Home » Yazarlar » Danyal Peker » İlkel Dünyanıza Medeniyet, Karanlık Ruhlarınıza Mutluluk Getirdim. Yerseniz…

İlkel Dünyanıza Medeniyet, Karanlık Ruhlarınıza Mutluluk Getirdim. Yerseniz…

 

“Dünyanın henüz nüfuz edilemeyen tek yöresini medeniyete kavuşturmak, oradaki halkların üstün de asılı duran karanlığı delmek, kanımca içinde bulunduğumuz bu ilerleme çağına yaraşır bir haçlı seferidir.”

 

Bu sözleri Belçika Kralı II. Leopold günümüz Belçika’sının yaklaşık 78 katı büyüklüğündeki Orta Afrika’nın büyük ülkesi Kongo için söylemişti. II. Leopold’un büyük “sömürge” imparatorluğu kurma hayali için Kongo’yu işgal etme arzusuna, Belçika parlamentosu destek vermeyince; o da hayalini gerçekleştirmek için başka bir formül geliştirdi. Hazineden borç alarak bir yardım cemiyeti olarak görülen “Uluslararası Afrika Derneği” kurdu. Dönemin ünlü kaşiflerinden gazeteci Henry Morton Stanley’i Kongo’ya gönderdi. Gönderdiği heyetlerle Kongo’daki kabile şeflerini kandırarak Kongo topraklarını parça parça satın aldı. Daha sonra 1885’te toplanan uluslararası Berlin Konferansında Avrupa devletleri Kongo’yu Kral Leopold’ın özel mülkü olarak tescillemiş ve onu “Kongo’nun Hakimi” olarak kabul edilmiştir.

Kongo’da 1890 ile 1905 yılları arasında, yaklaşık on milyon yerli öldürüldü. Çoğunluğu çocuk ve kadın milyonlarca insanın vücudunun değişik uzuvları kesilerek sakat bırakıldı.  Bu dönem içerisinde Belçika’nın medeniyet götürdüğü Kongo’nun nüfusu üçte bire indi ve Özgür Kongo Devleti vahşi yöntemlerin uygulandığı dev bir çalışma kampına dönüştürüldü. İlk keşfedilen kaynak fildişi idi. Fildişi ticaretinden komisyon alan şirketler fildişi toplaması için zorunlu tuttukları köylüleri kotayı dolduramadıklarında suaygırı derisinden yapılmış “chicotte” adlı kamçılar ile cezalandırıyorlardı. Bu cezalar çoğunlukla ölümle sonuçlanıyordu. 1880 ve 1890lı yıllarda yeni gelişen otomobil ve bisiklet endüstrisi kauçuğa ihtiyaç duyuyordu. Kral Leopold’un Kongo’su da dünyanın bir numaralı kauçuk üreticisiydi. Kongo ormanları kauçuk için yağmalanmaya başlandı. Kongo halkı fildişinden sonra kauçuk kotası ile karşı karşıya kaldılar. Suaygırı kamçıları yine devredeydi. Fakat bu da yeterli görülmeyerek kotayı dolduramayanların başta el ve ayak kesme (küçük çocuklarda dahil) olmak üzere bir çok akıl almaz işkence yöntemleri kullanıldı. Kongo’nun nüfusu yirmi üç yıllık II.Leopold yönetimi sırasında üçte bire indi. Tahminlere göre 20-30 milyon olan nüfus hiç artmadığı gibi 8-9 milyona inmiştir. Ağır çalışma koşullarında ölenlerin sayısı arttıkça Kral Leopold cebine giren para daha çok artıyordu.  Kral II. Leopold’un insanlık dışı uygulamaları uluslar arası alanda duyulmaya başlayınca büyük tepki çekti. Bütün bu tepkiler üzerine kral özel mülkü olan Özgür Kongo Devleti’nin yönetimini Belçika Devleti’ne devretmek zorunda kaldı. Belçika yönetimi döneminde her ne kadar bu insanlık dışı uygulamalar kalksa da zengin maden (bakır, kobalt, elmas) yataklarının da keşfi ile sömürgecilik tüm hızıyla devam ettirildi.

En az Hitler kadar soykırım/katliam yapan Kral II. Leopold tüm bu vahşete ve insanlık suçlarına rağmen bırakın yargılanmayı Afrika’ya medeniyet götüren  Avrupalı olarak saygı ile anılmakta ve kendisinden ulusal kahraman, müthiş lider olarak söz edilmektedir. Hala Belçika parasında resmi bulunmakta ve meydanları heykeli süslemekte…

 

Kongo soykırımı sömürgeci Batı Medeniyetinin anlayışı gösteren trajik örnektir ve maalesef bu vahşet hiçbir zaman gündeme gelmemekte, bilinçli olarak örtülmekte ve unutturulmaktadır. Batı medeniyetinin klasik dönem talancı toplumlardan en büyük farkı, bir toplumun yer altı, yer üstü zenginliklerini ve insan kaynağını talan ederken bunu medeniyet, demokrasi, insan hakları, ilerlemecilik adına yaptığını iddia etmesidir. İşin trajik yanı ise talan edilen toplumun bu yalana inanması, sömürülen toplum üyelerinin bazıların değişik sebeplerle bu söylemin en ateşli savunucu olmasıdır. Kongo’da yaşanan Belçika’nın soykırımında bu unsurlar tüm çıplağıyla görülmektedir.

Batı medeniyeti ve modernizm insanın tabiatla uyum içinde yaşaması anlayışı yerine, tabiatı çıkarları doğrultusunda değiştiren, tabiata hükmeden bir anlayışı getirmiştir. Tarif edilmiş ve din adamlarının elinde bir alet olarak kullanılan dine karşı başlayan başkaldırı bunun yerine dinsizliğinin daha doğru tanımla insanın (bazı insanların) yeryüzü tanrısı olduğu başka bir dini getirilmiştir. Akılcılık (rasyonalizm), olguculuk (pozitivizm), ampirizm (deneycilik), materyalizm, mekanik dünya anlayışı bu yeni yeryüzü dininin yeni kavramlarından bazılarıdır. Modernizmin en merkezinde oturan kavram ise kapitalizmdir.

Toplumları sömürmek için kullanılan bu “Algı Operasyon”un bir benzeri insan için de kullanılmaktadır. Bu yeni küresel olma iddiasındaki din, tek tip bir insan yaratmaya çalışmaktadır. Tabiata hükmedenler insanlara hükmederek sömürülmeye uygun bir köle toplumu oluşturma çabası içindedirler. Bu ideal (!) toplumun en büyük hedefi; sürekli tüketmek, düşünmemek, kendisine biçilen rolü oynamaktır.  Böylece tüm dünyanın kaynakları küçük bir topluğun elinde kalmakta ve dünyayı istedikleri şekilde yönetebilmektedir. Bu “Algı Yönetimi” çok karmaşık, kompleks, sürekli ve aşırı dozda yapılmaktadır ki büyük resmi göremeyen bir kişinin bunun etkisi altında kalmaması neredeyse imkansızdır. Bir bulmacanın (puzzle) parçası şeklindeki imaj/algı çalışmaları, tekil halde masum olarak görünmesine rağmen ardarda gelince ve birleşince büyük resimde şeytani bir plan ortaya çıkmaktadır. Modern dünya insanoğluna refah, mutluluk, özgürlük, teknolojik ilerleme vb. güzel vaatlerde bulunmasına rağmen modernizmin dolayısıyla Batı medeniyetinin hüküm sürdüğü son üç yüzyıl boyunca dünyada savaş, ölüm, gözyaşı, acı, vahşet ivmelenerek artmıştır. Teknolojik gelişmenin en zirve noktaya ulaştığı son yüzyıl bile insanlık tarihinin en büyük acılarıyla, 2 dünya savaşıyla, onlarca bölgesel savaş, soykırımlarla geçmiştir. Bugün dünyanın birçok yeri Batının fitilini ateşlediği, bizzat ateşi körüklediği dinsel, mezhepsel, etnik çatışma ve savaşla yangın yeri halindedir.

Modernizmin günümüz insanına (özellikle gençlere) sunmuş olduğu (dayattığı) kavramlar: Hız, aşırı uçlarda (extreme) yaşanan duygular, anlık (spontane) yaşam, anında (hemen şimdi, şu an) değişim, ben merkezcilik ve gösteriştir (imaj). Tekil olarak yaldızlı görülen bütün bu kavramlar bir araya gelince garip bir insan tipi ortaya çıkmaktadır. Kadim insanlık anlayışında, dünyada yaygın bütün dinlerde ve hemen hemen her kültürde erdem olarak görülen davranışlar aynıdır. Hız yerine sabır ve dinginlik, aşırı uçlar (ifrat ve tefrit) yerine mutedil/vasat olmak, anlık çabalar yerine sürekli çalışma (“Allah Teâlâ’ya (c.c.) amellerin en makbulü, az da olsa devamlı olanıdır.” Hz. Muhammed (s.a.v.)) ,anlık değişim yerine tedricilik (aşamalı olarak gelişim), ben merkezcilik yerini topluma faydalı olmak ve ıslah edicilik, gösteriş yerine sadelik ve kendin olma (ya göründüğün gibi ol ya olduğun gibi görün) insanlığın ortak erdemleri arasında yer almaktadır. Modernizmin dayattığı bütün bu kavramlar insanın nefsine, heva ve hevesine hitap etmekte, insana ancak anlık haz ve doyum sağlamaktadır. Ancak insanın genetik kodlarındaki, fıtratındaki manevi açlığı asla doyurmamaktadır. Bu nedenle günümüzde insanoğlu ruhunda bir boşluk hissederek mutsuzluğa, depresyona ve hiçliğe doğru sürüklenmektedir. Gelişen bilişim teknolojisi ile bu boşluğu doldurmak için başka bir araç tedavüle sürülmüştür: “Sanal Dünya”. İnsanlar gerçek yaşamda gerçekleştiremediklerini sanal dünyada anında elde etmektedirler. Paranın mutluluk getirmediğini herkes söylerken hepimiz para için gece gündüz çalışmaktayız. Etrafında çok az insanla ilişkisi olan kişilerin sosyal medyada yüzlerce/binlerce arkadaşı bulunmakta, bir insanla aynı asansöre binmeye bile imtina edenler sanal alemde yüzlerce insana temas etmekte, tecavüzü telin mitingine/kampanyasına katılan ertesi gün tecavüz suçundan yakalanmakta. Bu bölünmüş kişilik örneklerini çoğaltmak pekala mümkün. Olayın kötü tarafı bu bölünmüşlük, birkaç kişiyle sınırlı bir durum değil tüm toplum tarafından paylaşılmakta ve her gün bulaşıcı hastalık gibi yayılmakta. Sanal dünyadaki çizdiği portresi ve sosyal medyadaki paylaşımları incelenen bir kişinin gerçek dünyada bunun tam tersi bir kişilikte olması artık hepimizin gözlemlediği bir vakadır ve maalesef nadir karşılaşılan bir durumda değildir. Herkes doğrunun ne olduğu bilmekte hatta bunu yapanı takdir etmekte ancak reel hayatında bunu pratize etmemektedirler. Sanal alemde ise gerçek olmayan bir şeyi gerçekmiş gibi sunarak, göstermeye çalışarak (simülasyon) ve bir gerçeklik olarak algılanmak isteyen görünüm (sımülakr) yaratarak kendini tatmin etmekte, kısacası kendi adına bir imaj çalışması, algı operasyonu yapmaktadır. Makro düzeyde emperyalist ülkelerin yaptığı eylem; mikro düzeyde her fertte hayat bulmaktadır. İşin kötü tarafı bir süre sonra Jean Baudrillard’ın Simülakrlar ve Simülasyon kitabında belirttiği gibi bu yaratılan görünümü insanın bir gerçek olarak algılaması ve sanalın zamanla gerçeklikle yer değiştirmesidir.

Dünya erdeme, iyiye ve iyiliğe tarihin hiçbir zamanında bugünkü kadar hasret olmamıştı. Yapılması gereken şey ise oldukça basit ve sadedir: sanal dünyada, kelimelerde, konuşmalarda karmaşık ve kompleks şekilde ortaya konulmaya çalışılan genetik kodlarımızdaki, fıtratımızdaki erdemin gerçek hayatta pratize edilmesidir. İmaj/algı için verilen çabanın gerçek hayat yönlendirilmesidir. Yaygın bir tabirle:

“Başkalarına insanlığı/Müslümanlığı anlatma, onlara insanlığının/Müslümanlığın ne olduğunu göster.”

 

Danyal PEKER
Mersin – On parmak dergi DAKTİLO, Sayı:2, Ekim-Kasım.2017