Temel Kavramlar
Giriş
Kamu yönetimi, insanoğlunun ortak amaçlar için bir araya geldiği, örgütlendiği, işbirliği yaptığı ve çeşitli faaliyetler yürüttüğü ilk çağlardan beri var olagelmiştir. İnsanlar, tarihin ilk dönemlerinden beri modern devletlerin özelliklerini taşımamakla beraber, çeşitli idari sistemler ve örgütler kurmuşlar ve bunları yönetmişlerdir.
Günümüzde kamu yönetimi, devletin çok önemli bir alanı olarak, bütün dünyada hızlı bir gelişme ve değişim süreci içindedir, yeni kavramlaştırmalara, tanımlara ve değerlendirmelere konu olmaktadır.
Yönetim Nedir?
Genel olarak yönetim insanların birlikte yaşamalarının doğal bir sonucudur. Çünkü insan, sosyal bir varlıktır; tek başına hayatını sürdüremez; mutlaka başka insanlarla mal, hizmet, çalışma, yardımlaşma, güvenlik, bilgi ve benzeri konularda karşılıklı ilişkiler içinde olur.
Yönetim, literatürde ve halkın dilinde çeşitli tanımlara konu olmaktadır. Yönetim kavramı, “ faaliyet/sevk ve idare”, “örgüt” ve “idari sistem” gibi çeşitli anlamlarda kullanılmaktadır. Yönetim, belirli amaç veya amaçları gerçekleştirmek için iş birliği içinde yürütülen bir grup faaliyetidir. Yönetiminin temel ögeleri “insan-grup”, “etkileme ve iş birliği eylemi” ve “amaç” veya amaçlardır.
Başkaları üzerinde otorite kurma, başkalarına iş yaptırma veya bir grup içinde yer alan kişilerin davranışlarını etkileyerek onların ortak bir amaç doğrultusunda istenilen sonuçları elde edebilecek biçimde yönlendirilmesi süreci, bir yönetim faaliyeti olarak değerlendirilir. Bu anlamda yönetim tanımlaması, ülkemizde “sevk ve idare”, “çekip çevirme” kavramıyla anlatılır.
Yönetim kavramı, ikinci olarak belli bir örgütü ya da kuruluşu/kurumu anlatır. Günümüzde yönetim faaliyetlerinin büyük bir kısmı, örgütler tarafından ve onların içinde meydana geldiği için “yönetim” ve “örgüt” kavramları âdeta eşitlenmiş gibidir.
Yönetim kavramı, üçüncü olarak çeşitli ülkelerin ve kurumların yönetim sistemlerini ve usullerini anlatmak amacıyla kullanılır. Bu anlamdaki yönetim, “yönetim sistemi” ve “yönetim şekli” gibi bazı kavramlarla birleştirilerek de kullanılmaktadır.
Yönetim fonksiyonları; planlama, örgütleme, bütçeleme, yönlendirme, koordinasyon ve denetimdir.
Yönetim, biçimsel örgütlerde hiyerarşik bir düzen içinde meydana gelir. Biçimsel örgüt, bir faaliyete katılanların, söz konusu işte yerine getirecekleri rollerin önceden belirtildiği ve düzenlendiği bir yapıdır. Hiyerarşi, örgütte çalışanların, en üst yöneticiden başlayarak en alt düzeydeki iş görene kadar yetki ve görevler bakımından ast-üst biçiminde derecelenmesidir.
Kamu Yönetiminin Tanımı
Kelime olarak “kamu”, Türkçede, hep, bütün; bir ülkedeki halkın bütünü; halk, amme gibi anlamlara gelmektedir. Kamu yönetimi kavramının temel dört yönü bulunmaktadır. Bunlar “işlev”, “yapı”, “akademik disiplin” ve “meslek” yönüdür. İşlevsel bir kavram olarak kamu yönetimi, çeşitli tanımlara konu olmuştur. Bu tanımlardaki ortak unsurları dikkate alarak işlevsel bir kavram olarak kamu yönetimi; yasaların öngördüğü işler ile kamu politikası kararlarını uygulamakla ilgili süreçleri ve faaliyetleri anlatır.
Devletin işlevlerine bağlı olarak geleneksel kamu yönetimi (public administration) kavramının anlamında da bazı değişiklikler yaşanmaktadır. Bu nedenle kamu yönetimi kavramı, İngilizcede bazı yazarlarca “public management” olarak da ifade edilmeye başlanmıştır. Bu kavram Türkçede “yeni kamu yönetimi”, “kamu işletmeciliği” gibi terimlerle ifade edilmektedir.
Kamu işletmeciliği (public management) kavramının kullanılışı oldukça yenidir ve 1970’li yılların sonuna rastlar. İlk kullanıldığı yer, ABD ve İngiltere’dir. Kıta Avrupası’nda, Fransa, Almanya ve İskandinav ülkelerindeki literatürde bu alanda kendi dillerinde temel kavram olarak “Kamu Yönetimi” (Public Administration) veya “Yönetim Bilimi” (Administrative Science) kavramlarının eş değeri “Kamu İşletmeciliği” (public management) kavramına tercih edilmektedir.
Yapısal bir kavram olarak kamu yönetimi ise devletin yürütmeye ilişkin kolunun örgütsel görünümünü yansıtır. Her devlet, yasalarla belirlenen görevlerini yerine getirmek için ulusal ve yerel düzeyde çeşitli örgütlenmelere gider. Bu kamu örgütleri, hükümetlerin yönetiminde kamu politikası kararlarını ve yasaları uygulamakla görevlidir. Bu anlamda kamu yönetimi siyasi organların yürütmeye ilişkin koludur; devlet ve toplum düzeninin temel dayanağıdır.
Üçüncü anlamda kamu yönetimi, akademik bir disiplini ifade eder. Kamu yönetimi, disiplinler arası köprü görevini yapan ve böylece çeşitli disiplinlerden gerekli olan kısım- ları alan, bunları kamusal sorunların çözümüne ve kamu hizmetlerinin yürütülmesine uygulayan bir disiplindir.
Son olarak kamu yönetimi, bir akademik disiplin olduğu kadar aynı zamanda bir meslektir. Kamu politikalarını oluşturma ve bunları uygulama, planlama, örgütleme, yönlendirme, koordinasyon, denetim, sevk ve idare gibi eylem ve işlemler içinde idareci olarak görev yapan mühendis, iktisatçı, planlamacı ve maliyeci gibi kişiler de kamu yöneticisi olarak nitelendirilirler ve kamu yönetimi mesleğinin elemanlarıdırlar.
Geleneksel Kamu Yönetimi ve Yeni Kamu Yönetimi
Geleneksel kamu yönetimi, 19. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak 20. yüzyılın son çeyreğine kadar kamu yönetiminde geçerli olan hakim paradigmanın adıdır.
Geleneksel kamu yönetimi anlayışının entellektüel temelleri, büyük ölçüde Woodrow Wilson, Max Weber ve Frederick Taylor’ın düşüncelerine dayanır.
Geleneksel yönetim anlayışı, yönetim literatüründe kamu yönetiminin yapısında ve işleyişinde yakın zamanlara kadar egemenliğini korumuştur. Bu anlayışın dayandığı temel ilke ve düşünceleri dört grupta toplamak mümkündür. Bunlardan ilki, kamu yönetiminin yapısı ile ilgilidir. İkincisi, devletin kamusal mal ve hizmetlerin üretim ve dağıtımında kendi örgütleri (bürokrasi) vasıtasıyla doğrudan görev alması gerektiği düşüncesidir. Üçüncü ilke, siyasi ve idari konuların birbirinden ayrılabileceği görüşüdür. Dördüncü ilke, kamu yönetimi, yönetimin özel bir biçimidir.
1980’li yılların sonlarına doğru gelişmiş ülkelerde ve özellikle Anglo-Sakson coğrafyada kamu sektörünün yönetiminde yeni bir yaklaşım ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu yaklaşım ya da anlayış, “işletmecilik” (manageralism), “yeni kamu işletmeciliği” (new public management) ve “piyasa temelli kamu yönetimi” (market-based public administration) ya da “girişimci idare” (entrepreneurial government) gibi kavramlarla ifade edilmektedir. “Yönetim” kavramı, “işletme” kavramından daha dar bir anlama sahiptir.
Yeni kamu yönetimi anlayışının temel özelliklerini, hükümetlerin yaptıkları reformları, beslendiği teorik kaynakları, bunları yorumlayanların katkılarını dikkate alarak dört grupta incelemek mümkündür. Birinci olarak yeni yönetim anlayışı, Max Weber’in bürokrasi modeline dayalı örgütlenme anlayışına karşı çıkar. Yeni kamu yönetimi anlayışına göre kamunun örgüt yapısı, büyük ölçekli değil, optimal büyüklükte, esnek, yumuşak hiyerarşi, dar ve az elemanlı merkez, geniş yatay çevre ve adem-i merkeziyetçi olmalı ve çalışanlar daha çok yetkilendirilmelidir.
İkinci olarak devletin faaliyet alanı daraltılmalıdır. Devletin faaliyet alanının daraltılması konusunda geniş bir görüş birliği bulunmaktadır. Kamu kesimince yerine getirilen birçok faaliyetin devlet dışında alternatiflerinin var olduğu, devlet müdahalelerinin artan enflasyon ve yükselen maliyet ile kırtasiyeciliğe neden olduğu vurgulanarak “minimal devlet” anlayışı savunulur.
Üçüncü olarak yeni yönetim anlayışı, kamu yönetiminin siyasi yöneticiler ve toplumla ilişkileri konusunda farklı bir yaklaşım sergiler. Kamu yönetiminin yalnızca siyasi liderliğe değil, aynı zamanda da kamuya (halka) karşı sorumlu olması gerektiğini vurgular.
Dördüncü olarak yeni kamu yönetimi, piyasa yönelimlidir, işletme yönetim ilke ve yöntemlerinin kamu yönetiminde uygulanmasından yanadır. Yeni kamu yönetimi anlayışı, serbest piyasa mekanizmasının, kaynakların kullanımında hizmetlerin üretilmesi ve sunumunda daha verimli ve etkin bir yöntem olduğunu vurgular.
Geleneksel kamu yönetimi ile yeni kamu yönetimi anlayışı arasındaki farklılıklar, anlatımı kolaylaştırmak için karşılaştırmalı olarak aşağıdaki tabloda kavramsal düzeyde gösterilmeye çalışılmıştır (tablo 1.1, s. 11).
Kamu Yönetiminin Elemanları
Kamu yönetimi, devlet ve toplum düzeninin kesintisiz olarak işlemesi, kamunun ortak ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik mal ve hizmetlerin üretilip halka sunulmasına ilişkin idari bir sistemdir. Her sistemde olduğu gibi kamu yönetimi sistemi de çeşitli elemanlardan meydana gelir.
Kamu yönetiminin elemanları şunlardır:
• Halk
• Örgüt
• Kamu politikası
• Norm düzeni
• Mali kaynak
• Örgütü harekete geçiren ve işleten kamu görevlileri
Yönetişim
Yönetişim (governance), “yönetim” veya “yönetmek” (to govern) kavramından türetilmiştir. Bu kavramı ilk defa Dünya Bankası, 1989 tarihli raporunda kullanmıştır. Yönetişim, toplum-devlet ilişkilerinde karşılıklı etkileşime dayalı yeni bir yönetim tarzını ifade etmektedir.
Yönetişim, kamu yönetimi, özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarını içine alan kompleks bir sistem ve bunların kendi aralarındaki ilişkiler ağı ve karşılıklı etkileşimlerini ifade etmek için kullanılan bir kavramdır. Burada, merkezî yönetim ve yerel yönetim kuruluşlarından başka, sivil toplum örgütleri, özel girişimciler ve kâr amacı gütmeyen kuruluşları kapsayan geniş bir aktörler yelpazesinin varlığı ve bunların yönetim sistemine dahil edilmesi söz konusu olmaktadır. Yönetişim kavramı, toplumu yönlendirmek ve yönetmek konusunda sorumluluk dengesinin devletten sivil topluma doğru kaymakta olduğuna işaret etmektedir.
Kamu Yönetimi ve Özel Yönetim
Kamu yönetimi kavramı, yönetimin kamu kurumlarıyla ilgili dalını; özel yönetim ise kamu kurumları dışındaki özel işletmelerde uygulanan yönünü anlatmak için kullanılır.
Her iki yönetim kesiminin de kurallar sistemi, örgüt, per- sonel, mali kaynak ve dış çevre gibi ortak ögeler ve sorunlar bulunmaktadır. Esas itibarıyla bütün yönetimler, “insan kaynakları”, “mali yönetim”, “örgütün yapı ve işleyişini idare etme”; “siyasa, program ve yöntem geliştirme” gibi dört temel işlev yürütürler.
Birtakım benzerliklere rağmen kamu yönetimi ve özel yönetim arasında yapı ve işleyişten kaynaklanan temel bazı farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılıklar şu alanlarda ortaya çıkmaktadır:
• Siyasal çevre
• Kamu yararı
• Yasallık, tarafsızlık ve süreklilik
• Hesap verme sorumluluğu
• Yönetim esnekliği
• Olumsuz dışsallıklarla mücadele
• Hakemlik
• Kamu gücü
• Yöneticilerin motivasyonu
Bu alanlar içinde önemli olan bir iki kavrama değinmek gerekir. Bunlardan ilki olan kamu yararı kamu yönetiminin eylem ve işlemlerinde yöneldiği ve toplumun bir kesiminin ya da tümünün yararını kollamaya dönük, temel ve genel hedef anlamına gelir. Bir diğeri olan ombudsman ise kamu yönetimini denetlemek için yasama organı tarafından görevlendirilen bağımsız kamu denetçisidir. Ve son olarak, kamu gücü kavramı ile idarenin kamu yararını gerçekleştirebilmesi için özel kişiler karşısında sahip olduğu üstün yetki ve ayrıcalıklar kastedilir.
Stratejik Yönetim
Önceleri sadece askerî alanda kullanılan “strateji” kavramı, zaman içinde işletme yönetimi ve kamu yönetimi olmak üzere bütün örgütlerce benimsenerek yaygınlık kazanmıştır. Strateji, sözlük olarak bir alanda istenilen amaca ulaşmak için uygulanabilecek temel yönetim usulleri ve takip edilecek yolların bütünü anlamına gelmektedir. Stratejik yönetim, günlük kararların alınmasında ve işlerin yürütülmesinde stratejik plana bağlı bir yönetim yaklaşımıdır. Stratejik plan ise bir örgütün ulaşmak istediği amaçları, bunlarla ilgili yol ve yöntemleri ifade eden resmî belgedir.
Stratejik yönetim yaklaşımının altı temel özelliği bulunmaktadır:
- Gelecekte ulaşılmak istenilen amaçların belirlenmesi (ki bu genellikle öz olarak vizyon tanımlamasında yer alır),
- Belirlenen amaçların gerçekleştirilmesiyle ilgili bir zaman planlamasının oluşturulması,
- Örgütün mevcut durumunun, özellikle kapasite yönünden incelenmesi ve değerlendirilmesi,
- Örgütün içinde yer aldığı çevrenin, bugünü ve geleceği dikkate alınarak nesnel olarak analiz edilmesi,
- Arzu edilen (belirlenen) amaçlara ulaşmak için çeşitli alternatifleri dikkate alarak bir stratejinin belirlenmesi,
- Örgütsel çabaları, belirlenen bu strateji etrafında bütünleştirme.
Başta ülkemiz olmak üzere çeşitli ülkelerde stratejik yönetim yaklaşımı, yasal bir zorunluluk hâline getirilmiştir. Ülkemizdeki kamu kurumları (birkaç istisna dışında) 2006 yılından itibaren stratejik yönetimin temel unsuru olan stratejik planı hazırlayarak uygulamaya başlamışlardır.
Devletin Niteliği ve Dönüşümü
Modern devlet, toplumun çeşitli aşamalar geçirerek büyümesi ve karmaşık bir yapıya erişmesinin sonucudur. Devlet, insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen ve bu ilişkilerin normlara uygun olarak yürümesini sağlayan; anlaşmazlıkları çözümleyen; kamusal mal ve hizmetleri üreten veya yöneten en üst egemen meşru gücü temsil etmektedir. Bir toplum içinde en üst siyasi otorite ile donatılmış siyasi kurum devlettir. Devlet; toplumun birliğini, düzenini, meşru otoritesini temsil eder ve ortak hizmetlerini yürütür.
Devletin fonksiyonları, geçirdiği aşamalar dikkate alınarak “klasik”, “kaynakları harekete geçirici”, “sosyal” ve “hakemlik” olmak üzere dört grupta toplanabilir. Klasik fonksiyonlar; vergi toplama, adalet, güvenlik, savunma ve dış ilişkiler (diplomasi) gibi bir devletin varlığı için zorunlu olan işlevlerdir. Bunlar olmadan devletin varlığından söz edilemez.
Devletin ekonomik alandaki rolü, koşullara bağlı olarak “müdahalecilik” ve “serbestlik” (laissez-faire) arasında gidip gelmektedir. Önceleri, planlayıcı, müdahaleci ve işletmeci devlet anlayışı egemen iken 1980’li yılların başından itibaren devlet yönetiminde liberal düşünce önem kazanmış, bütün ülkelerde piyasa ekonomisine doğru güçlü bir eğilim ortaya çıkmıştır. Bu eğilimin temel politikası “özelleştirme”dir. Özelleştirme, esas itibarıyla devleti küçültmeyi ve piyasa sistemini güçlendirmeyi amaçlamaktadır.
YÖNETIM İLKELERI
Giriş
Kamu kurumları ve yöneticileri, karar alırken ve kamu hizmetlerini yürütürken bir- takım ilkelere ve kurallara bağlı olarak hareket ederler. Kamu yönetiminin örgütlenişi, işleyişi ve sorumluluğuna ilişkin ilke ve kurallar “yönetim ilkeleri” olarak adlandırılır.
1980 yılının başından itibaren kamu yönetimi anlayışında ve uygulamalarında iki temel değişiklik dikkatimizi çekmektedir. Birinci değişiklik, kamu yönetiminin performansı ile ilgilidir. Olumsuzlukları ortadan kaldırmak için verimlilik, etkinlik, tutumluluk ve kalite gibi ilke ve değerlere daha çok vurgu yapılmaya başlanmıştır. İkinci değişiklik, kamu yönetiminin sorumluluk anlayışıyla ilgilidir. Kamu yönetiminin topluma karşı daha çok sorumluluk anlayışı içinde çalışması, hesap vermesi, kamu yararını gözetmesi, şeffaf ve dürüst olması, vatandaş merkezli bir politika izlemesi istenmektedir. Bu çerçevede kamu yönetiminin gerek örgütlenmesinde ve hizmet sunumunda gerekse sorumluluk sisteminde yeni ilke ve değerler önem kazanmıştır.
Kamu Yönetimine Egemen Olan ilkeler
Kamu yönetiminin ilkeleri denildiğinde örgütlenme, planlama, bütçeleme, karar verme, yönlendirme, koordinasyon ve denetim gibi yönetim sürecinin geleneksel ilkeleri yanında hesap verebilirlik, saydamlık, katılımcılık, etkinlik ve verimlilik, yasallık ve tarafsızlık gibi yönetimin işleyişi, performansı ve sorumluluğu ile ilgili ilkelerin tümü akla gelmektedir.
Kamu yönetiminde örgütlenme, kamu hizmetleri için gerekli olan araç ve kaynakları bir düzende toplamak, yetki, görev ve sorumlulukları belirleyerek bir yapı oluşturmak demektir. Bunun için önce amaçlar belirlenir. Daha sonra yetki ve görevler sayılır. Bunları yerine getirecek organlar, birimler, makamlar ve kaynaklar tanımlanır. Örgütlenme, kendi başına bir amaç değil, daha çok kamusal hedeflerin gerçekleştirilmesi için bir araçtır.
Devlet, ulusal sınırlar içinde yaşayan halkın ortak ihtiyaçlarını karşılamak ve genel yararlarını korumak için çalışır. Bu amaçla devlet, iki esasa bağlıdır. Bunlardan biri faydası ülke geneline yayılmış, genel nitelikteki kamu hizmetlerine ilişkin politikalar merkezî hükûmetin emir ve komutası altındaki organlar/örgütler tarafından yerine getirilmesidir. Buna “merkezden yönetim” denilir. Diğeri ise, birtakım fonksiyonların/hizmetlerin merkezî yönetimin hiyerarşik yapısı dışındaki özerk birimlerce yürütülmesidir ki buna da “yerinden yönetim” adı verilmektedir.
Kamu hizmetleri, “genel” ve “yerel” nitelikte olmak üzere ikiye ayrılabilir. Faydası ülke geneline yayılmış ve bu ölçekte bölünemez olan hizmetlere “genel kamu hizmetleri” denilir. Siyasi bakımdan merkezden yönetim, bir ülkede yasama organının ve hükûmetin tek olmasını ve dolayısıyla siyasi otoritenin tamamen merkezdeki iktidarda toplanmasını ve hukuki birliğin mevcut bulunmasını ifade eder. Siyasi merkeziyetçiliğe göre örgütlenmiş devlete “üniter devlet” (tekçi devlet) denilir. İdari bakımdan merkezden yönetim ise daha dar bir anlamı ifade eder. Kamu hizmetlerine ilişkin politikaların belirlenmesi ve kararların alınması yetkisi merkezî organ- larda toplandığı gibi bunların yürütülmesine ilişkin inisiyatif de bu organların elindedir.
İdari merkezden yönetimin özellikleri şöyle özetlenebilir:
- Kamu hizmetlerine ilişkin politika belirleme, karar alma ve yürütme yetkisi merkezî bir organın ya da organların elinde toplanmıştır.
- Merkezî organ, söz konusu hizmetlere ilişkin faaliyetleri bölge veya il düzeyindeki kuruluşları aracılığıyla yürütür.
- Kamu hizmetlerinin finansmanı ve harcamaların yapılmasına ilişkin işler merkezden yönetilir.
- Merkezî yönetim birimlerinde görev alacak personelin atanması işlemi, merkez tarafından yürütülür.
Merkezden yönetim ilkesi, bütün ülkelerde çeşitli alanlarda uygulandığına göre bazı hizmetlerin yürütülmesinde önemli birtakım avantajlara sahiptir, bununla birlikte, kamu hizmetlerinin kararlaştırılması, planlanması ve yürütülmesi konularına ilişkin yetki ve sorumlulukların aşırı bir şekilde merkezileştirilmesi (yetki temerküzü) önemli bazı sorunları ve sakıncaları beraberinde getirir.
Yetki genişliği (tevsi-i mezuniyet-deconcentration), merkezden yönetimin yumuşatılmış bir biçimidir. Bu sistemde merkezî yönetimin, karar alma ve yürütmeye ilişkin bazı yetkileri, kendi hiyerarşik yapısı içinde yer alan alt birimlerin başındaki yöneticilere kanunla aktarılmaktadır. Yetki genişliği sayesinde merkezî örgütlerin iş yükünün bir kısmı alt birimlere ve başkent dışındaki kuruluşlara aktarılmaktadır. Yetki genişliği, merkezî yönetimin üstlendiği fonksiyonların daha verimli ve etkin bir şekilde yürütülmesi amacıyla geliştirilmiştir. Ülkemizde yetki genişliğinin uygulandığı birimlerin başında il gelmektedir. Anayasa, illerin idaresinin, yetki genişliği esasına dayanacağını hükme bağlamıştır (md. 126).
Yetki genişliğinin yanında “yetki devri” ve “imza yetkisi” kavramlarına da değinmek gerekir. Yetki devrinde yasalar, bazen hangi konuda ve ne tür yetkilerin hangi makamlara devredilebileceğini belirtir. Yetki devrinin yönetsel bir işlemle yapılması gerekir. Yetki devrinde esas yetkinin sahibi her zaman yetkisini geri alabilir. İmza yetkisi, bir yöneticinin yükünü hafifletmek için ortaya çıkarılan hukuki bir formüldür. Astlar, amirin imzalaması gereken bazı yazıları, onun adına ve sorumluluk yine ona ait olmak üzere imzalarlar. İmza yetkisi verebilmek için açık bir yasal yetkiye ihtiyaç bulunmamaktadır. Bununla birlikte bütün konularda imza yetkisinin devri söz konusu olamaz. Yetki devrinde olduğu gibi imza yetkisinde de amir, her zaman yetkisini geri alabilir.
Yerinden yönetim, bir ülkede siyasi ve idari yetkilerin bir bölümünün, merkezî yönetimin dışındaki otoritelerce kullanılmasıdır. Yerinden yönetim, “siyasi” ve “idari” olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
Siyasi yerinden yönetim, federal devlet sistemini ortaya çıkarmıştır. Federalizm, üniter devlet sisteminden farklı ve onun zıddı bir siyasi sistemi temsil eder. Üniter devlet sisteminde vatandaşlarla ulusal parlamento arasına giren egemenlik gücüne sahip başka birimler bulunmamaktadır.
Üniter devlet sisteminde örgütlenme, merkezî yönetim ve yerel yönetimler olmak üzere iki şekilde ortaya çıkmaktadır. Federal sistemde ise merkezî yönetim ile yerel yönetimler arasında bir başka idari kademe daha vardır; o da eyalet yönetimidir. Eyaletler de merkezî hükûmet gibi, anayasal çerçevede otoritesini doğrudan halktan alır. Eyaletler, yapısal olarak merkezî hükûmetin müdahalesine karşı korunmuştur.
İdari yerinden yönetim, yerel nitelikteki kamu hizmetleriyle iktisadi, ticari, kültürel ve teknik bazı fonksiyonların merkezî yönetimin hiyerarşik yapısı dışındaki kamu tüzel kişiliklerince yürütülmesidir. Bu kamu tüzel kişileri ya belli bir coğrafi bölgede yaşayan halkı ya da eğitim, ticaret, sanayi, kültür gibi belirli bazı hizmetleri (fonksiyonları) temsil ederler.
İdari yerinden yönetim ilkesi, “fonksiyonel” (hizmet) ve “coğrafi” yönden yerinden yönetim olmak üzere iki şekilde uygulanmaktadır. Fonksiyonel (hizmet) yerinden yönetim, belirli bazı işlevlerin merkezî yönetimden alı- narak özerk kurumlara aktarılmasıdır. Burada, belirli bazı kamusal fonksiyonlar özerk bir statüye kavuşturulmakta ve bunları yürütecek örgütler oluşturulmaktadır.
Coğrafi ya da mekân yerinden yönetim, idari bazı görevlerin yürütülmesi yetkisinin, merkezî yönetime bağlı olmayan ve karar organları seçmenlerin oylarıyla belirlenen bölge, il, belediye veya köy gibi faaliyetleri belirli bir coğrafi alanla sınırlı olan yönetimlere verilmesidir. Coğrafi yerinden yönetim, bir bölge, il, belediye ya da köy halkının yerel nitelikteki hizmetlerini, kendi organları vasıtasıyla kararlaştırmasını ve yürütmesini amaçlamaktadır.
Desantralizasyon (yerinden yönetimleştirme/ademi- merkeziyetçilik), orijin itibarıyla Batı’da ortaya çıkmış bir düşüncedir. Ancak bugün bu düşünce Batı’daki klasik anlamından daha geniş boyutlarda ele alınmaktadır.
Klasik anlamda desantralizasyon, merkezî yönetimden yerel yönetimlere doğru yetki, görev ve kaynak aktarımını ifade eder. Bu anlamda desantralizasyon, merkezî yönetim-yerel yönetim ilişkilerinde anahtar bir kavramdır.
Modern anlamda desantralizasyon ise merkezî yönetimin elindeki planlama, karar verme (decision making) ve kamu gelirlerinin toplanması gibi idari yetkilerin bir kısmının, taşra kuruluşlarına, yerel yönetimlere, federe birimlere, yarı-özerk kamu kurumlarına, meslek kuruluşlarına ve idarenin dışındaki gönüllü örgütlere (dernek ve vakıf gibi) aktarılmasıdır.
Modern anlamda desantralizasyon, “iç desantralizasyon” ve “dış desantralizasyon” olarak iki biçimde ele alınabilir. İç desantralizasyon, bir örgütün üst basamaklarında toplanan yetkilerin alt birimlere aktarılması, personelin yetkilendirilmesi sürecidir. Dış desantralizasyon ise merkezî yönetimden yerel yönetim birimlerine, gönüllü kuruluşlara, piyasa mekanizmasına doğru yetki ve görevlerin aktarılması sürecini anlatır.
Desantralizasyon konusunu incelerken “hizmette yerellik” ilkesinden de söz etmek gerekir. Hizmette yerellik (subsidiarite) ilkesi, desantralizasyon hareketinin temel gerekçesini meydana getirmektedir. Kavram olarak subsidiarite, köken itibarıyla Latin askerî terminolojisine dayanmakta “yerel”, “ikincil” ve “yardımcı” anlamlarına gelmektedir. Bu çerçevede subsidiarite, bir eylemi, bir davranışı, bir kişiyi veya bir kurumu güçlendirmeye yarayan, onlara destek ve yardımcı olan, yedek ve ikincil anlamındadır. Bu kavram, ülkemizde “yerellik”, “yerindenlik ve “hizmette halka yakınlık” sözcükleriyle ifade edilmektedir.
Hizmette yerellik ilkesinin amacı, karar verme mekanizmasını vatandaşa mümkün olabildiği ölçüde yaklaştırmak olduğu için temelde siyasi bir nitelik taşır. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nda bu ilke şöyle yer almıştır: “Kamu sorumlulukları, genellikle ve tercihen vatandaşa en yakın olan makamlar tarafından kullanılacaktır.” Bu şart kısaca, Avrupa Konseyi’nin yetkili organlarınca benimsenerek 15.10.1985 tarihinde üye devletlerin imzasına açılmış bulunan ve yerel yönetimlerin özerkliği kavramını tanımlayan uluslararası sözleşmesi olarak tarif edilebilir.
Yönetimde saydamlık, kamu yönetiminin yönetilenler eliyle denetlenmesinin önemli araçlarındandır. Saydamlığın çeşitli unsurları bulunmaktadır. Birinci unsuru, kişilerin resmî bilgi ve belgelere ulaşabilme hakkıdır. Yönetim faaliyetlerinin izlenebilmesi, her türlü belge ve bilginin yönetimden gerektiğinde alınabilmesi bu kapsamdadır. Saydamlığın ikinci unsuru, kamu politikası üreten organlarının toplantılarını izleyebilme hakkı ile önemli proje ve kararların, halkın görüşüne başvurularak alınmasıdır. Bu yöntem katılımcı yönetim anlayışının temel unsurudur.
Kamu yöneticileri, gerek uzmanlıkları ve daimi statüleri, gerekse kendilerine verilen veya devredilen geniş takdir yetkileri nedeniyle kamu politikalarının oluşturulması, uygulanması ve kamu harcamalarının yapılması süreçlerinde çok önemli roller üstlenmişlerdir. Bu durum, kamu yöneticilerinin hesap verme sorumluluğunu artırmakta ve yeni hesap verme biçimlerinin devreye girmesine neden olmaktadır.
Hesap verebilirlik; yönetimde alınan kararları, yapılan işleri ve harcamaları açıklama, nedenlerini izah etme ve gerekçelendirme zorunluluğu olarak tanımlanabilir. Kamu yetkisi ve kaynağını kullanan herkesin, bu yetki ve kaynak kullanımı nedeniyle, idari, mali, hukuki, etik ve performans gibi konularda ilgili makamlara hesap vermeleri gerekir. Hesap verilen makamlar dikkate alınarak yapılan sınıflandırmaya göre “örgütsel veya hiyerarşik hesap verebilirlik”, “siyasal hesap verebilirlik”, “yasal hesap verebilirlik”, “profesyonel kuruluşlara hesap verebilirlik” olmak üzere en az dört grupta toplanmaktadır.
Katılımcılık, son zamanlarda çok kullanılan “yönetişim” (governance) kavramıyla yakından ilişkilidir. Çünkü yönetişim, katılımı öngörmektedir. Katılım kavramının siyasal ve yönetsel olmak üzere iki biçimi bulunmaktadır. Siyasal katılım, bireylerin ve grupların ulusal ve yerel düzeyde siyasal yöneticilerini seçmek ve yöneticileri kendi istek ve çıkarları doğrultusunda karar almalarını sağlamaya yönelik gösterdikleri her türlü davranış ve eylemi ifade eder.
Yönetsel katılım ise seçim ve seçime ilişkin faaliyetler dışında, kamu hizmetleriyle ilgili temel kararların hazırlanması, olgunlaştırılması, karara dönüştürülmesi ve bu kararların uygulanması aşamalarından birine, birkaçına veya tamamına, o karardan doğrudan ya da dolaylı olarak etkilenecek olanların katkıda bulunmasını içerir.
Etkinlik ve verimlilik kavramları, çoğu zaman birlikte kullanılmakta ve bütün ülkelerde iyi yönetim ilkelerinin içinde yer almaktadır. Verimlilik, bir mal ve hizmetin üretimi ile ilgili girdilerle çıktılar arasındaki ilişkiyi belirtir. Etkinlik ise bir iş veya program/proje konusunda saptanan hedeflerin başarılmasıdır. Etkinlik, doğru hedefler koyup bunları başarmakla ilgilidir ve sonuç odaklı bir kavramdır.
Etik ve dürüstlük, siyasetin, yargının ve kamu yönetiminin temel ilkeleri arasında yer almaktadır. Etik (ethics) sözcüğü, Yunanca “karakter” anlamına gelen “ethos” sözcüğünden türemiştir. Etik, genel anlamıyla iyi-kötü, doğru-yanlış ile ilgili değerler, ilkeler ve kurallar demektir.
Kamu yönetiminde etik, kamu görevlilerinin kamu kaynak ve yetkilerini kullanırken uymaları gereken tarafsızlık, saydamlık, dürüstlük, hesap verebilirlik ve kamu yararını gözetme gibi değerler, ilkeler ve kurallar bütünüdür.
Anayasa’da Yönetim ilkeleri
Kamu yönetimi ilkeleri, esas itibarıyla hukuksal olmaktan daha çok, yönetim anlayışı, politikaları ve hizmet gerekleriyle ilgili bir konu olmasına rağmen anayasalarımıza da girmiştir. Özellikle kamu yönetiminin örgütlenmesi, görevleri ve işleyişine ilişkin bazı ilkeler, dar veya geniş kapsamlı olarak 1876 Anayasası’ndan başlayarak tüm anayasalarda yer almış ve dolayısıyla “anayasal ilkeler” hâline gelmiştir.
Anayasa’nın kamu yönetiminin örgütlenmesi ve faaliyetleriyle ilgili ilkelerinden birincisi, “yönetimin bütünlüğü” (idarenin bütünlüğü) dür. Kamu yönetimini
meydana getiren kurumların örgüt ve görevleri bakımından gerek kendi içindeki birlik ve düzeni gerekse yönetimler arasındaki uyumu “hiyerarşik denetim” ve “vesayet denetimi” sağlamaktadır. Hiyerarşik denetim, ast-üst biçiminde örgütlenmiş her bir kamu kurumunun kendi içindeki bütünlüğünü, düzenini; “vesayet denetimi” de merkezî yönetimle yerinden yönetim kuruluşları arasındaki bütünlüğü sağlamak amacıyla ortaya çıkan ve kullanılan bir denetim biçimidir.
Anayasa’da yer alan yönetim ilkelerinden ikincisi, “yasal yönetim” ya da “kanuni idare” ilkesidir. Yasal yönetim ilkesi, iki unsurdan meydana gelir. Birincisi, kamu yönetiminin kuruluş ve görevlerinin kanunlarca düzenlenmesi gereğidir. Anayasa’ya göre hiçbir kamu kurumu kendiliğinden ortaya çıkamaz ve kendiliğinden görev ve roller üstlenemez, mutlaka bir yasal temelinin olması gerekir. Yasal yönetim ilkesinin ikincisi unsuru ise yönetim işlemlerinin ve faaliyetlerinin kanunlara aykırı olmamasıdır.
Anayasa’da kamu yönetiminin kuruluş ve görevleriyle ilgili üçüncü ilke, “merkezden yönetim” ve “yerinden yönetim” ilkeleridir. Dördüncü ilke ise “yetki genişliği” dir.
KAMU YÖNETIMI DISIPLININ GELIŞIMI
Giriş
Kamu yönetiminin bağımsız bir akademik disiplin olarak ortaya çıkışı, diğer sosyal bilimlerle karşılaştırıldığında görece daha yenidir. Modern kamu yönetimi düşüncesi, 19. yüzyıldan itibaren oluşmaya başlamıştır. Ancak, kamu yönetimi, devlet idaresi olarak tanımlandığında tarihini çok eskilere götürmek mümkündür. Kamu yönetimi, bir uygulama alanı olarak insanlık uygarlığı kadar eskidir denilebilir.
Kamu Yönetimi Disiplinin Gelişiminde İlk Öncüler
Kamu yönetiminin bağımsız bir disiplin olarak ortaya çıkmasında öncü kabul edilen çalışmalar vardır. Bunlar arasında Almanya’da ortaya çıkan kameral bilimler, Fransa’da Charles Jean Bonnin, Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) Woodrow Wilson ve Frank Goodnow tarafından gerçekleştirilen çalışmalar sayılabilir.
Avrupa’da kamu yönetiminin gelişiminde kameral bilimlerin önemli etkisi olmuştur. 18. yüzyılın ilk yarısında Prusya (eski Almanya) üniversitelerinde kurulan “Kameral Bilimler” kürsüleri, kamu yönetimini özel bir konu olarak ele alan öncü girişimlerin başında gelir. Kameralistler, idari işlerin daha iyi yürütülmesi için yararlı teknik ve pratik bilgilerin geliştirilmesi üzerinde durmuşlardır. Modern kamu hizmetlerinin ve kamu yönetimi mesleğinin ortaya çıkmasında kameralizm düşüncesi ve pratiğinin önemli bir yeri vardır.
Avrupa’da kamu yönetimi düşüncesinin gelişimine katkı yapan bir diğer öncü çalışma da Fransız Charles Jean Bonnin’in 1812 yılında yazdığı “Kamu Yönetimi İlkeleri” (Principes d’Administration Publique) başlıklı üç ciltli kitabıdır. Kitabın kamu yönetimi disiplini açısından önemli iki temel özelliği vardır. Bunlardan birincisi, kamu yönetimine ilişkin ilkeleri sistematik ve kapsamlı bir biçimde ele alan ilk eser olmasıdır. Kitabı önemli kılan ikinci özelliği ise “kamu yönetimi” adıyla yayımlanmasıdır.
Fransa’da Alexandre Auguste François Vivien tarafından 1845 yılında yayımlanan “Yönetsel İncelemeler” (Etudes Administratives) başlıklı kitap Fransız kamu yönetimini nesiller boyu etkilemiştir. Vivien, bu çalışmasında başta siyaset-yönetim ayrımı olmak üzere kamu yönetiminin temel tartışma alanlarına ayrıntılı olarak değinmektedir.
ABD’de kamu yönetimi düşüncesinin gelişiminde Woodrow Wilson’ın özel bir yeri vardır. Wilson, 1887 yılında yazdığı “İdarenin İncelenmesi” (The Study of Public Administration) başlıklı makalesinde “Anayasayı uygulamak anayasa yapmaktan daha zor hale gelmektedir.” diyerek, devletin giderek artan ve karmaşık hale gelen idari görevlerine dikkat çekmiştir.
Klasik Dönem
Klasik dönem içinde yer alan çalışmalar üç başlık altında ele alınabilir. Bunlardan birisi Frederick Winslow Taylor’un ortaya koyduğu “bilimsel yönetim” anlayışı, ikincisi Henri Fayol, Luther Gulick ve Lyndall Urwick tarafından ileri sürülen “yönetim ilkeleri” yaklaşımı, üçüncüsü de Max Weber’in “idealtip bürokrasi” modelidir.
Bilimsel yönetim yaklaşımı, Frederick W. Taylor’un çalışmalarına dayanır. Taylor, çalışmalarında rutin ve tekrarlanan fiziki işlerdeki verimliliği artırmaya odaklanmıştır. Bunu gerçekleştirmek için işlerin, geleneksel iş görme usulleri ile değil de bilimsel yönteme dayalı olarak yapılması gerektiğini ileri sürmüştür. Taylor’a göre verimsizliği önlemenin reçetesi sistematik yönetimdir ve bir işi yapmanın her zaman için ‘en iyi tek yolu’ (the best way) vardır. Bu yol, zaman ve hareket incelemeleri yapılarak bulunabilir.
Fayol, bir işletmedeki faaliyetleri altı grupta toplamıştır. Bunlar, teknik faaliyetler, ticari faaliyetler, mali faaliyetler, güvenlik faaliyetleri, muhasebe faaliyetleri ve yönetim faaliyetleridir. Yönetim faaliyetleri planlama, örgütleme, yöneltme, eşgüdüm ve denetim fonksiyonlarından oluşur. Bu ilkeler, kısaca PÖYED olarak da ifade edilir. Bu bakış açısıyla, yönetim planlama, örgütleme, yöneltme, eşgüdüm (koordinasyon) ve denetim fonksiyonlarından oluşan bir süreç olarak tanımlanmıştır. Bu beş işleve verdiği önemden dolayı Fayol’un yaklaşımı “fonksiyonel” ve “yönetim süreci modeli” olarak da anılmakta ve kendisi fonksiyonel yönetim akımının öncüsü sayılmaktadır.
Klasik dönem içinde değinilmesi gereken ABD kaynaklı bir diğer çalışma da Leonard D. White tarafından 1926 yılında yayımlanan “Kamu Yönetimi İncelemesine Giriş” (Introduction to the Study of Public Administration) adlı kitaptır. White,kitabında yapısal yaklaşımı benimseyerek yönetimi, örgüt ve personel yönetimi boyutuyla incelemektedir. Buna göre, kamu yönetimi, devletin amaçlarını gerçekleştirebilmek için insanların ve araç- gereçlerin yönetilmesidir.
Max Weber, bürokrasi kuramını geliştirerek kamu yönetimi disiplininin gelişimine çok önemli katkılar sağlamıştır. Weber, en verimli örgütlenme modeli olarak gördüğü bürokrasinin kamu ve özel kesim fark etmeksizin tüm büyük ölçekli örgütlere uygulanabileceğini belirtmiştir
Davranışsal Yaklaşım
Adından da anlaşılacağı üzere davranışsal yaklaşımın temel özelliği, örgütlerdeki insan davranışını inceleme konusu yapmasıdır. Bilindiği gibi klasik yaklaşım, örgütlerin biçimsel yapısına önem vermiş, insanları da bu yapı içinde mekanik bir parça olarak görmüştür. Klasik dönem, sadece yapıya odaklandığı, örgütlerdeki insan unsurunu ihmal ettiği gerekçesiyle eleştirilmiştir. Klasik yaklaşım biçimsel yapıyı esas alırken, davranışsal yaklaşım insan davranışını esas almıştır. Davranışsal yaklaşım, örgüt içinde insanların nasıl davrandığı ile ilgilendiği için bu yaklaşımın temsilcileri psikoloji, sosyoloji ve sosyal psikoloji gibi alanlardan büyük ölçüde yararlanmışlardır.
Davranışsal yaklaşım, klasik yaklaşım gibi örgütlerde verimliliği esas almıştır. Ancak bunun rasyonel bir örgüt tasarımından daha çok örgüt çalışanlarının işbirliği ile sağlanabileceğini ileri sürmüştür. Yönetimde insan odaklı davranışsal yaklaşımlar, psikoloji, sosyoloji ve sosyal psikoloji alanlarının verilerinden yararlanarak örgütlerde çalışanların performanslarını artırmaya yönelik kuramsal çalışmalar yapmışlardır.
Siyaset- Yönetim Birlikteliği Yaklaşımı
Siyaset-yönetim ayrımı, Woodrow Wilson tarafından 1887 yılında dile getirilmesinden itibaren “Siyaseti yönetimden ayırmak mümkün mü veya bu arzulanır bir durum mu?” sorusu kamu yönetimi disiplinini hep meşgul edegelmiştir. Bu yaklaşım, siyaseti yönetimden ayırmanın mümkün olmadığını, ayrıca bunun arzulanır bir durum olmadığını ileri sürer. Kamu yönetimi, devlet örgütlenmesi içinde ortaya çıkan yönetim sürecini ifade ettiği için siyasal boyut kaçınılmaz olarak işin içindedir. Bir başka deyişle, kamu yönetimi özel yönetimden farklıdır çünkü siyasi bir çevrede faaliyet gösterir. Demokratik değerler ve ilkeler verimlilik ilkesi kadar önemlidir.
Kamu Yönetimde Yeni Yaklaşımlar
Kamu yönetimi disiplininin arayış içinde olduğu bir dönemde, 1960’ların sonunda önemli bir gelişme oldu. Dwight Waldo öncülüğünde, ABD’deki genç kamu yönetimcileri kamu yönetimi disiplininin içinde bulunduğu durumu ve sorunlarını ele almak üzere 1968 yılında Syracuse Üniversitesinin Minnowbrook Konferans Merkezinde toplandılar. Bu Konferansla birlikte “Yeni Kamu İdaresi” (New Public Administration) hareketi doğdu.
Yeni kamu idaresi hareketine göre;
• Kamu yönetimi toplumsal sorunlara duyarlı ve onlara çözüm üreten bir disiplin olmalıdır.
• Sosyal eşitlik, adalet ve hakkaniyet ilkeleri kamu yönetiminin temel unsurları arasında yer almalıdır.
• Kamu yönetiminde demokratik ve moral değerler önemlidir.
• Kamu yöneticileri, kamu yararının gerçekleştirilmesinde, toplumun güçsüz kesimlerinin korunması noktasında önemli role sahiptir.
Yeni kamu yönetimi yaklaşımı ile kamu yönetimi disiplininde “müşteri odaklılık”, “girişimcilik”, “sonuç odaklılık”, “sonuçlara dayalı hesap verebilirlik”, “çalışanları yetkilendirme”, “performans ölçümü” ve “dış kaynak kullanımı” gibi kavramlar öne çıkmıştır. Yeni kamu yönetimi reformları, geleneksel kamu yönetiminin sorunlarına, özellikle de bürokratik örgütlenmenin yetersizliklerine çözüm olarak ortaya çıkmıştır
1990’lı yılların ortalarından itibaren yeni kamu yönetimi reformları ve sonuçları değişik çevrelerce sorgulanmaya ve eleştirilmeye başladı. Bazıları “yeni kamu yönetimi” yaklaşımının adalet, hakkaniyet, temsiliyet ve katılım gibi demokratik ve anayasal değerleri tehdit ettiğini ileri sürdüler. Bu yaklaşımı eleştirenler yeni kamu hizmeti diye adlandırdıkları bir yaklaşım öne sürmüşlerdir. Yeni kamu hizmeti yaklaşımı bürokrasi, hiyerarşi ve denetime vurgu yapan geleneksel kamu yönetiminden farklı olduğu gibi, vatandaşı müşteri konumuna dönüştüren, kamu yöneticisine girişimci rol öngören yeni kamu yönetiminden de ayrılmaktadır.
Türkiye’de Kamu Yönetimi Disiplinin Gelişimi
Türkiye’de kamu yönetiminin bağımsız bir disiplin haline gelmeye başlaması 1950’li yıllarda başlamıştır. Ancak, Türklerin devlet kurma ve yönetme pratiğinin tarihi çok eskidir. Türkler, tarihte büyük devletler kurmuş ve köklü bir yönetim geleneğine sahip bir millettir. Türklerin devlet kurma ve yönetme konusundaki başarılarının arkasında hükümdarların yanında düşünürlerin ve yönetici danışmanların da rolü vardır.
Türk tarihinde yöneticileri yetiştirmek amacıyla okullar açılmıştır. Osmanlı Devletindeki Enderun Mektebi, Tercüme Odası ve Mülkiye Mektebi kamu yönetimi öğretimi tarihinde önemli yeri olan kurumlardır.
Osmanlı Devletinde, özellikle Tanzimat’la birlikte kamu yönetimi yapısı ve uygulaması Kıta Avrupası ülkelerinden etkilenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de Osmanlı döneminin devlet yapısı ve kurumlarını devralarak geliştirmiştir.
Türkiye’de kamu yönetimi öğretimi 1950’lere kadar daha çok hukuk ağırlıklı olmuş ve idare hukuku içerisinde ele alınmıştır. Türkiye’de kamu yönetiminin idare hukuku dışında, ayrı bir bilim alanı olarak incelenmeye başlaması 1950’li yıllara dayanır. Bu dönem aynı zamanda kamu yönetiminin bağımsız bir disiplin olarak ortaya çıkmaya başladığı yıllardır.
Türkiye’de geleneksel öğretimden gerek içerik bakımından gerekse yaklaşım olarak ayrılan çağdaş anlamda kamu yönetimi öğretiminin başlaması İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki gelişmelerle olmuştur. Bu yıllarda Türkiye’de kamu yönetimi öğretimini etkileyen önemli olaylardan biri Türkiye Cumhuriyeti ile Birleşmiş Milletler arasında imzalanan teknik yardım anlaşması çerçevesinde Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü’nün (TODAİE) kurulmasıdır.
Türkiye’de kamu yönetiminin ayrı bir disiplin olarak kabul görmesi çok uzun bir geçmişe sahip değildir. Kamu yönetimi 1950’li yıllara kadar Türkiye’de bir bilim dalı olarak daha çok idare hukuku içinde ele alınmış ve idare hukukunun etkisi altında kalmıştır. 1950’li yıllardan sonra, TODAİE’nin kurulmasıyla birlikte ABD kaynaklı örgüt ve yönetim kuramına dayalı çalışmalar yaygınlaşmış, üniversitelerde kurulan kamu yönetimi bölümleriyle bağımsız bir akademik disiplin olma yönünde ilerlemiştir.
BÜROKRASI
Giriş
Gerek kamuda ve gerekse özel sektörde yaygın bir nitelik gösteren bürokrasi olgusu, çeşitli tanımlamalara ve değerlendirmelere konu olmaktadır. Başta Kamu Yönetimi, Siyaset Bilimi ve Sosyoloji olmak üzere çeşitli bilim dalları, inceleme alanları içinde bürokrasi olgusuna özel bir yer vermekte kendi bakış açılarına göre onu tanımlamaya, yorumlamaya ve çeşitli sorunlarını analiz etmeye çalışmaktadır. Kamu bürokrasisi, devlet yönetiminde politikada ve toplum hayatında önemli rol oynamaktadır. Siyasi iktidarlar, başarılı olabilmek ve politikalarını etkin olarak yürütebilmek için bürokrasiye ve bürokratlara bağımlı hâle gelmişlerdir. Bürokrasi, önemli kararların alınması ve bunların yürütülmesinde siyasi iktidarların en önemli ortağıdır. Özel sektör kuruluşlarının ve sivil toplumun performansı da kamu bürokrasisinin etkin ve verimli çalışmasına bağlıdır.
Bürokrasinin Çeşitli Tanımları
Bürokrasi, halkın dilinde, “verimsizlik”, “işlerin ağır yürümesi”, “kuralcılık” ve “kırtasiyecilik” gibi genellikle hoşnutsuzluğu belirten bir kavramdır. Türkçede bürokrasi genellikle kırtasiyecilik anlamında kullanılmaktadır.
Bürokrasi, toplum nazarında daha çok olumsuz ve kötüleyici bir anlam ifade eder. Bürokrasi, örgütlerin olumsuzluklarını ve resmî otoritenin kötüye kullanılmasını anlatmakta kullanılan pejoratif (kötüleyici ve aşağılayıcı) bir kavramdır. Bu anlamda bürokrasi “verimsizlik”, “işlerin ağır yürümesi”, “kuralcılık”, “kırtasiyecilik”, “sorumluluktan kaçma”, “yetki devretmekte isteksizlik”, “otoriteye aşırı bağlılık” gibi olumsuz davranış ve işlemlerdir.
Bürokrasi, belirli özelliklere sahip bir örgüt biçimidir. Bu tanım Alman sosyal bilimci Max Weber’le (1864-1920) birlikte ortaya çıkmıştır. Bürokrasi konusundaki egemen anlayış, Weber’in tanımı etrafında toplanmıştır. Weber’e göre bürokrasi, işbölümü, otorite hiyerarşisi, yazılı kurallar, yazışmaların ve faaliyetlerin dosyalanması, gayri şahsilik, disipline olmuş bir yapı ve resmî pozisyonlardan oluşan bir örgüt biçimidir.
Bürokrasi kavramı, çoğu kez “kamu yönetimi” ile eş anlamda da kullanılır. Bürokrasi, siyasi sistemin bir parçası olan yönetsel yapıyı ve onun eylemlerini anlatır. Bu anlamda bürokrasi, devlet yönetiminde çeşitli idari görevleri-işleri yerine getirmek için hükûmetler tarafından yönetilen ve çeşitli kamu kurumlarından oluşan örgütler bütününe ve onların eylem-işlemlerine verilen addır.
Bürokrasi, otoritenin büyük ölçüde atama yoluyla işbaşına gelen memurların elinde olduğu bir yönetim biçimi olarak da tanımlanmıştır. Bu bağlamda bürokrasi, “demokrasi”, “aristokrasi” ve “monarşi” gibi bir yönetim şeklidir ve bunlarla karşılaştırılabilir.
Son olarak bürokrasi, toplumda büyük yapılı örgütlerin gelişmesini anlatmak için kullanılan bir kavramdır. Bürokratikleşme, 19. yüzyıldan itibaren yalnızca devlette değil, aynı zamanda siyasi partilerde dinî kurumlarda, yargı ve sanayide de hakim bir nitelik olarak gelişme göstermiştir. Böylece toplum, her alanda ortaya çıkan ve faaliyet gösteren örgütlerle karakterize edilir hâle gelmiştir. Kısacası örgütsel toplumdan söz edilir olmuştur.
Bürokrasinin Teorik Çerçevesi
Karl Marx’ın Düşüncesinde Bürokrasi: Marx, sistematik bir bürokrasi teorisi geliştirmemiştir; bürokrasiyi, devlet yönetimi içinde daha çok güç ilişkisi bağlamında ele almıştır. Marx bürokrasiyi, karmaşık bir sanayi toplumunun ortaya çıkışının bir sonucu olarak görmekten daha çok onu kapitalizmin belirli ihtiyaçlarıyla ilişkilendirmiştir ve bürokrasiyi, burjuva çıkarlarını destekleme ve kapitalist sistemin savunma mekanizması olarak değerlendirmiştir.
Liberal Düşüncede Bürokrasi: Liberal düşüncenin bürokrasi konusundaki görüşleri, esas itibarıyla İngiliz yazar Jonh Stuart Mill’in (1806-1873) yaklaşımları etrafında şekillenmiştir. Mill, devlet müdahalelerine ve bürokrasiye bireysel özgürlükler açısından yaklaşmış; büyüyen bir devletin ve bürokrasinin özgürlükler yönünden tehlikeleri üzerinde durmuş ve “sınırlı devlet” ve dolayısıyla “sınırlı bürokrasi” tezini savunmuştur. Mill’e göre, asıl olan bireyin yeteneğinin geliştirilmesi ve gayretinin açığa vurulmasını sağlamaktır.
Liberal düşüncede yönetime, kamu düzenini ve mülkiyeti korumak, dış güvenliği sağlamak, sözleşmelere uymayı teminat altına almakla ilgili minimal bir rol tanınmış; bürokrasiye bütünüyle araçsal ve itaatkâr bir görev verilmiştir. Bunun sebebi, bireysel özgürlüklere, ekonomik ve siyasal olarak yapılan vurgudur.
Bürokrasi ve Oligarşi: Oligarşi, egemenliğin az sayıda kişinin, birkaç ailenin elinde bulunduğu siyasi rejim ve örgütlü gruplarda fiili egemenliğin küçük bir zümre tarafından kullanılması.
Oligarşinin Tunç Kanunu, açık bir biçimde modern büyük ölçekli örgütlerin kaçınılmaz olarak oligarşik özellik gösterdiklerini ifade eder. Bu oligarşik düzen, yöneten ve yönetilenlerin idealleri ve niyetleri ile uyumlu olmasa bile durum kaçınılmaz olarak bu şekilde gelişir.
Max Weber’e Göre Bürokrasi: Modern kamu yönetimi literatürü, çağdaş bürokrasileri incelemek için hareket noktası olarak Weber’in “bürokrasi” modelini seçmektedir. Günümüzde Weber’in ismi, âdeta bürokrasi kavramıyla bütünleşmiştir. Weber, bürokratik örgütün yapısını ve işlemlerini analiz ederken ortaya koyduğu bürokrasi modelini “ideal tip” olarak kavramlaştırmıştır. Weber’in “ideal tip bürokrasi” modeli, realitede saf ve eksiksiz yönüyle gözlemlenebilen bir biçim değil, daha çok zihni bir tanımlama ve nitelemedir.
Weber’in bakış açısına göre, bürokrasinin temel özelliği “rasyonelliği” ve “yasallığı”dır. Onun için önemli olan, toplumsal fonksiyonların “rasyonel” olarak düzenlenmiş bir örgüt tarafından yürütülmesidir. Weber, rasyonelliğin yanına bir de “yasal”lık kavramını eklemiştir. Bürokratik örgüt, rasyonel olduğu kadar, soyut düzeyde ifade edilmiş sistematik hukuk kurallarına bağlı olarak işleyecektir. Bu yasal-rasyonel bürokrasi tipi, kişisellikten ve politikadan arınmış bir yapı olduğu için, her siyasi iktidara aynı verimlilik ve etkinlik düzeyinde hizmet sunacaktır.
Patrimonyal Bürokrasi ve Rasyonel Bürokrasi: Weber, “patrimonyal” ve “rasyonel” olmak üzere iki tip bürokrasiden söz etmiştir. Patrimonyal bürokrasi, sözleşme esasına göre atanan görevlilere değil de hür olmayan memurlara dayanmaktadır. Bu bürokrasi biçimi, kölelik sisteminin yaygın olduğu dönemlerdeki idari örgütleri anlatır. Bu örgütlerde irsi değerler ve statüler, kişisel ilişkiler, özel işlerle kamu hizmetlerinin birbirine karışması gibi unsurlar hakim nitelik taşımaktadır.
Rasyonel bürokrasi ise modern örgüt modelidir. Bu bürokrasi, gayrişahsi rasyonel idari düzenlemeler ve yasalarla belirlenmiş yapı ve davranışlara dayanmaktadır. İdeal tip bürokrasi, büroyu ya da devlet dairesini, yöneticinin (kral ya da hükümdarın) özel konutundan ayırmaktadır. Memuriyet bir meslektir. Memurun sadakati, kişiye değil, büronun ya da resmî dairenin amacını ve faaliyetlerini düzenleyen kurallardır.
Yasal-Rasyonel Bürokrasinin Üstünlükleri: Weber’e göre, bürokratik esaslara göre örgütlenen yapılar, diğerlerine göre önemli üstünlüklere sahiptirler. Bu üstünlükler şöyle sıralanabilir:
• Bürokrasi, etkin ve verimli bir örgüt biçimidir.
• Bürokrasi, vazgeçilmez bir örgüt biçimidir.
• Bürokrasi, güçlü bir örgüt biçimidir ve bürokratik aygıtın kalıcı bir niteliği söz konusudur.
• Bürokrasi, güçlü bir örgüt biçimidir ve bürokratik aygıtın kalıcı bir niteliği söz konusudur.
Weber’e Göre Otorite: Weber’e göre, otoritenin meşruluğu konusunda üç çeşit inanç vardır ve bunlar üç otorite biçimini ortaya çıkarmaktadır. Bunlar, “geleneksel”, “karizmatik” ve “yasal” otoritedir (1986: 80- 81). Geleneksel otorite, eskiden beri var olagelen geleneklere uygun olarak oluşan bir otoritedir. Geleneksel otorite, liyakate değil de irsiyet ve statüye dayanmaktadır. Emretme gücünü kullananlar, genellikle tevarüs ettikleri statü sebebiyle kişisel otoriteye sahip olan efendilerdir. Karizmatik otorite, olağanüstü ve tanrı vergisi kişiliğin (karizma) otoritesi, yani bir kişiye duyulan mutlak bağlılık ve güvene, onun kahramanlığına ya da başka niteliklerine inanmaya dayanan otoritedir. Yasal otorite ise “yasalara dayanan” egemenliktir. Yasaların geçerliliğine ve rasyonel kurallara dayanan işlevsel “yetki”ye inanmaya bağlıdır. Yasalarca konulmuş ödevlerin yerine getirilmesinde itaat esastır.
Weber Sonrası Bürokrasi Düşüncesi: Weber’in bürokrasi teorisi, birçok araştırmacı ve düşünür tarafından bu alandaki çalışmalar için bir temel olarak kabul edilmiştir. Söz konusu teorinin üzerinden geçen sürede sanayi toplumunun geçirdiği evrim, bu teorinin önemli bir bölümünün geçerliliğini doğrulamıştır.
Yeni kamu yönetimi anlayışı, Weber’in bürokrasi modelinin kurallara aşırı düşkün, formalitelere önem veren, katı hiyerarşik ve merkeziyetçi yapısına karşı çıkar; onun sonuçlardan (çıktılardan) daha çok prosedürlere değer veren özelliğini eleştirir. Weberyen modelin sonuç itibarıyla kırtasiyeciliğe boğulduğunu ve toplumun verimlilik taleplerine yanıt veremediğini düşünür. Weberyen bürokrasi modeli, yöneticilerin risk almasını engellemekte, kıt kaynakları etkin ve verimli kullanmak yerine, onların israf edilmesi sonucunu doğurmaktadır. Kamu kurumlarındaki yöneticilerde egemen olan temel güdü, hata yapmamak ve risk almamaktır. Kamuda, yenilik ve yaratıcılık tehlikeli kurallara körü körüne uymak ve hata yapmamak en doğru yol olarak görülür. Yeni kamu yönetimi anlayışına göre kamunun örgüt yapısı, büyük ölçekli değil, optimal büyüklükte, esnek, yumuşak hiyerarşi, dar ve az elemanlı merkez, geniş yatay çevre ve adem-i merkeziyetçi olmalı ve çalışanlar daha çok yetkilendirilmelidir.
Bürokrasinin Temel İşlevleri
Kamu bürokrasilerin yürütmekte oldukları temel işlevlerini “sevk ve idare işleri”, “kamu politikası kararlarının hazırlanması” ve devlet yönetiminde “istikrar ve süreklilik” olmak üzere üç ana grupta toplamak mümkündür.
Sevk ve İdare İşleri: Bürokrasinin ana işlevi, yasaları ve siyasaları uygulamak/yürütmek ve böylece yönetim işini sevk ve idare etmektir. Bürokrasinin kimi zaman “idare” olarak anılmasının, buna karşılık siyasi yürütmenin “hükümet” diye adlandırılmasının sebebi budur. Bu ayırım, siyasetçilerin siyasa ya da kamu politikası üretme rolü ile bürokratların siyasaları icra etmek rolü arasında net bir çizgi çizilebileceği anlamına gelebilir.
Kamu Politikası Kararlarının Hazırlanması: Bürokrasinin siyasi önemi, siyasa için gerekli bilginin ve hükümetin ihtiyaç duyduğu danışmanlık hizmetinin başlıca sağlayıcısı olması rolünden kaynaklanmaktadır. Hükümetlerin ihtiyaç duydukları teknik bilgi ve uzmanlık, büyük ölçüde bürokrasi tarafından yerine getirilir. Bürokraside bu rolü, orta ve alt kademedeki çalışanlardan daha ziyade genellikle üst düzey kamu görevlileri yerine getirmektedir.
İstikrar ve Süreklilik: Bürokrasilerin üçüncü görevi, devlet yönetimi ve siyasal sistem içinde bir istikrar ve süreklilik unsuru olmasıdır. Demokratik ülkelerde seçimler, bir hükümeti iktidardan indirip diğer birini işbaşına getirdiği hâlde, kamu bürokrasileri herhangi bir düzensizliği yol açmadan, kendilerini yeni yöneticilerine (bakanlara, hükümete) uydurarak çalışmaya devam ederler.
Bürokrasi ve Siyasi Kurumlar
Günümüzde yönetim işleri, memurların içinde yer aldığı bürokrasi ile seçilmiş siyasi görevlilerin oluşturduğu organlar (meclis, hükümet ve yönetim kurulu gibi) tarafından birlikte yürütülmektedir. Bürokrasinin, kural olarak siyasi yöneticilere bağlı ve onların emirlerini yerine getirmek, yasaları icra etmekle görevli bir organ olması gerekirken zaman zaman siyasi temsilcileri etkileyen ve onların rolünü paylaşan bir nitelik kazandığı dikkati çekmektedir. Bu niteliğinden dolayı bürokrasi, yasama, yargı ve yürütme organından sonra dördüncü bir kuvvet olarak görülür. Otorite ve nüfuz mücadelesinde her iki tarafın kendine göre önemli araçları ve kaynakları bulunmaktadır.
Bürokrasinin güç kaynakları “bilgi ve uzmanlık”, “hızlı karar verme iktidarı”, “devamlı ve istikrarlı statü”, “özerk yapı”, “örgüt ideolojisi”, “bütçeleme ve planlama” işlevleri olarak belirtilebilir.
Siyasi kurumların güç kaynakları da “meşruiyet”, “bütçe yapma yetkisi”, “halka dayanmaları”, “karşı bürokrasi oluşturma”, “bürokrasiyi siyasallaştırma” başlıkları altında incelenebilir.
KAMU YÖNETIMININ YAPISI
Giriş
Türkiye’nin kamu yönetimi yapısı, örgütlenme ilkelerine göre, merkezî yönetim ve yerinden yönetim kuruluşları olmak üzere aşağıdaki gibi iki ana grupta toplanmaktadır.
Merkezi Yönetim Kuruluşları
- Başkent Örgütü
• Cumhurbaşkanı.
• Bakanlar Kurulu.
• Bakanlıklar. - Taşra Örgütü
• İl örgütü.
• İlçe örgütü.
• Bölge örgütü. - Yardımcı Kuruluşlar
- Bağlı Kuruluşlar
Yerinden Yönetim Kuruluşları
- Coğrafi Yerinden Yönetim Kuruluşları: Yerel Yönetimler
• İl Özel İdaresi
• Belediyeler.
• Köyler. - Fonksiyonel Yerinden Yönetim Kuruluşları
• Üniversiteler
• KİT’ler
• Meslek Kuruluşları
• Düzenleyici ve denetleyici kurumlar.
Merkez (Başkent) Örgütü
Türkiye de kamu yönetim merkez örgütünün içerisinde Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu, başbakanlık ve bakanlıklar yer alır. Ayrıca merkezî yönetime görevlerinde yardımcı olmak, danışmanlık yapmak ya da denetimde bulunmak amacıyla kurulmuş yardımcı kuruluşlar da merkez örgütü içinde değerlendirilmektedir.
Cumhurbaşkanı
Devletin başı olan Cumhurbaşkanı, bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk milletinin birliğini temsil eder; Anayasa’nın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir. Görevlerini tarafsız bir biçimde yerine getirmesi parlamenter sistemin sağlıklı işlemesi bakımından önemlidir. Anayasamız, devletin başı ve ulusal birliğin sembolü olan Cumhurbaşkanı’nın tarafsızlığını ve partiler üstü konumunu sağlamak amacıyla önemli düzenlemeler içermektedir. Bu düzenlemeler aşağıdaki gibidir,
- Cumhurbaşkanı seçilmiş kişinin partisi var ise ilişiğinin kesilmesi,
- Cumhurbaşkanının göreve başlarken tarafsızlıktan ayrılmayacağına dair and içmesidir.
Cumhurbaşkanının kendi başına doğrudan imzaladığı kararlar ve emirler aleyhine Anayasa Mahkemesi dahil, yargı mercilerine başvurulamamaktadır.
Bakanlar Kurulu
Ülkemizde yürütme organının siyasi yönden sorumluluk taşıyan kanadını bakanlar kurulu oluşturur. Bakanlar kurulu aynı zamanda hükümet kısmını da oluşturmaktadır. Bakanlar kurulu,
• Başbakan,
• Bakanlar kurulundan oluşur.
Bakanlar Kurulunun başkanı Başbakandır. Başbakan, TBMM üyeleri arasından cumhurbaşkanınca atanmaktadır. Bakanlar ise TBMM üyeleri veya milletvekili seçilme yeterliğine sahip olanlar arasından Başbakan’ca seçilir ve Cumhurbaşkanınca atanır. Gerektiğinde Başbakanın önerisi üzerine bir bakanın görevine Cumhurbaşkanınca son verilmektedir. Bakanlar Kurulu, merkezî yönetim örgütünün en yüksek karar organı olarak, anayasa ve yasalara aykırı olmamak ve yasalara dayanmak koşuluyla yönetim, ekonomi, maliye, sosyal, kültürel, ulaşım, altyapı, güvenlik, dış politika vb. alanlarda her işlemi yapma yetkisine sahiptir. Bakanlar Kurulunda karara bağlanması gereken çoktur ve çeşitlilik içermektedir.
Bakanlıklar ve Bakanlar
Ülkemizde kamu hizmetleri, bakanlığın örgütlenmesiyle yürütülmektedir. Bakanlığın kurulması, kaldırılması bölünmesi, birleştirilmesi, görevleri, yetkileri ve teşkilatı kanunlarla düzenlenmektedir. 2011 yılında yayınlanmış olan çeşitli KHK’ler ile bazılarının birleştirilmesi, ayrılması ya da yeni birimlerin ilave edilmesi, bir kısmının ise yeniden ihdas edilmesi suretiyle çeşitli bakanlıklar ortaya çıkmıştır. Başbakanın teklifi ve Cumhurbaşkanının onayı ile Başbakan Yardımcısı unvanıyla görev yapmak ve sayısı beşi geçmemek üzere bakan görevlendirilebilir. Başbakanlık bünyesinde, bağlı, ilgili ve ilişkili statüdeki kuruluşların bir kısmı Başbakan, diğerleri ise Başbakan Yardımcıları tarafından yönetilir. Her bakan, ayrıca emri altındakilerin faaliyet ve işlemlerinden de sorumludur. Bakanlık merkez, taşra ve yurt dışı teşkilatı ile bağlı ve ilgili kuruluşların faaliyetlerini, işlemlerini ve hesaplarını denetlemekle görevli ve yetkilidir. Bakan Yardımcıları Hükûmetin görev süresiyle sınırlı olarak görev yapar; Hükûmetin görevi sona erdiğinde, Bakan Yardımcılarının görevi de sona erer. Bakan Yardımcıları gerektiğinde Hükûmetin görev süresi dolmadan da görevden alınabilmektedirler. Bakanların cezai sorumluluğu, görevleriyle ilgili suçlarından dolayı Yüce Divan olarak Anayasa Mahkemesinde yargılanması anlamına gelmektedir. Cezai sorumlulukları ise meclis soruşturması yoluyla ortaya çıkmaktadır. Meclis soruşturması yoluyla bir bakanın Yüce Divana gönderilebilmesi TBMM kararıyla olmaktadır.
Bakanlık Merkez Örgütü
3046 sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında Kanun’la bakanlıkların kuruluş ve görevi belirlenmiştir. Bakanlıklar,
• Merkez örgütü,
• Taşra örgütü,
• Yurt dışı örgütü ile bağlı ve ilgili kuruluşlardan oluşmaktadır.
Müsteşar ise, her bakanlığın bakandan sonra en üst yöneticisidir. 3046 sayılı Kanun’da, “Müsteşar, bakanın emrinde ve onun yardımcısı olup bakanlık hizmetlerini bakan adına ve bakanın direktif ve emirleri yönünde, bakanlığın amaç ve politikalarına, kalkınma planlarına ve yıllık programlara, mevzuat hükümlerine uygun olarak düzenler ve yürütmektedir. Bakanlıklarda “bağlı”, “ilgili” ve “ilişkili” statüde kuruluşlar da bulunmaktadır. Söz konusu kuruluşlar, bakanlıkların organizasyon yapısında ayrı ayrı belirtilmektedir. Bağlı kuruluşlar, bakanlığın hizmet ve görev alanına giren ana hizmetleri yürütmek üzere, bakanlığa bağlı olarak özel kanunla kurulan kuruluşlardır. İlgili kuruluşlar, özel kanun ya da statü ile kurulan, İktisadi Devlet Teşekkülleri (İDT) ve Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK) ile bunların müessese, ortaklık ve iştirakleri veya özel hukuki, mali ve idari statüye tabi, hizmet bakımından yerinden yönetim kuruluşları şeklinde düzenlenmektedir. Bu kuruluşların Meclisle ve hükümetle ilişkileri, ilgili bakan tarafından yürütülmektedir.
Merkezdeki Yardımcı Kuruluşlar
Geniş bir kümeyi kapsayan bu kuruluşlar merkez örgütü içerisinde yer almakta ve “merkezdeki yardımcı kuruluşlar” olarak nitelendirilmektedir. Bunların pek çoğu “yüksek kurul” olarak örgütlenmiştir. Kurulların yapıları, bazı durumlarda yalnız bakanlardan oluşmasına karşın, bazen de bakanlarla üst düzey kamu görevlilerinden oluşmaktadır. Yardımcı kuruluşlar,
- Millî Güvenlik Kurulu,
- Danıştay ve Sayıştay,
- Yüksek Askeri Şura,
- Yüksek Planlama Kurulu,
- Kamu Görevlileri Etik Kurulu,
- Terörle Mücadele Yüksek Kurulu,
- Bilim ve Teknoloji
- Yüksek Kurulu örnek olarak verilebilir.
Merkezî Yönetimin Taşra (Çevre) Örgütü
Merkezî yönetim kuruluşları, kendilerinin bir uzantısı olarak taşrada da örgütlenmiştir. Merkezî yönetimin taşra örgütü il, ilçe ve bölgesel kuruluşlardan oluşur. Anayasa’ya göre, Türkiye, merkezî idare kuruluşu bakımından coğrafya durumuna, ekonomik şartlara ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre illere; iller de diğer kademeli bölümler ayrılmaktadır.
İl Yönetimi
İller merkezî yönetimin taşra örgütlenmesinin temel birimidir. İllerin kurulması, kaldırılması, isim, merkez ve sınırlarının belirlenmesi ve değiştirilmesi yasayla olur. Ayrıca, bir ilçenin bir ilden alınıp diğer bir ile bağlanması da yasal düzenlemeyi gerektirmektedir. Valilerin ildeki görev ve yetkileri 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nda ayrıntılı olarak sayılmıştır. Valinin yanında, görevlerinde yardımcı olmak üzere, kaymakamlık mesleğinden gelen ve illerin büyüklüğüne ve statüsüne göre belirli sayıda vali yardımcısı görev yapar. İl müdürlüklerinin kendi bakanlıklarıyla ilgili yazışmaları da vali aracılığıyla yapılır. İl İdare Kurulu, il genel yönetiminde valiye yardımcı olan bir kuruldur. İl İdare Kurulu, valinin başkanlığında, hukuk işleri müdürü, defterdar, il millî eğitim müdürü, il çevre ve şehircilik müdürü, sağlık müdürü, gıda, tarım ve hayvancılık müdüründen oluşmaktadır. Vali, isterse bu kurula başkanlık etmek üzere bir vali yardımcısını da görevlendirebilirler.
İlçe Yönetimi
İlçe yönetiminin başı kaymakamdır. İçişleri Bakanı’nın, Başbakan’ın ve Cumhurbaşkanı’nın imzalarını taşıyan ortak kararnameyle atanmaktadırlar. İlçenin genel idaresinden kaymakam sorumludur. Bu sorumluluğun bir gereği olarak kaymakam ilçedeki merkezî yönetim kuruluşlarının hiyerarşik amiridirler. Kaymakamın görevleri, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nda sayılmıştır.
Bölge Müdürlükleri
Bölge müdürlükleri, 1950’li yıllarda ortaya çıkmış, daha sonra 1961 ve 1982 Anayasalarında yer almıştır. 3046 sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında Kanun, bakanlıkların ve bakanlıklara bağlı kuruluşların birden çok ili içine alan bölgesel örgütler kurabileceklerini belirtmiştir. Yönetim sistemimizde bölgesel düzeyde örgütlenen merkezî yönetim kuruluşu “Bölge Müdürlüğü”, başındaki yöneticisi de “Bölge Müdürü” olarak adlandırılmaktadır.
Yerel Yönetimler
Yerinden yönetim ilkesini “coğrafi yerinden yönetim” ve “fonksiyonel/hizmet yerinden yönetim” olarak ikiye ayrılır. Coğrafi yerinden yönetim ilkesi, bütün ülkelerde “yerel yönetimler” ya da “mahalli idareler” adındaki yönetim birimlerini ortaya çıkarmıştır. Fonksiyonel yerinden yönetim ilkesi ise bazı kamu hizmetlerinin, merkezi yönetim ve yerel yönetim kuruluşları dışında ayrı bir tüzel kişilik olarak örgütlenmesi esasına dayanmaktadır.
Yerel Yönetimlerin Tanımı ve Dayandığı Değerler
Basit anlamıyla, bir köy, kasaba, kent veya bölgeye ait ve merkezî yönetimden ayrı tüzel kişiliğe sahip yönetim yapılarını ifade eder. Yerel yönetimlerin, federal ve üniter devlet sistemlerinde yer almasını sağlayan, onları önemli kılan birtakım değerleri/ilkeleri bulunmaktadır. Bu değer ve ilkeler,
- Demokrasi ve katılım,
- İdari etkinlik,
- Özerklik,
- Özgürlük,
- Yeniden paylaşımdır.
Anayasa’da Yerel Yönetimler
Yerel olan yönetimler anayasal olarak kurulan kuruluşlardır.1876 Anayasası dâhil diğer bütün anayasalar, yerel yönetimlerle ilgili hükümlere ve ilkelere yer vermiştir. Ancak 1982 Anayasası’nın yerel yönetimlerle ilgili düzenlemesi daha geniş kapsamlıdır. Anayasa’nın 127. maddesi yerel yönetimleri düzenlemektedir. Bu düzenlemeye göre yerel yönetimlerin özellikleri ana hatlarıyla şu şekildedir,
• Mali işlemleri, Sayıştay tarafından denetlenir.
• Büyük yerleşim merkezleri için kanunla özel yönetim biçimleri oluşturulabilir.
• Görevleri ile orantılı gelir kaynakları sağlanır.
• Merkezî yönetim ile karşılıklı bağ ve ilgileri kanunla düzenlenir.
• Kendi aralarında birlik kurabilirler. Birlik kurmaya ilişkin izni Bakanlar Kurulu verir.
• Merkezî yönetim, yerel yönetimler üzerinde idari vesayet yetkisine sahiptir.
• Seçimleri, genel kural olarak beş yılda bir yapılır.
• Görevleri ile ilgili bir suç sebebi ile hakkında soruşturma veya kovuşturma açılan yerel yönetim organları (örneğin belediye başkanlarını) veya bu organların üyelerini, İçişleri Bakanı, geçici bir tedbir olarak, kesin yargı hükmüne kadar görevinden uzaklaştırabilir.
• Kuruluş ve görevleri ile yetkileri, yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenlenir.
• Karar organları seçimle belirlenir.
• İl, belediye veya köy halkının mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan kamu tüzel kişileridir.
Yerel Yönetim Kuruluşları
Ülkemizde, üç türlü yerel yönetim birimi bulunmaktadır.
- İl özel idaresi,
- Köy,
- Belediye.
En eski ve geleneklere dayalı köy yönetim şekli olup, il özel idaresi ve belediye Batılaşma süreci içinde Fransa örnek alınarak kurulmuştur.
İl Özel İdaresi
İl denilen idari coğrafyada faaliyet gösteren bir yerel yönetim birimidir. Şehir, kasaba ve köylerin yanında, bağ, bahçe, tarla, orman, akarsu, yol ve dağ gibi mekânlar bulunur. İl özel idaresi, “bölgesel” bir yerel yönetim kuruluşudur. 5302 sayılı Kanun, il özel idaresini “il halkının mahalli müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan ve karar organı seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan, idari ve mali özerkliğe sahip kamu tüzel kişisi” olarak tanımlamıştır. İl özel idaresinin görev ve sorumlulukları şu şekildedir.
- Belediyeler dâhil il sınırları içinde ve
- Belediye sınırları dışında olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
Belediye ve köyler dahil olmak üzere il genelindeki görev ve sorumlulukları şu şekildedir,
• Gençlik ve spor, sağlık, tarım, sanayi ve ticaret;
• Büyükşehir sınırları hariç çevreyi düzenler.
Bayındırlık ve iskân, toprağın korunması, erozyonun önlenmesi, kültür, sanat, turizm, sosyal hizmet ve yardımlar, yoksullara mikro kredi verilmesi, çocuk yuvaları ve yetiştirme yurtları;
• İlk ve orta öğretim kurumlarının arsa temini, binalarının yapım, bakım ve onarımı ile diğer ihtiyaçlarının karşılanmasına ilişkin hizmetlerdir.
İl Genel Meclisi
İl genel meclisi, bir aylık tatil hariç olmak üzere her ayın ilk haftası meclis tarafından belirlenen günde mutat toplantı yerinde toplanır. İl genel meclisinin toplantıları halka açıktır, gerektiğinde kapalı oturum yapılmasına da karar verilebilir.
İl Encümeni
İl genel meclisinde karara bağlanacak konuların ön incelemesini yapan ve daha çok “danışma” ve “yürütme ”ye ilişkin fonksiyonları olan bir organdır. Encümen, haftada en az bir defa olmak üzere önceden belirlenen gün ve saatte toplanır. Başkan istediğinde acil olarak toplayabilmektedir.
Vali
İl özel idaresinin başı, tüzel kişiliğinin temsilcisi validir ve yürütme organıdır. Vali, ilçelerde il özel idaresine ait hizmetlerin yürütülmesinde kaymakamlardan yararlanır. İlçelerde, özel idare işlerini yürütmek amacıyla kaymakama bağlı ilçe özel idare teşkilatı oluşturulabilir.
Belediye Yönetimi
Belediyeler yerel yönetimlerin en önemli kuruluşlarıdır. Belediye sınırlarında, nüfusumuzun yaklaşık olarak
%93’ü yaşam sağlamaktadır. Belediyenin yönetim sistemimiz içinde yaklaşık 150 yıllık bir geçmişi bulunmaktadır. Türkiye’de iki çeşit belediye bulunmaktadır..
- Bütünüyle Belediye Kanunu’na göre kurulan ve çalışan klasik belediyeler,
- Sadece büyük kentlerde faaliyet gösteren ve farklı bir statüye tâbi olan Büyükşehir Belediyeleridir.
Belediyeler iki ayrı kanunla düzenlenmiştir.
- 2005 tarih ve 5393 sayılı Belediye Kanun,
- 2004 tarih ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’dur.
5393 sayılı Belediye Kanunu’na göre belediyenin görev ve sorumlulukları aşağıdaki gibidir.
• Toptancı ve perakendeci halleri, otobüs terminali, fuar alanı, yat limanı ve mezbaha hizmetleri sunmak,
• Kültür ve tabiat varlıkları, tarihî doku ve kent tarihiyle ilgili mekânlar ve işlevlerin korunması, bakımı ve onarımı sunmak,
• Devlete ait her derecedeki okul binalarının yapım, bakım, onarım ve her türlü malzeme ihtiyaçlarını karşılamak,
• Gayrisıhhi müesseseler ile umuma açık istirahat ve eğlence yerlerinin ruhsatlandırılması ve denetimini yapmak,
• Ekonomi ve ticaretin geliştirilmesine katkıda bulunmak,
• Evlendirme, defin ve mezarlıklar konusunda destek sağlamak,
• Kültür ve sanat, turizm ve tanıtım; gençlik ve spor, sosyal hizmet ve yardım, meslek ve beceri kazandırma; kadınlar ve çocuklar için konukevleri inşa etmek,
• Zabıta, itfaiye, acil yardım, kurtarma ve ambulans ihtiyaçlarında destek sağlamak,
• Çevre ve çevre sağlığı, temizlik ve katı atık, ağaçlandırma, park ve yeşil alanlar, konut inşa etmek,
• Stratejik plan, imar, ruhsat ve denetim; su ve kanalizasyon, ulaşım gibi kentsel altyapı; toplu taşıma ve şehir içi trafik düzenlemelerine katkı sağlamaktır.
Belediye yönetiminin organları şu şekildedir,
• Belediye Meclisi,
• Belediye Encümeni,
• Belediye Başkanıdır.
Belediye Meclisi
Her ayın ilk haftası önceden kararlaştırıldığı günde toplanır. Belediye başkanı, katılamaması durumunda meclis başkan vekili başkanlık eder. Toplantılar halka açıktır. Üyeler arasından en az üç en fazla beş kişiden oluşan ihtisas komisyonları kurabilir. Görevleri kanunlarla belirlenmiştir.
Belediye Encümeni
Belediyelerin yürütme ve danışma organlarıdır. encümeni, belediye meclisinin kendi üyeleri arasından her yıl seçeceği belirli sayıdaki üye ile biri mali hizmetler birim amiri olmak üzere belediye başkanının birim amirleri arasından seçeceği belirli sayıdaki kişiden oluşur. Başkanın katılamadığı toplantılara, başkanın görevlendireceği başkan yardımcısı veya bir encümen üyesi başkanlık eder. Encümen, haftada birden az olmamak üzere önceden belirlenen gün ve saatte toplantı yaparlar.
Belediye Başkanı
Belediye yönetiminin başı ve yürütme organıdır. Belediye sınırları içinde yaşayan seçmenler tarafından tek dereceli ve çoğunluk sistemi ile başkan seçilmektedir. Başkan doğrudan doğruya halk tarafından seçilmesi, ona belediye yönetiminde güçlü bir liderlik konumu kazandırmaktadır. Başkan, belediyenin bütün faaliyetlerinden belediye meclisine karşı sorumlu durumdadır.
Büyükşehir Belediye Yönetimi
Büyükşehir belediye yönetiminde, 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu ile birlikte bu Kanun’a aykırı olmayan 5393 sayılı Belediye Kanunu hükümleri de uygulanmaktadır. Büyükşehir belediyesi: sınırları il mülki sınırı olan ve sınırları içerisindeki ilçe belediyeleri arasında koordinasyonu sağlayan; idari ve mali özerkliğe sahip olarak kanunlarla verilen görev ve sorumlulukları yerine getiren, yetkileri kullanan; karar organı seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzel kişisini ifade eder. Büyükşehir belediyesi, kurulduğu şehrin; ilçe belediyeleri de ilçelerin adını taşımaktadır. Her iki belediye yönetiminin de organları birbirine benzemektedir. Ancak bu organların teşekkül tarzı ve yetkileri farklıdır. İlçe belediyelerinin organları, Belediye Kanunu’nda belirtildiği şekildedir. Büyükşehir belediyesinin yönetim organları aşağıdaki gibidir.
Büyükşehir Belediye Yönetimi
• Büyükşehir Belediye Meclisi,
• Büyükşehir Belediye Encümeni,
• Büyükşehir Belediye Başkanıdır.
Büyükşehir Belediye Meclisi
Büyükşehir belediyesinin ve bazı hâllerde ilçe belediyelerinin karar organıdır. Büyükşehir belediyesine bağlı ilçe belediyeleri için tespit edilen belediye meclisi üye sayısının, her ilçe için beşte biri alınmak suretiyle bulunacak toplam sayı kadar üyeden meydana gelmektedir. Bu üyelerin beşte biri, aynı zamanda büyükşehir belediye meclisinin üyeliklerini de yürütmektedirler. İlçe belediye başkanları, büyükşehir belediye meclisinin tabii üyeleridirler. Meclisin başkanı ise, büyükşehir belediye başkanıdır.
Büyükşehir Belediye Encümeni
Yönetiminin ikinci organı, büyükşehir belediye encümenidir. Büyükşehir belediye başkanı toplantılara katılmadığı zaman genel sekreterin başkanlığında, belediye meclisinin bir yıl için gizli oyla seçeceği beş üye ile biri mali hizmetler birim amiri olmak üzere belediye başkanının her yıl birim amirleri arasından seçeceği beş üyenin katılımıyla oluşmaktadır. Başkan ve encümeninin görev ve yetkileri, Belediye Kanunu’nun hükümlerine tâbi klasik belediyelerin belediye encümenine verilen görev ve yetkileri ile aynıdır.
Büyükşehir Belediye Başkanı
Belediyenin üçüncü organı Büyükşehir Belediye Başkanıdır. Aynı zamanda yürütme organıdır. Belediye idaresinin başı ve tüzel kişiliğinin temsilcisidir. Büyükşehir belediye sınırları içindeki seçmenler tarafından çoğunluk usulüne göre doğrudan seçilir. Görevleri, 5216 sayılı Kanun’un 18. maddesinde düzenlenmiştir.
Mahalle Yönetimi
Her kent ve kasaba, mahallelerden meydana gelir. Belediye Kanunu’na göre mahalle, “belediye sınırı içinde, ihtiyaç ve öncelikleri benzer özellikler gösteren ve sakinleri arasında komşuluk ilişkisi bulunan idari birimi ifade eder” Belediye sınırları içinde mahalle kurulması, kaldırılması, birleştirilmesi, bölünmesi, adları ile sınırlarının belirlenmesi veya değiştirilmesi, belediye meclisinin kararı ve kaymakamın görüşü üzerine valinin onayı ile olmaktadır. 5393 sayılı Belediye Kanunu ile birlikte mahalle, belediyenin bir parçası hâline getirilmiştir.
Köy Yönetimi
Yerel olarak yönetilen birimlerin üçüncüsüdür. Kanun’a göre, “nüfusu 2.000’den aşağı” yerleşme birimleri köylerdir. 442 sayılı Köy Kanunu ikiye ayrılmaktadır. Köye ait işleri “zorunlu” ve “isteğe bağlı” olmak üzere ayrılmaktadır. Köylerin yönetimi, “muhtar”, “köy derneği” ve “köy ihtiyar meclisi” olmak üzere üç organdan oluşmaktadır. Muhtar, köy yönetiminin başıdır ve devletin köydeki temsilcisidir. Muhtar, köy derneği tarafından beş yıllık bir süre için seçilmektedir. Muhtarın, köy tüzel kişiliğinin yürütme organı olması sebebiyle köyle ilgili görevleri; devletin köydeki temsilcisi olması nedeniyle de devletle ilgili işlevleri bulunmaktadır. Maaşını devletten alır. Köy derneği, köy tüzel kişiliğinin genel karar organıdır ve köydeki seçmenlerden meydana gelmektedir. Köy ihtiyar meclisi, köy yönetiminin yürütme, denetleme ve karar organıdır. Köy okulunun müdürü ve köy imamı, ihtiyar meclisinin tabii üyesidir. Köy bütçesi, muhtar ve ihtiyar meclisi tarafından hazırlanır, kaymakam ya da valinin onayı ile yürürlüğe girer.
Hizmet Yerinden Yönetim Kuruluşları
Hizmet yerinden yönetim kuruluşları, çeşitli alanlara yayılmıştır. Ticari ve sanayi alanında faaliyet gösteren hizmet yerinden yönetim kuruluşları olduğu gibi, eğitim, kültür, teknik, sosyal yardım ve yayın alanında hizmet yürüten kuruluşlar da bulunmaktadır. Söz konusu kurumlar, genel müdürlük, kurum, kurul, oda, ofis ve başkanlık gibi çeşitli isimler altında örgütlenmiştir. Üniversiteler, TRT, kamu iktisadi teşebbüsleri, barolar, ticaret ve sanayi odaları bunlardan bazılarıdır. Hizmet yerinden yönetim kuruluşlarının başlıca özellikleri aşağıdaki gibidir.
- Kamu yararına yönelik olarak çalışırlar,
- Hizmet konuları, belirli işlevlerle sınırlıdır; genellikle tek amaçlı örgütlerdir ve uzmanlık ilkesine dayanırlar.
- Kamu yönetiminin bütünlüğü içinde faaliyet gösterirler. Bu bütünlüğü sağlamanın aracı olarak vesayet denetimine tâbidirler.
- Kanunla ya da kanunun verdiği yetkiye dayanarak kurulurlar.
- Belirli ölçüde özerkliğe sahiptirler. Kendi organlarınca yönetilirler.
- Tüzel kişilikleri, kendilerine ait mal varlıkları, gelir kaynakları ve bütçeleri vardır.
Kamu İktisadi Teşebbüsleri
Devletin ekonomik ve ticari işletmelerine, kamu iktisadi teşebbüsleri denilmektedir. Kamu iktisadi teşebbüsleri, İkiye ayrılmaktadır.
- İktisadi devlet teşekkülleri
- Kamu iktisadi kuruluşlarıdır.
İktisadi devlet teşekkülleri: Sermayesinin tamamı devlete ait, iktisadi alanda ticari esaslara göre faaliyet göstermek üzere kurulan kamu iktisadi teşebbüsüdür. İktisadi devlet teşekkülleri içinde Halk Bankası, Ziraat Bankası THY, Toprak Mahsulleri Ofisi, Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu, Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu gibi kuruluşlar yer almaktadır. Yönetim kurulu, kamu iktisadi teşebbüslerinin en yüksek düzeyde yetkili ve sorumlu karar organıdır. Teşebbüslerin yönetim kurulu, bir başkan ve beş üyeden oluşmaktadır. Kamu iktisadi teşebbüslerinin ikinci organı, genel müdürlüktür. Genel müdürlük, genel müdür, genel müdür yardımcıları ve bağlı alt birimlerden oluşmaktadır.
Kamu Kurumu Niteliğindeki Meslek Kuruluşları
Mesleki kamu kurumlarına veya kamu meslek kuruluşlarına kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları da denilmektedir. 1982 Anayasası bu kurumları, “idare”nin içinde, “kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları” adıyla 135. maddesinde ayrıntılı bir şekilde düzenlemiştir. Avukatlık, doktorluk, ticaret ve sanayi, mühendislik, mimarlık ve eczacılık gibi meslekleri icra edenlerin, zorunlu üyelik ilkesine dayalı olarak her biri ayrı çatı altında örgütlenmeleri öngörülmüştür. Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının, Devlete ve mesleğe yönelik olmak üzere iki temel görevi bulunmaktadır.
- Devlete yönelik görevleri: Devlet karşısında mesleği temsil etmektir. Mesleki kamu kurumları, kamu makamları nezdinde meslekleri ile ilgili konuları müzakere etmek, sorunlarını ve çözüm önerilerini dile getirmek için faaliyet yürütmektedirler.
- Mesleğe yönelik görevleri ise mesleğin iç disiplinini sağlamaktır. Meslek kuruluşları bu görevini, düzenleme yapma, mesleğin yürütülmesini denetleme ve disiplin yetkileriyle yerine getirmeye çalışmaktadırlar.
Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının başlıca özellikleri aşağıdaki gibidir.
- Özel bütçeli kuruluşlardır. Gelirleri, üye aidatlarından, hizmet karşılığı aldıkları ücretler ile para cezalarından oluşur.
- İç organizasyonu ve işleyişine özel hukuk hükümleri uygulanmaktadır. Kamulaştırma yetkileri yoktur.
- Meslek kuruluşlarının organlarının seçiminde siyasi partiler aday gösteremezler.
- Devletin idari ve mali denetimine tâbidirler. Bu denetim “idari vesayet” kapsamındadır ve kanunla düzenlenmektedir.
- Kuruluş amaçlarının dışında faaliyetlerde bulunamazlar.
- Zorunlu üyelik esasına dayanırlar. İlgili meslek kuruluşlarına üye olmadan o meslek ve faaliyet yapılamaz.
- Kamuya özgü tüzel kişiliğine sahiptirler.
- Organlarını kendisi seçer. Kendi organları tarafından yönetilirler. Secimler ise yargının gözetiminde yapılmaktadır.
- Kuruluşu ise Kanunla veya kanunun verdiği yetkiye göredir.
Düzenleyici ve Denetleyici Kurumlar
Düzenleyici ve denetleyici kurumların dünyada ortaya çıkması, yaygınlık kazanması ve gelişmesi, 1970’li yılların sonunda başlayan ekonomideki dönüşüm sürecine dayanır. Ekonomide liberal politikaların ağırlık kazanmasıyla birlikte, devletin düzenleyici ve işletmeci fonksiyonlarının birbirinden ayrılması gündeme gelmiştir. Düzenleyici ve denetleyici kurumlar, esas itibarıyla piyasa ekonominin, oyunun kurallarına göre işlemesini temin etmek için kurulmuşlardır. Denetleyici ve düzenleyici kurumlar ülkemizde 1980 den sonra ortaya çıkmış ve kuruluş tarihleri ise sırasıyla aşağıdaki gibidir.
- Sermaye Piyasası Kurulu (1981)
- Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (1994)
- Rekabet Kurumu (1994)
- Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (1999)
- Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (2000)
- Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (2001)
- Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu (2002)
- Kamu İhale Kurumu (2002)
Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu (2011) - Kişisel Verileri Koruma Kurumu (2016). Ortak özellikleri ise aşağıdaki gibi sıralanabilirler.
• Kanunlarla kurulmuş, tüzel kişiliklere ve mali özelliklere sahiptirler.
• Görev ve yetkilere izin vermek. Kural koymak.
İzleme ve denetlemek. Yaptırımlar uygulamak. Kamuoyunu bilgilendirmek. Görüş bildirmek. Danışmanlık yapmak. Anlaşmazlıkları çözmek. Araştırma, geliştirme, eğitimlerle ilgili kişilerden ve kuruluşlardan bilgi isteyerek bunları biçimlendirmek.
• Bütçeleri, merkezî yönetim bütçesi kapsamındadır ve dolayısıyla merkezi yönetim bütçesinin hazırlanması, görüşülmesi ve yasalaşması süreci ile denetimindeki usul ve esaslara tabidirler.
• Gelirleri, büyük ölçüde ilgili oldukları sektörden karşılanmaktadır. Harcamalarını da kendi gelirlerinden yapmaktadırlar.
• Örgütsel yapıları; karar organı olarak “kurul”, yürütme organı olarak da “başkanlık” ve “hizmet birimleri” nden meydana gelmektedir.
• Karar ve işlemlerinin hukuka uygunluğu ise, idari yargı makamlarınca yapılmaktadır.
KAMU POLITIKASI
Giriş
Kamu politikası alanının Türkiye’deki durumuna bakıldığında, kamu politikası ve politika analizine ilişkin çalışmalar çeşitli disiplinler altında yürütülmüş, ancak son yıllara kadar ne akademik dünyada ne de politika uygulamacıları arasında yeteri kadar ilgi görmemiştir. Kamu politikası deyiminde kullanılan politika kavramının etimolojik kökenlerinin “polis” ve “siyaset” kavramları ile aynı olması her biri politika üzerine çalışan siyaset bilimi, kamu yönetimi ve kamu politikası disiplinleri arasındaki sınırların belirsiz olmasına ve kamu politikasının tanımlanmasının zorlaşmasına neden olmaktadır. Bu bölüm, siyaset bilimi ve kamu yönetimi disiplinlerinin kesişme noktasında bulunan kamu politikası alanıyla ilgilidir. Amacımız, hem bir meslek hem de bir disiplin olarak kamu politikasını anlamak için bir çerçeve sunmaktır.
Kamu Politikasının Tanımı ve Temel Özellikleri
Politika; bir birey, grup, şirket veya hükümet tarafından herhangi bir konuda benimsenen eylem programını ifade eder. İşletme politikası tanımı ise, özel şirketlerin belirli amaçlar doğrultusunda çalışanları, müşterileri, tedarikçileri, ürünleri ve diğer konular hakkında oluşturdukları eylem programına denir. Bu tür özel politikalar, kamu politikasının ilgi alanına girmez. Kamu politikasıyla birlikte kullanılan “politika” kavramı, kamu görevlileri, bir kamu kurumu veya yasama organı gibi bazı aktörler veya aktörler setinin toplu taşıma veya tüketicinin korunması gibi belirli bir eylem alanındaki davranışını ifade eder. Kamu politikasının ayırt edici özellikleri aşağıdaki gibidir.
- Kamu politikaları geniş anlamda yasama, yürütme ve yargı organlarının karar, işlem, eylem ve faaliyetlerinden oluşur.
- Kamu politikaları rastlantısal değildir.
- Aniden ortaya çıkmaz; bir dizi işlem, eylem veya kararı içeren belli bir süreç neticesinde gelişir.
- Kamu politikaları bir politika talebi neticesinde doğarlar. Karar alıcıların algıladıkları sorunlara ilişkin kamu otoritelerinin harekete geçmesini içerir.
- Önemli bir özelliği, “pozitif ” yani kasıtlı olarak harekete geçme ya da “negatif ” yani kasıtlı olarak hareket etmeme şeklinde tezahür edebilmeleridir.
- Kamu politikası, devlete ait olan meşru zor kullanma tekelinin kullanım biçimini yansıtır.
- Özel politikalardan farklı olarak çok sayıda kişi, grup ve topluluğu; hatta güvenlik ve sağlık gibi alanlar açısından toplumun tamamını etkilemektedir.
Kamu Politikasının Temel Unsurları
Kamu politikaları beş çeşit olup, aşağıdaki gibi açıklanırlar.
1) Politika Aktörleri: Politikaların oluşum şeklinde doğrudan veya dolaylı yönden rolü vardır. Politika aktörlerinde resmi ve resmi olmayan aktörlerde bulunur. Resmi aktörler: Yasama, yürütme, yargı organları ve mensupları olan seçilen ve atanan kamu görevlileridir. Resmi olmayan aktörler ise: Çıkar ve baskı grupları, medya, düşünce kuruluşları, siyasi partiler ve bireyler gibi kesimleri kapsamaktadırlar.
2) Politika Talepleri: Her hangi bir kar amacı gütmeyen kuruluşlar, baskı ve çıkar grupları, sivil toplum örgütleri, özel sektör temsilcileri ve vatandaşlar gibi kişi ya da grupların karar vericiler üzerindeki talep ve baskıları kamu politikası taleplerini oluştururlar.
3) Politika Açıklamaları: Kamu otoritelerinin niyetini, amaçlarını ve onları hayata geçirmek için neler yapılacağını gösteren, siyasiler ve kamu görevlileri tarafından yapılan açıklama ve konuşmalar ise başlıca politika söylemi biçiminde ortaya çıkan politika açıklamalarıdır.
4) Politika Çıktıları: Politika çıktıları toplanan vergiler, ödenen sosyal yardımlar, toplanan trafik cezası ödemeleri, inşa edilen yol ve köprüler gibi konulara odaklanmamızı sağlarlar.
5) Politika sonuçları: Tanımı, Kamu otoriteleri tarafından girişilen faaliyet veya eylemler ile alınan kararların politika tarafları üzerindeki doğrudan veya dolaylı etkilerine politika sonuçları adı verilir. Politika çıktılarından farklı olarak politika sonuçları, bir politikanın sosyal sonuçlarına odaklanmaktadır.
Kamu Politikası Tipolojileri
Kamu politikalarına ilişkin çeşitli tipolojiler ortaya konulmuştur. Theodore J.Löwi’ye göre kamu politikaları dağıtıcı, yeniden dağıtıcı, düzenleyici ve yapıcı politikalar olarak dört kategoriye ayrılırlar ve şöyle açıklanabilirler
• Dağıtıcı Politikalar(Distributive Policies): Eğitim, konut, vergi ve maliye politikaları dağıtıcı politikalara örnek verilebilir. Bazı dağıtıcı politikalar küçük gruplar için faydalar sunarken, bazı politikalar daha geniş toplulukları kapsar.
• Yeniden Dağıtıcı Politikalar (Redistrubitive Policies): Bir toplumdaki insanların asgari yaşam standartlarını sağlamak amacıyla gelirin, harcamaların, mal, hizmet ve ürünlerin zenginlerden toplumdaki zayıf gruplara doğru yeniden paylaşılmasını amaçlar.
• Düzenleyici Politikalar (Regulatory Policies): Düzenleyici politikalar, kendi içinde çok farklı türlere sahiptir. Bazı düzenleyici politikalar yapılabilir veya yapılamaz eylemleri belirten genel davranış kurallarını koyabilir, tüketiciyi koruma politikaları, rekabeti düzenleyici politikalar veya kendi kendini düzenleme politikaları şeklinde olabilir. Bireylerin veya grupların davranış ve eylemlerini sınırlandıran veya kısıtlayan bazı yaptırım, önlem, denetim ve kontrolleri içerir. Suçu önleme politikaları, çevre kirliliğini önlemeye dönük politikalar ya da haksız rekabetle mücadele politikaları düzenleyici politikalara örnek olarak verilebilir.
• Kurucu Politikalar (Constituent Policies): Resmi olarak ve açıkça kamu yönetimi yapısının, yönetimin uygulanması için mevcut veya gelecek yönetim politikalarının yapılacağı güç ve yetki alanlarını dağıtan veya ayıran kurallar ya da prosedürlerin oluşturulmasıyla ilgili politikaları kapsamaktadır.
Disiplin Olarak Kamu Politikasının Doğuşu ve Gelişimi
Profesyonel bir meslek olarak kamu politikasının ortaya çıkışı, çağdaş sosyal bilim metodolojisinin kamu politikalarının analizinde kullanımının yaygınlaştığı dönemde söz konusu olmuştur. 20. yüzyılın başlarında ABD’deki gelişmelerle doğrudan ilişki halinde bulunmaktadır. 1930’lardan sonra Keynesyen ekonomi politikalarının yayılmasıyla birlikte devletin ekonomik ve sosyal alana müdahalesi genişlemiştir. Böylece toplumun ihtiyaç duyduğu sosyal ve ekonomik programların oluşturulması, uygulanması ve değerlendirilmesi ihtiyacı genel olarak kamu politikasının ve özelde politika analizinin gelişimini hızlandırmıştır.
Kamu Politikalarının Temel Aktörleri
Devletin farklı düzeylerinde çok çeşitli aktörlerin katılımıyla üretilmektedir. Devlet altı düzeyde yerel veya kentsel politikalar ile bölgesel politikalardan söz edilebilir. Hatta federal devletler açısından federe devletler düzeyinde de kamu politikaları üretimi söz konusudur. Ancak genel olarak kamu politikaları deyince ulusal düzeyde yani devlet düzeyinde kamu politikalarının oluşturulması, politika yapımı ve karar verme süreçleri ve bu süreçlerde rol alan aktörler anlaşılır. Bu bakımdan, kamu politikası yapımı sürecinde yer alan aktörleri resmi ve resmi olmayan aktörler olarak ikiye ayırmak mümkündür. Bunların başlık ve açıklamaları açıklaması şu şekildedir.
Kamu Politikalarının Resmi Aktörleri
Anayasa ve/veya yasal olarak bu aktörlerin kamu politikalarının yapılması ve uygulanması konusunda yetkili ve sorumlu olmalarıdır. Anayasal ve hukuki düzenine, siyasal ve toplumsal kültürüne ve yönetsel geleneklerine göre farklılaşmaktadırlar.
Parlamento
Parlamentolar, tüm dünyada politika formülasyonunun temel aktörüdür. Parlamenter demokrasilerde parlamentolar soru, meclis araştırması ve gensoru gibi yollarla hükümeti ve bürokrasiyi denetler. Ayrıca ihtisas komisyonlarında yürütülen müzakereler ile genel kurul sırasında yürütülen tartışmalar hükümet, bakanlıklar ve kamu bürokrasisi üzerinde parlamentonun denetimi ve hesap sormasına imkan vermektedir.
Hükümet ve Bürokrasi
Kilit öneme sahip olan hükümettir, kamu politikalarının gündeme gelmesinde ve formüle edilmesinde önem taşır. Temsili demokrasilerde siyasiler karar alır, politikaları oluşturur ve bürokratlardan bu karar ve politikaları uygulamaları beklenir. Ancak gerçekte, bürokrasi sahip olduğu güç kaynakları nedeniyle zaman zaman politikaların oluşmasında siyasiler kadar ve hatta bazen onlardan fazla belirleyici olmaktadır. Kanun tasarılarının hazırlanmasında ilgili bakanlıkların kurmay birimlerinde görev alan bürokratlar politika danışmanlığı yoluyla önemli bir fonksiyon icra etmektedir. Bürokratlar sahip oldukları sürekli ve istikrarlı statü, uzmanlık ve teknik bilgi nedeniyle politika yapım sürecinde etkili olabilmektedir.
Yargı
Politika önerilerinin uygulanması için kanunlaştırılması gerekir. İşte, parlamentolar tarafından kabul edilen kanunların uygulanmasından kaynaklanan uyuşmazlıkların çıkması durumunda hukuk devleti ilkesinin bir sonucu olarak mahkemeler devreye girmektedir. Bakanlar Kurulu karar ve tüzükleri, kamu kurumlarının yönetmelik, genelge, emir ve talimatları gibi idari düzenlemeler kanunlara ve üst politika belgelerine aykırı olmamak şartıyla bürokrasiye kamu politikalarını yeniden formüle etme imkanı vermektedir. Bu tür idari düzenlemeler, yasalarla çerçevesi belirlenmiş olan kamu politikalarının uygulanmasını göstermek açısından önemlidir.
Kamu Politikalarının Resmi Olmayan Aktörleri
Kamu politikalarının yapılmasından Anayasal ve yasal olarak sorumlu olmamakla birlikte, bu politikaların oluşturulması sürecine farklı yollarla katılan siyasi partiler, çıkar ve baskı grupları, medya ve bireyler gibi aktörlerden oluşur.
Siyasi Partiler
Halk desteğini alarak siyasal iktidara gelmeyi veya iktidarın kullanımına ortak olmayı planlayan, sürekli ve ülke geneline yayılmış bir örgüt yapısına sahip olan ve bir program etrafında bir araya gelen insanların oluşturduğu bir topluluklardır. Partilerin temel işlevi, farklı kesimlerden siyasal sisteme yönelen değişik istek ve taleplerin alınmasıdır. Siyasal partiler, farklı nitelikteki, talep ve isteklerin birleştirilmesi ve bunların politika önerileri olarak formüle edilmesi işlevine sahiptirler.
Baskı ve Çıkar Grupları
Baskı gruplar kısaca, ortak menfaatler etrafında birleşen ve bunları gerçekleştirmek için siyasal ve idari otoriterler üzerinde etki yapmaya çalışan örgütlenmiş toplumsal gruplardır. Günümüz demokrasilerinde baskı grupları, giderek daha fazla politika yapma süreçlerine katılmaktadır. Baskı grupları bir kanunun detaylarını müzakere etme, bir politikanın uygulanma sürecini etkilemek için bağlantı kurma ve politika sonuçlarını izleme gibi kamu politikalarının her aşamasında etkili olabilmektedir.
Medya
Özgür olan, tarafsız ve bağımsız olan medyanın varlığı, demokrasilerin gelişmesi açısından son derece önemlidir. Medya, problemleri tanımlayarak ve politika yapıcılar için gündem oluşturarak, politika sorunlarına yönelik tavırları ve değerleri etkileyerek, seçmenler ve karar vericilerin davranışlarını değiştirerek politika yapımı sürecinde etkili bir rol oynamaktadır.
Düşünce Kuruluşları
Düşünce kuruluşları, politika gündeminde yer alan konu veya problemler hakkında siyasal iktidara öneri niteliğinde görüş bildirirler. Ayrıca uygulanmakta olan veya uygulaması bitmiş olan politikaların başarı derecelerini ölçmek amacıyla değerlendirme çalışmaları yaparlar. Ayrıca eğitim, sağlık, enerji, güvenlik gibi belirli bir politika alanında analiz, araştırma ve öneri üretmenin yanı sıra eğitim, konferans, panel, seminer gibi aktivitelerle kamusal veya özel politika aktörleriyle etkileşim içerisine girerler.
Bireyler
Bireyler çıkar ve baskı grupları, siyasi partiler gibi toplumsal örgütler içerisinde yer alarak kamu politikalarını daha fazla etkileme imkânına sahip olurlar. Bununla birlikte, demokratik toplumlarda bireysel olarak da bir takım yollarla kamu politikalarını etkileme imkânı bulunur. Örnek olarak, seçmen olarak vatandaşlar, seçimlerde oy vererek veya daha farklı siyasal katılım yollarını kullanarak politika yapıcılar üzerinde etkili olabilir.
Kamu Politikalarının Uluslararası Aktörleri
Ulusal ve hatta yerel politikalarda etkili olan uluslararası aktörleri iki gruba ayırmak mümkündür.
- İlk gurupta, Dünya Bankası (WB), Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi “uluslararası kuruluşlar yer almaktadır.
- İkinci grupta Avrupa Birliği (AB), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü (NATO) gibi uluslararası birlik ya da organizasyonlar söz konusudur.
Kamu Politikası Süreci
Kamu politikalarının oluşturulması süreci kamusal sorunların ortaya çıkması, gündeme gelme, formüle etme, uygulama, değerlendirme ve politika değişimi aşamalarından oluşur. Kamu politikalarının yapılış sürecini aşamalara ayırmak, onu anlamayı ve öğrenmeyi kolaylaştırır. Kamu politikalarının birbirini takip eden aşamalardan oluştuğunu iddia eden yaklaşıma ise “süreç modeli” veya “politika döngüsü” adı verilmektedir.
Politika Döngüsü Yaklaşımı
Bu döngüde, politika yapımı aşamalara ayrılarak incelenir ve sürecin doğası anlaşılmaya çalışılır. Modelin ortaya çıkmasında, II. Dünya Savaşının ardından modern davranışçı siyaset bilimi alanında politika sürecinde yer alan seçmenler, çıkar ve baskı grupları, yasa yapıcılar, hükümetler ve bürokratlar gibi farklı aktörlerin rolleri üzerinde yapılan çalışmalar etkili olmuştur. Süreçte ise kamu politikaları birbirini izleyen çeşitli aşamalardan oluşan döngüsel bir süreçten oluşur. Bu süreçte ilk olarak sorunlar bir kamusal problem olarak tanımlanır, alternatif hareket tarzları üzerinde düşünülür, politikalar benimsenir, ilgili kurum personeli tarafından uygulanır, değerlendirilir, değişir ve sonunda gerçek ya da algılanan başarılarına (veya başarısızlıklarına) bağlı olarak ortadan kalkmaktadır.
Kamusal Sorunların Tanımlanması
Sorunlar üç şekilde alınmaktadır. Bunlar,
• Kamusal sorunlar.
• Toplumsal sorunlar.
• Kamu politikaları sorunlarıdır.
Kamusal sorunları, bireylerin veya küçük toplulukların özel sorunlarından ayıran belirgin özellikleri şunlardır.
- Çok sayıda insan üzerinde kaygı, huzursuzluk ve memnuniyetsizlik oluşturur.
- Doğrudan sorunun bir parçası olmayan insanlar da kamusal sorunlardan etkilenir.
- Bireysel çabayla çözülmesi çok zor ve hatta çoğu kez imkansızdır.
- Bireyleri harekete geçiren, kamu otoritelerinden çözümü istenen ve çözüm için baskı yapılan sorunlar kamusal sorun haline gelir.
- Bir sorunun kamusal sorun olabilmesi için ayrıntılı olarak tanımlanması, siyasal ve yönetsel otoritelerin ilgisini çekmesi gerekir.
- Yapılması zamanın şartları için imkanlar dahilinde olan sorunlar kamusal sorun olarak görülür ve o alanlarda politikalar geliştirilir
Gündem Belirleme
Karar alıcıların aktif olarak ve ciddi biçimde ilgi gösterdikleri konular veya sorunlar listesine “gündem” adı verilir. Sistemli gündemi oluşturan meseleler genel ve soyut olup, teknik yönleri genelde ayrıntılandırılmaz. Bu tür meselelerin çözüm üretilme noktasına gelmesi için o meselenin kurumsal gündem içine girmesi gerekir. “Kurumsal gündem” veya “hükümet gündemi”, yasa yapıcılar veya diğer karar alıcıların aktif ve ciddi olarak ilgi göstermek zorunda kaldıkları gündeme denir. Öte taraftan, kamusal sorunun gelişmesine yol açan şartların değişmesi, yeni ve daha baskın toplumsal problemlerin ortaya çıkması, çözüm üretmenin uzun bir zaman gerektirdiği, karmaşık ve çok sayıda aktörü içeren sorunlar hükümet gündeminde uzun süre kalmayı başaramadan gündemden düşebilir.
Kamu Politikalarının Formülasyonu
Kamu politikalarının formülasyonu, belirli kamusal sorunları çözmek için, sorunla ilgili ve kabul edilebilir eylem biçimlerinin (alternatifler, önerilerin veya seçeneklerin) tanımlandığı ve kanunlaştırıldığı politika süreci aşamasıdır. Başarılı bir kamu politikası formüle etmek için politika yapıcıların üzerinde düşünmesi gereken faktörler aşağıdaki gibidir.
- Öneri, ne ölçüde problemi çözmekte veya azaltmaktadır? Öneri, teknik olarak yeterli midir?
- Önerinin, bütçeye getireceği yük kabul edilebilir ölçüde midir?
- Öneri siyasal olarak kabul edilebilir mi?
Uygulanması için kamu görevlilerinden ve yasa yapıcılardan yeterli destek alabilir mi? - Öneri, kanun haline gelirse halk tarafından kabul görür düzeyde midir?
Kamu Politikalarının Uygulanması
Kamu politikalarının uygulanması, bir kanunun hayata geçirilmesi, o kanunun KOBİ’ler, otomobil kullanıcıları, emekliler, işçiler, kadınlar ve yoksullar gibi hedef kitleye uygulanması ve amaçlarını gerçekleştirmesi için atılan adımlardan oluşur. Kamu politikalarının uygulanma süreci genellikle üç model ile açıklanır. Bunlar,
- Yukarıdan Aşağıya Uygulama Modeli: Bu modele göre, kanunların dili açık olduğundan ve okuyan herkes aynı şeyi anladığından kanun koyucunun amaçları bürokratlar tarafından bilinir ve uygulanır.
- Aşağıdan Yukarıya Uygulama Modeli: Bu yaklaşıma göre, yerel veya taşra görevlileri, tepe yönetimi tarafından yönlendirilen ve belirlenen stratejik hedefler ve amaçlar yerine kendi amaçları doğrultusunda faaliyet gösterirler.
- Karma Uygulama Modeli: Sentez model olarak adlandırabileceğimiz ve iki modelin unsurlarını da içeren karma uygulama modeli geliştirilmiştir.
Kamu Politikalarının Değerlendirilmesi
Kamu politikalarının değerlendirilmesi, ilgili politikanın başarısı veya başarısızlığına etki eden faktörleri tanımlamayı amaçladığında o politikaya devam edilmesi, bazı eklemeler yapılması veya politikanın ortadan kaldırılması konularında karar verme durumunu ortaya çıkarır. Yani değerlendirme sonucunda elde edilen bilgi devam eden politika sürecine geri bildirim sağlar. Kamu politikalarını değerlendirmenin farklı yolları bulunur. Politika yapıcılar ve bürokratlar, kamu politikalarını kendi izlenimleri, sezgi ve tecrübelerine dayanarak değerlendirebilecekleri gibi daha sistematik ve bilimsel yöntemler kullanarak da analiz edebilirler. Sürecin içinde değerlendirilebileceği gibi politikalar uygulandıktan sonra elde edilen sonuçlar da değerlendirilebilir.
Kamu Politikalarının Değişimi ve Ortadan Kalkması
Kamu politikalarının değişimi, mevcut bir veya birkaç politikanın yerini başka politika veya politikaların almasıdır. Yeni bir politikanın benimsenmesi, mevcut politikaların değiştirilmesi veya ortadan kalkması politika değişiminin farklı boyutlarını oluşturur. Kamu politikaları, çok çeşitli sebeplerle değişebilir. Kamu politikalarının ortadan kalkması, belirli hükümet programları, fonksiyonları, politikaları veya kurumlarının planlı olarak sonlandırılması veya durdurulmasını ifade eder. Burada politikanın durdurulması kademeli olarak yavaşlama, yeniden gözden geçirme, düzenleme veya yeni bir yön verme anlamlarına gelmez. Kamu politikaları mali yetersizlikler, yönetimde verimlilik ve tasarruf sağlamak gerektiği için, açık bir politika başarısızlığının varlığı ya da siyasal iktidar değişikliği gibi nedenlerle de ortadan kalkabilir
Türkiye’de Kamu Politikalarına Genel Bir Bakış
Eski Türklerde yönetim geleneğinin 144 Kamu Yönetimi temel unsurunu oluşturan “kurultay” ve İslamiyet’e geçişle birlikte kurumsallaşan “divan” ve “meşveret” geleneği danışma mefhumuna atfedilen önemi yansıtır. Günümüz kamu politikası analizinin temel konularını ve sorularını karşılayan “istisnai” eserlerin örneklerine Türk- İslam yönetim tarihinde rastlanmaktadır. Düşünürler, bilim adamları ve yöneticilerin danışmanları, zamanının hükümdarları ve beylerine yazdıkları “risale” ve “name”lerle devlet yönetiminde onlara yol göstermiş ve öğütler vermiştir. Osmanlı modernleşmesi ve bürokratik reformlarla birlikte politika danışmanlığı çağdaş Türk kamu yönetimi sisteminde kurmay fonksiyonlar kapsamında değerlendirilmiş ve kurmay memurları, müşavir, danışman ve uzman gibi kadrolarda bulunan personel tarafından yerine getirilmiştir. Kamu politikalarının analizine ilişkin yöntem ve modellerin kullanımında, 1960’lı yıllarda Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT) kurulması kritik bir rol oynamıştır. Kuruluş kanunu DPT’ye uzun vadeli planlar hazırlama ve planların uygulanmasını takip etme dışında araştırma, destek olma ve danışmanlık yapma gibi işlevler vermiştir. Bu dönemde yurtdışında eğitim görmüş ve nicel planlama tekniklerini bilen uzmanların DPT’de istihdam edilmesiyle birlikte planlamada matematiksel modeller ve açıklamaların kullanımı yaygınlaşmıştır.
İNSAN KAYNAKLARI YÖNETIMI
Giriş
İnsan kaynakları yönetimi, hem kamuda hem de özel sektör alanında geçerlidir. Klasik yönetim sistemi; örgüt, norm düzeni, halk/müşteri, politikalar, mali kaynak ve çalışanlardan meydana gelir. Yönetim sisteminin temel unsurlarını harekete geçiren, yöneten, geliştiren, kısacası onlara fonksiyon kazandıran temel elemanı, personeldir. Dolayısıyla insan kaynakları, yönetimin en önemli unsurudur.
İnsan Kaynakları Yönetiminin Niteliği
1980’lerde özellikle özel sektörde yapılan çalışmalarda geliştirilen yöntemlerden ve analizlerden faydalanılarak personel yönetimi anlayışı yerine insan kaynakları yaklaşımı benimsenmiştir.
İnsan Kaynakları Yönetiminin Tanımı
İnsan kaynakları yönetimi asıl itibari ile yönetimin bir alt organıdır. İnsan kaynakları yönetimi, klasik personel yönetimi işlevini de içeren daha kapsamlı bir bakış açısına sahiptir. Klasik personel yönetimi; personelin işe alınması, sınıflandırılması, terfisi, mali ve sosyal hakları, yetiştirilmesi, disiplin işlemleri, sevk ve idaresi ile ilgili faaliyetleri içerir. İnsan kaynakları yönetimi ise işlev ve disiplin olarak iki farklı şekilde ele alınır.
İşlevsel insan kaynakları yönetimi, klasik personel yönetimi faaliyetlerini ilave olarak, çalışanların bilgi ve becerilerinin sürekli geliştirilmesini, motivasyonunu, çalışma ortamlarının iyileştirilmesini, performansının ölçülmesi ve değerlendirilmesini, yetkilendirilmesini de kapsayan daha geniş bir kavramdır.
Disiplinsel insan kaynakları yönetimi, ise söz konusu politika ve uygulamaları, anlamaya, analiz etmeye ve geliştirmeye yönelik bir alandır.
İnsan kaynakları yönetimi, örgütlerdeki insan unsuruyla üç açıdan ilgilenir:
• Örgütün ihtiyaç duyduğu elemanın seçilmesi, sınıflandırılması, yerleştirilmesi, yetiştirilmesi, yetki ve görevlerinin düzenlenmesi, terfisi, ücretleri, performansının değerlendirilmesi, disiplin işlemleri gibi teknik konularla ilgilenir.
• İşe/göreve alınan personelin, örgüt içinde uyumunun sağlanması, iş birliği ruhunun geliştirilmesi, maddi ve manevi çıkarlarının korunarak işe karşı isteklendirilmesi ve örgütün başarısına katkısının artırılması için çalışır.
• İşe alınan personelin iş güvenliğinin sağlanması ve sosyal varlığının korunması için gerekli önlemlerle uğraşır.
İnsan Kaynakları Yönetiminin Gelişimi
İnsan kaynakları yönetimindeki gelişmeler, yönetim anlayışı ve felsefesindeki dönüşümlerle yakından ilişkilidir. Yönetime ilişkin düşünce, yapı ve uygulamalar, uygarlıkların gelişme süreçleri ve bu süreçlerde üretim faktörleri arasındaki ilişkilerden büyük ölçüde etkilenmiştir.
İnsan Kaynakları Yönetiminin Özellikleri
İnsan kaynakları yönetiminin özellikleri şöyle sıralanabilir:
• Örgütsel gelişme ile çalışanların bireysel ve grup olarak gelişmeleri arasında yakın bir ilişki olduğunu düşünülür. Çalışanların yaratıcılığını, bilgi ve deneyim düzeylerini sürekli geliştirmeyi amaçlar.
• Personelin performansına ve bunun kurumun verimliliğine etkisi üzerinde yoğunlaşır.
• Çalışanları, kurumun amaç ve hedeflerinin belirlenmesi ve diğer karar alma süreçlerine aktif olarak katılmasının yararlı olacağını düşünür.
• “Biz” merkezli bir kültür anlayışı egemendir.
• Kurumda hiyerarşiye dayalı otorite türü yerine, bilgiye ve uzmanlığa dayalı bir otorite biçiminin sağlamaya çalışır.
• İş ve işlem süreçlerinin basitleştirilmesini, mevzuatın azaltılması savunur.
• Çalışana “öz sermaye” olarak bakılmaktadır.
• Çalışanlardan maksimum yararlanma düşüncesine önem verir.
• Yeniliklere ve gelişmelere kendini sürekli uyarlayabilen bir kurum kültürünün hakimdir.
Kamuda ve Özel Sektörde İnsan Kaynakları Yönetimi
İnsan kaynakları yönetimi, kamuda ve özel sektör alanında birtakım benzerlikler ve farklılıklar bulunmaktadır.
Benzerlikler: Yönetim, örgütün başarılı olabilmesi için insan kaynaklarını geliştirmek ihtiyacındadır. Her iki kesimde de iş bölümü, hiyerarşi, yazılı kurallar, tarafsızlık gibi bir takım ögeleri içeren bir yapı (“bürokratik” unsur), norm ve ilişkiler düzeni bulunmaktadır. Belirli amaçları gerçekleştirmek için “iş birliği”ne dayalı bir grup faaliyeti gerçekleştirilir. Kalite, verimlilik, etkinlik, kariyer, dürüstlük, performans ve profesyonellik gibi değer ve ilkeler önem kazanmıştır. Sonuçlar ve çıktılar, girdilerden daha çok önem taşır. Her iki kesimde de insan kaynakları, kurumun “öz sermayesi” olarak görülmekte ve yapılan yatırımlar bir maliyet olarak algılanmamaktadır.
Farklılıklar: Özel sektör “kazanca” önem verirken, kamu “kamu yararı” önem vermektedir. Özel sektörde çalışanların maddi ve sosyal hakları karşılıklı görüşmeler ile sağlanırken kamuda tek yönlü yasal düzenlemeler ile sağlanmaktadır. Özel sektörde yönetimsel kurallar belli bir kısıtlama altında değilken kamuda yasal kurallar mevcuttur. Özel sektör faaliyetlerinde topluma karşı sorumlu olmaya çalışırken kamu, kamunun gözetim ve denetimi altında faaliyetlerini yürütmektedir. Kamu hizmet güvenliğini özel sektörden daha iyi sağlamış durumdadır.
İnsan Kaynakları Yönetiminde Temel Kavramlar
İnsan kaynakları yönetimi, kural ve uygulamalar, personelinin hizmete alınması, sınıflandırılması, ücretlerinin tespit edilmesi, yetiştirilmesi, değerlendirilmesi, yükseltilmesi, hak, ödev ve sorumlulukları ile disiplin işlemleri gibi çeşitli konuları kapsar. Bu çerçevede kamu baz alındığında liyakat, kariyer, sınıflandırma, performans ve tarafsızlık gibi belirli bazı ilke ve değerlere dayanır.
Liyakat: kısaca layık demektir. Bir görevi yerine getirmede yeterliliği ve ehliyeti ifade etmektedir. En yetenekli ve uygun elemanların seçilmesidir.
Kariyer: kişinin kendini bir uzmanlığa adaması ve aralarında ilişki bulunan bir göreve yükselme sürecini ifade eder.
Sınıflandırma: hiyerarşik bağlantıları olan hizmet gruplarından aynı veya benzeri birimlerin bir araya getirilerek gruplandırmaya tabi tutulmasıdır. Kadro ve rütbe sınıflandırması biçiminde iki şekilde sınıflandırma yapılabilir. Kadro sınıflandırmasından ilk önce iş tanımı ve görevler tanımlanır daha sonra uygun nitelikler sınıflandırılır. Rütbe sınıflandırmasında ise ilk önce kişiler bireysel niteliklerine göre belirlenir daha sonra görevler tanımlanır.
Performans: planlanmış bir etkinlik sonucunda elde edileni, ulaşılan neticeyi belirleyen veya anlatan bir kavramdır. Bir kurumun, kişi veya grubun, yaptığı işle ilgili amaçlanan hedefe ne ölçüde varabildiğini nicel ve nitel olarak belirlenmesi, performans kavramıyla ifade edilmektedir.
Tarafsızlık: personelinin görevini yaparken kimseye ayrıcalık tanımaması; dil, din, felsefi inanç, siyasi düşünce, ırk, cinsiyet ve benzeri sebeplere dayalı ayırım yapmaması ve herkese karşı yansız davranması anlamına gelmektedir.
Türkiye’de İnsan Kaynakları Yönetiminin İlkeleri ve Özellikleri
Türkiye’de İnsan Kaynakları Yönetiminin İlkeleri
Ülkemizde insan kaynakları yönetimini düzenleyen temel yasa, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’dur. Söz konusu kanun, insan kaynakları yönetimi ile ilgili olarak “sınıflandırma”, “kariyer” ve “liyakat” olmak üzere üç temel ilke belirlemiştir.
Sınıflandırma: ilkesi kamu çalışanlarını, görevin gerektirdiği nitelikler ve meslekler bakımından sınıflandırılmaktadır. 657 sayılı Kanun, Devlet memurlarını on iki sınıf içinde toplamıştır:
- Genel İdare Hizmetleri Sınıfı
- Teknik Hizmetler Sınıfı
- Sağlık Hizmetleri ve Yardımcı Sağlık Hizmetleri Sınıfı
- Eğitim ve Öğretim Hizmetleri Sınıfı
- Avukatlık Hizmetleri Sınıfı
- Din Hizmetleri Sınıfı
- Emniyet Hizmetleri Sınıfı
- Jandarma Hizmetleri Sınıfı
- Sahil Güvenlik Hizmetleri Sınıfı
- Yardımcı Hizmetler Sınıfı
- Mülki İdare Amirliği Hizmetleri Sınıfı
- Milli İstihbarat Hizmetleri Sınıfı
Kariyer: memurluğun bir meslek durumuna getirilmesi olgusudur. Bu ilke memurlara, yaptıkları hizmetler için gerekli bilgilere ve yetişme şartlarına uygun biçimde sınıfları içinde en yüksek derecelere kadar ilerleme olanağını sağlar.
Liyakat: göreve girişte ve hizmet içindeki ilerlemelerde, bilgi, görgü ve diplomayı esas alan bir ilkedir. Başka bir deyişle, etkin, verimli ve rasyonel bir insan kaynakları rejiminin kurulmasına olanak sağlayan kural ve uygulamaların bütünüdür.
Kamu Görevlilerinin Tanımı ve Çeşitleri
Kamu Görevlilerinin Tanımı
Kamu görevlileri, “dar” ve “geniş” anlamda olmak üzere iki şekilde tanımlanır.
1982 Anayasası’nın 128. Maddesine göre, Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri yürüten personel dar anlamda kamu görevlilerini oluşturur. Bunlar, “memurlar” ve “diğer kamu görevlileri”dir. Memurlar, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tabidir. İdare ile kamu hukuku ilişkisi bulunan ve hizmetin asli-sürekli elemanı sayılabilecek bir görevde çalışanlar, “diğer kamu görevlisi” dir. Kendi özel personel yasaları olan, kısmen de 657 sayılı DMK’ye tabi bulunan üniversite öğretim üyeleri, hâkim ve savcılar, askerî personel ile idari hizmet sözleşmesiyle çalışan “sözleşmeli personel” diğer kamu görevlileri kavramı içinde değerlendirilirler.
Geniş anlamda kamu görevlileri kavramı ise kamu kesiminde görev yapan ve farklı hukuki statülere sahip tüm personeli içine alır.
Kamu Kurumlarında İstihdam Biçimleri
Devlet Memurları Kanunu’na göre kamu hizmetleri, “memur”, “sözleşmeli personel”, “geçici personel” ve “işçiler” eliyle gördürülür.
Memur: Devlet yönetiminin asli ve sürekli elemanı memurlardır. DMK’ye göre, “Mevcut kuruluş biçimine bakılmaksızın Devlet ve diğer kamu tüzel kişiliklerince genel idare esaslarına göre yürütülen asli ve sürekli kamu hizmetlerini ifa ile görevlendirilenler” memur sayılır.
Sözleşmeli Personel: Kamu kurumlarında sözleşmeli statüde çalışan personeldir.
Geçici Personel: Bir yıldan az süreli veya mevsimlik hizmet olduğuna Devlet Personel Başkanlığı ile Maliye Bakanlığı’nın görüşlerine dayanılarak Bakanlar Kurulunca karar verilen görevlerde ve belirtilen ücret ve adet sınırları içerisinde sözleşme ile çalıştırılan ve işçi sayılmayan kimseler geçici personel grubunda yer almaktadır.
İşçiler Memur, sözleşmeli personel ve geçici personel dışında kalan görevlilerdir. İşçiler hakkında DMK hükümleri uygulanmaz. 657 sayılı DMK’ye göre işçiler; bu sayılanların dışında kalan ve ilgili mevzuatı gereğince tahsis edilen sürekli işçi kadrolarında belirsiz süreli iş sözleşmeleriyle çalıştırılan sürekli işçiler ile mevsimlik veya kampanya işlerinde ya da orman yangınıyla mücadele hizmetlerinde ilgili mevzuatına göre geçici iş pozisyonlarında altı aydan az olmak üzere belirli süreli iş sözleşmeleriyle çalıştırılan geçici işçileri kapsamaktadır.
Türkiye’de Memurluk Rejimi
Memurluğa Giriş
Anayasa ve Devlet Memurları Kanunu, kamu hizmetlerine giriş ile ilgili bazı ilke ve esaslar belirlemiştir.
Anayasal İlkeler
Anayasa, kamu hizmetlerine girmeyi bir “hak” olarak kabul etmiştir. Anayasa’nın bu düzenlemesi, kamu hizmetlerine girişte, üç temel ilkeyi ortaya koymaktadır. Bunlar:
• Serbestlik
• Eşitlik
• Görevin gerektirdiği nitelikler.
DMK’ye Göre Memurluğa Girişte Genel ve Özel Şartlar
DMK’ye göre memur olmak isteyenlerde aranacak genel ve özel şartları belirlemiştir. Genel şartlar, vatandaşlık, yaş, öğrenim durumu, sağlık, kısıtlılık ve askerlik durumu gibi konularda toplanmıştır.
Memuriyete Girişte Sınav
Memuriyet sınavları, “yeterlilik” ya da “hem yeterlilik hem de yarışma” özelliği taşır. Memur kadroları ilan edilir ve daha sonra yeterlilik ve liyakata göre personel alınır. Kamu kurum ve kuruluşlarında devlet memuru olarak çalışmak isteyenlerin sınavları, ülke çapında, Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) adıyla merkezi olarak yaptırılmaktadır.
Adaylık
Devlet memurluğu için yapılan sınavlarda başarılı olanlar, başarı listesindeki sıraya göre ve ilan edilen kadro sayısı kadar kurumlarınca memur “aday”ı olarak atanırlar. Memurlar, adaylık süresi içinde bir yandan denenir ve diğer yandan da yetiştirilirler. Ülkemizde uygulanan personel hukukuna göre adaylık süresi, en az bir yıl ve en çok iki yıldır. Memur bu süre içinde, ancak kendi kurumunda çalışır ve diğer kurumlara nakledilemez.
Asli Memurluğa Atanma
Adaylık devresi içinde eğitimlerinde başarılı olan adaylar, disiplin amirlerinin teklifi ve atamaya yetkili amirin onayı ile onay tarihinden geçerli olmak üzere “asli” memurluğa atanırlar.
Memurların Ödev ve Yükümlülükleri
Memurların ödev ve yükümlülükleri DMK’de ayrıntılı olarak belirtilmiştir. Bunlar; sadakat, tarafsızlık ve devlete bağlılık, davranış ve iş birliği, emirlere uymak, işbaşında bulunmak, devlet malını korumak ve mal bildiriminde bulunmak gibi hususlardır.
Memurlar İçin Konan Yasaklar
Devlet memurlarının gerek hizmet içinde gerekse hizmet dışında bazı faaliyetlerde bulunmaları yasaklanmış ya da sınırlandırılmıştır. Bunlar:
• Toplu Eylem ve Hareketlerde Bulunma Yasağı
• Grev Yasağı
• Ticaret ve Kazanç Getirici Faaliyetlerde Bulunma Yasağı
• Hediye Alma ve Menfaat Sağlama Yasağı
• Gizli Bilgileri Açıklama Yasağı
• İkinci Görev Yasağı
• Siyasi Partilere Girme Yasağı
• Ayrıldığı Kuruma Karşı Görev Alma Yasağı
Memurların Temel Hakları
Memurların hak, ödev ve sorumluluklarını belirleyen bütün kurallar, onların statüsünü oluşturur. Bunlar:
• Memurluk statüsünün kanunla düzenlenmesi
• Güvenlik hakkı
• Ceza kovuşturmasında özel güvence
• İsnat ve iftiralara karşı korunma hakkı
• Müracaat, şikâyet ve dava açma hakkı
• İzin hakkı
• Aylık ve yolluk hakkı
• Memurların sosyal hakları (aile yardımı, çocuk yardımı, ölüm yardımı vb.)
• Emeklilik hakkı
Disiplin Cezaları
Bir kurumda çalışan personelin, kurumun düzenini ve kurallarını bozucu davranışlarına karşı uygulanan yaptırımlara “disiplin cezaları” denilmektedir. Disiplin cezaları, ağırlık derecelerine göre uyarma, kınama, aylıktan kesme, kademe ilerlemesinin durdurulması, devlet memurluğundan çıkarma şeklindedir.
Memurların Yetiştirilmesi
Kamu kurumlarında çalışan personelin, genel kültür, mesleki eğitim, kurum ve çevresi arasındaki ilişkileri geliştirme konularında yetiştirilmesi, insan kaynakları yönetiminin en önemli konularından biridir. DMK’ye göre, Devlet memurlarının yetişmelerini sağlamak, verimliliğini artırmak ve daha ileriki görevlere hazırlamak amacıyla uygulanacak hizmet içi eğitim, Devlet Personel Başkanlığı tarafından ilgili kurumlarla birlikte hazırlanacak yönetmelikler dâhilinde yürütülür. Her kurumda, yetiştirme faaliyetlerini düzenlemek, yürütmek ve değerlendirmekle görevli bir “eğitim birimi” kurulur. Ayrıca DMK, hizmet içi eğitime yön vermek üzere “Devlet memurları eğitim genel planı” hazırlanmasını öngörmüştür; eğitim programları hazırlanması ve uygulanmasında yol gösterme, koordinasyonu sağlama ve eğitim faaliyetlerini denetleme görevini de Devlet Personel Başkanlığına vermiştir. Memurlar, yurt içinde olduğu gibi yurt dışında da yetiştirilebilir.
Hizmet İçi Eğitimin Önemi
Personelin hizmetin gerektirdiği bilgi ve becerileri kazanması için hizmet içi eğitime tabi tutulması gereklidir. Hizmet içi eğitim ayrıca teknik alanda yaşanan hızlı gelişmenin ortaya çıkardığı bir ihtiyaçtır. Son olarak bazı bilgi ve beceriler, ancak hizmete girdikten sonra kazanılmaktadır.
Hizmet İçi Eğitim Programı
Hizmet içi eğitim programı, genellikle üç ana konu başlık altında oluşturulur. Bunlar:
• Mesleki yeterlilik eğitimi
• Vizyon/düşünce eğitimi
• Değerler ve ilkeler eğitimi
Hizmet İçi Eğitim Yöntemleri
Hizmet içi eğitim yöntemlerini şu şekilde gruplandırılabilir.
- Uzman bir kişinin nezaretinde yapılan eğitim
- Spesifik konuları içeren seminer veya konferanslar
- İş rotasyonu
- Vaka analizleri yöntemi
- Sınıf ortamında yapılan eğitimler
KAMU YÖNETIMININ DENETLENMESI
Giriş
Hesap verebilirlik, demokratik toplumları demokratik olmayanlardan ayıran en temel unsurlardan birisidir. Bu ünitede kamu yönetiminde hesap verebilirliği sağlamaya yönelik oluşturulan çeşitli kurum içi ve kurum dışı kontrol ve denetim yolları açıklanacaktır.
Denetimin Önemi ve Denetim Türleri
Denetim, bir örgütte yapılan işlerin amaçlara uygunluğu, yerindeliği ve etkinliğinin ölçülmesidir. Denetim, denetlemenin yapıldığı zamana göre ön denetim, anında denetim ve sonradan denetim olmak üzere üçe ayrılır. Hesap verebilirliğin birbiriyle örtüşen üç temel amacı vardır. Bunlar:
• Kamu otoritesinin kötüye kullanılmasının önüne geçmek,
• Kamu kaynaklarının kullanımında hukuk kurallarına ve kamu hizmeti değerlerine uyulmasını güvence altına almak,
• Kamu yönetiminde sürekli iyileştirmeyi sağlamaktır.
Yine benzer biçimde güçlendirilmiş hesap verebilirliğin dört vaadinden söz edilir.
• Demokrasi taahhüdü
• Adalet taahhüdü
• Etik davranış taahhüdü
• Performans taahhüdü
Siyasal Denetim
Siyasal denetim, siyasi kurum ve kişilerin kamu yönetimi üzerinde sahip oldukları gözetim ve denetim yetkisidir. Bilindiği gibi demokrasilerde egemenliğin asıl sahibi halktır. Parlamenter demokratik sistemlerde halk, seçimler yoluyla kendi temsilcilerini (vekillerini) seçerek egemenliğini parlamentoya devreder. Parlamento içinden bir hükûmet kurulur. Hükûmet ise kanunların ve kamu politikalarının uygulanmasını kamu yönetimi aracılığı ile gerçekleştirir. Bu temsil zincirinin ilk halkasını seçmen sıfatıyla halk oluştururken son halkayı kamu yönetimi oluşturmaktadır. Demokratik kuramda bu ilişki biçimi “asıl-vekil ilişkisi” olarak açıklanmaktadır. Bu temsil zincirinde hesap verme sorumluluğu da şu şekilde işlemektedir.
Yasama Organının Denetimi
Temsilî demokrasilerde yasama organının “kanun yapmak”, “hükûmeti denetlemek” ve “devlet bütçesini kabul etmek” olmak üzere üç temel işlevi vardır. Yasama organının kamu yönetimi üzerindeki denetimi, esas itibarıyla doğrudan olmayıp Bakanlar Kurulu ya da bakanlar aracılığıyla gerçekleştirilen dolaylı bir denetimdir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Bilgi Edinme ve Denetim Yolları
Anayasamıza göre, Türkiye Büyük Millet Meclisi soru, Meclis araştırması, genel görüşme, gensoru ve Meclis soruşturması yollarıyla Bakanlar Kurulunu ve bakanları denetleme yetkisine sahiptir. Soru, Meclis araştırması ve genel görüşme ile ilgili önergelerin verilme şekli, içeriği ve kapsamı ile cevaplandırılma, görüşme ve araştırma yöntemleri Meclis İç tüzüğünde düzenlenmiştir.
Soru
Soru, Bakanlar Kurulu adına, sözlü veya yazılı olarak cevaplandırılmak üzere Başbakan veya bakanlardan bilgi istemektir. Sözlü soru ve yazılı soru olarak ikiye ayrılır. Hem yazılı soru hem de sözlü soru yazılı önerge olarak sorulur. Sözlü sorular Başbakan veya ilgili bakan tarafından Meclis kürsüsünden sözlü olarak cevaplandırılır. Yazılı soruların cevabı ise Başbakanlık veya ilgili bakanlık tarafından Meclis Başkanlığına sunulur.
Meclis Araştırması
Yasama organının, hükûmet ve dolayısıyla kamu yönetimi üzerindeki ikinci denetim aracı Meclis araştırmasıdır. Meclis araştırması, belli bir konuda bilgi edinmek için yapılan incelemedir. Meclis araştırması hükûmet, siyasal parti grupları veya en az yirmi milletvekili tarafından Meclis Başkanlığına verilecek önerge ile istenebilir. Meclis araştırması açılıp açılmayacağına Meclis Genel Kurulu karar verir. TBMM, Meclis araştırması açılmasına karar verirse konuyu araştırmak için özel bir komisyon oluşturulur. Araştırma Komisyonu, gerekli bilgileri toplayıp incelemelerini tamamladıktan sonra bir rapor hazırlar ve bu raporu Meclis Başkanlığı’na sunar. Rapor, Meclis Genel Kurulunda görüşülür ancak görüşme sonunda her hangi bir karar alınması ve hükûmetin sorumlu tutulması söz konusu değildir.
Genel Görüşme
Genel görüşme ise toplumu ve devlet faaliyetlerini ilgilendiren belli bir konunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülmesidir. Siyasal parti grupları veya en az yirmi milletvekili tarafından bir önergeyle istenebilir. Meclis Genel Kurulu genel görüşme açılıp açılmamasına karar verir. Genel görüşme sonunda bir oylama yapılmaz ve hükûmetin siyasal sorumluluğunu ortaya koyacak bir karar alınmaz.
Gensoru
Gensoru, hükûmet ya da bir bakanın görevden uzaklaştırılması amacıyla TBMM’de yapılan genel bir denetim aracıdır. Bir siyasal parti grubu adına veya en az yirmi milletvekilinin imzasıyla verilir. Gündeme alma kararı verilirse Meclis Genel Kurulunda gensorunun görüşülmesine geçilir. Gensoru görüşmeleri sırasında üyelerin veya grupların verecekleri gerekçeli güvensizlik önergeleri veya Bakanlar Kurulunun güven isteği, bir tam gün geçtikten sonra oylanır. Bakanlar Kurulunun veya bir bakanın düşürülebilmesi, üye tamsayısının salt çoğunluğuyla olur; oylamada yalnız güvensizlik oyları sayılır.
Meclis Soruşturması
Meclis soruşturması, görevde bulunan veya görevden ayrılmış bulunan Başbakan veya bakanların görevleriyle ilgili cezai sorumluluklarının araştırılmasını sağlayan bir denetim aracıdır. Başbakan veya bakanlar hakkında, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tam sayısının en az onda birinin vereceği önergeyle soruşturma açılması istenebilir. Soruşturma açılmasına gizli oyla karar verilmesi hâlinde, Meclisteki siyasal partilerin güçleri oranında temsil edilecekleri on beş kişilik bir soruşturma komisyonu kurulur. Komisyon, soruşturma sonucu hazırladığı raporu Meclis’e sunar. TBMM Genel Kurulu gerek gördüğü takdirde ilgiliyi Yüce Divana sevk eder. Yüce Divana sevk kararı ancak üye tamsayısının salt çoğunluğunun gizli oyuyla alınır. Meclisteki siyasal parti gruplarında, Meclis soruşturması ile ilgili görüşme yapılamaz ve karar alınamaz.
TBMM’ye Dilekçeyle Başvurma Hakkı ve Dilekçe Komisyonu
Siyasi denetimde, TBMM dışında, yurttaşların başvurusu üzerine harekete geçen mekanizmalar da vardır. Anayasa’nın 74. maddesine göre, “Vatandaşlar ve karşılıklılık esası gözetilmek kaydıyla Türkiye’de ikamet eden yabancılar kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikâyetleri hakkında, yetkili makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclis’ine yazı ile başvurma hakkına sahiptir. Kendileriyle ilgili başvurmaların sonucu, gecikmeksizin dilekçe sahiplerine yazılı olarak bildirilir.” Böylece, yurttaşlar, idareyle ilgili dilek ve şikâyetlerini yazılı olarak TBMM’ye başvurarak idare üzerinde Meclis denetimini başlatmış olmaktadırlar. Bu başvuruları incelemek üzere Meclis’te Dilekçe Komisyonu kurulmuştur. Dilekçe Komisyonu, Türk vatandaşlarının ve karşılıklılık esası gözetilmek kaydıyla Türkiye’de ikamet eden yabancıların kendileriyle veya kamu ile ilgili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına gönderdikleri dilek ve şikâyetleri inceler ve karara bağlar. Vatandaşın başvurusunda belirttiği konu ile ilgili inceleme ilgili bakanlık aracılığı ile yapılmakta ve sonuçtan vatandaş ve ilgili bakanlık bilgilendirilmektedir. Dilekçeyle başvuru üzerine Meclis’in verdiği kararlar hükûmeti ve idareyi hukuken bağlamaz.
TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu
Komisyon’un denetim ile doğrudan ilgili iki görevi mevcuttur. Birincisi insan hakları ihlalleri ile ilgili başvuruları incelemesi ve gerekli gördüğü takdirde ilgili mercilere durumu iletmesi, ikincisi de kamu ve özel kurum ve kuruluşlarda inceleme yapması ve bilgi isteme yetkisine sahip olmasıdır. Komisyon, kendisine yapılan başvurular üzerine ya da herhangi bir başvuru olmaksızın gerekli gördüğü konularda da araştırma yapabilmektedir.
TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu
Kadın erkek eşitliğinin sağlanmasına yönelik faaliyetlerde bulunmak amacıyla kurulmuştur. Başvuruları incelemek ve gerekli gördüğü hâllerde ilgili mercilere iletmek görevi vardır.
Siyasal Denetimin Etkinliği
Yasama organının kamu yönetimini denetlemesi her zaman etkili bir biçimde gerçekleşmeyebilir. Çünkü Türkiye’de kuvvetler ayrılığı ilkesi, yasama ve yürütme arasında tam anlamıyla yürürlükte değildir. Hükûmetteki siyasal parti ya da partiler aynı zamanda yasama organında da çoğunluğa sahiptirler. Yasama ve yürütme organları aynı siyasal gücün kontrolünde olduğu zaman yasama organının Bakanlar Kurulunu ve bakanları denetleyecek mekanizmaları işletmesinde güçlükler yaşanabilmektedir.
Yönetsel Denetim
Kamu yönetiminin kendi içinde denetlenmesine yönetsel denetim denir. Kamu yönetiminin, kurum içindeki hiyerarşik üstler tarafından veya kurum dışındaki diğer kamu kurumları tarafından denetlenmesidir.
Hiyerarşik Denetim
Bir örgütte hiyerarşik üstün astları üzerindeki gözetim ve denetim yetkisine hiyerarşik denetim denir. Yöneticiler astlarının davranış ve faaliyetleri ile ilgili olarak önleyici ve düzeltici eylemlerde bulunma yetkisine sahiptir. Yöneticiler “kişiler üzerinde” veya “işlemler üzerinde” denetim gerçekleştirirler.
Vesayet Denetimi
Vesayet denetimi, yerinden yönetim kuruluşlarının merkezî yönetim tarafından yasaların öngördüğü sınırlar içinde denetlenmesidir. Yerinden yönetim kuruluşlarının devlet tüzel kişiliğinden ayrı bir tüzel kişilikleri olduğu için özerktirler ve merkezî yönetimin hiyerarşik denetimi dışındadırlar. Bu nedenle, vesayet denetimi, idarenin bütünlüğü ilkesi gereğince, kamu yönetimi örgütlerinin bir bütün olarak uyum içinde çalışmasını sağlamak amacıyla geliştirilmiş bir araçtır.
Denetleme Kurulları Yoluyla Gerçekleştirilen Denetim
Türk kamu yönetimi sisteminde Sayıştay ve Devlet Denetleme Kurulu gibi görevi sadece denetim olan kurumlar bulunmaktadır. Bu denetim organlarının kamu kurum ve kuruluşlarını denetlemesi bir dış denetim biçimidir.
Devlet Denetleme Kurulu
1982 Anayasası kamu yönetiminin denetlenmesi konusunda Cumhurbaşkanına da bir rol vermiştir. Cumhurbaşkanı bu rolü Devlet Denetleme Kurulu eliyle yerine getirir. Devlet Denetleme Kurulu doğrudan Cumhurbaşkanı’na bağlı olarak çalışan bir inceleme, araştırma ve denetleme kuruludur.
Teftiş Kurulları
Tüm bakanlıklar ile belli bir büyüklüğe sahip kamu kurum ve kuruluşlarda teftiş kurulları vardır. Köklü bir geçmişi olan teftiş kurullarının Türk kamu yönetimi denetim sisteminde önemli bir yeri vardır. Müfettişlik şeklindeki bir yapılanmadır.
Gözetim Kurulları Yoluyla Denetim
Son dönemde gerçekleştirilen reformlar ile kamu yönetimi üzerinde gözetim ve denetim yetkisi olan yeni mekanizmalar oluşturulmuştur. Kurum dışı gözetim mekanizmaları arasında Kamu Görevlileri Etik Kurulu ile Türkiye İnsan Hakları Kurumu sayılabilir.
Kamu Görevlileri Etik Kurulu
Kamu Görevlileri Etik Kurulu, etik davranış ilkelerini belirlemek, bu ilkelerin ihlâl edildiği iddiasıyla re’sen veya yapılacak başvurular üzerine gerekli inceleme ve araştırmayı yaparak sonucu ilgili makamlara bildirmek, kamuda etik kültürünü yerleştirmek üzere çalışmalar yapmakla yetkilidir. Kurula başvurular şahsen başvuru, posta ve e-posta yoluyla yapılabilmektedir.
Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu
İnsan haklarının korunması ve geliştirilmesi konusunda çalışmalar yapmak üzere kurulmuştur. Kurumun görevleri arasında
• İnsan haklarının korunmasına, geliştirilmesine ve ihlallerin önlenmesine yönelik çalışmalar yapmak,
• İşkence ve kötü muamele ile mücadele etmek,
• Şikâyet ve başvuruları incelemek ve bunların sonuçlarını takip etmek vardır.
Kamu Denetçisi (Ombudsman) Denetimi
Kamu yönetiminin, yasama organına bağlı olarak çalışan bağımsız ve tarafsız denetçiler tarafından denetlenmesidir. İlk kez Ombudsman adıyla İsveç’te ortaya çıkmıştır. Kamu denetçisi genel olarak parlamento tarafından seçilir; yetki alanı ise ülkeden ülkeye değişiklik göstermektedir. Kamu denetçisi, yurttaşların kamu yönetimine ilişkin şikâyetlerini ele alır, inceleme ve araştırma sonucunda yönetimin olaydaki tutumunu ve uygulamasını değerlendirir. Yönetimin aksayan, iyi işlemeyen yanlarını, yetersizliklerini ortaya çıkarır ve işin çözümü için önerilerde bulunur. Kamu denetçisinin kararları öneri niteliğindedir ve herhangi bir bağlayıcılığı yoktur.
Kamuoyu Denetimi
Kamu yönetiminin eylem ve işlemlerinin denetlenmesinde etkili olan yollardan bir diğeri de kamuoyu denetimidir. Kamu yönetimi ile ilgili sorunların sivil toplum kuruluşları ve basın-yayın yoluyla gündeme getirilerek kamuoyu oluşturulması yönetimin bu sorunlarla ilgili olarak harekete geçmesini sağlar. Kamuoyu denetiminin etkili olabilmesi için kamuoyunun serbestçe oluşmasını sağlayacak demokratik ve özgür bir ortamın olması gerekir. Bunun için her şeyden önce düşünceyi açıklama özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü ve basın-yayın özgürlüğünün bulunması önemli önkoşullardandır.
Yargısal Denetim
Kamu yönetiminin eylem ve işlemlerinin bağımsız yargı organları tarafından denetlenmesine yargısal denetim denir. Kamu yönetiminin hesap verebilirliğini sağlamada başvurulan en temel yöntemlerden biri kişilerin idarenin eylem ve işlemlerine karşı mahkemelere başvurabilme hakkına sahip olabilmeleridir. Yönetimin yargısal denetimi hukuk devleti olmanın önemli koşullarındandır.
Yargı Denetiminin Sınırlılıkları
Kamu yönetiminin hesap verebilirliğini sağlamada önemli bir yeri olmakla beraber yargı denetiminin ciddi sınırlılıkları vardır. Bunları şöyle özetleyebiliriz:
• İdari kararların çoğu mahkemelerin incelemesinden geçmemektedir.
• Yargı denetimi sadece idarenin karar ve uygulamaları için söz konusudur; idarenin eylem ve işlemden kaçındığı, hareketsiz kaldığı durumlar yargı denetimi dışında kalmaktadır.
• İdari kararların sayısı o kadar çok fazladır ki bu kararların küçük bir kısmının bile yargının ayrıntılı ve ağır işleyen usullerine tabi tutulması yönetim sürecinin durması sonucunu doğurur.
• Yargıya başvurmanın maliyeti çok yüksek olduğu için birçok kişi yargı yoluna başvurmamaktadır. Bir taraftan mahkeme harçları ve avukat ücretlerinin çok yüksek olması, diğer taraftan davanın ne kadar süreceğinin ve sonucunun ne olacağının önceden kestirilememesi nedenleriyle sıradan vatandaş çoğu kez idarenin haksız işlemlerine katlanır ve “hukukun üstünlüğü” ilkesi onun için anlamsız bir sözden ibaret olarak kalır.
• Yargı denetimi idari kararların birçoğu için anlamlı bir yasal çözüm yolu sağlamamaktadır.
• Birçok idari karar türleri, yasa hükmü gereği veya mahkemelerin kendi kendilerini sınırlandırmaları sonucu mahkemelerce gözden geçirilememektedir. Bu da yargı denetiminin kapsamını sınırlandırmaktadır.
• İdari kararların birçoğu ileri derecede teknik bir nitelik taşıdığı için konunun uzmanı olmayan yargıçların dava ile ilgili karar vermeleri güçleşmektedir.