KAMU MALİYESİ

DEVLET VE EKONOMİ

Kamu Maliyesinin Tanımı

Doğumumuzdan itibaren, sağlık hizmetlerinden, eğitim hizmetlerine, gıda denetiminden find bride çöp toplamaya kadar tüm işler devlet tarafından ödediğimiz vergiler karşılığında sağlanmaktadır.

Kamu maliyesi; devletin hangi hizmetleri verip, hangi vergileri toplayacağı, ne gibi koşullarda borçlanacağı ve ekonomik olarak nasıl gelişebileceğini; kısaca devletin gelir ve harcamalarını inceleyen bilim dalıdır. Halkın ihtiyaçlarına ilişkin hizmetleri sunmak için bürokratik bir düzenle kamu kesimi adı verilen örgütler oluşturulur. Kamu harcamalarında neye ihtiyaç duyulduğunu kamu kesimi belirler. Kamu kesiminin, kamu ihtiyaçlarına yönelik talepleri doğrultusunda kamu bütçesinden yapılan harcamalara kamu harcamaları denir.

Devlet Kavramı

Devlet; bir toprak parçası üzerinde, bir otorite altında yaşayan insanlar topluluğudur. Ayrıca toplumun güveni ve refahı için çeşitli kanunlar koyma ve bunları uygulama yetkisi vardır. Devlet kavramı farklı yaklaşımlarla açıklanmaktadır.

Platon’a göre insanın doğasından geldiği için devlet, insanların bir araya gelmesiyle oluşan büyük bir organizmadır. Dolayısıyla organik devlet, aynı insan gibi akıl, can ve isteklerden oluşur.

Aristotelesçi devlet anlayışına göre devlet, insandan bağımsız kurumlar ve sistemler bütünüdür.

Toplum sözleşmesi  yaklaşımına göre devlet,  insanların ortak iradelerini temsil find bride eden, uzlaşma ve anlaşmaya dayanarak insanları koruyan ve geliştiren bir araçtır.

Hegelci devlete göre; devletin kendi iradesi, ehliyeti, yetenekleri ve amaçları vardır. Din, hukuk, bilim, sanat ve sanayi kavramlarından beslenen milli bir ruha sahiptir.

Marksist devlet toplumda güce sahip olan, egemen sınıfın çıkarlarına hizmet eder. Marksist devlete göre devlet, bir tür yönetim makinesidir.

Devletin Öğeleri: Devletin üç temel unsurundan birincisi, beşeri unsuru olan millettir. İkincisi toprak unsuru olan ülke ve üçüncüsü de iktidar unsuru olan egemenliktir.

Devletin Ekonomideki Rolüne İlişkin Yaklaşımlar

Merkantilist Görüş: Ortaçağ düşüncesini reddeder. Devletin amacı, toplumu zenginleştirmektir ve bu zenginleşmenin ülke hazinesindeki altın ve gümüşü artırmakla olabileceğini savunur.

Fizyokrat Görüş: Fizyokrasi “doğa yasası” anlamına gelir. Maliye ilminin doğuşunu sağlayan görüştür. Fizyokratlar maliye görüşünü kapsayan bir sistem oluşturarak liberalizme öncü olmuşlardır. Devlet müdahalesini kabul etmezler. Toplum hayatını doğal bir düzenin yönettiğini savunurlar. Devletin harcamalarını olabildiğince  kısmasını  ve  doğal  düzeni  bozacak  vergi

yükünün en aza indirilmesi görüşündedirler. Zenginliğin çiftçilik, balıkçılık, madencilik gibi tarımsal yollarla olabileceğini düşünmektedirler. Tek ve dolaysız verginin sadece tarım üzerinden alınması gerektiğini savunurlar.

Klasik Liberal Görüş: Bu görüşün öncüsü Adam Smith’tir. Adam Smith’e göre insanın kendi çıkarlarını gözeterek hareket etmesi, devlete de yarar sağlamaktadır. Liberallerin “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” deyişi bu temelden gelmektedir. Devlet ekonomiye müdahale etmemeli, müdahale etmesi gerektiği durumlarda bu müdahale asgari düzeyde olmalıdır. Liberal görüşe göre devlet sadece yasa ve hukuk düzenini devam ettirmelidir. Tüm ekonomik etkinlikler, piyasa ekonomisi tarafından  karşılanmalıdır.

Adam Smith aynı zamanda üç büyük sosyal sınıfı  ele aldığı “Klasik Bölüşüm Teorisi”ni ortaya atmıştır. Bu teori, emekçi sınıf, kapitalist sınıf ve toprak sahipleri sınıfının gelirlerini inceler. Üretken emeğe ayrılan payın artması emekçi sınıfının koşullarını iyileştirir. Kamu kesimindeki savurganlığın azalmasının, devletin ekonomide büyümesini sağlayacağını savunur.

Adam Smith insanların ihtiyaçlarını birinci ve ikinci derece ihtiyaçlar olarak ikiye ayırmıştır. Birinci derece ihtiyaçlar, devlet tarafından karşılanır. Bunlar; milli savunma, adalet ve diplomatik hizmetlerdir. İkinci derece ihtiyaçlar özel ekonomi tarafından karşılanır. Özel ekonominin karşılayamadığı durumlarda devlet de bu ihtiyaçları karşılayabilir. Bunlar; milli eğitim, bayındırlık ve sağlık hizmetleridir.

Toplum ihtiyaçlarını ikiye ayıran bu görüş kamu ekonomisinin ilk adımlarıdır ve 1929 yılındaki Dünya Ekonomik Krizi’ne kadar devletleri büyük oranda şekillendirmiştir. Bu düşünce doğrultusunda tarafsız devlet/koruyucu devlet ortaya çıkmıştır.

Bu görüşe göre harcamaların minimum düzeyde tutulması şartıyla vergi alınabilir. Böylece doğal düzene müdahale edilmeden kamu ihtiyaçları en iyi şekilde karşılanabilecektir.

Sosyalist Görüş: Tüm üretim araçları devlete aittir ve ülkedeki ekonomi devlet tarafından yürütülmektedir. Bu görüş özel mülkiyet ve özel kesimi reddeder. Özel mülkiyet hakkını yalnızca kişisel emeğe dayanan küçük çaplı işletmelere tanıyan görüştür.

Piyasa ekonomisini arz-talep ilişkisi değil, merkezi bir otorite yönetir. Yani vergiler, krediler ve fiyatlar merkezi bir otorite tarafından belirlenir.

Ayrıca bu görüşe göre fiyat kavramı vergi kavramından üstündür. Bu yüzden gelir vergisi değil, fiyat unsurunu tamamlayan harcama  vergileri  söz konusudur. Gelir vergisi sadece ücretlerden yapılan kesintilerle sınırlıdır.

İlk olarak Sovyet Rusya’da uygulanmış olan sosyalist görüş, bazı ilkeleri değiştirilerek farklı ülkelerce de uygulanmıştır. Ancak daha sonra etkisi ortadan kalkmıştır.

Keynesyen Görüş: 1929 yılındaki Dünya Ekonomik krizi sonrasında ortaya çıkan işsizlik, ekonomik sistemin sorgulanmasına yol açmıştır. Böylece; John Maynard Keynes’in “Genel Teori”si ortaya çıkmıştır. Keynes, ekonomik durgunluğun ve buhranın bitmesi için maliye politikası araçlarının etkili kullanılması fikrini savunur. Tarafsızlığı eleştirir ve devletin ekonomiye müdahale etmesinin gereğinden söz eder.

Keynes’in bu görüşleri çağdaş ekonomik düşüncenin temelidir. Liberallerin para politikası bu görüşle beraber değişerek maliye politikasının oluşmasını sağlamıştır. Kamu kesimine verilen önem artmıştır.

Keynes’e göre ekonomide yapısal bir aksaklık vardır ve piyasa mevcut gücüyle bu aksaklığı giderememektedir. Bu yüzden tam istihdam sağlanmalıdır. Mali araçları “müdahale araçları” olarak kullanarak ve kamu kesiminin payını artırarak yepyeni bir mali teknik ve mali idare anlayışı  oluşturmuştur.

ABD’de ise bu buhran Roosevelt’in 1933 yılındaki New Deal Planı ile aşılmıştır. New Deal Planı, Fiyatların düşüşünün talepteki harcamalardaki düşüşten kaynaklandığını savunarak duruma devletin müdahale etmesi gerektiğinden söz etmiştir. Devlet harcamaları artırarak “açığa dayalı harcama” politikasını ortaya koymuştur.

Keynes’e göre ekonomik denge sadece tam istihdamla sağlanamaz. Aynı zamanda efektif talebin düşüklüğü de ekonomiyi etkilemektedir. Efektif talep, mal ve hizmetlerin alınabilmesi için yeterli paranın ya da benzerlerinin var olmasıyla etkin olan taleptir. Efektif talep düştüğünde gelir düzeyi etkilenir ve deflasyonist bir açık oluşur. Deflasyon; ekonomideki fiyatların genel düzeyinin belirli bir zaman aralığında, sürekli olarak düşmesidir.

Devlet, bozuk gelir dağılımını düzenleyebilmek için iki temel mali araç kullanır. Birincisi artan oranlı vergilerdir. Kişilerden gelirleri oranında vergi alınmasıdır. İkincisi ise; verimsiz çalışan kamu kurumlarının özelleştirilmesidir.

Liberal görüşteki denk bütçe ilkesinin yerine, telafi edici bütçe kavramı oluşmuştur. İktidarların girişimcileri yatırıma teşvik etmesi, vergileri azaltarak tüketimi artırması ve bayındırlık işlerini üstlenmesi uygun görülmektedir.

Keynesyen görüşteki vergilendirmede “yararlanma ilkesi” yerine “ödeme gücü ilkesi” hakimdir. Kamusal taleplerle özel talepler ayrıştırılmıştır.

Anayasal İktisat Görüşü: 1970’lerden sonra gelişen görüşün öncüsü James M. Buchanan’dır. Bu yaklaşıma göre, piyasa kuralları esas olmalıdır. Hükümetlerin müdahalelerini önlemek amacıyla devletlerin mali ve ekonomik hareketlerini kısıtlayacak yasalar konulmalıdır.

Piyasaya yön veren “Ekonomik insan”ın kişisel çıkarlarına  dayalı  davranışlarının  “siyasal  insan”a  da yansıdığı görüşündedir. Bu yüzden siyasi gücün iktisadi ve mali yönünün disipline edilmesi gerektiğini savunur.

Yaklaşımın temelinde “piyasa başarısızlığı teorisi”ne karşılık olarak “devletin başarısızlığı teorisi” vardır. Keynesyen görüşe göre hareket eden akademisyenler ve bürokratlara göre, denk bütçe ilkesinin zedelenmesi iç ve dış borçların artmasına sebep olmuştur. Bütçe açıklarının artmasıyla gelecek nesillerin vergi yüklerinin artacağını savunur. Devlet harcamalarının artmasıyla beraber oluşan siyasal ve ekonomik sorunları aşabilmek için hükümet tasarruflarını sınırlayıcı hükümlerle kısıtlamak gerekmektedir.

Anayasal görüşü destekleyenlerden biri de M.Friedman olmuştur. Anayasaya koyulacak olan siyasal iktidarın para arzının “yılda %5’ten çok ve %3’ten az olmayacak şekilde artırılması” hükmünü önermiştir. Bu önerinin kısa sürede bütün ekonomik politikalar için uygulanması savunulmuştur.

Küreselleşme ve Kamu Maliyesi

Küreselleşme, ekonomik, sosyal, teknolojik, kültürel, politik ve çevresel alanlarda dünya çapında bütünleşme ve dayanışmanın artırılmasıdır. Devlet birçok alanda üretimden çekilmiştir ve olası tüm alanları piyasaya bırakmıştır. Ancak bu durum ulus devlet kavramını ortadan  kaldırmamıştır.

Küreselleşmenin iki temel ekonomik boyutu vardır. Birincisi üretimin küresel düzeyde yeniden örgütlenmesidir. Böylece 1960’lardan sonra uluslararası işbirliği ile üretim, maliyetinin daha düşük olduğu bölgelerde yapılmaktadır. 1980’lerden sonra ise; sermaye hareketleri serbestleşmiş ve mali piyasaların bütünleşmesi boyutu ortaya çıkmıştır.

Küreselleşme sürecinde devletin fonksiyonlarında ne gibi değişimler olacaktır? Bu soruya ilişkin ilk görüş devletin fonksiyonlarının zayıflayacağı görüşüdür. İkinci görüş ise; devletin bazı yetkilerini kaybedeceği gerçeğinin yanı sıra; başka alanlarda daha güçlü bir ulus devlete ihtiyaç olacağıdır.

Küreselleşmeye yönelik dünya çapındaki gelişmelere bakıldığında mali piyasalarda sermayenin yeniden üretimi için gerekli unsurlar;

•          Sermayenin uluslararası serbest dolaşımı,

•          Uluslararası ticarette küresel piyasalarla rekabet etmektir.

Devletin sosyal refahı sağlama fonksiyonu azalmıştır. Sosyal refah hizmetlerinin finansmanının karşılanması, özel bireysel emeklilik ve sağlık sigortalarının teşviki gibi durumlarla değişiklik göstermiştir.

Sermayenin uluslararası serbest dolaşımına, sermaye gelirlerinin vergisinin yüksek olması engel olmaktadır. Devletler vergi hasılatı ile ülkeye sermaye girişi fikirleri arasında  kalmışlardır.  Sermaye  vergileri  azalınca  da, vergilerin ülkeye  tekrar dağılımında  dengesizlikler oluşmuştur. Böylece ülkelerdeki gelir dağılımı olumsuz değişikliğe uğramıştır.

Küreselleşme ile devletin artan fonksiyonları;

•          Şirketlerin küresel piyasada rekabet edebilmesi için ar-ge harcamaları ve teknolojinin geliştirilmesi için yapılan harcamaları yapmak.

•          Şirketlere, rekabet edebilmeleri için teşvik sağlamak.

•          Mülkiyet haklarının korunması ve özelleştirme altyapısı gibi piyasaları düzenleyici faaliyetlerde bulunmak.

Sonuçta küreselleşmeyle birlikte devletin fonksiyonlarının azalmadığı yalnızca değişim yaşadığı söylenebilir.

KAMU MALİYESİNİN İŞLEVLERİ

Piyasa Başarısızlığı Kuramı

Ekonomi kuramı tarihindeki farklı yaklaşımları tanımlayan iktisadi düşünce okullarının farklı görüşlerine bakıldığında, iktisatçılar birçok konuda görüş ayrılığı içerisindedir. Fakat hemen hemen bütün iktisatçıların üzerinde uzlaştığı bir konu olan piyasa başarısızlığı kuramı, piyasaların her zaman mükemmel bir biçimde işlemediğini ifade etmektedir. Bu kuramın temeli, bir kişinin eylemlerinin asıl amacının, kişinin kendi mutluluğunu artırmak olduğunu savunan ve en önemli temsilcisi Jeremy Bentham olan faydacı iktisatçılardan, John Stuart Mill ve Henry Sidqwick tarafından 19.yy da atılmış ve 20.yy da şekillenmeye devam etmiş olup, günümüzde Keynesyen düşünce de içinde olmak üzere çeşitli değişikliklerle bazı iktisadi görüşler tarafından kabul edilmektedir. Nitekim bu kuram bireyin ekonomik refahını mikro ekonomik teknikler kullanarak değerlendiren refah iktisadının temel konularından biri haline gelmiştir. Devletin müdahale araçlarını kullanarak piyasaya müdahalede bulunması sonucunda, piyasaların etkin hale getirileceğini savunan kuram ikinci en iyi kuramdır. İkinci en iyi kuramı, bir ya da birden çok optimalite koşulları sağlanamadığında nelerin olduğunu inceleyen bir refah iktisadi kuramıdır. Piyasa başarısızlığı genel anlamıyla piyasaların kaynakları etkin şekilde kullanamayıp, kaynak israfına yol açması şeklinde tanımlanmaktadır.

Neo klasik iktisat ile kamu maliyesi disiplinlerinin ortak çalışması olan bu kuramda kaynak dağılımındaki asıl mekanizmanın piyasalar, daha sonra devlet olduğu savunulmaktadır, aşırı borçlanma, gevşek yönetsel kurallarla yatırımcıların “hayvani güdüleri” ve akılcı olmayan psikolojileri piyasanın kırılgan olmasına yol açmaktadır. Hayvani güdü; İnsan davranışlarını etkileyen ve tüketici güveni olarak ölçülebilen duyguları için kullanılan terimdir. Piyasaların istikrarlı bir düzen için devletin daha büyük rol oynaması gerektiği düşünülmektedir. R.A. Musgrave; kaynak dağılımı, gelir dağılımı, ekonomik istikrar ve düzenleme konularının devlet eliyle yapılması gerektiğini savunmaktadır.

Kaynak Dağılım İşlevi

Bu işlev piyasa mekanizmasının yanlış çalışması veya çalışmaması gibi durumların önüne geçmek adına ve özel ekonomiye olacak müdahalelerinin sınırlarını belirlemek adına devletin, üretici kaynaklarını dağıtması yani görevleri kendisinin üstlenmesidir.

Kamusal Mallar: 1954 yılında Amerikalı iktisatçı P.A. Samuel malları iki sınıfta birleştirmiş ve bunlardan biri olan kamusal malın temel özelliği olarak da rakip olmama, yani bireylerin bir malın tüketiminde rakip olmaması şeklinde tanımlamıştır. Bununla birlikte R.A. Musgrave bu tanıma ek olarak dışlanamama, yani bireyin malın kullanımından mahrum bırakılamaması kavramını eklemiştir. Modern maliye kuramında da kamusal mal;

rakip olmama ve dışlanamama kavramlarını bir arada bulundurmaktadır. Kamusal malların taşıdığı bu özellikler piyasa ekonomisinde üretilememektedir. Çünkü piyasa ekonomisi, fiyatlama yoluyla bireylerin kullanımdan dayalı çalışmaktadır. Ancak rakip olmama ve dışlanamama özelliklerinin her ikisine birden sahip olan kamusal malların, faydaları bireyler arasında bölünemez ve fiyatlandırılamaz. Bu sebepten dolayı piyasa üretime konu olamazlar.

Yarı kamusal mallar olarak ifade edilen kavram ise kamusal malların taşıdığı iki özellikten yalnızca birisine sahip olan mallar olarak tanımlanmaktadır. Bu mallar hem özel fayda hem de kamusal fayda sağladıklarından üretimi tamamen özel sektöre bırakılamaz, çünkü devlet üretimi olmadığında fiyatlar ani yükseliş gösterebilir. Bir malın Samuelson Musgrave koşullarına göre değerlendirilmesi için (Sayfa 25, Şekil 2.1) e bakılabilir.

Kulüp malları ise genel mülkiyet hakkının oluşmadığı doğal nitelikli mallarda oluşur ve tüketiminde rekabet fazla olmayıp malın kullanımında kısmen rekabet olan mallardır.

Kamusal malın tanımına ilave olarak bazı araştırmacılar reddedilememe yani malın kullanımının reddedilememesi ve çok düşük veya sıfır maliyetle tüketime sunulması kavramlarını da eklemişlerdir. Ayrıca Kaul ve Mendoza kamusal malları, tüketiminden kimsenin dışlanmadığı ve fiilen ortak tüketimin söz konusu olduğu mallar olarak tanımlamıştır.

Kamusal mal kullanımında bedavacılık sorunu, yani malın sunumuna katılmamalarına rağmen, dışlanamama özelliği nedeniyle bu maldan yararlanmalarını ifade eder. Bedavacılık, bir ortak havuz kaynağının aşırı kullanımına neden oluyorsa ekonomik sorunlara yol açabilmektedir. Bunun çözümü olarak da herkesin kullanacağı kamusal mal tercihlerinin devlet tarafından bulunması ve kişileri, zorlayıcı bir şekilde üretime katkı yapmaya mecbur bırakmasıdır.

Kamusal mallar devlet tarafından üretildiği. Özel sektöre ürettirilip devlet tarafından alım yapılarak halka arz edilmektedir. Özellikle yeni kamusal mal niteliği taşıyan, teknolojik mallarda özgür ve açık kaynak yazılımlar yani kaynak kodu açık olan ve dolayısıyla herkes tarafından özgürce kullanılabilir yazılım gibi mallar halka bu yolla sunulmaktadır. Özel Mallar ve Kamu Malları ayrımı için (Sayfa 26, Şekil 2.2 ) ye bakınız.

Küresel Kamu Malları: Kamu mallarında olduğu gibi rakip olmama ve dışlanamama kavramlarını barındıran bu terim; faydalanan ülkeler, insanlar ve kuşaklar açısından büyük ölçüde evrensel olan mallar olarak tanımlanmıştır. Okyanuslar, atmosfer, ozon tabakası küresel mal sayılmakla birlikte son dönem; çevre, sağlık, bilgi, barış gibi konularda bu kategoriye girmektedir. Bu malların sunumunda belli bir aktör tam anlamıyla rol alamayacağı için bu malların sunumu Şekil 2.3’teki gibi olmaktadır. Ortak  Mallar:  Malın  faydası  üzerindeki  yasal  hakların hiçbir kişiye ya da gruba verilemediği bu mallar ortak (serbest) mallar olarak tanımlanmaktadır. Ortak malların aşırı  kullanımdan  doğan  zarar  da  ortakların  trajedisi olarak  tanımlanmaktadır.  Ortak  malların  kullanımında genelde   sorunlar   yaşandığı   için   devlet   bu   malların kullanılmasına belli düzenlemeler getirerek doğabilecek sorunları engellemekle yükümlüdür.

Dışsallık: Mal ve hizmetlerin sosyal optimuma göre arzının daha fazla veya daha az olması durumuna dışsallık denmektedir ki bu olumlu dışsallık ve olumsuz dışsallık olarak ayrılmaktadır. Bu durum piyasaları etkilemekte ve tam rekabet koşullarında pareto optimum sağlanamamaktadır. Pareto optimum, toplumdaki bireylerden en az birinin refahını azaltmadan, bir diğerinin refahını artırma olanağının olmaması durumuna verilen isimdir. Faaliyetlerine göre dışsallık 4 türe ayrılmaktadır ve bunlar ( Sayfa 30,Şekil 2.4 ) te açıkça ifade edilmektedir.

Kamusal mallarla dışsallık birbirlerine benzemelerine karşın, dışsallık ile kamusal malları temelde ayıran unsur, kamusal mallardan herkes aynı ölçüde etkilenirken, dışsallıktan herkes aynı ölçüde etkilenmemektedir. Olumsuz dışsallık; çevre kirliliği, gürültü kirliliği görüntü kirliliği gibi şeylere yol açarken buna çözüm olarak fiyat düzenlemeleri, miktar düzenlemeleri, sübvansiyonlar ve mülkiyet hakkı gibi önlemlerden söz edilmektedir. Fiyat düzenlemesi, çevre kirliliğine yol açanlardan gerekli vergilerin alınması olarak ifade edilmiştir. 1997 yılında Kyoto’da küresel ısınma ve iklim değişikliğiyle ilgili bir anlaşma imzalanmıştır ve bu anlaşmayla birlikte miktarların düzenlenmesi adına tedbirler alınması ve herkese para karşılığı kirletme hakkı verilmesi kararlaştırılmıştır. Sübvansiyonel uygulamalarla da temiz teknoloji kullanılarak çevreye daha az zarar verilmesi öngörülmüştür. Mülkiyet hakkı ise dışsallıkta zararı optimuma indirmek için mülkiyet hakkını bir tarafa vererek faydayı taraflar arasında eşit paylaştırmak şeklinde tasarlanmıştır. Dışsallık genelde olumsuz düşünülmekle birlikte olumlu olduğu durumlarda vardır fakat bunların daha aktif ve fazla olabilmesi için devlet tarafından destekleniyor olması gereklidir.

Erdemli Mallar: Toplumsal açıdan faydalı ve gerekli olduğu halde yeterli bilgi ve gelir düzeyi olmadığı için talebi yetersiz olan; aşı, zorunlu eğitim, burs hatta ücretsiz dağıtılan süt gibi mallar, erdemli mallar olarak tanımlanmakta ve devlet tarafından kullanılması teşvik edilmektedir. Toplumsal açıdan zararlı oldukları halde, devlet müdahalesi olmadığında çokça tüketilen; alkol, sigara, uyuşturucu gibi mallar da erdemsiz mallar olarak tanımlanmaktadır ve devlet tarafından kullanılmaları azaltılmaya ve yasaklanmaya çalışılmaktadır.

Doğal  Tekeller:          Rekabetçi        piyasa  ekonomisinde, üretimlerin artmasıyla birlikte güçlü olan firma üretimini daha fazla artırmakta, böylelikle maliyet düşürerek arzını artırmaktadır ve süreç içerisinde piyasayı kendi tekeline almaktadır. Bunun örneklerini telekomünikasyon, doğalgaz ve elektik dağıtımı gibi şirketlerde gözlemlemekteyiz. Devlet oluşan bu doğal tekele müdahale edebileceği gibi müdahale etmemeyi de seçebilir. Bu müdahale malın etkinliğini kaybetmesini engelleyerek hem halkın hem de üreticinin menfaatlerini göz önünde bulundurarak gerçekleştirilir.

Eksik Piyasalar: Ekonominin etkin çalışabilmesinde her mal için, belli bir piyasanın var olması gerekliliği ileri sürülür. Özel piyasaların bir mal ya da hizmeti sunmada başarısız olması açık bir piyasa başarısızlığı olarak görülmektedir. Bunun örnekleri:

•          Sigorta: Sigorta yapılan kişilerin nasıl davranacakları tam bilinemediği ve belirsiz bir durum oluşturduğundan tam rekabetçi piyasa ortamının engellendiği düşünülmektedir. Bu nedenle işsizlik sigortası, sağlık sigortası gibi belli alanlara devlet müdahale etmektedir.

•          Sermaye ve Kredi: Devlet öğrenci kredisi, Kobi kredisi gibi alanlarda piyasaya müdahale etmektedir.

•          Tamamlayıcı Piyasalar: Çok büyük ölçekli projelerde özel sektör tek başına finansman sağlayamayacağı bu piyasalarda her bir özel üretici tek başına değil, uyum ve çokluk içinde faaliyet göstermelidir.

Enformasyon Başarısızlıkları: Bu gün ve gelecek hakkında tam enformasyona sahip olunması anlamına gelen bu kavram ışığında üretici ve tüketicilerin eşit oranda bu enformasyona sahip olmaları beklenmektedir. Fakat bu genelde olmaz ve tüketici yeterli enformasyona sahip olmadığı için mala uygun değeri biçemez. Çeşitli kuruluşlar yardımıyla tüketicilerin yeterli enformasyona sahip olmaları sağlanmaya çalışılsa da bu gerçekleştirilememektedir ve devlet eliyle bu işin yapılması beklenmektedir. Yasalarla düzenlense de enformasyon beklenen düzeye getirilememektedir ve bu durum özel mallarda olduğu gibi devlet mallarında da gözlemlenmektedir.

Gelir Dağılımı İşlevi

Kamunun eşit gelir dağlımı sağlaması, eşit kaynak dağılımı sağlamasından çok daha zordur, çünkü bireysel yetenekler ve miras yoluyla elde edilen servetler eşit gelir dağılımını zorlamaktadır. Ayrıca rekabetçi piyasalar da gelir dağılımın eşitliğini zorlaştırmaktadır. Gelir dağılımı bir toplumun refahını belirlerken, adil olmayan gelir dağılımı nedeniyle piyasalar da üretimlerini lüks tüketim mallarına   ayıracak   ve   temel   mallar   ile   hizmetler üretilmeyecektir. Bu durum, gelir dağılımının daha da bozulmasına neden olabilir. Gelir dağılımının düzeltilmesi devlete bağlı olup, üç temel yöntemden bahsedilmektedir. Bunlar istihdamda engelli ve kadınlara kota konması, vergi konulması, üçüncüsü ise vergi ve sosyal transferler kullanılarak, gelir dağılımına doğrudan müdahale etmektir.

Ekonomik İstikrar İşlevi

Mal ve hizmet piyasalarındaki arz talep dengesizliğinden enflasyon, deflasyon, emek piyasalarında ortaya çıkan işsizlikle ithalat-ihracat dengesizliğinin sonucu olarak ortaya çıkan cari açık gibi makroekonomik konuları kapsamaktadır. Piyasaların hem maliye hem de para politikası kullanarak dengelemeye çalışılması ve makroekonomik sorunların çözümlenmesi, kamu kesiminin ekonomik istikrar ile ilgili yapacağı işin özüdür. Gelişme ve büyüme hedefleri de bu bağlamda incelenmekle beraber para politikaları günümüzde merkez bankası inisiyatifine bırakılmıştır.

Düzenleme İşlevi

Devlet, tekelci unsurları ve dışsallıkları azaltmayı hedeflemektedir. Ancak, bazı durumlarda devlet tüketiciyi korumak için belli konularda üreticiye yasalarla kurallar koymaktadır. Devlet kapitalist sistem içerisinde sosyal hayatı düzene koymak için bu kuralları koymak zorundadır. Yapılan bu düzenlemelerin belli sınırları olmadığı için devlet yaptığı bu düzenlemelerde son derece dikkatli ve özenli davranmalıdır.

Kamu Kesiminin İşlevlerinin Uyumu

Kamu kesiminin işlevleri arasında bir uyum sağlanması, toplum ve ekonomi açısından en iyi sonucun ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Ancak bu işlevler birbirleriyle uyumlu oldukları gibi, çoğu zaman uyumsuzluk gösterebilmektedirler.

TÜRKİYE’DE KAMU KESİMİ

Kamu Kesiminin Bileşimi

Türkiye’de kamu kesimi, genel yönetim kurumları ve kamu iktisadi teşebbüsleri (KİT) olmak üzere iki ana kısımdan oluşmaktadır. Genel yönetim kurumlarının bileşenleri, ağırlıklı olarak merkezi yönetim kurumları (genel bütçeli kurumlar, özel bütçeli kurumlar ve düzenleyici ve denetleyici kurumlar), sosyal güvenlik kurumları ve yerel yönetimler olmakla beraber 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun dışında kalan döner sermayeler ve fonlar da bu bileşenlerdendir.

5018 sayılı kanunda merkezi yönetim kurumları adı altında toplanan genel bütçeli kurumlar, özel bütçeli kurumlar ve düzenleyici ve denetleyici kurumlar kamu kesiminde gelir, gider ve etki yönünden en ağırlıklı olanlardır.

•          Genel bütçeli kurumlar; tam kamusal ya da yarı kamusal mal üreten ve finansmanı devlet bütçesinden yapılan kamu kurumlarıdır.

•          Özel bütçeli kurumlar; tam kamusal ya da yarı kamusal mal üreten, ancak finansmanı sadece devlet gelirleriyle değil aynı zamanda sunduğu mal ya da hizmetlerin fiyatlandırılmasından elde ettikleri gelirlerle yapılan kamu kurumlarıdır.

•          Düzenleyici ve denetleyici kurumlar ise; kamu maliyesinin düzenleme işlevini yerine getiren kamu kurumlarıdır.

Kamu kesiminde sosyal güvenlik kurumları, sosyal devlet ilkesinin gereği olarak bireyleri  kendi iradeleri dışında uğradıkları fiziki ve ekonomik tehlikelerin zararlarından kurtarmak ya da bu tehlikelerin zararlarını azaltmak ve bireylere insanlık onuruna yakışır bir asgari yaşam düzeyi sağlamak için oluşturulur. Türkiye’deki sosyal güvenlik kurumları Sosyal Güvenlik Kurumu ve Türkiye İş Kurumu’dur.

Yerel yönetimler yerel düzeyde kamusal mal ve hizmet sunmakla yükümlü olan kamu yönetimleridir. Türkiye’deki yerel yönetim birimleri geleneksel olarak belediyeler, il özel idareleri ve köylerden oluşmakla birlikte bunların arasına yerel  yönetim birlikleri  ve kalkınma ajanslarının eklenmesiyle çeşitlenmiştir.

•          Yerel Yönetim Birlikleri; yerel nitelikteki kamu hizmetlerinden bazılarını yapmayı üstlenmiş, il özel idaresi, belediyeler ve köylerin kendi aralarında, birbirleriyle, özgür iradeleriyle ya da yasal zorunluluktan dolayı yapmakla yükümlü oldukları görevleri en iyi şekilde yerine getirebilmek amacıyla oluşturdukları kamu tüzel kişilikleridir.

•          Kalkınma Ajansları; bir ülkenin belli bir coğrafi bölgesi içerisindeki özel ve kamusal tüm firmalar, yerel yönetimlerle sivil toplum kuruluşları arasında işbirliği sağlayarak, o bölgenin ekonomik kalkınmasını hedefleyen ve yasal bir  hükme  dayanarak  kurulan  yapılardır.

Türkiye’de 2006 yılında çıkarılan 5449 sayılı yasa ile birbirine komşu illerin gruplandırıldığı 26 adet kalkınma ajansı oluşturulmuştur.

Kamu İktisadi Teşebbüsü (KİT) Avrupa Kamu Girişimcileri Merkezi (CEEP) tarafından “mal ve hizmet üretmek üzere kurulmuş olan, mali olanaklarının yarısından fazlası merkezi veya yerel kamu yönetimleri tarafından sağlanan veya işletme sonuçlarından bu yönetimlerin sorumlu bulunduğu ve bunlar tarafından denetlenen girişimler” olarak tanımlanmaktadır.

Kamu İktisadi Teşebbüsleri kavramı, ülkeler arasında farklılık gösterse de genel olarak kamusal kaynakları kullanarak ekonomik alanda etkinlik gösteren devlet kuruluşlarını ifade eder. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde KİT’lerin kurulma nedenleri aşağıdaki ekonomik nedenlerdir:

•          Ekonomik kalkınmayı sağlamak,

•          Tekelleri devlet eliyle işletmek,

•          Özel kesimin başarısız olduğu ya da giremediği işleri yapmak,

•          Ekonomiye yön vermek,

•          Özel kesime öncülük etmek,

•          Gelir dağılımını düzenlemek.

1980’li yıllardan itibaren uygulanmaya başlanan neo liberal ekonomi politikalarının sonucu olarak, KİT’lerin önemli bir kısmının özelleştirilmiş ve bunların kamu kesimi içindeki ağırlığı azalmıştır.

Döner sermaye terimi, genel ve özel bütçeli kurumların yapısı içinde yer almakla birlikte genel yönetimin dışında tutulan, kendilerine özgü yönetim biçimi bulunan, ürettikleri mal ve hizmetleri kâr amacıyla sunabilen firmalara verilen addır.  Döner  sermaye işletmeciliğiyle temel kamusal mal ve hizmetlerin yanı sıra ticari, endüstriyel bazı hizmetlerin de sunulabilmesi, ulusal ekonomideki atıl kapasitenin kullanılması,  toplam talebin bir kısmının karşılanması ve böylelikle devlete ek gelir sağlanması  amaçlanmaktadır.

Fonlar belli bir amacın gerçekleştirilmesi için ayrılan ve gerektiğinde kullanılmak üzere bir hesapta toplanan ve harcanan paralardır. Fonlar en temel olarak;

•          Bütçe içi (parasal kaynağını bütçe ödeneklerinden alan ve bütçe tertibi olan, ancak ödeneğin kullanılmasında özelliği olan) ve

•          Bütçe dışı (hem gelirleri hem de giderleri bütçe ile ilişkilendirilmeyen, özel yasalarla kurulan, faaliyetini özel mevzuatına göre gerçekleştiren, kendine ait özel gelirleri kendi kullanan, bütçe ilkelerinden ve bütçe yasalarından bağımsız olarak yönetilen ve uygulanan)

Fonlar olarak sınıflandırılır.

Kamu kesiminde, fon uygulamasının kullanılmasında sunulan gerekçeler; mevcut mali mevzuatın kurallarından ve denetiminden kurtulmak, ek kamusal gelir yaratmak, elde edilen bu gelirleri belirli harcamalara ayırmak ve böylece alınan kararların hızlı bir biçimde uygulanmasını sağlamaktır. Ancak fon uygulamaları zaman içerisinde kamu mali sisteminde karmaşaya ve belirsizliğe yol açabilme riskini taşımaktadır. Ayrıca, kamu kaynaklarıyla finanse edilen mal ve hizmetlerde hizmet önceliğinin kaldırılarak, önceliği bulunmayan bazı mal ve hizmetlerin ön plana çıkması söz konusu olmaktadır.

Türkiye’de halen faaliyetlerine devam eden 6 adet fon bulunmaktadır. Bunlar; Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu (DFİF), Savunma Sanayini Destekleme Fonu (SSDF), Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu (SYDTF), Tanıtma Fonu, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) ve Özelleştirme Fonu’dur.

Kamu Kesiminin Büyüklüğü

Ülkelerin kamu kesiminin büyüklüğü siyasal, yönetsel, ekonomik yapı, zaman ve ölçmede kullanılan ölçü ya da yöntem gibi faktörlere bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Kamu kesiminin büyüklüğü genellikle kamu gelirleri ya da giderlerinin dikkate alınmasıyla ölçülmesine rağmen bu değerlerin gayri safi yurtiçi hasılaya (GSYH) oranlanmasıyla daha gerçekçi bir ölçüm yapılır. Kamu kesimi istihdamı, kamu yatırımları, kamu kesimi borçlanma gereği (KKBG), kamu borç stoku gibi makroekonomik değerlerin kullanılmasıyla da kamu kesiminin büyüklüğü hakkında bilgi edinilebilir.

Gayri safi yurtiçi hasıla; bir ekonomide belli bir dönemde (genellikle bir yılda) üretilen nihai mal ve hizmetlerin parasal değeridir.

Kamu kesimi borçlanma gereği; kamu kesimini oluşturan bileşenlerin, her birinin finansman açıklarının toplamından oluşan, kamu kesiminin borçlanma ihtiyacını ölçmekte kullanılan ölçüdür.

Kamu giderlerinin ya da gelirlerinin gerçekleşen parasal tutarları, kamu kesiminin nominal  ölçüsüdür. Kamu giderlerinin ya da gelirlerinin, zamanlar arası karşılaştırılmasında, nominal ölçülerin kullanılması yanıltıcı olabileceğinden bu ölçüler reel ölçülere dönüştürülür. Bu dönüştürmede bir fiyat endeksi (genellikle TÜFE ya da ÜFE) kullanılır. Bir yıla ait nominal bir değer reel değere dönüştürülmek istendiğinde, o yılın nominal değeri, aynı yılın TÜFE değerine bölündükten sonra 100 ile çarpılır.

TÜFE (Tüketici Fiyatları Endeksi); belirli bir dönemde tüketiciler tarafından satın alınan mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki değişiklikleri ölçen fiyat endeksidir.

ÜFE (Üretici Fiyatları Endeksi); belirli bir dönemde ülke ekonomisinde üretimi yapılan ve yurt içine satışa konu olan ürünlerin, üretici fiyatlarını zaman içinde karşılaştırarak fiyat değişikliklerini ölçen fiyat endeksidir.

Kamu kesiminin büyüklüğünü daha doğru ölçmek için bu kesime ilişkin değerleri ekonominin büyüklüğüne oranlamak yani oransal ölçüler kullanmak gerekir.

Kamu kesimine ilişkin değerlerin GSYH’ya oranlanması, kamu kesimi istihdamının toplam istihdama oranlanması, kamu yatırımlarının toplam yatırımlara oranlanması kesiminin büyüklüğüne ilişkin göstergelerdir.

KKBG’nin ve kamu borç stoğunun GSYH’ya oranlanması kamu kesiminin büyüklüğü hakkında fikir verirken, kamu gelir ve giderlerinin GSYH’ya oranlanmasıyla daha gerçekçi bir ölçüm yapılabilmektedir. Ancak genellikle devletlerin giderlerinin gelirlerinden çok olması (böylece devletin kullandığı kaynakların daha doğru görülmesi) nedeniyle kamu giderlerinin GSYH’ya oranlanması en çok kullanılan oransal ölçüdür. Ancak uluslararası karşılaştırmalarda bunun yerine daha çok kamu gelirlerinin GSYH’ya oranı kullanılmaktadır.

Kamu kesimi istihdamının toplam istihdam içindeki yeri de kamu kesiminin büyüklüğü hakkında fikir verebilecek ölçülerden biridir. Birçok ülkede kamu kesimi istihdamının toplam istihdama oranı 1/6 ile 1/4 arasındadır.

Kamu kesiminin büyüklüğüne ilişkin göstergelerden biri de kamu kesimi yatırımlarının toplam yatırımlara oranıdır. Kamu kesimi yatırımlarının toplam yatırımlar içindeki payı arttığında kamu kesiminin büyüklüğünün arttığını söylemek mümkündür. Ancak bu artış her zaman kamu kesiminin büyüklüğünün arttığı anlamına gelmeyebilir.

Kamu Kesimi ile Özel Kesim Arasındaki İlişki

Kamu kesimi ile özel kesim arasındaki ilişki oldukça önemlidir.

Kamu kesimi, yani devlet, kamusal mal ve hizmetleri sunar, bunların karşılığında ise vergi toplar. Daha sonra devlet, bu mal ve hizmetlerin üretimini sürdürebilmek için, vergileri üretimde özel mal ve hizmet alımında kullanır.

Karma ekonomide kamu kesiminin büyüklüğü, kamu giderlerinin düzeyiyle ölçülür. Kamu giderlerinin toplam miktarındaki ve bileşimindeki değişiklikler makroekonomik düzeyde büyüme ve istikrar açışından önemlidir.

Devlet giderlerinin finansında kullanılan vergi türleri ve oranları ya da miktarları bireylerin refah düzeyi ile özel kesimin kaynaklarını dağıtmasına ilişkin kararlarını etkiler.

Eğer bütçede bir açık ya da fazla söz konusu olursa, devlet tasarrufla yatırım arasındaki dengeye ya da ödemeler dengesine etki eder. Bütçe açığı söz konusu ise açığın boyutu ve finanse edilme şekli makroekonomik istikrar için oldukça önemlidir. Bütçe fazlası durumunda ise devlet, ekonomideki tasarruf arzını artırır.

Kamu kesimi ekonomiyi etkilediği gibi, aynı zamanda kendisi de ekonomiden etkilenir.

KAMU MALİYESİNDE KARAR ALMA

Oylama Modelleri

Siyasi karar alma mekanizmasının, bireyin tercihlerine dayalı olarak etkin bir biçimde çalı ması için dört ko ulun gerçekle mesi gerekir;

1.         Bireylerin  kamusal  mallarla  ilgili  tercihlerini kesin bir biçimde belirleyebilmesi

2.         Belirlenen tercihlerin karar alma birimlerine bilgi kaybı olmadan aktarılması

3.         Aktarılan birey tercihlerine dayalı olarak, siyasi karar alma mekanizmasının en  iyi  kararı alabilmesi

4.         Alınan kararların bürokrasi tarafından en  iyi biçimde  uygulanabilmesi.

Bireylerin tercihlerini siyasi karar alma mekanizmasına aktarma yolu oylamadır. Siyasi karar almayı açıklamaya çalı an bazı basit oylama modelleri bulunmaktadır. Bunların birço u, do rudan demokrasi modelleridir. Ancak, vatanda ların yerine karar verenler için oylama yöntemi olan temsili demokrasi modelleri de bulunmaktadır.

Herhangi bir oylama modelini analiz etmeden önce, teklif edilen bir önerinin kabul edilmesinde kullanılacak olan bir oylama kuralına ihtiyaç vardır. Kararlar hangi ço unlukta alınacak sorusunun yanıtı bulunmalıdır.

Optimal Oy Oranı

Optimal oy oranı tanımlanmadan önce bazı kavramların yapılması yerinde olacaktır.

Oy çoklu u; Belirli bir oran aranmadan çok oy alan alternatifin  kazanmasıdır.

Salt ço unluk; Oylamaya katılanların yarıdan en az bir fazlasının sa lanmasıdır.

Oy birli i; Oylamaya katılan tüm ki ilerin eksiksiz kabul

etmesini gerektiren kuraldır.

Nitelikli ço unluk; Oylamaya katılanların  2/3, 3/4, 4/5 gibi salt ço unluktan daha fazla oy gerektiren kuraldır.

Optimal oylama kuralını ilk analiz edenler James Buchanan ve Gordın Tullock’tur. Buchanan – Tullock optimal  oy  kuralı  için,   iki   maliyet   do rusu tanımlamı lardır. Bunlar dı sal maliyet ve karar alma maliyetleridir. Herhangi bir kamusal karar için, seçmenlerin daha fazla oranda oylarının gerekli olması, seçmenlerin oylamadan daha fazla kazanç elde etmesine neden   olacaktır.   Ancak,   gerekli   oranda   seçmenin anla ması için, karar alma maliyetleri ve zaman da o kadar artacaktır. Bir alternatifin kazanması için, gerekli oy oranının azalmasının anlamı, daha çok bireyin azınlıkta kalarak alınan karardan zararlı çıkmasıdır. Gerekli oy oranı arttıkça da azınlıkta kalan birey sayısı azalaca ı için, ortaya çıkacak zararlar da azalacaktır. Bu zararlardaki azalı ı gösteren e ri, dı sal maliyet e risidir.

Sayfa 68’deki ekil 4.1’de C e risi bir kararın alınması için gerekli oy  oranının  artmasıyla  temsili  bir  bireyin dı sal maliyetinin nasıl dü tü ünü ve oybirli inde sıfıra

ula tı ını göstermektedir. Oy oranının artmasıyla karar alma maliyetlerinde bir artı olacaktır. Oy  birli ine yakla ıldıkça, herhangi bir kararı alabilmek için, geçecek zaman ve katlanılacak maliyet de o kadar artacaktır. Oy birli inde ise kararların alınmasında her bireyin, bir anlamda, veto yetkisi olaca ından, stratejik  davranı lar çok daha önemli hale gelecektir. Gerekli oy oranının artmasıyla ortaya çıkan bu maliyet de “karar alma maliyetleri” e risinde gösterilmektedir. ekil 4.1’de karar alma maliyetleri D e risi olarak görülmektedir.

Tanımlanan bu iki maliyet e risinin toplamı, gerekli oy oranının toplam maliyetini (C+D) vermektedir. Toplam maliyet e risinin minimum oldu u yerde optimal oy oranı belirlenmi olacaktır. ekil 4.1’de de optimal oy oranı n0 olarak görülmektedir.

Ancak, Optimal oy oranın bu biçimde belirlenmesinin getirdi i sorunlar da vardır. Öncelikle dı sal maliyet fonksiyonunun belirlenebilmesi için, temsili bireyin kolektif anla madan do an tüm kazançların gerçekle ti i fayda düzeyini bilmesini gerektirmektedir. Bunu belirleyebilmek oldukça güçtür. Bir di er sorun, optimal ço unlu un seçiminde kullanılan kural ile ilgilidir. n0’ın tüm bireyler için aynı olmasını garantileyen hiçbir ey yoktur.

Medyan Seçmen Modeli

Kamusal malların üretim düzeyinin  belirlenmesinde en eski model, ço unluk oylama modelidir. Medyan seçmenin en çok tercih etti i düzey ço unluk tarafından kabul edilmi tir. Kamusal mal tercihlerin normal da ıldı ı bir durumda, medyan seçmen, ortalama tercihe sahip olaca ı için, ço unluk kuralıyla kamusal malın üretim düzeyi etkin olacaktır.  Kamu  malı  tercihleri  normal da ılmamı sa, ortalama tercihlerle medyan seçmen farklıla acaktır. Ço unluk kuralı medyan seçmeni karar verici konumuna koydu u için, optimal olmayan bir sonuç elde  edilecektir.  Örne in;   ortalama   medyanı   a arsa ço unluk kuralıyla oylama, kamu malı üretiminin optimal altı belirlenmesine neden olacaktır.

Oylama Paradoksu

Ço unluk oylama modelinin oldukça tartı ılan bir yönü herhangi bir sonuca ula amadı ı durumdur. Ki isel tercihlerde ortaya çıkan bazı tutarsızlıklar oylamada bir paradoksa neden olmaktadır. Oylamada seçeneklerin hiçbiri di erine üstünlük sa layamama durumu vardır. Seçim farklı iki alternatif arasında tekrarlandıkça farklı sonuçlara ula ılmaktadır. Oylama paradoksunun ortaya çıkardı ı bu duruma “döngüsel ço unluklar” (cyclical majorities), “sosyal tercihlerin geçirkensizli  i” (intransitivity of social preferences) olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir durumda, bireysel tercihlerden sosyal bir tercih yapmak imkânsızdır. Bireysel olarak her bireyin  tercihi  kendisi  açısından do rudur. Bireysel tercihlerde küçük ortaya tercih ediliyor, ortada büyü e tercih ediliyorsa küçük büyü e tercih  ediliyor  demektir.  Ancak,  sosyal  tercihlerde  bu durum her zaman geçerli olmamaktadır. Medyan seçmen modelinin bir sonuca ula abilmesi için gerekli ko ul tüm bireylerin tercihlerinin tek zirveli olmasıdır.

Oy Alı veri i (Logrolling)

Siyasi karar almanın iki önemli özelli i vardır. Birincisi, ço unluk kuralıyla bir konu üzerinde karar verilirken her bireyin oyu, seçmenin tercih yo unlu u dikkate alınmadan, aynı a ırlıkta oldu unun kabul edilmesidir. kincisi, tekliflerin  birbirinden  ba ımsız  olarak  karara ba lanmamasıdır. Teklifler üzerinde sürekli olarak oylama yapılması, zaman içinde oy alı veri ine (oy ticareti) neden olmaktadır. Ço unluk oylaması; parasal olarak tüm seçmen tercihlerinin aynı yo unlukta oldu u varsayımıyla her bireyin sadece bir oyu oldu u varsayımına dayanmaktadır. Her bireyin tercih yo unlu unun aynı olmasının anlamı, ço unlu un destekledi i bir teklifte, toplam kazançların toplam kayıplardan fazla olmasıdır. Ço unluk oylaması, bireylerin alternatifler konusunda tercih yo unluklarını belirtmelerini  engellemektedir. Çünkü; her birey bir oya sahiptir. Rekabetçi piyasalarda bireyler bir mal ve hizmet için daha fazla ödeme yapmak isterlerse (bütçe kısıtlarına kadar), tercih yo unlu unu göstermi olmaktadır. Kamusal tercihlerde bir birey bir oy kuralı  varken rekabetçi piyasalarda bir -bir oy kuralı geçerlidir. Rekabetçi piyasalardaki bu kurala uygun biçimde kamusal kararların alınmasındaki kurallara uygulanabilir. Örne in; puanlı oylama ya da puan verme kuralı (point voting) gibi. Bu kurala göre, her seçmene, örne in 100 puan verilir. Seçmenler ajandada yer alan konular hakkında tercih yo unluklarına göre söz konusu puanlar da ıtırlar. Çok fazla tercih ettikleri bir alternatif için   tüm   puanlarını   oylayabilecekleri    gibi,    tercih yo unlu u çok dü ük olan bir alternatif için sadece bir puanlık oy kullanabilirler. Bu biçimde yapılan oylamada tüm seçmenlerin oyları (puanları) toplanmakta ve en çok puan alan alternatif kazanmaktadır.  Bireylerin  tercih yo unluklarını oylamalarda dikkate almanın bir ba ka yolu oy alı veri idir. Oy alı veri inin refah artırıcı ya da azaltıcı olarak görülen örneklerinin dı ında, oldukça olumsuz sonuçları da ortaya çıkabilmektedir. Örne in; güvenoyu verme, görü ülen  bütçeye olumlu  oy verme, koalisyon hükümetlerinin kurulu unda, bakanlık pazarlıklarında, milletvekili transferlerinin gündeme gelmesi oy ticaretinin, çok ahlaki olmayan (demokrasi kültürüne aykırı olan) gizli alı veri ine örneklerdir. Hatta bazı zamanlarda belirli oylar kar ılı ı yüksek paraların konu ulması, gizli ve ahlaki olmayan oy ticareti örnekleridir. Oy ticareti her zaman gizli yapılmaz. Koalisyon protokollerinde, koalisyonu olu turan partiler birbirlerinin politikalarını destekleme sözü verilir. Bu açık oy alı veri i olarak adlandırılmaktadır.  Bu  tür  açık  oy alı veri leri bir anlamda yasallık kazanmaktadır ve demokrasi     kültürüne     aykırı     sayılmazlar.      Oy alı veri lerinin olumsuz bir yönü de kamu harcamalarının a ırı artmasına neden olmasıdır. ki ayrı partinin kendi bölgelerine   ve   seçmen   tabanına   yönelik   politikaları destekleme sözü vermesi sonucu, oy ticaretinin olmadığı durumlarda, kamu harcamaları fazla olacaktır.

Downs Temsili Demokrasi Modeli

Seçmen ve karar verilecek alternatif sayılarının artması halinde,      do rudan       demokrasilerin       i lemesi güçle mektedir. Bireylerin bir araya gelip karar alabilece i oldukça küçük birey sayılarında bile, her bireyin her alternatif hakkında dü üncelerini açıklamak için fırsatları olmayacaktır. Bu nedenle seçmen ve alternatif konular artarak seçmen tercihlerini temsil edecek bireylerin seçimi söz konusu olacaktır. Bir ba ka deyi le, temsili demokrasiler ortaya çıkacaktır.

Kamusal tercihler teorisi, temsili demokrasileri üç açıdan incelemektedir;

1.         Temsilcilerin seçilmek için ve seçildikten sonra davranı ları,

2.         Temsilcileri seçen seçmen davranı ları,

3.         Temsili demokrasilerden         alınan  kararların özellikleri

Seçmenler gibi temsilcilerin de rasyonel bireyler oldukları varsayılmaktadır. Temsilciler de kendi fayda fonksiyonlarını maksimize etmeye çalı maktadırlar. Seçmenlerin fayda fonksiyonlarının kamusal mal ve hizmetleriyle bunların finansman biçimleri tarafından belirlendi ini varsaymak oldukça kolayken, temsilcilerin fayda fonksiyonlarını tanımlamak oldukça güçtür. Temsilcilerin fayda fonksiyonunda, kendi seçmen tabanının görü lerini  temsil etmekte ba ka nedenler  de bulunmaktadır. Downs modelinde siyasi partiler, toplum kaynaklarının etkin da ılımıyla ilke olarak ilgilenmemekte, her birinin temel amacı oylarını maksimize ederek tekrar seçilebilmektir. Hükümetlerin kaynakları etkin kullanmaya yönelik davranı ları, ancak di er partilerin rekabetiyle gerçekle ir. Dolayısıyla önemli olan konu partiler arası rekabetin, kaynakların etkin kullanımına yönelik i leyip i lemedi idir. Oy maksimizasyonu bu nedenle politikacıların ve partilerin davranı larını açıklamakta oldukça önemlidir.

Baskı Grupları

Kamusal kararların alınmasında, günümüzde, seçmenlerle politikacılar ve partiler arasındaki ili kilerden daha çok, baskı  gruplarıyla  politikacılar   ve   partiler   arasındaki ili kiler geçerlidir. Çıkar grupları, benzer zevk ve tercihlere sahip bireylerin olu turdu u gruplardır. Çıkar grupları, kendi çıkarlarına yönelik olarak politikacılar ve partiler üzerinde baskı olu turacak biçimde faaliyette bulunduklarında baskı grupları adını almaktadır.

Bir baskı grubu olu turmanın altında yatan gerçek, grup üyelerinin ortak çıkarları ve amaçlarıdır. Baskı gruplarının, grup üyelerinin ortak çıkarları için çalı ması yapılan faaliyetin, kamusal bir mal ve hizmet niteli i almasına neden olmaktadır. Baskı grubunun yaptı ı hizmetin faydası, tüm bireylerce ortak tüketilmektedir. Bu nedenle   kamusal   mallarda   ortaya   çıkan   bedavacılık sorunu, baskı grupları için de geçerlidir. Bedavacılık sorunu, üye sayısının artmasıyla artaca ı beklendi inden, çok sayıda üyesi bulunan baskı gruplarının da faaliyetlerinde ba arı ansı da dü mektedir. Baskı grubu olarak ba arıya ula ma, elde edilecek fayda ya da çıkarın büyüklü üyle do ru orantılıdır. Toplumun tüm kesimleri baskı grubu olarak örgütlenebilir ve etkin çalı abilirse baskı gruplarının, kaynakların etkin tahsisinde olumlu rolleri oldu u söylenebilir.

Bürokrasi

Bürokrasi, devletin vermi oldu u hizmetleri üretmekten sorumlu büroların toplamı olarak tanımlanabilir. Bürolar hizmetlerin finansmanını, devletten istedikleri bütçeler aracılı ıyla yaparlar. Bu nedenle büroların asıl finansman kayna ı, ortak bir havuzda toplanan vergilerdir. Büro ve bürokrasinin kaynak tahsisindeki rollerinin incelenmesi, bürokratların amaçlarının ve davranı biçimlerinin bilinmesini  gerektirmektedir.

Genel olarak bürokrasinin etkin çalı madı ı, yenilikten uzak, esnek olmadı ı, rutine sıkı sıkı ba lı oldu u konusunda yaygın bir görü vardır. Bürokraside ortaya çıkan sorunların nedenleri, sadece kamu kesiminde yer almalarından de il, aynı zamanda bürokrasinin do asında da vardır. Özel sektör üretim faaliyetinde çalı anların yapacakları i ler açık bir biçimde belirlidir, girdiler ve çıktılar gözlemlenebilir ve girdi çıktı arasındaki ili kiler de kolaylıkla tanımlanabilir. Kamu kesimindeki bürolar için bu   sayılanların   hiçbiri   geçerli   de ildir.    Büroların çalı masında te vik yapısının olu turulamaması temel sorunlardan biridir. Etkin  bir  te vik  yapısı,  girdi  çıktı ili kisine dayalı, performans ölçümlerini gerektirirken, bürolarda girdi çıktılar belirli olmadı ından, performans de erlendirmeleri de imkansız olamasa bile çok güçtür.

Büroların do asında bulunan bir ba ka sorun, amaçlarının çoklu udur. Özel sektör üreticisinin genellikle tek bir amacı vardır;  kâr maksimizasyonu. Ancak,  büronun hizmeti birden çok amaca yöneliktir. Örne in; devlet üniversitesinde bir fakülte açılaca ı zaman, fakültenin nitelikli ö renci mezun etmesi nedeniyle kaynak tahsisinde etkinlik sa lanaca ı söylenebilirken söz konusu fakültenin, aynı zamanda gelir da ılımının düzeltilmesi yönünde de fayda sa layaca ı açıktır. Hangi amacın daha öncelikli oldu u de er yargılarına göre de i ecektir.

Kendine verilen görevleri, soru sormadan, kurallara uygun bir biçimde yerine getiren bürokrat, Max Weber tarafından rasyonel bürokrat olarak tanımlanmı tır. Ancak, bu tip bürokrat Niskanen ve Breton tarafından daha gerçekçi bir biçimde tanımlanmı ve analiz edilmi tir. Niskanen bürokratları di er bireyler gibi, fayda maksimizasyonunu amaçlamaktadır. Bürokratın fayda fonksiyonunu, ücreti, terfi ko ulları, emrinde çalı an ki i sayısı ve onların ücretleri, bürokrata sa ladı ı ün, iktidar ve patronaj gücü tarafından etkilenmektedir. Bürokratın fayda fonksiyonu içinde yer alan birçok kalem do rudan büronun bütçesini ilgilendirmektedir.    Bu    nedenle    bürokratlar,    fayda

maksimizasyoncu oldukları kadar, bütçe maksimizasyoncusu olarak da nitelenebilirler.

Niskanen’in basit modelinde bürokrasi, toplum için en uygun noktadan iki kat daha fazla çıktı üretebilmektedir. Büro   çıktısının,   bütçesiyle   do ru    orantılı    oldu u dü ünülürse bütçesini, iki kat artırabilecektir. Tüm bürokratların aynı biçimde davrandıkları varsayılırsa bunun do al sonucu kamu kesiminin iki kat büyümesidir. Niskanen’in bu modeli, devletin küçültülmesi gereklili ini ortaya koymu tur.

Niskanen modelinde, büro hükümete bir bütçe büyüklü ü teklif etmektedir. Hükümet de bu teklifi de erlendirip azaltıp artırma ya da aynen kabul etme yetkisine sahiptir. Bu modelde büro, kamu hizmetini gören birim olarak tekeldir, bütçeyi ve büronun finansmanını sa layan hükümet de tekeldir. Burada büronun bütçe teklifini yaparken nelere dikkat etti i önemlidir. Öncelikle ihtiyacı olandan daha büyük bir bütçe teklif edecektir. kinci olarak, bütçe teklifini yaparken ortaya çıkacak faydaları, fazla göstermeye çalı acaktır. Bu e iliminde de ço u zaman ba arılı olacaktır. Çünkü; bürolar faaliyetleri konusunda, hükümete oranla çok daha fazla bilgi avantajına sahiptir. Hükümet üyeleri her büro ile ilgili ayrıntılı bilgilere sahip de ildirler ve bilgi edinmek için belirli bir maliyete katlanmak zorundadırlar. Bu tür bilgiye sahip olmayan hükümet üyeleri, büronun açıkladı ı fayda düzeyini ve bütçe büyüklü ünü kabul etmek durumunda kalmaktadırlar. Bütçe tekliflerini yaparken dikkat ettikleri üçüncü konu, hükümet üyelerinin bütçede bir indirim olasılı ına   kar ı   bütçelerini   yüksek   teklif    etmeye çalı malarıdır.

Niskanen’in modeli oldukça basit ve gerçeklerden uzaktır. lk ele tiri  olarak;  öncelikle  büro  yöneticilerinin söylendi i gibi, bütçe maksimizasyonu amaçlayıp amaçlamadıkları sorgulanabilir. Çe itli çalı malarda belirlendi i üzere, bürokratlar bütçe maksimizasyonu aracılı ıyla kendi fayda fonksiyonlarını maksimize etmekten ziyade, kamu yararına çalı mak ya da kamu görevini yerine getirmeyi amaçlayabilmektedirler. kinci olarak; hükümetin, büro tarafından teklif edilen bütçeyi, sorgusuz olarak kabul etmesi söz konusu olmayabilir. Büroların bütçe teklifleri, genellikle önce hükümet tarafından incelenmekte, daha sonra yasama organlarında kabul   edilmektedir.   Dolayısıyla    bütçe    tekliflerinde de i iklikler, büronun teklifinden sonra de i ebilmektedir. Büronun, hizmet üretiminde bir anlamda tekel durumunda olması, bütçe teklifini “ya hep, ya hiç” ekline getirmesine neden olmaz. Çünkü; bütçe teklifini kabul edecek olan hükümet de tekel satın alıcı (monopson) durumundadır. Tüm bu ele tirilere ra men Niskanen’in modeli, kamu kesimi bürolarında ortaya çıkabilecek kaynak tahsisinde etkinsizliklere neden olabilece ini göstermesi  açısından ilgi çekici olmu tur. Büroların  hizmet  miktarının  çok dü ük oldu unu dü ünen seçmen ve politikacı oldu u gibi, çok fazla oldu unu da dü ünenler bulunmaktadır.

KAMU HARCAMALARI

Kamu Harcamaları Kavramı

Kamu harcamaları, devletin mal ve hizmet alımları için yaptığı harcamaların genel adıdır. Bu hizmet alımları devletin yüklendiği yeni görevler doğrultusunda kalkınma hızını arttırmak, gelir dağılımını iyileştirmek ve kaynak dağılımını düzeltmek  şeklinde de olabilmektedir.  5018 sayılı “Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu”nun amacı, kalkınma planları ve programlarda yer alan politika ve hedefler doğrultusunda, kamu malî yönetiminin yapısını ve işleyişini, kamu bütçelerinin hazırlanmasını, uygulanmasını, tüm malî işlemlerin muhasebeleştirilmesini, raporlanmasını ve malî kontrolü düzenlemektir. Kamu harcamalarını açıklayan iki görüş bulunmaktadır. Bunlar kamu harcamalarını geniş anlamda açıklayan “sosyoekonomik tanım” ve kamu harcamalarını dar anlamda açıklayan “hukuki tanım” dır.

Geniş anlamda kamu harcaması, devlet bütçesi kapsamının dışında kalan ve kamu kesimini oluşturan unsurlar olan; genel bütçe, özel bütçe, düzenleyici ve denetleyici kurum bütçeleri, yerel yönetimler, fonlar, sosyal güvenlik kurumları, döner sermayeli kurumlar, KİT’ler ile diğer kamu kurumlarının harcamalarını da içermektedir. Sosyoekonomik tanıma göre devletin sosyal hayatla ekonomik faaliyetlerdeki rolü ve devleti karakterize eden kamu gücü göz önünde bulundurulmaktadır. Bu yaklaşımla devlet kalkınma ve büyüme hızını artırmak, gelir dağılımını düzeltmek gibi amaçları gerçekleştirmek için bazen doğrudan mal ve hizmet alımına yönelirken bazen de özel kesime karşılıksız ödemeler yapmaktadır.

Dar anlamda kamu harcamaları yaklaşımı, Maurice Duverger tarafından hukuki tanım olarak ifade edilmektedir. Buna göre, kamu harcamasını tanımlamada harcamayı yapan kurumun hukuki kimliği göz önünde bulundurulmaktadır. Genel olarak bakıldığında dar anlamda kamu harcamaları, merkezi hükümet bütçesiyle yapılan harcamalarla özel bütçeli kamu idareleri tarafından yapılan harcamaları ifade eder. Dar kapsamlı kamu harcamaları yaklaşımı, geniş kapsamlı kamu harcamaları yaklaşımına nazaran genel kabul gören bir yaklaşım olmuştur. Bunun nedeni, geniş anlamda kamu harcaması boyutlarının belirlenmesindeki güçlükler, fon akımlarının sağlıklı olarak belirlenememesi, özel kesim finansmanında kamu payının net bir biçimde ortaya konmamasıdır.

Kamu  Harcamalarının  Sınıflandırılması

Kamu harcamalarında sınıflandırılma yapılması şu nedenlerden dolayı yapılmaktadır:

•          Harcamalarda açıklık ilkesinin yerine getirilmesi,

•          Savurganlık     ve        keyfilikten      kaçınmayı kolaylaştırma,

•          Bütünü oluşturan grupları daha iyi görme,

•          Kamu yönetiminin daha hızlı ve daha az maliyetle verimli ve etkin çalışmasına katkı sağlama,

•          Harcama programlarını daha iyi hazırlama,

•          Yıllık harcama programlarıyla bütçe arasında daha iyi ilişki kurma,

•          Belli harcama grupları arasında karşılaştırma yapabilmedir.

Kamu harcamaları idari, fonksiyonel ve ekonomik olarak sınıflandırılmaktadır.

İdare sınıflandırma, kamu harcamalarının, kamu hizmetini yürüten kurumlar bazında sınıflandırılmasıdır. Ekonomik analizler için yeterli değildir. Çünkü bu sınıflandırma, kamu harcaması yapan dairelerin idari tablosuna göre zaman ve mekâna bağlı olarak değişebilir. İdari sınıflandırma organik sınıflandırma olarak da adlandırılmaktadır.

İdari sınıflandırmanın sağladığı önemli kolaylıklar da vardır. Bunlar:

•          Kamu hizmetlerini gerçekleştirecek kuruluşların tespiti,

•          Fayda maliyet analizleri yoluyla tercihlerin belirlenmesi,

•          Savurganlıkların  önlenmesi,

•          Bütçenin yapımında harcamaların muhasebeleştirilmesi ve denetiminin sağlanmasıdır.

Fonksiyonel sınıflandırma, kamu harcamalarının amaçlara yönelik hizmetler bazında sınıflandırılmasıdır. İşlevsel ve görevsel sınıflandırma olarak da adlandırılmaktadır. Bu sınıflandırma eğitim, sağlık, ulaştırma, savunma, adalet, ekonomik yönlü hizmetler ve genel hizmetleri kapsamaktadır.

Toplam maliyetin saptanmasının yanında birim maliyetin belirlenmesinde, birim maliyete etki eden faktörlerin gözden geçirilerek hizmette etkinlik sağlamaya, harcanan parayla elde edilen fayda arasında karşılaştırmalar yapmaya olanak tanıması gibi avantajları bulunmaktadır. Ayni kamu hizmetlerinin, bazı durumlarda, farklı kamu kuruluşları tarafından gerçekleştirilmesi bu sınıflandırmayı ve bunun bir uzantısı olan ayni hizmet için yapılan toplam harcamaların belirlenmesini güçleştirmesi gibi dezavantajları da bulunmaktadır.

Ekonomik sınıflandırma, kamu harcamalarının toplam hasılaya katkısı bazında sınıflandırılmasıdır. Bir değer yaratan, yani GSMH’ya katkıda bulunan harcamalar, yatırım ve cari harcamalardır. Buna karşılık o dönemin GSMH’sına bir katkıda bulunmayıp, bir aktif transferi karşılığında yapılmış harcamalar, transfer harcamalarını oluşturmaktadır. İktisadi amaçlarla ilgili görevler sonucunda ortaya çıkan harcamalar, gerçek harcamalar ve transfer harcamaları şeklinde bir ayrıma tabi tutulabilir.

Gerçek harcamalar: Devletin, dolaylı ya da dolaysız bir tarzda üretim faktörlerinin ya mülkiyetine ya da kullanma hakkına sahip olmasını sağlayan harcama türüdür. Gerçek harcamalar, toplam arza katkı yapan devlet hizmetlerinin bedelidir. Gerçek harcamalar teriminin yerine reel harcamalar, faktör harcamaları, efektif harcamalar, mal ve hizmet alım harcamaları gibi terimler de kullanılmaktadır. Memurlara yapılan maaş ödemeleri gerçek harcamalar kapsamındadır. Gerçek harcamalar, cari ve yatırım harcamaları olarak iki başlık altında incelenebilir.

Cari harcamalar, mevcut üretim kapasitesini kullanmak için gerekli mal ve hizmet bedellerinden oluşur. Bunlar; ek çalışma ücreti, hizmet alımı ve demirbaş alımlarından oluşur. Cari harcamalar, daha çok devletin yüklendiği kamu hizmetlerinin yapılabilmesi için gerekli idari hizmetleri sağlamaya ve sürdürmeye yarar.

Yatırım harcamaları, üretim kapasitesini artırmak için yapılan, üretim faktörlerinin verimliliğini artıran ve faydası birden fazla yıla yayılan dayanıklı mallar için yapılan harcamalardır. Bunlar; yollar, yapılar, barajlar, tesisler vb. şeklindedir.

Yatırım harcamaları, GSMH’ya katkıda bulunarak kamu sektöründe sermaye birikimine yol açar ve ülke ekonomisinin üretim gücünü artırır.

Transfer harcamaları: Satın alma gücünün özel şahıslar ya da sosyal tabakalar arasında el değiştirmesine yol açan kamu harcamalarıdır. Yani kamu harcamaları ekonomide mal ve hizmet akımları meydana getirmiyorlarsa bu harcamalara transfer harcamaları denir. Bu harcamalar, kamu sektöründen diğer sektörlere satın alma gücü aktarırlar. Ulusal üretim kapasitesi üzerinde doğrudan etkisi yoktur.

Türkiye’de Kamu Harcamalarının Sınıflandırılması

Kurumsal sınıflandırmada, bütçe sistemi içinde yer alan idari yapı temel alınmıştır. Kurumsal sınıflandırma, siyasi ve idari sorumluluğun belirlenmesini ve performans sorumlularının belirlenmesini hedeflemektedir. Türkiye’de dört düzeyli bir kodlama benimsenmiştir. (S: 91, Tablo 5.1)

Fonksiyonel sınıflandırma devlet faaliyetinin türünü göstermek amacıyla tasarlanmıştır. ( S: 92, Tablo 5.2)

Finansman tipi sınıflandırma harcamanın hangi kaynakla finanse edildiğini gösterir. (S: 92, Tablo 5.3)

Ekonomik sınıflandırma, devlet faaliyetlerinin, milli ekonomi üzerindeki etkilerine göre gruplanmasıyla oluşturulmuştur. (S: 92, Tablo 5.4)

Kamu Harcamalarının Artışı

Kamu harcamalarında oluşan artışlar, görünürde artışlar ve gerçekte artışlar olmak üzere iki başlıkta incelenir.

Topluma sunulan mal ve hizmetlerde kalite ya da miktar olarak bir artış olmazken, kamu gider tutarlarında bir artış

meydana gelebilir. Bu görünürde artışı ifade eder. Kamu harcamalarının görünürde artış nedenleri, paranın satın alma gücünün düşmesi, bütçe sistemlerinin değişmesi, ülke yüzölçümü ve nüfusun artmasıdır.

Paranın Satın Alma Gücünün Düşmesi: Kamu harcamalarının görünürde artmasının nedenlerinden biridir. Paranın değer kaybetmesi sonucunda paranın satın alma gücünde ortaya çıkan azalışlar, kamu hizmetlerinin gerçekleştirilmesi için katlanılması gereken giderlerinde görünüşte yani nominal olarak artmasına yol açmaktadır.

Bütçe Sistemlerinin Değişmesi: 20. yüzyıl başlangıcına kadar devlet bütçeleri safi bütçe usulüne göre düzenlenirken daha sonra gayri safi usule geçilmiştir. Bu değişiklik ile gelir ve gider kalemlerinin birbirine mahsubu yapılmaksızın gösterilmesi bütçe rakamlarının görünürde yükselmesine neden olmuştur.

Ülke Yüzölçümü ve Nüfusun Artması: Ülke yüzölçümünün ve nüfusun artmasına paralel olarak hizmet harcamalarında da bir artış meydana gelir. Sağlık, eğitim, konut, ulaşım, altyapı vb. konulardaki harcamalarda kamu giderlerinin büyümesine neden olmaktadır.

Kamu Harcamalarının Gerçek Artış Nedenleri: Kamu harcamalarının topluma  sunulan  mal ve  hizmetlerin kalitesi ve miktarında meydana gelen artışla birlikte artmasıdır. Ekonomik nedenler, teknolojik nedenler, sosyal nedenler, askeri nedenler, siyasi nedenler bu gruba girer.

Ekonomik Nedenler: Sosyal devlet anlayışının gereği olarak devletler yeni görev ve sorumluluklar yüklenmiştir. Buna bağlı olarak da devletin ekonomik ve sosyal alanda daha fazla yer alması ve daha fazla harcama yapması gerekliliği ortaya çıkmıştır. Bunun dışında şehirlerin büyümesiyle alt yapı yatırımları da kamu harcamalarını artırmıştır.

Teknolojik Nedenler: Dünyada meydana gelen teknolojik gelişmeler neticesinde devletler de bu teknolojik gelişmelere ayak uydurmak zorunda kalmışlardır. Bunlar da kamu harcamalarında artışa neden olmaktadır. Bunun dışında kamu fonları ile Ar-ge faaliyetleri desteklenmekte, hükümetler kamu araştırma sisteminin güçlenmesiyle bunların yeni buluşlarla verimliliğinin artmasına yönelik bir takım reformlar ortaya koymaktadırlar.

Sosyal Nedenler: Toplumsal değişimle birlikte ortaya çıkan yeni sosyal hizmetler kamu harcamalarında artışa neden olmaktadır. Koruyucu ve önleyici sağlık hizmetleri, yaşlı ve sakatlara yönelik yapılan yardımlar bunlara örnektir.

Askeri Nedenler: Savaş uygulaması sonucu ortaya çıkan maliyetler, milli savunmayı sağlamaya yönelik çalışmaların doğurduğu maliyetler ve savaş sonrası dönemde ortaya çıkan ve karşılanması gereken maliyetler askeri nedenlerle ortaya çıkan kamu harcamalarındaki gerçek artışlardır.

Siyasi Nedenler: Seçim dönemlerinde partilerin kendi aralarındaki kamu kaynaklarının kullanımı  açısından rekabetleri ve partilerin siyasi görüşlerine  bağlı olarak ekonomi politikalarında meydana getirdikleri değişiklikler kamu harcamalarında farklılıklar meydana getirebilmektedir.

Kamu Harcamalarının Artışını Açıklamaya Yönelik Görüşler

Ülkelerin tarihsel gelişimleri incelendiğinde kamu harcamalarında sürekli bir artış eğilimi gözlenmektedir. Bu artış eğilimin nedenleri hakkında da çeşitli görüşler ortaya konmuştur.

Wagner Kanunu: Wagner’e göre kamusal mal ve hizmetlere yönelik talep sürekli artarken vergi gelirlerinde aynı oranda bir artış olmadığı için kamu harcamaları yükselecektir. Ekonomik gelişme ve sanayileşme arttıkça kamu harcamaları da artacaktır. Ayrıca nüfusun artması da kamu hizmetlerinde ve sosyoekonomik alanda devletin yapacağı harcamaları artıracaktır. Wagner kanunu, kamu harcamalarının, milli gelirden daha hızlı artmasını ifade etmektedir.

Peacock-Wiseman’ın Sıçrama Tezi: Sıçrama hipotezine göre, savaşlar gibi büyük bunalım dönemlerinde, kamu harcamaları sıçrama yaparak artar, bunalım sonrası dönemlerde de eski düzeyine inemez. Peacock ve Wiseman kamu harcamalarındaki artışın kamu gelirlerindeki artışla ilgili olduğunu belirtmişler, ekonominin gelişmesine paralel olarak sağlanan vergi hâsılatında ve  bunun  sonucunda  yapılan harcamalarda, yükselmenin ortaya çıkacağını iddia etmişlerdir.

Kamu Tercihler Teorisi: Bu yaklaşımda kamu harcamalarındaki artış politik süreçle ilişkilendirilmiştir. Kamusal tercihler teorisine göre devletin aşırı büyümesi ekonomik ve politik yozlaşmayı da beraberinde getirmektedir. Politikacıların çıkar güdüsü, siyasal iktidarın miyopluğu, hizmet kayırmacılığı, politik rekabetin eksikliği, parti içi demokrasinin  eksikliği, bürokratik etkinsizlikler, seçmenin ilgisizliği, seçmenin eksik bilgiye sahip olması, seçmenin politik miyopluğu, oylama maliyeti, çıkar ve baskı gruplarının faaliyetleri ve oy ticareti kamu kesiminin başarısızlığı olarak karşımıza çıkmakta ve ekonomi üzerinde olumsuz etkiler meydana getirmektedir.

KAMU GELİRLERİ

Kamu Finansmanı

Kamu ekonomisi asli olarak bölünemez nitelikte mallar üretmekle birlikte, toplumsal talebi karşılamak üzere yarı bölünebilir kamusal mallar ve bölünebilir özel mallar da üretebilmektedir.

Bölünemez nitelikteki mal ya da hizmetlerin finansmanında esas olan, zorunlu (cebri) finansman yöntemidir. Başka bir deyişle kamusal malların finansmanında vergileme başlıca finansman aracıdır ve devletin topluma sunduğu birçok mal ve hizmet de bölünemez nitelikte olduğu için vergileme kamu gelirlerinin en önemli kısmını oluşturur.

Modern devletin aynı zamanda sosyal devlet özelliğini taşıması, eğitim ve sağlık gibi yarı kamusal bölünebilir mal ve hizmetleri de üretmesine ve topluma sunmasına yol açmıştır. Bu malların yarı bölünebilir özellikler içermesi, maliyetlerin kısmen zorunlu, kısmen de gönüllü ödemeyle karşılanmasına olanak vermektedir. Böylece bu mal ve hizmetlerin finansmanı vergi, harç gibi finansman araçlarıyla karşılanabilir. Yarı kamusal mallarda finansman, hem kullanıcı fiyatları, hem de vergilerle yapılan karma finansmanla sağlanmaktadır.

Devlet, bazı durumlarda, toplumsal talebi karşılamak için özel mal ve hizmetleri de sunmak durumunda kalabilir. Bölünebilir nitelikte olan bu mal ve hizmetlerin fiyatlandırılmasında piyasa kuralları geçerlidir.

Kamu gelirlerini;

•          zorla (cebri olarak) elde edilen gelirler,

•          zorlama olmadan elde edilen gelirler,

•          parasal işlemlerden elde edilen gelirler olarak  sınıflandırabiliriz.

Kamunun Zorla (Cebri Olarak) Elde Ettiği Gelirler

Bu gelirler;

•          vergiler,

•          harçlar,

•          resimler,

•          şerefiyeler,

•          vergi benzeri gelirler (parafiskal gelirler),

•          para cezaları,

•          zorunlu borçlar olarak sıralanabilir.

Vergi, devlet ya da vergilendirme yetkisine sahip kamu kuruluşlarının, kamu harcamalarını karşılamak üzere, gerçek ve tüzel kişilerden, karşılıksız, kesin, egemenlik hakkına ve kanuna dayalı olarak almış oldukları parasal tutara denir. Vergi, devletin aldığı bir para olması dışında, her vatandaşın ödemek zorunda olduğu da bir paradır. Vergilerin kamu gelirleri içerisindeki payının yüksek olması nedeniyle kamu gelirleri genelde vergi gelirleri olarak anlaşılmaktadır.

Harçlar, bazı kamu kurum ve kuruluşlarının yaptıkları hukuki işlemden, sundukları hizmetten dolayı aldıkları paralardır. Harca konu olan hizmetler noter, adliye, tapu hizmetleri vb. hizmetlerdir. Harç konusu olan hizmetleri sadece devlet yerine getirmektedir ve bunun karşılığını da yine devlet almaktadır. Harçlar, zor öğesini içerdikleri için, esas itibariyle bir vergidir. Bir diğer deyişle harçlar, bazı kamu kuruluşlarının sundukları kamusal hizmetlerden faydalananların, bu faydalanma karşılığında ödedikleri bedeldir. Verginin en önemli özelliklerinden biri olan “karşılıksız” olma özelliği, harçlarda yoktur. Yani vergi karşılıksızken harç karşılıklıdır.

Resimler, kamu kuruluşlarının belirli bir işi yapmaya yetki ve izin vermesi karşılığında alınır. Harca çok benzemesine rağmen harç, kuramsal olarak hizmet karşılığı alınan bedelken, resim, belirli bir hakkın elde edilmesi ya da izin karşılığı ödenmektedir. Tamamen karşılıksız olarak alınan resimlerin vergiden farkı yoktur. Buna karşılık belirli bir hizmet karşılığı yapılan ödemelerdeyse resim, harca benzemektedir. Günümüzde resimler, daha çok yerel yönetimlerin gelir kaynakları arasında yer almaktadır.

Şerefiye, devlet ya da yerel yönetimler tarafından yapılan bayındırlık işlerinden dolayı değerleri artan gayrimenkullerin, sahiplerinden, bu hizmetin maliyetine katılma karşılığı olarak alınan paylardır. Amacı, bireylerin hiç bir katkıda ya da çabada bulunmadan elde ettikleri değerlerin bir kısmının tekrar topluma dönmesinin sağlanmasıdır. Değerlendirme Resmi olarak da adlandırılan şerefiyeler, vergi ile harç arasında yer alan bir kamu geliridir. Zorunlu ödeme olmaları bakımından vergiye çok yaklaşmaktadırlar. Şerefiye ile yapılan hizmet arasında, doğrudan bir ilişki kurulmaktadır. Halbuki vergi genel ve karşılıksızdır. Şerefiye bu yönüyle harca benzemektedir.

Vergi benzeri gelirler (parafiskal gelirler), kamu kurumlarının ve kamu yararına yönelik hizmet gören kuruluşların, finansmanlarını sağlamak amacıyla bu hizmetlerden, dolaylı ve dolaysız bir şekilde yararlananlardan, yasal zorunluluk altında aldıkları paralardır. Parafiskal gelirler, vergi benzeri gelirlerdir. Bu tür gelirler, devlet bütçesinde yer almazlar. Parafiskal gelirlerle diğer kamu gelir türlerini karşılaştırdığımızda bunların, bir hizmet karşılığı alınmasının harç niteliği taşıdığını; zora dayalı olarak alınmaları sonucu vergiye yaklaştıkları söylenebilir. Türkiye’de parafiskal gelirler;

–           Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının topladığı aidatlar,

–           Sosyal güvenlik kurumlarının topladıkları primler,

–           İktisadi ve mali amaçlı fon kesintileri olmak üzere üç grupta toplanabilir.

Fon, bir hizmetin görülmesi, bir programın yürütülmesi gibi, belirli bir amacı gerçekleştirmek için, gerektiğinde kullanılmak üzere bir hesapta toplanan ve harcanan paralar olarak ifade edilir.

Para cezaları, kurallara uymak ve kamu düzenini sağlamak amacıyla uygulanan yaptırımlardır. Bunlar; zamanında ödenmeyen ücret gelirlerinden alınacak gecikme cezaları, müteahhitlerden alınacak gecikme cezaları, yargı para cezaları, idari para cezaları, vergi cezaları, trafik para cezaları ve gecikme cezaları olarak sıralanabilir. Para cezalarını almaktaki amaç, gelir sağlamak ya da gelir yaratmak değildir. Ancak kuralları ihlal edenlerden alınan para cezaları ya da vergi borcunu ödemeyenlerden alınan vergi cezaları, her türlü yükümlülüklerin geciktirilmesinden ya da yerine getirilmemesinden doğan cezalar, kamu gelirleri içine alınır. Buradaki amaç, cezaya konu olan eylemin azaltılmasıdır.

Zorunlu borçlanma, borçlanma genellikle gönüllü olarak yapılsa da devlet, egemenlik hakkına dayanarak, zorunlu borçlanma yoluyla da gelir elde edebilmektedir. Devletin borçlanması zorunluluğu vergiye benzemektedir. Ancak vergi karşılıksızken borç, faiziyle birlikte belirli bir süre sonunda geri ödenmesi, borçlanmayı vergiden ayırır.

Kamunun Zorlama Olmadan Elde Ettiği Gelirler

Bu gelirler, Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) gelirleri, işletmecilik faaliyetlerinden elde edilen gelirler, devletin sahip olduğu menkul ve gayrimenkul mallardan elde ettiği mülkiyet gelirleri, bağış ve yardımlar, isteğe bağlı borçlanma olarak sıralanabilir

•          Teşebbüs ve mülkiyet gelirleri

•          Bağış ve yardımlar

•          İsteğe bağlı borçlanma

•          Mali tekeller

Teşebbüs ve mülkiyet gelirleri, devletin taşınır taşınmaz mallarından, sınai ve ticari faaliyetlerini yürüttüğü işletmelerinden elde edilen gelirlerdir. Devlet, bu mülklerini satarak, kiraya vererek ya da çeşitli alanlarda işletmecilik faaliyetlerini gerçekleştirerek, gelir elde edebilmektedir. Mesela kamu arazisi üzerindeki madenlerin ve petrolün işletme hakkının devredilmesi mülkiyet  gelirlerindendir.

Devlete ait kurum ve kuruluşların, özel sektör gibi mal ve hizmet üretip satmasından elde ettiği gelirler de kamu geliri olarak kabul edilir. KİT’lerden elde edilen gelirler bunlara örnektir. Ayrıca, döner sermayeli işletmeler, benzeri kurumlar hasılatı da devlet açısından teşebbüs geliridir. Devletin belirli koşullar altında ürettiği hizmetler, bu hizmetlerden faydalananlara fiyat ile satılır. Elektrik ücretleri, posta ücretleri ve köprü geçiş ücretleri de devletin elde ettiği gelir kaynakları arasındadır. Hazine arazisi niteliğine sahip toprakların üçüncü kişilere kiraya verilmesi, satılması ya da devletin kendisi tarafından işletilmesi sonucu devletin elde ettiği gelirler, orman ürünlerinin satışından sağlanan gelirler, maden çıkartma ve işletme hakkının devrinden sağlanan gelirler, lojman ve

sosyal tesislerin kiralanmasından doğan gelirler de teşebbüs ve mülkiyet gelirlerdir.

Bağış ve yardımlar da devlet için bir gelir kaynağıdır. Yardımlar geri ödenebilmekte  ancak  bağışların geri ödenmesi söz konusu olmamaktadır. Örneğin;  okul ve spor tesisleri yapımı için vatandaşların büyük miktarlarda bağış yapması ya da bir okulun tüm masrafları karşılanıp tamamlanarak devlete bağışlanması, devlet için gelir kaynağıdır.

İsteğe bağlı borçlanma, kamusal finansman içinde, vergiden sonra en önemli kaynak borçlanmadır. Devletin olağan giderleri dışında, bazen beklenmedik şekilde ya da çok büyük miktarda harcama yapması gerekebilir. Vergi gelirlerinin kamu harcamalarını karşılayamayacak seviyelere düşmesi halinde devlet, ihtiyaç duyduğu parayı borçlanma yoluyla sağlar. Özellikle büyük yatırımlar ya da savaşlar, olağan kamu gelirleriyle karşılanamaz. Bunlar için devlet, ihtiyaç duyduğu parayı borçlanma (istikraz) yoluyla sağlar. Ancak devletlerin büyük yatırımlar, savaşlar dışında, yıllık bütçe açıklarını kapatmak için de borçlanmaya başvurduğu görülmektedir. Borçlanma, gönüllü ve geçici olarak yapılan bir işlemdir. Bu işlem sonunda elde edilen gelirler, vergilerden farklılık gösterir. Çünkü; borçlanmada genellikle zor öğesi yoktur. Borcun geçici olma niteliği, her zaman bir vadeye bağlanmasını ve vade sonunda borcun faiziyle birlikte geri ödenmesini gerekli kılar. Dolayısıyla borçlanma, geçici olma özelliğiyle vergiden ayrılır. Borçlanma yurt içinden ya da yurt dışından yapılabilir.

Mali tekeller, dolaylı vergiler kapsamında bir tüketim vergisidir. Mali tekeller bir yandan devlete dolaylı vergi geliri sağlarken aynı zamanda oluşan tekel karı da devlet için bir gelir olmaktadır. Ülkemizde devlete gelir sağlamak için bazı malların tek üreticisi olma hakkı, önceden kanunla Tekel Genel müdürlüğüne verilmişti. Son zamanlarda ise  bu tekelleşme ortadan kaldırılmış, fakat vergi ve fiyatlamalarla devlet, bu alanlardaki gelirlerini hala sürdürmektedir.

Parasal İşlemlerden Elde Edilen Gelirler

Devlet egemenlik dayanarak yapmış olduğu para işlemlerinden çeşitli gelirler sağlar. Bu gelirler;

•          Para basma (emisyon)

•          Devalüasyon olarak iki grupta incelenebilir.

Para basma (emisyon), hükümetler için en kolay gelir elde etme yoludur. Emisyon, kelime anlamı olarak çıkarmak, yaymak, ihraç etmek, dolaşıma sokmak gibi anlamlara gelmektedir. Bir ülkede kağıt para, tahvil ve bono, hisse senetleri gibi değerlerin ilk kez piyasaya sürülmesine emisyon denir. Devlet otorite gücüne dayalı olarak para yaratmakta ve tedavüle sürmektedir. Bu yönteme Merkez Bankası kaynaklı finansman da denmektedir. Para basımı, hükümetler için en kolay gelir elde etme yoludur. Ancak para  basımı  her zaman  başvurulabilecek  bir  gelir  türü değildir. Çünkü; para basımı, piyasadaki toplam para miktarını, toplam mal ve hizmet miktarına göre arttırarak makro ekonomik dengeleri etkiler. Bunun sonucu enflasyondur. Bu nedenle para basımı tercih edilmemesi gereken bir finans kaynağıdır.

Devalüasyon, ulusal paranın yabancı paralar karşısında dış değerinin düşürülmesi olarak tanımlanabilir. Devlet için bir tür dolaylı gelir elde etme yöntemidir. Devalüasyon yapıldığında para biriminin altın ya da döviz karşılığı değeri düşürülünce, devletin ve merkez bankasının elinde bulunan döviz ve altınların ulusal paraya göre değeri artar. Devalüasyon sonucu ortaya çıkan bu dolaylı gelir farkı hazineye devredilir. Kur ayarlamalarının da küçük çaplı devalüasyon olduğunu unutmamak gerekir.

DEVLET BÜTÇESİ

Devlet Bütçesi Kavramı ve Çeşitli Tanımları

İlk kez İngiltere’de kullanılan İngilizce karşılığı “budget” ya da “balance” olan bütçe kelimesi, ülkemizde 1961 Anayasası’ndan başlayarak yerleşik bir kavram olarak kullanılmıştır. Bütçe kavramı siyasi, hukuki ve ekonomik bir özellik taşımaktadır.

Devlet bütçesini tanımı, klasik ve çağdaş anlamda olmak üzere iki farklı şekilde yapılabilir. Klasik anlamda devlet bütçesi, kamu kurum ve kuruluşlarının, belirli bir dönem için gelir ve giderlerini tahmin eden, bunların uygulanmasına önceden izin veren hukuki bir dokümandır. Çağdaş anlamda devlet bütçesi ise, ülkenin ulusal amaçları doğrultusunda kaynakların kamu ve özel sektörlere dağılımını yapan, ulusal ekonominin gelişmesi, tam çalışma, fiyat istikrarı ve ödemeler dengesinin olumluya gidebilmesi için, devletin harcamalarını ve gelirlerini yansıtan, hizmet programlarına ödenek sağlanması ve gelirlerdeki hukuki değişikler için yürütmenin yasama organından taleplerini oluşturan, Hükümetin geçmiş yıllarda yaptığı harcamaların yasama organı ve kamuoyunda hesabını veren bir dokümandır olarak tanımlanabilir.

Bütçenin Klasik İşlevleri

Bütçenin mali, siyasi, hukuki ve denetim olmak üzere dört klasik işlevi vardır.

Bütçenin klasik işlevlerinden birincisi mali işlev, en eski ve sıradan işlevlerinden biridir. Mali işlev, ülkenin gelir ve giderleri arasındaki dengenin kurulmasıdır.

Bütçenin klasik işlevlerinden ikincisi olan siyasi işlevi, halkın isteklerinin, ihtiyaçlarının hükümet tarafından devlet bütçesi aracılığıyla karşılanmasıdır. Bu işlev sadece demokratik ülkeler için geçerlidir. Bunun nedeni, halkın isteklerinin, ihtiyaçlarının bütçelerde yer bulabilmesi, ancak demokratik hakların kullanımıyla gerçekleşebilmektedir. Demokratik olmayan toplumlarda bütçenin siyasi işlevinden söz edilemez.

Bütçenin hukuki işlevi ise, bütçe işlemlerinin mali hukuk kapsamına giren yasalara, tüzüklere, yönetmeliklere uygun yapılması ve uygun yapılmayan işlemler ile kişilerin cezalandırılmasıdır. 1982 Anayasa’sında bütçe yasa olarak adlandırılmasına rağmen, bazı yazarlar bütçenin yasa ile aynı olduğunu, bazı yazarlar ise bütçenin yasa ile aynı olmadığını iddia etmektedirler. Bu iki görüş arasında yer alan bir diğer görüş de, bütçenin gider kısmının idari tasarruf, gelir kısmının ise yasa olduğudur. Bu işlevle ilgili bilinmesi gereken önemli bir kavram da bütçe hakkıdır. Bütçe hakkı, yasama organının halkın adına kamu gelirlerini toplayıp, yine halkın adına bu gelirleri harcamasına denir.

Bütçenin son klasik işlevi olan denetim işlevi de, ülkenin gelir ve giderinin nasıl kullanıldığının denetlenmesidir. Bu işlevle ilgili bilinmesi gereken dört önemli denetim kavramı vardır. Bunlar:

Siyasi Denetim: Parlamentonun yapmış olduğu denetimdir.

İdari Denetim: İdarenin kendi kendini denetlemesidir. Bu denetim aynı zamanda görevini yapan ve yapmayan kamu görevlilerini belirlemek için de kullanılmaktadır.

Etkinlik Denetimi: En az kaynakla en fazla sosyal faydayı sağlayacak biçimde bütçe uygulamasının denetlenmesidir.

Yasallık Denetimi: Bütçe işlemlerinin hukuka uygun yapılıp yapılmadığının denetlenmesidir.

Bütçenin Çağdaş İşlevleri

Bütçenin kaynak tahsisinde etkinlik, gelir dağılımında adalet ve ekonomik istikrar olmak üzere üç çağdaş işlevi vardır.

Bütçenin kaynak tahsisinde etkinlik işlevi, kamu ve özel kesim arasında etkin bir kaynak tahsisinin yapılmasıdır. Bunun için hangi hizmetlerin kamu, hangi  hizmetlerin özel sektörde daha etkin üretileceğine karar verilir. Devletin elindeki kaynaklar kısıtlı, toplumsal ihtiyaçlar ise sonsuzdur. Bu nedenle en etkin biçimde kaynak tahsisinin yapılması  gerekmektedir.

Bütçenin gelir dağılımında adalet işlevi ise, devletin bütçeleri aracılığıyla gelir dağılımında adaleti sağlamasıdır. Serbest piyasa ekonomilerinin, devlet tarafından bir düzenleme yapılmadığında, gelir dağılımının bozulmasına neden olduğu bilinmektedir. Gelir dağılımının bozulması ise, toplumda huzursuzlar yaratacaktır. Bu nedenle bu işlevin yerine getirilmesi önemlidir.

Bütçenin ekonomik istikrar işlevi de, tam istihdamı sağlamayı, fiyat istikrarını sağlamayı, ödemeler dengesini sağlamayı ve ekonomik kalkınmayı sağlamayı içermektedir. Başka bir değişle, ülkenin ekonomik sorunlarını devletlerin bütçeleri aracılığıyla çözmeye çalışmasıdır.

Türkiye’de Devlet Bütçesi’nin Hazırlanması

Demokratik parlamenter sistemle yönetilen ülkelerde, bütçe yapma hakkı, yasama organı tarafından kullanılmaktadır. Parlamento, bütçeyi görüşüp onaylar, yürütme organı (hükümet), bütçeyle belirtilen ve verilen yetki içinde hizmetlerini yürütür. Milli gelirin ne kadarının, devlete kamu hizmetlerini yapması için ayrılacağı ve ayrılan milli gelir payının hangi öncelik sırasına göre hizmetlere ayrılacağı, devleti yöneten yürütme organının siyasi tercihine bağlıdır. Bütçe yasa tasarısı, mali yıl içinde uygulanmak zorundadır. Mali yıl, bütçenin başlama ve bitiş tarihleri arasındaki uygulanma süresine bütçe dönemi ya da mali yıl denilmektedir. Bu süre genellikle bir yıldır ancak takvim yılıyla aynı olması gerekmez. Bazı ülkelerde mali yılbaşı 1 Nisan, bazılarında 1 Temmuz ya da 1 Ocak’tır. Ülkemizde mali yıl takvim yılıyla aynıdır, başka bir değişle mali yılbaşı 1 Ocak tarihidir.

5018 sayılı yasa gereğince merkezi yönetim bütçe hazırlama süreci, Orta Vadeli Program hazırlık çalışmalarıyla başlamaktadır. (s:131, Şekil 7.3).

Orta Vadeli Program: Kalkınma planı, stratejik planlar ve genel ekonomik koşullar doğrultusunda makro politikaları, hedefleri ve gösterge niteliğindeki temel ekonomik büyüklükleri de kapsayacak biçimde hazırlanır. Orta Vadeli Programı, Kalkınma Bakanlığı tarafından hazırlanır, mayıs ayının sonuna kadar Bakanlar Kurulu bu programı görüşerek kabul etmesi ve Resmi Gazetede yayımlatması gerekmektedir. Bütçe hazırlama süreci Orta Vadeli Programın kabulüyle başlar. Orta Vadeli Programın kabulünden sonra Orta Vadeli Mali Planın hazırlanması gerekmektedir. 5018 sayılı yasaya göre Orta Vadeli Mali Plan, Orta Vadeli Program ile uyumlu olmak koşuluyla, gelecek üç yıla ilişkin toplam gelir ve gider tahminleriyle beraber, hedef açık ve borçlanma durumuyla kamu idarelerinin ödenek teklif tavanlarını içeren bir dokümandır. Maliye Bakanlığı tarafından hazırlanır.

Bütçe hazırlık sürecinde, bütçe hazırlıklarıyla ilgili konuların, kuruluşlara bildirilmesi gerekir. Bu amaçla Bütçe Çağrısı ve Eki, Bütçe Hazırlama Rehberi, Yatırım Genelgesi ve Yatırım Programı Hazırlama Rehberi yayınlanır.

Bütçe çağrısı, kuruluşların bütçeyi hazırlarken göz önünde bulundurmaları ve dikkat etmeleri gereken felsefeyi ortaya koyan belgedir. Bu belge Maliye Bakanlığı tarafından hazırlanır ve  Başbakanın  onayıyla  yayınlanır. Bütçe hazırlama rehberi, bütçe çağrısından daha ayrıntılı, o yıl bütçesinin özelliklerini gösteren ilkeleri ve esasları kapsar. Bu belge de Maliye Bakanlığı tarafından hazırlanır ve kuruluşlara gönderilir. Yatırım genelgesi ve yatırım programı hazırlama rehberi, bu iki belge ise kamu kuruluşlarının yatırım programı hazırlama sürecini yönlendirmek için Kalkınma Bakanlığı tarafından hazırlanır ve Eylül ayının 15’ine kadar Resmi Gazetede yayımlanır.

Bütçe hazırlık sürecinde 5018 sayılı yasa gereğince, kamu idareleri Bütçe Hazırlama Rehberine uygun olarak bütçe gelir ve gider tekliflerini gerekçeli olarak hazırlar ve hazırlanan belgeler Maliye Bakanlığı ve Kalkınma Bakanlığı’na gönderilir. Hazırlanan bütçe teklifinin içerisinde genel olarak gider cetveli, gelir cetveli ve finansman cetveli formları bulunmaktadır.

Gider cetveli: Kurumların hizmetleri için talep ettikleri ödenek miktarlarını gösteren cetveldir.

Gelir cetveli: Kurumların elde etmeyi amaçladıkları gelir tahminlerinin bulunduğu cetveldir.

Finansman cetveli: Bütçe açıklarının nasıl finanse edileceğini ya da bütçe fazlalarının nasıl kullanılacağını gösteren cetveldir.

Belgelerin Maliye Bakanlığı’na tesliminden sonraki aşamalarda, harcamacı kuruluş  ve  Maliye Bakanlığı arasında    sürekli    ortak    çalışmalar    yapılır.    Bütçe

görüşmeleri ilk aşamada teknik elemanlar arasında başlar, daha sonra üst düzeyde, bakanlar arası ilişkilere kadar ulaşır. Her zaman iki kuruluş arasındaki anlaşma rahat ve kolay gerçekleşmez. Anlaşmazlık bütçe uzmanları, teknisyenler ve yöneticiler arasında çözülemediği zaman Bakanlar arasında, gerekirse Başbakanın araya girmesiyle çözülür. Hatta bazen bütçe sorunu, Bakanlar  Kuruluna kadar gider.

Ülkemizde gelir bütçesinin hazırlanmasında yetki ve sorumluluk Maliye Bakanlığı’ndadır. Gelir bütçesi, bu bakanlığa bağlı Gelir Politikaları Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanır. Devlet bütçelerinde, önce gider bütçesi için gerekli ödeneklerin saptanması, sonra gereksinme duyulan gidere göre gelirin elde edilmesi yolu uygulanır.

Bütçe Yasa tasarısında, bütçe Yasa metni ve ona bağlı belgeler (Gelir Cetveli, Gider Cetveli, Milli Bütçe Tahmin Raporu, Bütçe Gerekçesi ve Yıllık Ekonomik Rapor) yer alır. Tüm bu belgeler TBMM’ne sunulur.

Milli bütçe tahmin raporu, bu raporda gelecek mali yıldaki kaynaklar ve bunların kullanılma durumları yer alır. Bu raporla ülkenin büyüme, fiyatlar dengesi yatırım tüketim eğilimleri, dış ticaret dengesi ile kamu ve özel sektör toplam kaynakların toplam kullanımı gösterilmekte ve genel ekonomik yapı içinde bütçe dengesi sağlanmaktadır.

Bütçe gerekçesi, bütçe yasa tasarısı metnindeki hükümleri açıklayan, gereğini belirleyen ve gelir bütçesindeki gelir tahminlerinin dayandığı esasları gösteren gerekçelerden oluşan belgedir.

Yıllık ekonomik rapor, maliye Bakanlığı tarafından hazırlanan bu belgede bütçe hazırlıklarının yapıldığı yıla ait ekonomik bilgiler yer alır.

Bütçe Yasa metni, Devlet bütçesi içinde, bütçenin uygulanmasıyla ilgili hükümleri içeren yasa metnidir. Makroekonomik göstergeler ve bütçe büyüklüklerinin en geç ekim ayının ilk haftası içerisinde Yüksek Planlama Kurulu’nda görüşülmesinden sonra, Maliye Bakanlığı tarafından hazırlanan Merkezi Bütçe Kanun Tasarısı Mali Yılbaşından en az 75 gün önce Bakanlar Kurulu tarafından TBMM’ne sunulur. 1982 Anayasası’nda bütçe yasasının hazırlanması, parlamentoda görüşülmesi ve onaylanması konusunda hükümler yer almaktadır. TBMM’nde bütçe görüşmeleri, yasa tasarısının 1. maddesi görüşmeye açılarak başlar. Bu kapsamda önce gider bütçesi ele alınır. Merkezi yönetim kuruluşlarının ödenek cetvelleri ilgili bakan ve bakanlık yetkililerinin katılmasıyla Bütçe Komisyonu Başbakanlık Divanının da bulunmasıyla görüşülür. Genel Kurulda gider bütçesinin görüşülmesi tamamlandıktan sonra, gelir bütçesi görüşülmeye başlanır. Gelir bütçesinin görüşülmesinde Maliye Bakanı ve Bakanlık yetkilileri genel kurula gerekli bilgiyi verir ve soruları yanıtlar.

Gider ve gelir bütçesinin görüşülmesi, bütçe Yasa tasarısının   metin   kısmının   1.   ve   2.   Maddelerinin görüşülmesidir. Bundan sonra, metnin diğer maddeleri teker teker ve ayrı ayrı görüşülüp onaylanır. Tasarı metninin içindeki tüm maddeler onaylandıktan sonra, bütçenin tümü açık oya sunulur. TBMM bütçenin tümü için yapılan oylamada beyaz oylar toplamı kırmızı oylar toplamını geçerse bütçe Meclisçe onaylanmış, aksi durumda bütçe reddedilmiş olur. Bütçe Yasa tasarısı reddedilen hükümet, siyasi geleneklerimize göre güvenoyu almamış sayılarak istifa eder.

Tüm bu çalışmaların mali yılbaşına kadar, yani 1 Ocak’a kadar tamamlanması gerekir. Cumhurbaşkanı tarafından onaylanan bütçe yasası, Resmi Gazetede yayımlanarak 1 Ocak’ta yürürlüğe girer. 1924, 1961 ve 1982 Anayasalarımızda Cumhurbaşkanının bütçe yasasını veto etme yetkisi yoktur.

DEVLET BORÇLANMASI

Devlet Borcu Kavramı

Devlet gelirini vergiler, harçlar, resimler, şerefiyeler, parafiskal gelirler, mülk ve teşebbüs gelirleri, para işlemlerinden sağlanan gelirler, bağışlar, para ve vergi cezalarından sağlar. Bu sayılanların içerisinde kamu harcamaları finansmanı için gelir kaynağı olarak en önemlisi vergilerdir. Kamu harcamaları eğer kamu gelirlerinden fazla olursa, bütçe açığı durumu meydana gelmektedir. Böyle bir durumda devletler borçlanmak zorunda kalmaktadır. Son zamanlarda devletlerin borçlanmaları oldukça artmış durumdadır ve borçlanma vergilemeye alternatif olarak görülmektedir.

Borçlanma, belirli bir süre sonra ödenmek üzere para ya da maddi değeri olan şeylerin ödünç alınmasıdır. Borç kavramı, taraflar arasında varılan bir anlaşmayla bir tarafın para gibi değerli bir şeyi belli süre sonra geri alınmak üzere diğer tarafa ödünç verilmesi anlamını taşımaktadır. Devlet borcu ise, devlet ya da benzeri kamu tüzel kişileri tarafından akdolunan borçtur. Devlet borcu en basit tanımıyla, devlet gelirlerin, giderleri karşılamadığı süreçte, özel ekonominin çeşitli kurumlarından ya da dış kaynaklardan kredi alması durumudur. Buna  “kamu kredisi”, “kamusal kredi” ya da “kamu borcu” da denilmektedir.

Klasik maliye düşüncesine göre, borçlanma devletin gerçek bir gelir kaynağı değildir, devletin asıl gelir kaynağını vergi ve benzeri gelirler oluşturmaktadır. Modern mali yaklaşımlar ise, vergi almanın mümkün olmadığı durumlarda, devlet borçlanmasının vergilemeye alternatif bir gelir kaynağı olduğunu düşünmektedir.

Devletin Borçlanma Nedenleri

Günümüzde borçlanma devletin tüm kamu giderlerinde finansal olarak kullanılmaktadır. Gelişmekte olan ülkeler büyük ölçekli yatırımlar yapabilmek için, gelişmiş ülkeler ise geçici bütçe açıklarının kapatılması ve büyük projelerin finansmanını sağlamak için borçlanmaktadırlar. Devletin borçlanma nedenleri aşağıda maddeler şeklinde yer almaktadır;

•          Bütçe açıkları,

•          Kalkınma  Finansmanı,

•          Olağanüstü giderlerin finansmanı,

•          Kamu  gelirlerinin       zaman  bakımından denkleştirilmesi,

•          Borç ödemek için borçlanma,

•          Maliye politikası aracı olarak borçlanma.

Bütçe açığı en basit tanımıyla kamu harcamalarının kamu gelirlerinden yüksek olmasıdır. Bütçe açıklarının finansmanı devletin borçlanması içinde önemli bir yer tutar. Kamu gelirleri ve giderlerinin dengesi her zaman birbirini tutmamaktadır. Gider, gelirden fazla olduğu zaman devlet bütçesi açık verir ve bir finansal kaynak arayışı zorunlu hale gelir. Kamusal ihtiyaçların artması, refah devleti anlayışının oluşması, harcamaların artması, hızlı nüfus artışı, ekonomik krizler, yüksek enflasyon, faiz

oranlarının yüksekliği, sosyal güvenlik harcamaları ve vergi bilincinin oluşmaması gibi nedenler bütçe açığını oluşturan temel sebeple arasında sayılabilir. Devlet borçlanmasının diğer bir sebebi ise özellikle gelişmekte olan ülkelerde ortaya çıkan bir durumdur. Bu da kalkınmanın finansmanının sağlanmasıdır. Planlanan büyüme hızına yetişebilmek için, devletin finans sağladığı büyük ölçekli yatırımlar uzun ve yüksek maliyetli oldukları için borçlanma kaçınılmaz olmaktadır. Çünkü gelişmekte olan ülkelerin yeterli tasarruf birikimleri yoktur.

Depremler, afetler ve savaşlar gibi olağan üstü durumlar devlet borçlanmalarının diğer sebeplerindendir. Böyle durumlarda devletler yüksek miktarda gelire ihtiyaç duyabilirler. Bu durumlarda borçlanmaya kaçınılmaz olarak ihtiyaç duyulmaktadır.

Bütçenin uygulanması sırasında ortaya çıkabilecek bazı uyumsuzluklar nedeniyle de devlet, kısa süreli olarak borçlanma yoluna başvurabilir. Bu durum kamu gelirlerinin zaman bakımından denkleştirilmesi amacıyla borçlanmadır. Kamu gelirlerinin zaman bakımından denkleştirilmesi, kamu gelirlerinin, giderlere uyumlu olarak toplanamadığı zamanlarda yapılan işlemlerdir.

Borcun röfinansmanı durumu devletin borçlanması için başka bir sebeptir. Ödeme zamanı gelen borcun, finansal sıkışıklık nedeniyle tekrar borçlanarak kapatılması durumuna borcun röfinasmanı adı verilmektedir.

Borçlanma devlete gelir yaratmaktan başka, ekonomiye müdahale amacıyla da kullanılır. Örneğin enflasyonun yüksek olduğu zamanlarda, para stokundaki fazlalığı gidermek için devlet borçlanma yoluna gidebilir.

Kamu Kesimi Borçlanma Gereği

Kamu kesimi borçlanma gereği (KKGB), kamu kesiminin toplam borçlanma ihtiyacını hesaplamakta kullanılır. Türkiye’de toplam kamu kesimi finansmanı açığı;

•          Merkezi yönetim bütçe açığı,

•          KİT’lerin bütçe açığı,

•          Mahalli idareler bütçe açığı,

•          Döner sermayeli işletmeler bütçe açıkları,

•          Sosyal güvenlik kuruluşları açıkları,

•          İşsizlik sigortası fonu açıkları,

•          Fonların açıkları toplamından oluşur.

Devlet borçlanma yetkisine sahiptir, fakat borçlanma konusunda dikkatli olunmalıdır. Yetki limitleri aşılarak yapılan borçlanmalar, ekonomik zararların ortaya çıkmasına ve ekonomik yararların engellenmesine yol açabilir. Borçlar  sürdürülebilir  olmalıdır  ve  yukarda bahsedilen durum borçların sürdürülemez hale gelmesine sebep olabilir. Kamu borç stokunun sürdürülebilirliği, kamu borç stokunun milli gelire oranının uzun süreli sabit kalmasıdır. Sürdürülebilir borç stoku oranı, borçlanmaya devam edip edemeyeceğini ve ya ödeme zamanı gelmiş borcun tekrar borçlanarak ödenip ödenemeyeceğini ifade eder. Sürdürülebilir borç oranı, dünyadaki ekonomik değişimlere göre şekil alan bir kavramdır. Limitlerin üzerinde olan borçlanma eğer ekonomik dengeyi bozuyorsa, borçlanmaya bir sınır getirilmesi gerekir.

Devlet Borçlarının Sınıflandırılması

Devlet borçları üç ana sınıfta değerlendirilir.

1)         Vadelerine göre;

a)         Kısa vadeli

b)         Uzun vadeli

2)         Gönüllülük durumuna göre;

a)         Gönüllü borçlanmalar

b)         Zorunlu borçlanmalar

3)         Elde edildikleri kaynaklara göre;

a)         İç borçlar

b)         Dış borçlar

Vadeleri Açısından Devlet Borçlarının Sınıflandırılması

Kısa ve  uzun vadeli olarak ikiye ayrılırlar.  Borçlanma süreleri önemlidir. Bir yıla kadar olan borçlar kısa vadeli, bir yıldan daha uzun borçlanmalar içinde uzun vadeli terimleri kullanılır. Kısa vadeli borçlara dalgalı borçlar da denilmektedir. Bunun nedeni, bu borçların sürekli olarak azalış ve yükselişler göstermesidir. Uzun vadeli borçlara ise konsolide borçlar adı da verilmektedir. Vade önemli bir etkendir. Çünkü kısa vadeli borçlanmada faiz oranı, uzun süreli borçlanmaya göre daha azdır. Kriz dönemlerinde vadeler kısalır.

Kısa ve uzun vadeli borçlar, süreleri dışında başka açılardan da birbirinden ayrılır. Kısa vadeli borçlar para piyasalarında elde edilir. Öte yandan uzun vadeli borçlar ise sermaye piyasalarından elde edilmektedir. Devletin gelir ve giderleri arasındaki zaman uyumsuzluğunu gidermek için, ekonomi uzun vadeli borçlanmaya uygun değilse ya da sermaye piyasalarından borçlanma mümkün gözükmüyorsa kısa vadeli borçlanmaya başvurulmaktadır. Alt yapı ve büyük ölçekli yatırım finansmanı ve bütçenin gelir bakımından yetersiz olduğu durumlarda ise uzun vadeli borçlanma kullanılabilir.

Toplam borç stoku içerisinde kısa vadeli borç oranlarının yüksek olması, enflasyon açısından olumsuz bir gidişe ve ekonomide güven krizi durumuna gidiş olduğu şeklinde yorumlanabilir. Kısa vadeli borçlanmanın bazı olumsuz etkileri olabilir. Vadelerdeki kısalık, yıl içerisinde borçların birkaç kez yinelenmesi durumuna yol açabilir. Tabi ki bu durum devlete yeni maliyetler getirmektedir. Ayrıca faiz maliyetleri ve idari yükte getirecektir. Bunun yanı sıra kısa vadeli borçlanma durumu ikincil piyasalara gerek olmadığı düşüncesini de beraberinde getirebilir.

Gönüllülük Açısından Devlet Borçlanmasının Sınıflandırılması

Devlet borçları gönüllülük açısından ikiye ayrılır;

•          Gönüllü borçlanmalar

•          Zorunlu borçlanmalar

Devlet borçlanmasını vergileme gelirinden ayıran önemli özelliklerden birisi, borçlanmanın gönüllü olarak yapılmasıdır. Bu tür borçlanmalara, gönüllü borçlanmalar adı verilmektedir. Bazı durumlarda, devlet borçlanmayı zorunlu olarak da gerçekleştirebilir. Borç verecek kesimin iradesinden ziyade, devletin kendi şartlarını belirlemesi durumudur. Devlet zorunlu borçlanma durumunda aşağıda belirtilen kaynaklara başvurabilir;

•          bankalar

•          sosyal güvenlik kuruluşları

•          özel sigorta kuruluşları

Zorunlu borçların bir başka şekli zorlama tehdidiyle alınan borçlardır. Örneğin, piyasaya sürülen borçlanma kağıtlarının satılmayan kısımlarının zorla satılacağının duyurulması durumu zorunlu borçlanmadır. Böyle bir durumda kişi ya da kuruluşlar kendi iradeleriyle de bu kağıtları alabilir. Piyasaya sürülen borçlanma senetlerinin alınmasının bir vatandaşlık görevi olduğu duyurusu kişilerde ve kuruluşlarda manevi baskı yaratabilir ve bu şekilde borçlanma senetlerinin alınması sağlanır.

Elde Edildikleri Kaynaklar Açısından Devlet Borçlarının  Sınıflandırılması

Devlet borçları elde edildikleri kaynaklar açısından ikiye ayrılır;

•          İç borçlar

•          Dış borçlar

İç borçlar ülke içi kaynaklardan, dış borçlar ise ülke dışı kaynaklardan elde edilir. İç borçlar milli gelirin kapsamı içinde yer alır. Borcun alınması ya da geri ödenmesi ülkenin toplam kaynaklarında bir değişiklik yaratmaz. Dış borçlanma da kaynak dışarıdan geldiği için ülke ekonomisinde olumlu bir etki sağlanır. Ödenmesi durumunda ise milli gelirin bir kısmının ülke dışına gitmesi durumu meydana gelir. Finansal sıkıntıların olduğu dönemlerde iç borçlanma kolaylığı sebebiyle tercih edilir.

İç Borçlanma

İç borçlanma kaynakları dört grupta incelenebilir;

•          Bireyler,

•          Kamu kurum ve kuruluşları,

•          Bankalar,

•          Merkez Bankası.

Bireylerin devlete borç vermelerini sağlamak için devlet çeşitli önlemler almalıdır. Bazıları aşağıdaki gibi sıralanabilir;

•          Devlet borçlanma senetleri için belirlenen faiz oranlarının piyasa faiz oranlarından yüksek olması,

•          Senetlerden elde edilecek gelirin vergiden istisna tutulması,

•          Yatırımcıya ilave bazı garantilerin sağlanmasıdır.

Kamu kurum ve kuruluşları kapsamında ise aşağıdaki kurumlar örnek sayılabilir;

•          Sosyal güvenlik kuruluşları

•          Kamu iktisadi teşebbüsleri

Bu kurum ve kuruluşların fonlarının ve kaynaklarının devlete kredi olarak açılması ilgi kurum ve kuruluşların yasalarından   kaynaklanmaktadır.

Bankalar verimli ve güvenilir pazarı oluşturmaktadır. Hazine ise iki şekilde merkez bankasından borçlanır;

•          Doğrudan borçlanma

•          Dolaylı borçlanma

Doğrudan borçlanma, Hazinenin Merkez Bankası’ndan doğrudan nakit olarak borçlanması durumudur. Bu duruma parasal avans ya da Hazine’ye avans denilmektedir.

Dolaylı borçlanma, Hazine’nin borçlanma amacıyla çıkardığı Hazine kağıtlarının, Merkez Bankası tarafından açık piyasa işlemleriyle satın alınması durumudur. Merkez bankasından kısa vadeli borçlanma, Merkez Bankası’nın karşılıksız para basması anlamına gelir ve bu durum enflasyonist baskıları artırarak uzun vadede ekonomik istikrara zarar verir.

Devlet iç borcu almaya yetkili kurum Hazine Müsteşarlığıdır. Devlet iç Borçlanma Senetleri (DİBS) Hazine tarafından yurt içinde ihraç edilen borçlanma senetlerinin tümünü ifade eder. DİBS’ler;

•          İhraç yöntemlerine,

•          İhraç edildikleri para birimi cinsine,

•          Faiz ödeme türlerine,

•          Üzerinde kupon taşıyıp taşımamalarına,

•          İhraç    amaçlarına       göre     olmak  üzere sınıflandırılabilir.

Dış Borçlanma.

Az gelişmiş ülkelerdeki temel gelir düzeyinin düşüklüğü ve buna bağlı olarak tasarruf ve sermaye birikimlerinin yetersiz oluşu, ülkeleri, dış kaynaklardan borç almaya yöneltmektedir. Dış kaynak borçlanma ihtiyacını yaratan iki neden vardır;

•          Kaynak ve tasarruf açığı

•          Dış ticaret ya da ödemeler dengesi açığı

Bir ülkenin dış borçlanmasında iki önemli faktör vardır;

•          Borçların geri ödenebilmesi

•          Kredibilite

Dış borçlar alındıkları kaynaklara göre ikiye ayrılır;

•          Resmi alacaklılar

•          Özel alacaklılar

Resmi kaynaklardan sağlanan dış borçlar aşağıdaki kaynaklardan elde edilir;

•          Yabancı devletlerden

•          Devletlerarası yapılan ikili borç anlaşması

Uluslararası mali kuruluşlardan borçlanmada ise Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası önemli yer teşkil eder.

Özel alacaklılar ise aşağıdaki gibi sıralanabilir;

•          Parasal kuruluşlar,

•          Bankacılık dışı finansman kuruluşları,

•          Özel yatırım ve kalkınma bankaları,

•          Yabancı ticari bankalar. Dış borçlanma;

•          Borçluya,

•          Vadelerine,

•          Faiz durumuna,

•          Döviz cinsine,

•          Bütçe gerekçesine,

•          Kullanım         amaçlarına       göre     olmak  üzere sınıflandırılabilir.

Kamu Borç Yönetimi

Borç yönetimi, kamu borçlarının miktarında ve birleşiminde ayarlamalar yapmak suretiyle sosyo- ekonomik amaçlara ulaşılmaya çalışılması şeklinde ifade edilir. Tanımda geçen borcun miktarı kavramı, devletin amaçlarına ulaşabilmesi için hangi büyüklükte borçlanmanın gerektiğini ve bununla ilgili ayarlamalarla düzenlemeleri ifade etmektedir. Borçların birleşimi kavramı ise, borçlanmanın koşullarını kapsar ve borcun süresi, faizi, geri ödeme koşulları, borca sağlanan yan çıkarları ifade eder. Borç yönetimi, Hazinenin toplam nakit ihtiyacını maliyet unsurunu göz önüne alarak yönetme sürecidir.

Devlet bazen borç yönetiminde sıkıntılar yaşayabilir ve bu durumda olağanüstü borç yönetimi işlemleri uygulamak zorunda kalabilir. Olağanüstü borç yönetimi işlemleri ikiye ayrılır;

•          Tahkim

•          Konversiyon

Tahkim, kısa vadeli borçların uzun vadeli ya da süresiz borç haline getirilmesidir. Konversiyon, faiz oranı yüksek olan tahvillerin daha düşük faizli tahvillerle değiştirilmesidir. Bunları dışında devlet, olağanüstü bazı hallerde borçlarını ödemeyi reddederek borç yükümlülüğünden  kurtulabilir.