliklere sahip olması gerekir. Bu özellikler kısaca şöyle sıralanabilir:
• Piyasada birbirinden bağımsız hareket eden çok sayıda alıcı ve satıcı vardır.
• Firmalar kârlarını maksimize etmek için ürün farklılaştırmasına giderler.
• Firmaların ürünlerinde yapacağı farklılaştırma gerçek bir farklılaştırma olabileceği gibi yapay (suni) bir farklılaştırma da olabilir.
• Ürün farklılaştırması vardır.
• Piyasaya giriş ve çıkışlar serbest ve kolaydır.
Günlük hayatta monopolcü rekabet piyasa koşullarının geçerli olduğu sektörlere örnek olarak:
• Hazır giyim,
• Ayakkabı,
• Deterjan,
• Şampuan,
• Diş macunu,
• Gıda sektörlerini vermek mümkündür.
Monopolcü Rekabet Piyasasında Kısa Dönem Dengesi
Monopolcü rekabet piyasasında farklılaştırılmış ürünlerin birbirleriyle ikame edilebilir olduğunu ve ürünlerin ikame edilebilirliği arttıkça talebin fiyat esnekliğinin de arttığını ve bundan dolayı da söz konusu piyasada firmaların daha esnek olan bir talep eğrileri ile karşı karşıya kaldığını belirtebiliriz. Bu bağlamda monopolcü rekabet piyasasındaki firmalar için talep eğrisi monopol piyasasındaki talep eğrisine göre daha yatık ve daha esnektir.
Monopolcü Rekabet Piyasasında Uzun Dönem Dengesi
Monopolcü rekabet piyasasında kısa dönemde piyasada faaliyet gösteren firmaların aşırı kârlar elde etme imkânına sahip olduğunu belirtmiştik. Kısa dönemdeki bu aşırı
kârların varlığı ve piyasaya giriş çıkışların serbest olmasından dolayı uzun dönemde piyasaya yeni firmaların girmesine sebebiyet verir.
Piyasaya yeni firmaların girmesi ile piyasada faaliyet gösteren firma sayısı artar ve bu da piyasada üretilen toplam ürün miktarını arttırır. Piyasa arzının (üretilen toplam ürün miktarının) artması malın piyasa fiyatı üzerinde aşağı doğru (yani düşüş yönünde) baskı yaratır.
Fiyatlar üzerindeki bu düşüş yönlü baskı, malın piyasa fiyatı ortalama toplam maliyetlerine eşitleninceye kadar devam eder.
Monopolcü rekabet piyasasında uzun dönem dengesi (kârın maksimum olduğu durum), marjinal hasılatın marjinal maliyete ve malın piyasa fiyatının ortalama toplam maliyetlere eşitlendiği üretim düzeyinde meydana gelir.
Uzun dönem dengesini kısa dönem dengesinden ayıran önemli özelliklerden biri, uzun dönem dengesinde malın fiyatının ortalama toplam maliyete eşit olmasından dolayı kısa dönem dengesinin aksine aşırı kâr yoktur. Piyasadaki tüm firmalar sadece normal kâr elde eder.
Oligopol
Oligopol, farklılaştırılmış veya homojen bir ürünün az sayıda ancak büyük ölçekli firmalar tarafından arzının gerçekleştiği piyasalardır. Bu tür piyasadaki üreticiye oligopolcü denir.
Oligopolcülerin azlığı sebebiyle, oligopolcüler mallarının fiyatları üzerinde önemli kontrole sahiptir. Ancak her bir oligopolcü;
• Fiyatlama,
• Çıktı ve
• Reklam kararlarını verirken rakiplerinin olası tepkilerini göz önüne alır.
Oligopol Piyasasının Özellikleri
Oligopol piyasasını diğer piyasa türlerinden ayıran özellikler şöyle sıralanabilir:
• Piyasada çok sayıda alıcı olmasına karşın birbiriyle karşılıklı bağımlılık içerisinde olan az sayıda satıcının bulunması. Oligopol piyasasında faaliyette bulunan firma az sayıdadır ve bu firmalar büyük ölçekli firmalardır. Firmalar; kendi faaliyet ve işletme politikalarının rakip firmaları, rakip firmaların faaliyet ve işletme politikalarının kendisini etkileyeceğini bildiğinden bu konularda alacağı kararları daima rakip firmaları göz önünde bulundurarak alır. Bu duruma kısaca karşılıklı bağımlılık denir. Firmalar arasındaki karşılıklı bağımlılık oligopol piyasasını diğer piyasa yapılarından ayıran en önemli özelliklerden biridir.
• Piyasada satılan malların homojen veya heterojen (farklılaştırılmış) mallar olması.
Oligopol piyasasında faaliyet gösteren firmaların ürettiği mallar homojen mallar olabileceği gibi farklılaştırılmış (heterojen) mallar da olabilir. Mesela, çimento piyasası oligopol piyasadır ve çimento homojen bir maldır. Diğer taraftan buzdolabı piyasası da oligopol piyasadır, fakat buzdolabı farklılaştırılmış bir maldır.
• Piyasaya girişi zorlaştıran engellerin olması.
Tam rekabet piyasası ile monopolcü rekabet piyasasında piyasaya girişler kolay ve serbest iken oligopol piyasasında piyasaya girmek zordur. Oligopol piyasasında piyasaya girişin zor olmasının nedeni bu piyasada yeni firmaların girişini zorlaştıran engellerin var oluşudur. Bu engellerin arasında en önemlileri olarak; patent hakkı, ölçek ekonomileri, doğada nadir bulunan hammadde kaynaklarının mülkiyetini veya işletimini elinde bulundurma ve devletin tasarrufu sonucunda piyasaya girişin engellenmesini sayabiliriz.
Oligopol piyasasında firmalar karşılıklı bağımlılık özelliği gereği birbirlerinin davranışlarını kollarken, genellikle birbirleriyle, fiyat yerine reklam gibi fiyat dışı yollarla rekabet etmeyi tercih ederler.
Bu piyasanın gerçek hayat uygulamaları incelendiğinde, firmaların şirket evliliklerine (birleşmelerine) giderek daha yoğun biçimde ölçek ekonomilerinden faydalandıkları ve bunun neticesinde de oligopol piyasalarına girişi zorlaştırdıkları gözlenmektedir.
Oligopol Türleri
Oligopolleri, oligopol piyasasında üretilen ürünlerin homojen veya heterojen (farklılaştırılmış) olmasına göre;
• Saf oligopol ve
• Farklılaştırılmış oligopol olmak üzere iki sınıfta toplayabiliriz.
Eğer oligopol piyasasında üretilen ürünler homojen ürünlerden oluşuyorsa bu tür oligopole saf oligopol denir. Bu tür oligopolde üretilen malların homojen olmasından dolayı firmaların birbiriyle olan karşılıklı bağımlılıklarının derecesi yüksektir. Çünkü firmalar birbirinden farksız (tamamen aynı-homojen) mallar ürettiğinden dolayı, bir firmanın kendi ürününün fiyatında yapacağı en küçük değişiklik rakip firmaların ürün satışları üzerinde doğrudan etki meydana getirir. Dolayısıyla bu tür oligopolde oligopolcünün fiyat üzerinden rekabet etmek yerine fiyat dışı yollardan (reklam, promosyon vb.) rekabet etmesi daha doğru olacaktır.
Eğer oligopol piyasasında üretilen ürünler farklılaştırılmış (heterojen) ürünlerden oluşuyorsa bu tür oligopole farklılaştırılmış oligopol denir. Farklılaştırılmış oligopolde firmaların ürettiği ürünler birbirlerinden bariz biçimde farklıdır ve ürünlerdeki bu farklılaşmanın derecesi arttıkça, firmaların birbirleriyle olan karşılıklı bağımlığın derecesi de azalmaktadır. Bundan dolayı
farklılaştırılmış oligopolde bir firmanın kendi ürününün fiyatında yapacağı değişiklik rakip firmaların ürün satışları üzerinde saf oligopole nazaran daha az etki yapar. Bu tür oligopolde firmalar rekabetini fiyat üzerinden yapabileceği gibi fiyat dışı yollardan da yapabilirler. Ayrıca farklılaştırılmış oligopollere gerçek hayatta saf oligopollere nazaran daha sık rastlandığını belirtmekte fayda vardır.
Oligopolde Piyasa Dengesi
Tam rekabet, monopol ve monopolcü rekabet piyasalarında piyasa denge fiyatını belirleme işlemi oldukça kolay iken, oligopol piyasasında fiyatın belirlenmesi oldukça zordur.
Oligopol piyasasında fiyatın belirlenmesinin zor olmasının nedeni bu piyasa türünde faaliyet gösteren firmalar arasında karşılıklı bağımlılığın var olmasıdır. Firmalar arasında karşılıklı bağımlılığın olduğu durumda oluşacak olan fiyatı belirgin kılacak şey; bir firmanın aldığı karara diğer firmaların göstereceği tepkinin yönü ve derecesi olacaktır.
Bu bağlamda oligopol piyasalarında firmaların nasıl davranacağına ilişkin geliştirilmiş teoriler vardır. Bu teoriler arasında en yaygın bir biçimde bilinenleri:
• Dirsekli talep teorisi,
• Fiyat liderliği teorisi ve
• Kartel teorisidir.
Dirsekli Talep Teorisi: Bu teoriye göre talep eğrisi piyasa denge düzeyinde dirsek (kırılma) yapmaktadır. Firma piyasa denge miktarını asan düzeyler için eğim oldukça dik bir talep eğrisi(esnekliği az olan) ile karşı karşıyadır. Eğer firma satışlarını arttırmak için ürettiği ürünün fiyatını düşürürse rakip firmalarda kendi müşterilerini bu firmaya kaptırmamak için fiyatlarını düşürme yoluna gidecek ve söz konusu firma satışlarını fazla arttıramayacaktır. Bunun sonucu olarak da söz konusu firmanın hem toplam hâsılatı hem de toplam kârı azalacaktır ve bundan dolayı da malın fiyatını düşürmek, firmanın aleyhinedir.
Fiyat Liderliği Teorisi: Bu teoriye göre piyasada güçlü bir firma vardır. Firmanın güçlülüğü, firmanın piyasada en büyük paya sahip olmasından veya malı diğer firmalara göre daha ucuza üretiyor olmasından kaynaklanıyor olabilir. Piyasada güçlü olan bu firma malın fiyatını belirler ve diğer firmalar da fiyat konusunda bu güçlü firma tarafından belirlenen fiyatı izlerler.
Kartel Teorisi: Bu teoriye göre oligopol piyasasında yer alan firmalar piyasada sanki tek bir firma faaliyette bulunuyormuş gibi davranırlar. Firmaların kârlarını arttırmak amacıyla birbirleriyle rekabet etmek yerine fiyat ve üretim konularında ortak bağlayıcı kararlar almak için oluşturdukları organizasyona “kartel” denir. Firmaların kartel gibi bir organizasyon çatısı altında bir araya gelmelerinin tek amacı piyasada sanki tek bir firma varmış gibi davranıp monopolcü firma olmanın tüm imkânlarından faydalanıp kârlarını artırmaktır.
Kartele en güzel örnek petrol ihracatçısı ülkelerin oluşturduğu kartel olan OPEC’i verebiliriz.
Eksik Rekabet Piyasaları ve Etkinlik
Hem monopolde hem de tam rekabet piyasasında denge
şartı aynıdır:
MR = MC .
Tam rekabet piyasasında AR = MR = P tüm üretim düzeyleri için birbirine eşittir.
Diğer taraftan monopol piyasasında denge üretim düzeyinde;
P > MR ve P > MC’dir.
Tam rekabette kısa dönemde firmalar aşırı kâr elde etme imkânına sahip iken uzun dönemde bu aşırı kârlar ortadan kalkmakta ve firmalar sadece normal kâr elde etmektedir.
Monopol piyasasında ise monopolcü firma hem kısa dönemde hem de uzun dönemde aşırı kâr elde edebilir. Ayrıca uzun dönemde tam rekabet piyasasında ortalama maliyetlerin minimum olduğu noktada üretim gerçekleştirildiği için toplumun kaynakları daha etkin kullanılmakta ve daha fazla mal daha ucuza üretilmektedir.
Monopol piyasasında ise üretim tam rekabet piyasasına göre daha az yapılmakta ve daha pahalı bir fiyattan satılmaktadır. Bundan dolayı monopol piyasasında toplumun kaynakları etkin kullanılmamaktadır.
Monopolcü rekabet piyasasında uzun dönemde piyasada faaliyet gösteren firmaların sayısını çok olduğunu fakat bu sayının tam rekabet piyasasındaki firma sayısından az olduğunu belirtmiştik. Bunun doğal bir sonucu olarak, monopolcü rekabet piyasasında uzun dönemde yapılan toplam üretim miktarı tam rekabet piyasasındakinden daha az olup, malın piyasa birim fiyatı daha fazladır.
Diğer bir ifadeyle, uzun dönemde monopolcü rekabet piyasasında tam rekabet piyasasına nazaran daha az mal üretilmekte ve daha pahalıya satılmaktadır. Bu, P > minATC olduğu ve firmanın minimum etkin ölçeğin altında üretim yaptığı anlamındadır.
Son olarak tahsis etkinliği şartı olan malın piyasa fiyatının marjinal maliyete eşit olma şartı (P=MC), monopolcü rekabet piyasasında uzun dönemde P > MC olduğundan sağlanamamaktadır. Oysa bu şart tam rekabet piyasasında sağlanmaktadır.
Oligopol piyasasında da monopol piyasası ve monopolcü rekabet piyasasında olduğu gibi tahsis etkinliği (P=MC) şartı sağlanamamaktadır. Diğer bir ifadeyle oligopol piyasasında da P > MC olduğundan bu şartı sağlanamamaktadır.
Oligopol piyasasında etkinlik şartının sağlandığı piyasa olan tam rekabet piyasasına nazaran daha az mal üretilip daha pahalıya satılmaktadır. Yani tam rekabet piyasasının aksine oligopol piyasasında toplumun kaynakları etkin kullanılmamaktadır.