Home » Dünya Gündemi » Kitap Özeti : BİR SONRAKİ KÜRESEL KRİZİN OLUŞUMU -KUR SAVAŞLARI- Bölüm II

Kitap Özeti : BİR SONRAKİ KÜRESEL KRİZİN OLUŞUMU -KUR SAVAŞLARI- Bölüm II

BİR SONRAKİ KÜRESEL KRİZİN OLUŞUMU -KUR SAVAŞLARI- Bölüm II

III. KISIM: BİR SONRAKİ KÜRESEL KRİZ
8. Bölüm: Küreselleşme ve Devlet Sermayesi
Tarihsel olarak bir kur savaşı ülkelerin, bedelini ticari ortaklarına ödetmek pahasına maliyetlerini düşürmesi, ihracatlarını arttırması, istihdam yaratmaları ve ekonomilerini canlandırma çabalarıyla yaptığı rekabetçi devalüasyonları içerir. Kurların “komşuyu zayıflatmak” amaçlı gerçek bir jeopolitik silah olarak kullanıldığı senaryoları da yaşamaktayız. Bu sinsi saldırılara sadece devletler değil aynı zamanda ulusal varlık fonları, özel timler, istihbarat servisleri, siber savaşçılar, sabotajcılar, teröristler ve suç şebekeleri de katılırlar. Bir ülkenin parasının değeri o ülke için Aşil’in topuğudur. Para çökerse kendisiyle birlikte her şey çöker. Altın olsun, borsa olsun piyasalar iner de çıkar da. Bir piyasa hızla düştüğünde bir başka piyasada para kazanmanın bir yolu her zaman vardır. Ancak hisseler, tahviller, emtialar, türevler ve diğer yatırımların hepsi ülke parası cinsinden fiyatlandırılır. Para tahrip olursa tüm piyasalar ve ülke tahrip olur dememiz bundandır. Ne yazık ki ABD güvenlik camiası “finansal terörizm” diye nitelendirilebilecek bu tehditleri yeterince ciddiye almıyor. Finans savaşı tehditleri, ancak günümüzün finans dünyası bağlamında anlaşılabilir. Bu dünyayı, küreselleşmenin zaferi, devlet kapitalizminin yükselişi ve terörün devamlılığı koşullandırmaktadır. Finans savaşı, silahları kalitesiz olmakla birlikle daha kurnaz olanların tercih ettiği sınırlanmamış bir savaştır.


Küreselleşme
Çok uluslu şirketler çoktandır var. Merkezi belirli bir ülkede olan bu şirketler, şubeleri ve bağlı kuruluşları vasıtasıyla diğer ülkelerde de faaliyet gösterirlerdi ama neticede anavatanın ulusal kimliği korunurdu. Şimdilerde bunlar ulusal kimliklerini mümkün olduğunca bastırıp gölgeleyerek küresel bir marka biçiminde yeni bir kimlik oluşturdular. Anavatan ile duygusal bağları koptu, maliyet, lojistik ve kâr kaygıları öne çıktı. Özellikle 90’ların sonunda yaygınlaşan gevşek sermaye denetimleri ve borsaların kuralsızlaştırılması, fonların belirli piyasalara girip çıkmasını kolaylaştırdı, küresel devler oluştu. Rusya ve Çin, Batılı devletlerde geliştiğini gördükleri yeni küresel normların cazibesine şahit oldukça bunların çoğunu benimsemeye hevesli kapitalizm yanlısı toplumlar olarak yükselişe geçti.
Sınırsız dünyada sonsuz risk finansın yeni koşuluydu. Küreselleşme finans ölçeğini ve karşılıklı bağımlılığı görülmemiş ölçüde arttırdı. Örneğin, Nevada alt gelir grubu ipotekli konutlardan oluşan teminata dayalı tahviller, bölünüp yeniden ambalajlanarak, Alman bankalarına satılabildi. Arjantin tahvilleri, Londra’da teminatlandırılıp New York’da satın alınabiliyordu. 2011 yılında küreselleşmiş finans her yerde mevcuttur; kalıcı olup olmayacağını ise zaman gösterecektir ama geçmişte yaşanan finansal krizler gösteriyor ki günümüzün şık ambalajına bürünmüş türev benzeri finansal ürünler, patlamaya hazır cilalı birer bombadır.
Devlet Sermayesi
Yirminci yüzyıl sonunda gelişen tek jeopolitik olgu küreselleşme değildi; bir diğeri devlet kapitalizmi idi. Devlet kapitalizmi, 17. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar egemen ekonomik model olan merkantilizmin yeni son moda adıdır. Merkantilistler dış ticareti dostlarla yapılan, rakiplerin dışlandığı bir faaliyet olarak görürler, sübvansiyonları ve ayırımcılığı, ekonomik hedeflere ulaşmanın meşru araçları olarak benimserlerdi. Başarıyı da, bedeli ne olursa olsun biriktirdikleri altınla ölçerlerdi. 1600’lerde İngiltere’de (East India Company) ve Hollanda’da (Dutch East India Company) adlarıyla kurulan kurumlar, özel şirket olmalarına rağmen kendilerine verilen imtiyazlara dayanarak Asya, Afrika, Kuzey ve Güney Amerika’da yaptıkları işlerde hükümetleri adına hareket ettiler. Koloniler kurmaktan kendilerine özel ordular oluşturmaya, para basıp yabancı devletlerle anlaşmalar imzalamaya kadar her türlü siyasi, askeri ve ekonomik faaliyetin içinde bulundular.
Günümüzde de, özel sektöre aitmiş gibi göründüğü halde arkasında neredeyse sınırsız devlet kaynakları olan şirketler (Örn. China Petroleum & Chemical Co. / Sinopec), uluslararası ihalelere girebiliyor, arkalarına aldıkları devlet gücünün sağladığı muafiyetler sayesinde her türlü haksız rekabet, rüşvet ve yasa dışılık yapabiliyorlar. Bunlardan Rusya, Çin, Brezilya, Meksika ve diğer gelişmekte olan piyasalarda bolca bulunur. Avrupa’da da özellikle uçak, savunma, uzay sistemleri ve petrol sektörlerinde özel görünümlü olup devlet patronluğunda yönetilen şirketler vardır. ABD bu işlere homurdansa da, kendisinin hükümet olarak 2008’de Citibank, GE ve Goldman Sachs’ı kurtardığını, dünyadaki benzerlerinden fazla da farklı olmayan kuruluşlara sahip olduğunu unutmamalıdır.
İstihbarat, kendini başkalarının yerine koyabilme, olaylara başkalarının zaviyesinden bakabilme becerisidir. Ruslar doğal gaza sadece ihracat geliri olarak değil Avrupa endüstriyel ekonomisi üzerindeki mutlak bir güç olarak bakarlar. Çinli strateji uzmanları ellerindeki tomarlarla ABD tahvillerine baktıklarında, ABD ekonomisini imha edebilecek ya da kendilerini havaya uçurabilecek bir bombaya baktıklarını bilirler. Araplar da modernite yolunda ilerledikçe kendilerini ezebilecek gerici ve dinci bir mengeneye girdiklerinin farkındadırlar.
Dubai
Orta Doğu’daki onca karışıklık arasında görece sakin bir ada olan Dubai aslında aşırı kötü bir muhittir. Pırıltılı restoranlarında İsrailli ajanlar, İranlı provokatörler, Rus tetikçiler, Suudi silah simsarları, kaçakçılar cirit atar. Burası buluşabildikleri, yeni adamlar devşirebildikleri ve tutuklanma korkusu olmadan dolap çevirip birbirlerine ihanet edebildikleri, cinayet işleyebildikleri, uluslararası entrikaların tezgâhlanabildiği esrarengiz ve tarafsız bir ortamdır.
Kaçakçılık büyük iştir. Limanları, sözde ambargo mustaribi İran’a gidecek elektronik eşya, teçhizat, yedek parça vs. ile yüklenmiş konteynerler ile doludur. Sony ya da HP logolu kolilerin içindeki altın ve para miktarını kimseler bilemez. Tarihte inci çıkarma ve kaçakçılığını yapmakta ustalaşmış Dubai’de bu geleneksel eski meslek, örtülü biçimde bile olsa kötü gözle bakılmayan bir yaşam tarzıdır. Bu muazzam ölçekteki ekonomik faaliyetin olmazsa olmazı bankalar ve finans kuruluşlarıdır ve onlar da Dubai’de yoğun biçimde boy gösterirler. Somali korsan ticaretinin, İran kıyı bankacılığının merkezi burasıdır. Burada akla hayale sığmayacak değerde altın ticaret, spekülatif döviz işlemleri yapılır. Görkemli gökdelenlerin altında Brink’s (ABD merkezli bir güvenlik ve koruma şirketi) tarafından yönetilen dünyanın en büyük ve en güvenli kasa daireleri bulunur. İsviçre bankalarında gizliliğin saldırı altında olması nedeniyle karanlık servetlerin sahipleri, servetlerini izi sürülemeyen altına çevirerek bu kasalarda saklarlar. Ayrıca Dubai, dünyanın en büyük kâğıt para aktarma noktasıdır.
Genel olarak dünyada yozlaşma ve işlev bozukluğu olmasaydı, Dubai diye bir yer de olmazdı. Her savaşın tarafsız bir buluşma yerine ihtiyacı vardır (Casablanca filmindeki Rick’s Cafe gibi). İçinde bulunduğumuz finansal terör ve kur savaşları döneminde Dubai, Rick’s Cafe’nin işlevini yerine getiriyor.
Moskova
Moskova’nın, yapımı 1995’te tamamlanan en görkemli binalarından biri Gazprom’a ev sahipliği yapar. Gazprom Rus doğal gazının %85’inden fazlasını, dünyadaki doğal gaz arzının %20’den fazlasını üretmektedir. 2008 yılında Rusya Devlet Başkanı seçilen D. Medvedev iki kez Gazprom yönetim kurulu başkanlığı yapmıştır. Putin’in başbakan olduğu dönemde Gazprom yönetim kurulu başkanı Zubkov, başbakan yardımcısıydı. Şirketin hisseleri çeşitli borsalarda işlem görse de Rus devleti tarafından kontrol edilir. Gazprom’un uzun vadeli plânları bir şirket stratejisinden çok askeri taktik araştırmasına benzer. Ordu benzeri bir güvenlik yapısını bünyesinde bulundurur ve en büyük düşmanının adı da Nabocco’dur.
Nabucco, Rus gazını ve topraklarını kullanmadan Avrupa’ya doğal gaz taşıma işini gerçekleştirmeye soyunmuş konsorsiyumun adıdır (boru hattı Türkiye’den başlar, Bulgaristan, Romanya, Macaristan ve Avusturya üzerinden Avrupa’ya ulaşmayı hedefler). Proje, Avrupa’yı enerji açısından Rusya’ya bağımlılıktan kurtaracağı için AB ve ABD tarafından desteklenmektedir. Rusya ise neredeyse tekel olarak kabul edilebilecek üstünlüğünü kaybetmemek için Nabucco’yu sabote etmek anlamında elinden geleni ardına koymamaktadır. Gürcistan’ın işgali, Ukrayna meselesi bu konuyla yakından ilgilidir.
Rusya 2009 yılbaşı gecesi, ödeme yapılmadığı gerekçesiyle her zaman yaptığı gibi gazı gene kesti. Ukrayna can havliyle transit geçen gazı kendisi kullanınca, Doğu Avrupa’da bazı fabrikalar kapandı, o ayazda evlerinde donan insanlar oldu. Ukrayna Rusya’nın esiri konumuna düşmüştü ama kendisini koruma dürtüsüyle de olsa bir bakıma Avrupa’yı rehin almış oldu. Putin, kendi alacaklarının peşinde olan bir tüccarın meşru mücadelesi görünümü altında Avrupa’ya, sorunun çözülmesini istiyorsa, Ukrayna’ya para yardımı yapması gerektiği tavsiyesinde bulundu. Böylece doğal gaz ve para silahları birlikte kullanılabilecekti.
Mavi yakıt kurbanı Doğu Avrupa ülkeleri için bir çözüm tabi ki var: NATO’ya, Euro’ya, Dolar’a ve Batı’ya sırt çevirip güvenli, bel bağlanabilir ve makul fiyatlı enerji karşılığında yeniden Rusya’nın kanatları altına girebilir, bölgesel bir Ruble blokuna katılabilirler!
Rusya egemen rezerv para birimi olarak doları tahtından indirmekten açıkça söz ediyor. Doğu Avrupa ülkeleri ile birlikte Orta Asyalı diğer gaz tedarikçileri, bölgesel bir rezerv para birimi olarak Ruble’yi benimserlerse, enerji, bu coğrafyanın ekonomisini baştan aşağıya yeniden şekillendirebilir ve bu sefer ayazda kalan Dolar olur.
Pekin
Çin, tarihsel olarak aniden ve sık sık krize girebiliyor. Görünüşteki canlılığa rağmen, etnik gerilimler, enflasyon, işsizlik, konut balonu patlaması gibi nedenler Çin’e yeni bir çöküş yaşatabilme potansiyeli taşıyor. Çin normal nüfus sıkıntısına ek olarak, tek çocuk politikaları doğrultusunda kız çocukların öldürülmesi sonucu oluşan 24 milyon “fazladan erkek” sorunu yaşıyor. Bekâr erkek sayısının fazlalığı ve işsiz kalabalıkların suça yönelmesine vesile oluyor. Ülkenin büyük rezervleri ve istihdam yaratacak altyapı yatırımları sayesinde istikrarsızlığı kısman giderebileceğini kabul etsek bile şöyle bir soru var: ABD ihraç ettiği enflasyonla bu rezervlerin değerini düşürdüğünde ne olacak? ABD-Çin kur savaşları daha yeni başlıyor. FED’in niceliksel gevşeme politikaları bu savaşın ilk kurşunudur ve Çin’in kendini korumaya yönelik karşı hamleleri masanın üzerinde durmaktadır. Çin Halk kurtuluş Ordusu albaylarından Xiangsui’nin 1999’da yazdığı “Savaş Tanrısının Yüzü Belirsizleşti” kitabındaki şu ifade boşuna değildir: Finansal savaş, “hiperstratejik” bir silah haline gelmiştir. Nedeni kolaylıkla manipüle edilebilmesi, gizli faaliyetlere izin vermesi ve sonuçlarının çok yıkıcı olmasıdır.
Çin’in küresel finans sistemiyle ana bağlantısı ABD devlet tahvil piyasasıdır. Tahvil alış verişini, FED ile imtiyazlı ilişkileri olan aracılar (UBS, J. P. Morgan, Goldman Sachs gibi) vasıtasıyla yapar ve bu aracıları birbirleriyle rekabete sokarak en iyi fiyattan bono alır. Çin’in elinde yalnızca ABD hazinesince ihraç edilen tahviller değil, Fannie Mae, Freddie Mac gibi özel kuruluşların ihraç ettiği Dolar cinsinden tanzim edilmiş başka tahviller de bulunur. Şeffaflığın olmadığı Çin’de bu tahvillerin tam miktarı bilinmese de bir trilyon doları çok aştığı tahmin ediliyor. Çin’in büyük korkusu, ABD’nin enflasyon aracılığıyla parasını devalüe etmesi ve tahvillerini değersizleştirmesidir. Çin’in bu tahvilleri hızla elden çıkaracağı ve böylece ABD’de faizlerin fırlamasına, Doların döviz piyasalarında çökmesine sebep olacağı yönünde çokça spekülasyonlar yapılıyor. Ama Çin, kendine zarar verme anlamına gelebilecek toptan ucuza satışa gitmeden de bazı hamleler yapabilir. Bunlardan biri, usul usul, uzun vadeli bonoları kısa vadelilerle değiştirme hamlesidir.
Çinliler her yıl dış ticaret fazlalarından birkaç yüz milyar dolar kazanmakta ve rezervlerini girişken bir biçimde çeşitlendirmekteler. Bu çeşitlerin arasına, arzı kısıtlı olan Yen, Euro ve Sterlin cinsi tahvillerin yanında emtia da girdi. Emtia denince akla yalnız altın, petrol ve bakır gibileri gelmesin. Madencilik şirketlerinin hisseleri, buğday mısır gibi tarım ürünlerinin üretilebileceği araziler ve hepsinden önemlisi su da bunların arasındadır. Çinliler şu aralar Patagonya’daki derin göller ve buzullardaki tatlı suların tüm haklarını satın almak için özel fonlar oluşturmakla meşguller. Bu tip varlık fonları vasıtasıyla, altın üzerinde de çokça spekülatif işlemler yaptıkları biliniyor. Çin’in ABD Dolarına yönelik duruşunun, rezerv çeşitlendirmesi geliştikçe daha da sertleşmesi mümkündür.
Çöküş
Finansal cadı kazanında fokurdayan onca riskin en büyüklerinden biri –karşılıklı ilişki- meselesidir. Rusya gaz silahını, Çin para silahını aynı anda çekerse dünya piyasaları ne hale gelir, ortaya çıkabilecek istikrarsızlıklar hangi jeopolitik ve sosyal sonuçları doğurur düşünmesi bile korkunç.
Aynı cadı kazanında, bir rezerv para birimi olarak dolara alternatif arama fikri de kendini gösteriyor. Dış ticaret fazlaları olan ülkelerin birikimlerini dolara yatırmaları iyi de, ABD’nin borçlarını finanse etmek için geleneksel rakiplerine bağımlı olması dengeleri hassaslaştırıyor, sadece maliye politikalarını değil, ulusal güvenlik ve askeri seçeneklerini de kısıtlıyor. Jeopolitik domino taşları, halen devrilmekte oldukları yerlerin dışında, Doğu Avrupa, İspanya, Meksika, İran ve S. Arabistan’da da devrilmeyi bekliyor. ABD’nin gücüne yönelik meydan okumalar güçleniyor. Bir girdaba doğru düşmeye başladık. Denetimsiz küresel sermaye ile istikrarsız jeopolitiğin birleştiği nokta, canavarın pençelerini göstermeye başladığı noktadır.
9. Bölüm: İktisat Biliminin İstismarı
Serbest piyasa kapitalizminin yükselişinden bu yana ekonomik sistemlerin karmaşadan bütünüyle uzak kaldığı hiçbir dönem olmadı. Balonlar, panikler, çöküşler, bunalımlar hep yaşandı, gelip geçti. Yeni bilimsel iktisat bunlara önlem olarak, maliye ve para politikalarına ince ayar yapılması dış ticaret koşullarının yeniden dengelenmesi, riskin türevler aracılığı ile dağıtılması yoluyla piyasa dalgalanmalarının önlenmesi gibi öneriler getirdi.
2008 paniği, iktisat imparatorlarının çıplak olduğunu ortaya çıkardı. Sermaye piyasalarıyla ekonominin toptan çökmesi birçok önlemi içeren büyük ölçekli devlet müdahaleleri ile engellenebildi. Birkaç istisna dışında önde gelen makro iktisatçılar, politika üreticileri ve risk yöneticileri çöküşü öngöremediler. Anlaşılıyor ki 1947 sonrası sözde pozitif iktisat bilimi, hızlı büyüme ve hızlı çöküş sorunlarını hafifletmek konusunda herhangi bir başarı sağlayamamıştır. Aksine, açık bütçe harcamaları, borç yükü, artan gelir eşitsizliği ve büyüyen işsiz orduları dikkate alındığında modern iktisat uygulamalarının toplumu daha da yoksullaştırdığına işaret eden çok fazla kanıt bulunmaktadır. Bu başarısızlıkları anlamak, büyümenin niçin yavaşladığını, kur savaşlarının neden yaklaştığını anlamamıza olanak verecektir.
Federal Reserve
Birkaç başlık:
1913’te kurulduğundan bu yana FED’in en önemli yetkisi doların satın alma gücünü korumak olmuştur. Oysa Dolar 1913 yılından beri %95’in üzerinde değer kaybetmiştir. FED savunucuları bu süreçte artan ücretlerin, düşen satın alma gücünü dengelediğini söylese de olayın bir başka yönü çok yıkıcı: Ücretler ve fiyatlar zararsız biçimde birlikte yükselmiyor. Ücret yükselmelerinden toplumun tüm kesimleri aynı oranda faydalanamıyor. Sistem hak etmemiş şanslılar ve şansız garibanlar üretiyor, gelir dağılımı adaleti fena halde bozuluyor.
FED’in temel görevlerinden biri de sorun yaşanan süreçlerde kredi için son başvuru mercii olarak olaylara müdahale etmektir. Bu görev için FED’e iki kere başvuruldu, ikisinde de büyük hatalar yapıldı. Bunlardan ilki, 1929-1933 bunalımı sırasında yaşandı. FED’in likidite sağlaması gerekiyordu, sağlamadı. İkincisi, 2007-2009 krizi sırasında yaşandı. Yaptıkları aşırılıklar yüzünden ödeme güçlüğüne düşen bankaların kapatılması gerekiyordu ama bunun yerine likidite sağlandı. 2009‘da Kongre tarafından kurulan “Finans Krizi Soruşturma Komisyonu“nun yargısı da bu yöndedir. “Krizden kaçınılabilirdi. FED zehirli ipotekli kredi akışını, ihtiyatlı ipotekli kredi standartları oluşturarak önleyebilirdi, yapmadı. Finansal düzenlemeler ve denetlemeler konusunda başarısız oldu. Yetkilerini doğru yönde kullanmadılar” sözleri bu komisyon raporundan.
ABD şu sıra, hazinenin sürdürülemez bütçe açıklarına sahip olduğu ve iflas etmemek için bono sattığı bir sisteme sahiptir. FED bu bonoları satın almak için para basmakta ve onlara sahip olduğu için zarar etmektedir. Bunun ardından Hazine FED’i iflastan kurtarmak için ondan borç senetleri almaktadır. Böylece FED’in zararları hazinenin sırtına yüklenmiş olmaktadır. Tam bir akrobasi! Bu tür muhasebe oyunları yapan şirket yöneticileri normalde hapse atılır. Ayrıca unutulmamalıdır ki Hazine bir kamu kuruluşudur ama FED bankaların mülkiyetindeki bir özel kuruluştur. Yapılan dalavereler sonucunda, vergi mükelleflerin paraları, bankaların çıkarları uğruna harcanmış olmaktadır. Sizce, FED ve Hazine, birbirlerine yaslandıkları için ikisi de düşmeyen iki sarhoş görüntüsü vermiyor mu?
FED’in başarı hanesine yazılabilecek tek şey, Nixon krizi zamanında 11 milyar Dolar değerinde olan altın stokunu, 400 milyar Dolar’ın üzerine çıkarmasıdır ki bu da FED’in Doların değerini düşürmesinden kaynaklanmaktadır.
Hâsılı, bütün olarak bakıldığında, önemli görevlerin çoğunda FED’den daha istikrarlı biçimde başarısız olan başka bir devlet kuruluşu bulabilmek zordur.
Monetarizm, Keynesçilik, Finansal İktisat, Washington ve Wall Street Üzerine Notlar
Ekonomik büyümenin yavaşladığı dönemlerde Keynesçi ve monetarist yaklaşımların egemen olduğu biliniyor. Monetarizmin temel öğretisine göre GSYH’deki değişimlerin en önemli nedeni para arzındaki değişimlerdir. Para arzını FED kontrol ediyor. FED basılan parayla devlet tahvili alarak para arzını arttırıyor ve sistemden çekilecek para karşılığında tahvil satarak para arzını azaltıyor. Ne var ki, FED’in para basarak kontrol ettiği, parasal taban olarak adlandırılan para arzı, toplam para arzının yalnızca %20’sidir. Diğer %80’lik bölümü, kullandırdıkları kredilerle ya da para piyasası fonları ve ticari senetler gibi diğer varlık yaratma biçimleriyle bankalar yaratır. Bu da bizi kritik bir noktaya getiriyor. FED’in kontrol edebildiği taban para, ekonomiyi yeniden canlandırabilecek ya da işsizliği azaltacak kadar hızlı çalışmıyor. Harcamaların ve yatırımların artması için FED’in banka kredilerini ve paranın dolaşım hızını arttırması gerekiyor. Ancak harcama, kredi verenlerin, alanların ve tüketicilerin psikolojisi tarafından yönlendirilen davranışsal bir olgudur. Bu nedenle FED ekonomiyi canlandırmak için dalavere, manipülasyon ve propaganda sanatları icra eder. Örneğin, refah etkisi yaratacak işler yapar. Kendini refah içinde hissedenlerin daha fazla harcama yapmasını bekler. Bunun için faizler düşük tutulur, gevşek para politikaları uygular, borsa desteklenir, enflasyon korkusu pompalanır.
Ölçüsüz para basımı Dolar’ı değersizleştiriyor (devalüasyon) ve FED’in doları yönetme biçimi ABD’nin ticaret yaptığı ülkeleri rahatsız ediyor. Onlar işin farkında ama Dolar’ın çökmekte olduğundan Amerikan halkı ne kadar haberdar? FED aldatmaca ve propagandayla karışık iletişim aracılığıyla toplumunu kontrol etmeye çalışmakta ama halk aldatıldığını anladığında oluşacak güven kaybı nasıl telafi edilecek? ABD bu noktaya tehlikeli biçimde yakındır.
Biraz da Keynesçiliğe değinelim. Amacımız teoriyi enine boyuna tartışmak değil, teorinin kur savaşlarıyla ilgili bir kusuruna dikkat çekmektir. Keynesçi kamu politikalarının temeli, toplam talep adı verilen kavrama dayanır. Toplam talep, stoklar hariç yerli ekonomideki tüm harcama ve yatırımların toplamı anlamına gelir. Örneğin bir işçi işten atıldığında yalnız kendi gelirini kaybetmekle kalmaz, artık harcama yapamayacağından başkalarının da gelir kaybına neden olur, talep düşer ve böylece fasit daireye girilir. Keynesçi teori, burada devletin devreye girebileceğini ve bireylerin harcayamayacağı veya harcamadığı parayı harcayarak gidişatı tersine çevirebileceğini, ekonomik büyümeyi yeniden başlatabileceğini savunur. Burada bir de çarpan etkisinden söz edilir. Buna göre devletin 1 dolar harcaması, diğerlerini daha fazla harcama yapmaya teşvik edeceğinden çıktının değeri 1 dolardan fazla olacaktır. 2009 yılı canlandırma programı çerçevesinde bu çarpan 1,54 olarak tespit edildi. 2007 sonlarında başlayan bunalımın etkilerini dengelemek ve istihdam düzeyini korumak için canlandırmaya 787 milyar dolar harcandı. Çarpan etkisiyle 425 milyar dolarlık ekstra çıktı elde edilecekti (tarihin en büyük bedelsiz kazancı!). Obama yönetimi 2009 yılında 1,4, 2010 yılında 1,2 trilyon dolar bütçe açığı verdi. Şimdi, bu canlandırma paketi olmasaydı (787+425 milyar dolar) durumun çok daha berbat olacağına halkın inandırılması gerekiyordu. Ama Stanford Üniversitesi akademisyenleri bunun aksini kanıtladılar. Çarpan 1’den küçüktü! Yani “canlandırma” için harcanan her dolar karşılığında özel sektörün ürettiği mal ve hizmet miktarı ekstra çıktı yaratmıyor aksine düşüyordu. Program özel sektörün istihdam yaratma yeteneğine de ket vuruyordu. Neticede canlandırma harcamaları bütçe açığını arttıracak, değerli kaynakları israf edecek başka da bir işe yaramayacaktı.
Borç artışı, kur savaşlarında ses getiren konu oldu. Bu savaşlar esas olarak ülke parasının devalüe edilmesini içeriyordu ki bu bir tür temerrüttü. Devalüasyon devletin alacaklarının değerinin de düşürülmesi demekti. Bu durumda devlet yabancılara karşı yükümlülüklerini yerine getiremez hale düştüğü gibi yükselen ithal ürün fiyatları nedeniyle kendi halkına karşı da olumsuzluklar yaratmış olur.
ABD, borçları ve bütçe açıklarını büyüklüğü nedeniyle barutu tüketmiştir. Bir savaşın ya da Katrina gibi büyük bir doğal afetin gerektireceği büyük masrafları karşılamak için açık bütçe harcamalarına başvurma yeteneği iyice azalmıştır. Yabancı alacaklılar karşısında tamamen korumasızdır. Banka kapatmalar, altın müsadereleri, sermaye denetimleri, gümrük vergileriyle korumacılık gibi acil durum yöntemlerinin gündeme geleceği günler uzak değildir. Amerika’nın Keynesçi yanılsamaya sevdalanması, ABD gücünün bir yanılsamaya dönüşmesiyle sonuçlanmıştır.
Gelelim finansal iktisada. 2008 paniğini takip eden aylarda 60 trilyon dolarlık servetin imha olduğunu söylemek fazla yanıltıcı olmayacaktır. Türev sözleşmeleri riski dağıtarak güçlü ellere devretmedi, tersine batamayacak kadar büyük olanların ellerinde biriktirdi. Bankalar ve kural koyucular insan doğasını ve tüm beklenmedik davranışlarını görmezden gelmek için ellerinden geleni yaptılar. Finansal iktisat enkaz haline geldiğinde, ticarete yardımcı olma yeteneği de tepe taklak oldu, büyüme motorunun vitesi düştü, hâlâ da düşük.
Monetarizm, dolaşım hızı ve para arasındaki istikrarsız ilişkilere, Keynesçilik ise gelir yaratacağı fakat aslında gelirlere zarar veren efsanevi bir “çarpan”a dayanıyordu ve tedbirsizce uygulandı. Washington açısından Keynesçilik harcamaları arttırmanın, monetarizm ise gücü FED’in elinde toplamanın bahanesidir. Tüm maliye politikaları, bankacılık ve risk yönetim sistemi entelektüel açıdan yoz ve namussuzdu ve bu durum sürmekte. Wall Street açısında öncelik kârdır, sağlıklı bilim ikinci sırada gelir. Ne kadar kusurlu ya da eski moda olurlarsa olsunlar akademik ayağı olan bazı teoriler, alınan riskler karşısında mantıklı gibi görünen açıklamalar getirebiliyorsa, o halde sorun yoktur diye düşünülmektedir. Politikacılar ve kural koyucular öğrenme açısından Wall Street’ten daha geri durumda ise bunda da bir sorun olmadığı varsayılıyor nedense. Böyle giderse, Wall Street ve Washington, aldatmacanın ikiz kuleleri olarak dimdik ayakta durmaya devam edecek (artık nereye kadar giderse) yeter ki, Wall Street kâr etmeye devam etsin.
10. Bölüm: Para Birimleri, Sermaye, Karmaşa
Olanca aksaklıklarına rağmen Keynesçi ve monetarist yaklaşımlar devam ediyor. Kamu borçlarındaki büyüme nedeniyle eski ekol yönündeki bu ısrar yeni kur savaşının da etmenlerinden biridir. Şimdilerde “karmaşa” kuramından bahsediliyor. Karmaşık sistemler kendilerini evrim veya sayısız özerk parçanın etkileşimi aracılığı ile tasarlıyor. Böylece, “bütünün”, parçaların toplamından büyük olduğu sonucuna varılıyor. Ne var ki karmaşık sistemler yıkıcı çöküşlere eğilimlidir. Çünkü işin içinde insan davranışları ve piyasa dinamikleri arasındaki etkileşimden kaynaklanan öngörülmezlik unsuru vardır. Kaynakların israfına ve feci bir çöküşe neden olabilme potansiyeli bundandır. Bu paradigmayı finansa uyguladığınızda kur savaşlarının nereye yöneldiğini görmeye başlarsınız. Bunu daha iyi anlayabilmek için Davranışsal İktisada genel bir bakış atmakta yarar var.
Davranışsal İktisat ve Karmaşa
Davranışsal İktisadın kökleri, 20. Yüzyılın ortalarındaki sosyal bilimlere uzanır. Bu sosyologlardan biri olan R. K. Merton’un verdiği örnek aydınlatıcıdır: Başlangıçta yanlış bile olsa, doğru kabul edilen bir ifade, eğer insanların davranış biçimlerini değiştirecek yönde ivmelenebilirse, sonunda, yanlışlığına rağmen doğruya dönüşebilir. Ne demektir bu; bir bankanın güçsüz olduğuna ilişkin asılsız bir söylenti yüzünden mevduat sahipleri aynı anda o bankaya hücum edip paralarını çekmeye kalkarlarsa bankayı batırabilirler. Böylece, önerme yanlış bile olsa sonuçta doğrulanmış olur.
Politikacılar davranışsal iktisadı manipülasyon amacı ile benimserler. Bernanke’nin bir yandan faiz oranlarını düşük tutarken diğer yandan para basarak ve doları devalüe ederek enflasyon “beklentilerini” yükseltme kampanyası bu tür manipülasyonların çarpıcı bir örneğidir. Büyük şirketlerin, bankaların CEO’ları da iş dünyasının muhabirleri ile gizli toplantılar yaparak olayları olduğundan farklı, ekonomi kötüye giderken iyiye gidiyormuş gibi gösterirler, bu algının basın yoluyla yayılmasını sağlarlar. Bu tür operasyonların etkisi sınırlı ve geçicidir. Uzun vadeli etki ise toplumsal güvenin tamamen yitirilmesidir.
Karmaşa Kuramı
Bir sistemin karmaşık olması, aktör türlerinin çeşitliliği ile mümkündür çünkü aktörlerin her biri farklı tepkiler vererek daha çeşitli sonuçlar üretecektir. Aktörler birbirleriyle bağlantılıdır karşılıklı bağımlılık, bunların birbirlerini etkilemesi sonucunu doğurur ve uyum içindedirler (Wall Street’deki, al/sat/tut önermelerinin simsarları benzeri biçimde yönlendirmesi). İtalikle yazılı dört unsurdan her birinin gücü üzerinde düşünmeliyiz. Her birinin sıfırdan ona kadar ayarlanabilecek tuşları olduğunu varsayalım ve aktörlerin her birinin tuşlara (döviz, bono, finans, emlak, emtia piyasaları bağlamında) farkı bir güçte bastığını düşünelim. Sistem kaotik hale gelecektir. Çünkü her aktör, olayların ölçeğine, sıklığına, kendi risk algısına, içinde bulunduğu sosyal / finansal şartlara ve daha birçok unsura dayalı olarak farklı tepkiler verecektir.
Finans sistemi 2008’de bu akortsuzluktan çöktü. Kurtarma ve para basma biçimindeki devlet müdahaleleri, arka arkaya yaşanan iflasları geçici olarak durdurabilir ancak riski yok etmez. Risk sistemde gizlenir ve bir sonraki istikrar bozucu olayı bekler. Bir sistemin mega ölçekte büyümesinden kaynaklanan risk sorununun çözümlerinden biri sistemi küçültmektir. Bir başka çözüm de sistemin büyüklüğünü korumakla birlikte herhangi bir bileşenin çok fazla büyümesine izin vermeyerek onu güçlendirmektir (Örn. Sayıca daha fazla ama sistemdeki toplam varlık miktarıyla aynı miktarda aktife sahip daha küçük bankaların bulunması). Ancak banka bağlamında söyleyecek olursak, ABD bankalarının türev kayıtları bugün 2008’de olduğundan daha kabarıktır. Bu da yeni bir çöküş yaşanmasını olasılık olmaktan çıkarıp kesinleştirmektedir! Bu çöküş olduğunda, işin boyutları devletlerin gücünü aşar duruma gelmiş olacaktır. Beş metrelik dalgakıran, on metrelik tsunamiye dayanamayacaktır.
Karmaşa, Enerji, Para
Davranış ve karmaşa kuramı araçlarını birlikte kullanmak, para basımı ve borç genişletme meselesinin kısa süre içinde önü alınmazsa dolar, bir dizi zaferin ardından kesin yenilgiye uğrayacaktır. FED’in tanımladığı şekliyle zaferler, diğer ülkeleri kendi para birimlerini revalüe etmeye zorlayan enflasyonu yarattığında ortaya çıkacaktır. Sonuçta, tam FED’in istediği gibi doların değerinde büyük düşüş yaşanacaktır. ABD’nin ihracatını arttırmasına yarayacakmış gibi görünen bu düşüş, rezerv para birimi olarak doların itibar ve güven kaybına yol açacaktır. Doların yerine bir başka para biriminin geçirilmesi şeklinde oluşmakta olan küresel mutabakatın realiteye dönüştürülme süreci hızlanacaktır. Önce yavaş yavaş, sonra birden bire… Hisse senedi, tahvil ve türevleri dolar değerine dayalı olduğundan, dolar çöktüğünde tüm finansal faaliyetler de onunla birlikte çökecektir.
Yabancı yatırımcıların dolara olan inancı, ancak ABD vatandaşları dolara olan inançlarını korudukları sürece güçlü kalabilir. Şöyle bir örnekle açıklayalım: Herhangi bir tehlike anında kalabalık bir tiyatroda bir kişi kaçmaya karar vermeden önce kaç kişi kaçmalıdır? Bazı insanlar soruna ilişkin ilk işaret algılandığında kaçacaktır. Diğerleri tedirgin biçimde oturacak, başka bir grubun kaçmasını bekleyecek sonra kaçacaktır. Bu kritik “kaçma” eşiği hangi noktadır? Sistemdeki aktörlerin sayısı kadar kritik eşik bulunur. Şimdi bu örneği alıp dolara uygulayalım. Dolardan kaçan her birey ve grup, kendinden sonra kaçacakları tetikler. Bu bireylerin veya grupların kendinden sonra geleceklerin kaç tanesini, hangi hızda tetikleyeceği bilinemez (Davranışsal İktisat). Varsayıma dayalı modeller vardır ama tartışmalıdır. Ancak neticede tiyatro boşalacaktır.
1. ve 2. Kur Savaşlarının tarihi, bu savaşların, çok daha büyük makroekonomik sorunlara (başta borç yükü) son çare olarak verilen yanıtlar olduğunu gösteriyor. Günümüzde borç yükü daha da şişerek ödenemez boyutlara gelmiştir. Avrupa’nın kredi kullanan devletleri (İtalya, İspanya, İrlanda, Yunanistan…) ile bankalarının durumu Amerika’dakilerden de beterdir. Ne yazık ki küresel borç yükünün büyümeyi teşvik edecek biçimde azaltılabilmesinin yolu bir türlü bulunamıyor. Herkes kendi kafasına göre takılınca da kaos büyüyor.
Karmaşa kuramcıları astrofizikçi E. J. Chaisson ve antropolog J. A Tainter’in çalışmaları bize harcama disiplininin niçin muhtemelen başarısız olacağını ve ardından bir dolar çöküşü yaşanacağını anlamak için gereken araçları sunuyor. Chaisson, “sistem” denilen şeyin karmaşıklaştıkça, kendi büyüklük ve alanını korumak için daha fazla enerjiye ihtiyaç duyduğunu söyler. Bunun makroekonomi ve sermaye piyasalarındaki karşılığı paradır. Para depolanmış enerjidir. Para pil gibi çalışır. Pil şarj edildiğinde enerji ile dolar, bunu bir süreliğine depolar ve gerekli olduğunda enerjiyi serbest bırakır. Chaisson’un bir başka saptaması da beynin güneşten 75.000 kat daha fazla enerji kullandığı yönündedir, tabii kütle farkları dikkate alınarak. Beyinden çok daha karmaşık bir oluşum da medeni toplumdur. Beyni olan bireyler kendilerinden daha karmaşık toplumlar üretir. Haydi, gelin bu saptamaları ekonominin ekosistemine uyarlayın…
Şimdi enerji anlamında para modelini kullanarak Tainter’in kuramına değinelim. Tainter’in uzmanlık alanı medeniyetlerin çöküşüdür ve en iddialı eseri de The Collapse of Complex Societies (Karmaşık Toplumların Çöküşü) adını taşır. Tainter, özel enerji birimlerinin yerine emek, mahsul, emtia gibi tümü paraya dönüştürülebilen ve sık sık alım satım konusu olabilen depolanmış çeşitli enerji birimlerinden bahseder. Sunulan kamu mal ve hizmetleri itibariyle ölçüldüğünde devletlerin, girdi birimi başına gerilediği yargısına varır. Örneğin, bir sulama projesine yapılacak görece küçük bir yatırım, çiftçi başına gelir çıktısı olarak muazzam getirilere yol açabilir. Ama zaman içinde ve karmaşanın artmasıyla yatırımın getirileri azalmaya başlar ve negatife döner. Kolay sulama projeleri tamamlandıkça toplum, daha az su üretse de daha uzun suyolları içeren ve daha büyük ölçekte projeler talep etmeye başlar. Etkin düzenleyiciler olarak başlayan bürokrasiler bu talepleri karşıladıkça, varlıklarıyla ilgilenmeye öncelik veren verimsiz engellere dönüşür. Toplumun seçkin kademeleri öncü olmaktan çıkıp iktisatçıların “rant arayışı” veya üretken olmayan araçlarla servet birikimi dediği türden işlere girişirler – bunun örneklerinden biri post modern finanstır. Bunun yarattığı nedir diye soracak olursanız cevabı şöyle olacaktır: 2010 yılında 44 milyon Amerikalının karınlarını yiyecek karnesi sayesinde doyurması, buna karşın 25 hedge fonu yöneticisin bir yılda 22 milyar doların üzerinde para kazanmasıdır! Gelir adaletsizliği olgusunun insanı iğrendiren istatistiklerine hiç girmeyelim bile…
Tainter’e göre, bir medeniyetin çöküşü ile bir medeniyetin içindeki tekil toplumların veya ulusların çöküşü farklı şeylerdir. Roma’nın çöküşü medeniyetin çöküşüydü çünkü onun yerini alacak başka bir bağımsız toplum yoktu. Avrupa medeniyeti ise MS altıncı yüzyıldan sonra bir daha çökmedi çünkü çöken her devletin yerini bir başkası doldurdu (Örneğin, İspanya veya Venedik’in çöküşü İngiltere ve Hollanda’nın yükselişi ile karşılandı). Tainter, karmaşa kuramı çerçevesinde bugün yeni bir çöküş yaşanacak olursa, karşılıklı bağımlılık ve küreselleşme yüzünden bunun global olacağını öngörüyor ve ekliyor “Artık hiçbir tekil ulus çökemez. Dünya medeniyeti bir bütün olarak parçalanacak!”
Hasılı, Chaisson medeniyetler gibi fazlasıyla karmaşık sistemlerin büyümek için daha büyük enerji girdilerine ihtiyaç duyduğunu, Tainter’de bu medeniyetlerin girdiler karşılığında nasıl negatif çıktılar ürettiğini ve sonunda çöktüğünü anlatır.
Toplum karmaşıklaştıkça destek için daha büyük miktarlarda para gerekir. Yetmez kredi, kaldıraç, değersizleştirme gibi yöntemlere başvurulur, diğer “sahte” para biçimleri devreye girer. Borçla körüklenen sahte büyüme yanılsaması oluşur, gelir eşitsizliği toplumu sarsmaya başlar. Elde üç tercih kalmıştır: Yalınlaştırma, ele geçirme veya çöküş! Meselâ siyasi iktidarı ve ekonomik kaynakları Washington DC’den alıp, tekrar canlandırılan federal bir sistem altında elli eyalete devrederek üretkenliği sürdürülebilir bir hale getirmeye çalışmak bir yalınlaştırma çabası olarak görülebilir. Ele geçirmek, yeni girdiler temin etmek için kaynakları komşudan zorla almak çabasıdır. Kur savaşları, şiddet dışında her şeyi kullanarak ele geçirme girişiminden başka bir şey değildir. Çöküş, yalınlaştırmanın ani, istem dışı ve kaotik biçimidir.
Acil ilgi isteyen sistemler –para birimleri, sermaye piyasaları ve türevler- toplumsal icatlardır ve toplumlar tarafından değiştirilebilir. Bu nedenle, çöküşün eşiğinden geri adım atıp dolara dayalı küresel para sisteminde bir güvenlik marjı inşa etmek için henüz çok geç değildir. Yeter ki karmaşadan beslenerek sistemi kontrol eden seçkinler engeli aşılabilsin, finans kendi başına anlamsız bir amaç olmak yerine ticareti kolaylaştıran esas rolüne geri döndürülebilsin. Güvenliğin yolu karmaşa kuramını yalınlaştırmaktan ve kurumların ölçeğini küçültmekten geçiyor.
11. Bölüm: Oyunun Sonu. Kağıt mı, Altın mı Yoksa Kaos mu?
Doların geleceği konusunda dört sonuç öngörebiliriz. Şimdi bunları, yıkıcı potansiyelleri açısından en düşükten en yükseğe doğru sıralayıp inceleyelim:
Çeşitli Rezerv Dövizleri
Son IMF verilerine göre dış ticaret fazlası veren ülkeler rezervlerinin %61’den biraz fazlasını dolarda tutuyor. Ardından %26 ile Euro geliyor, Sterlin, Yen ve İsviçre Frank’ı da peşlerinden. Son on yıldır dolar rezervlerinde istikrarlı bir düşüş gözleniyor. Süreç içerisinde çeşitli para birimlerinde devalüasyonlar gerçekleşti ama hep bir çıpa vardı (dolar ve altın). 1971’de altın devre dışı kalınca dolar tek çıpa olarak kaldı. Doların patronu ise, ayrıcalıklarını istismar eden FED! Bunun verdiği rahatsızlıkla çoklu rezerv dövizlerine ya da bölgesel döviz bloklarına (Doğu Avrupa ve Orta Asya’da Rusya’nın öncülüğünde bir Ruble bloku gibi) yöneliş olursa bu bölgeler hızla bölgesel ticaret bloklarına dönüşüp dünya ticaretini azaltabilir. Döviz ihraç eden merkez bankalarının rezerv statülerini kötüye kullanarak hep birlikte para basmaları veya birbirleriyle çelişen para politikaları izlemeleri, finansal / ticari bloklaşmalar ve kaos yaratabilir. Bu modele “dibe doğru yarış” deniyor çünkü bu denenmemiş bir modeldir ve altın veya başka bir birimden oluşan çıpası yoktur. Çıpanın olmaması dolar egemenliğinin sürmesine neden olabilir.
Özel Çekme Hakları (SDR)
SDR, IMF’nin kontrolünde, hiçbir şeyle desteklenmeyen ve isteğe göre basılan gizemli ve karmaşık bir dünya parasıdır. IMF tarafından ihraç edildiğinde alıcının rezerv hesaplarına diğer herhangi bir döviz gibi girer. SDR ile bir dükkâna girdiğinizde bir şey alamazsınız ama SDR, ülke varlıklarının bir kısmını teşkil eden bir değer deposudur ve uluslararası ticarette kullanılabilen bir değişim aracıdır. SDR’nin arkasında bir döviz sepeti vardır ama bu sepetin formasyonu değişebildiği gibi SDR miktarı sepetteki temel para birimlerinin miktarıyla sınırlı değildir. Dolayısıyla sınırsız miktarda basılabilir.
SDR, 1969 yılında uluslararası bir para sıkıntısı yaşandığında yaratıldı ve ara ara görece küçük miktarlarda kullanıldı. 2009’da dünya 2008 paniğinin ardından ciddi bir likidite krizine girince, basılan SDR miktarı fazlasıyla arttı. G20, IMF’yi küresel para politikasının bir aracı olarak kullanmaya başladı. Gidişat, SDR’nin dış ticaret faturalarının ödenmesinde, uluslararası sendikasyon kredilerinde, banka kurtarmalar, ödemeler dengesi tediyeleri gibi küresel öneme haiz işlemlerde dünyanın yeni parası olarak kullanılması yönündedir. Buna göre dolar, G20’nin direktifleri doğrultusunda periyodik devalüasyonlara ve sepet içinde azalmalara tabi olarak SDR’ye bağlanacaktır. SDR’nin baskın uluslararası rezerv döviz olarak doların yerini almasına henüz epey uzağız. Ancak para ihracı yapma, kredi için son başvuru mercii olma gibi işlevleri IMF’yi, FED’i önemsizleştirecek bir aktör olarak öne çıkarıyor. IMF’ye üye ülkelerin kurum içindeki oy haklarından kaynaklanan bir kaygı mevcut olsa da SDR canlıdır ve küresel para bahislerine iyi ve güçlü bir giriş yapmıştır. Fakat neticede, kâğıt paraların yaşadığı sorunların üzerine örtülen bir başka kâğıttan başka bir şey değildir.
Altın Standardına Dönüş
Altın standardının taraftarı da çok, aleyhtarı da. Bernanke hiç hoşlanmıyor. “Altın standardında kalan hiçbir ülke önemli bir ekonomik toparlanma sergilememiştir” diyor meselâ… Oysa altın beş bin yılın üzerinde bir süredir, farklı koşullardaki birçok medeniyet tarafından para ve değişim aracı olarak kullanılmıştır. Paslanmaz, kararmaz, imha edilmesi neredeyse imkânsızdır. Nadir bulunur, tarih boyunca üretilen tüm altın, her kenarı 20 metrelik küçük bir taşra ofisine sığar. Yeni madenlerden gelen altın arzı oldukça yavaş ve öngörülebilir bir tempoda artar (yılda yaklaşık % 1,5). Dolayısıyla altın çıpası, yüksek enflasyona olanak vermez. Olsa olsa, hafif bir daimi deflasyon yaratır. Oynak olan altın değil, ona bağlılığı ret eden paradır.
Altının dolar karşısında fazlasıyla değer kazanmasının anlamı, Bernanke öncülüğünde doların devalüe edilmesidir. Dolar kuru diğer dövizler karşısında dalgalanıyor ama tümüne karşı önemli ölçüde ve kalıcı olarak devalüe edilmiş değil. Bunun yerine olan şey, tüm önemli dövizlerin değerinin dolar karşısında aynı oranda düşmesi. Sonuç, küresel emtia enflasyonu! Bir başka deyişle, “komşunu yoksullaştır” ifadesi, yerini “dünyayı yoksullaştır” ifadesine bırakıyor.
Altın standardına karşı olanların bir başka gerekçesi de para arzının tabanında altının olması. Altın, daha fazla paranın gerekli olduğu dönemlerde para genişlemesini kısıtlıyor ve likidite krizlerine neden oluyordu. Oysa mesele altınla ilgili değil, politikalar ve merkez bankacılar ile ilgilidir. Altın, sınırsız yasal parasal genişleme yanlılarının haksız ithamlarından kurtulabilirse günümüzde yapıcı bir rol oynayabilir. Altına dayalı yeni sistemde güven yaratmaya ilişkin temel unsurlardan ikisi güçlü bir hukuk rejimi ve fiyatlara istikrar kazandırmak için zorunlu açık piyasa işlemleridir. Bu dayanaklarla FED’in kâğıt para yaratması ve karşılama oranı tavanını (taban para arzının karşılığında tutulması gereken altın rezervi) aşmasına hangi koşullar altında izin verilebileceği sağlıklı biçimde tartışılabilir.
Şüphesiz ki, yeni altın standardı meselesinin uluslararası boyutları da vardır. Unutulmamalıdır ki 1. ve 2. Kur Savaşlarının patlama nedenlerinden biri de uluslararası altın standardıyla ilgilidir. Şöyle ki; sistemin üyelerinden yalnızca biri -genellikle aşırı borç yüzünden- ekonomik sıkıntıya düşer ve altın standardından ayrılıp parasını devalüe ederdi. Ticari ortakları karşısında tek taraflı rekabet üstünlüğü sağlamaya çalışan bu üyenin tutumu, diğer ortakları öfkelendirir ve ihtilaflara yol açardı.
Çin gibi büyük ekonomiler ABD’den çok daha büyük para arzlarına ve çok daha az altına sahiptirler. Para arzının arttırılmasının gerektiği durumlarda, eğer emisyonun altın stokları ile irtibatı muhafaza edilecekse altın stoklarının da arttırılması gerekecektir. Miktarsal anlamda bu iş bir anda mümkün olamayacağına göre söz konusu nadir metanın değerinin arttırılması gibi karmaşık meseleler baş gösterecektir. Bu ve benzeri çözümü zor konuların varlığına rağmen, bizzat para birimlerinin altına bağlanması ve buna bağlı bir küresel para birimi oluşturulması alternatifi tartışılmaya değerdir. Belki bu yolla, yasal görünümlü para manipülasyonları yaparak insanları sömüren düzene son vermek mümkün olabilir. Böylece dünyanın enerji ve yaratıcılığı teknolojiye, üretkenliğe ve diğer yararlı yeniliklere yönelebilir.
Kaos
Kur savaşlarının ve dolar değerinin sürekli düşürülmesinin en olası sonuçları yatırımcı güveninin onarılmaz biçimde yitirilmesi ve hükümetlerin bu olumsuzlukla başa çıkmak gayretiyle sistemi ayakta tutabilmek amacına yönelik acil tedbirler almasıdır. Sistem, muazzam ölçekte genişleyen farazi türev sözleşmelerini ve batamayacak kadar büyümüş bankalardaki kaldıraç mekanizmasını taşıyamayacak noktaya hızla yaklaşmaktadır. Bir çöküşün başlaması için tiyatro örneğimize atıfla, salondan bir kişinin kaçması dahi yeterli olabilecektir. Gelin şimdi aşağıdaki senaryo üzerinde biraz düşünelim:
Tetikleyici olay İspanya’da başlar. Ülke kısa süreliğine vadesi gelmiş borçlarını çeviremeyeceğini belli etmiştir. Fransa ve Almanya bir kurtarma paketi hazırlar ama güven ortamı fena halde sarsılmıştır. Aynı gün Fransa’da yetkili bir devlet tahvili satıcısı iflasını ilân eder. Ürken bir Hollandalı emeklilik fonu, birikimlerini altına dönüştürmeye başlar ve Euro krizinin dolara sıçrayacağı düşüncesiyle de doların “sat” düğmesine basar. Aynı anlarda Cenevre’deki bir hedge fonu da dolardan çıkmaya başlar. Doların hızla değer kaybetmeye başlaması üzerine, önceden belirlenmiş zarar limitlerine ulaşan diğer traderler de “stop loss” (zarar durdurma) düğmesine basarak dolar satmaya başlarlar. Hedge fonları, zararlar büyüdükçe, teminat tamamlama taleplerini karşılayacak nakdi toplamak için ABD hisse senetlerin satmaya başlarlar. Altın, gümüş, platin, petrol fiyatları fırlar. Brezilya, Avustralya, hatta Çin hisse senetleri bile güvenli limanlar gibi görünmeye başlarlar. Doların düşmesi, dolar cinsinden fiyatlandırılmış her türlü menkul kıymetin de değersizleşmesine yol açar. Kontrolün kaybolduğu ortamda her kafadan “her şeyi sat” çığlıkları yükselmeye başlamıştır. Faizler alır başını gider. Birbiriyle bağlantılı piyasalardaki bankalar, finans kurumları, traderler arasında akıl almaz bir telefon trafiği başlar. İletişim sıkıntıları yaşanır. Bazı piyasalar sahip oldukları yetkiye dayanarak, zararların belli bir miktarı aşması nedeniyle borsa işlemlerini durdururlar. Artık hükümetlerin ilk savunma hattını kurmak amacıyla müdahale zamanı gelmiştir.
Savunmanın biçimi, merkez bankalarının koordineli olarak muazzam miktarlarda dolar ve ABD devlet tahvili alması olarak belirlenir. Gerekli onayların alınmasından sonra seferberlik New York saatiyle 14.00’de başlar. FED, büyük bankaların işlem masalarını dolar ve tahvil için “al”, diğer güçlü para birimleri için “sat” emirleriyle doldurur, basına da işlem sınırlarının “limitsiz” olacağı yolunda bilgi sızdırılır. FED tahvil almak için para basmaya başlar ama panik öncesinde o kadar fazla basmıştır ki artık dayanma gücü sorgulanır hale gelmiştir. Satıcılar tahvil satışından elde ettikleri dolarları, zararın neresinden dönülse kâr hesabıyla ucuza elden çıkarıp Asya hisselerine ilâveten, Kanada, Avustralya, İsviçre ve G. Kore parası almaktadır. Ancak kâğıda olan güven kaybı nedeniyle emtia ve tarım arazisi fiyatları tırmanışa geçer. Yeni güne giren Asya ve Avrupa borsaları piyasalara soğuma şansı vermek için borsalarını birer birer kapatırlar. Bunu, yükümlülüklerini yerine getiremeyen bankaların kapanması izler. Gözler Beyaz Saray’a çevrilir. Doların çökmesi Birleşik Devletlere duyulan güvenin kaybedilmesiyle aynı şeydir. FED ve Hazine bunalımdadır ve artık güveni, yalnızca olağanüstü zamanlarda kullanabileceği (pek de bilinmeyen) bazı yetkilerle donatılmış olan ABD başkanı tesis edebilecektir.
Askeri jargonda “nükleer güç” seçeneğine denk gelen bu yetkinin dayanağı “Uluslararası Acil Ekonomik Güç (IEEPA)” yasasıdır ve kullanımı iki ön koşula bağlıdır: ABD’nin ulusal güvenliğine ve ekonomisine yönelik bir tehdit olması ve bu tehdidin dışardan kaynaklanması. Başkan vakit geçirmeden diktatörlerinkine benzeyen bu yetkisini kullanır ve akşamüzeri 6.00’da kaygı içindeki dünyaya, hepsi aynı anda devreye girecek şekilde aşağıdaki emirleri yürürlüğe koyduğunu ilân eder:
Banka kasalarındaki gerçek kişilerin ve yabancıların mülkiyetindeki tüm altınlar ABD hazinesinin mülkiyetine geçecek ve West Point’deki ABD altın deposuna sevk edilecektir. Altın sahiplerine sonra belirlenecek uygun bir tazminat ödenecektir.
FED sisteminde elektronik hesap kaydı biçiminde tutulan ABD hazine yükümlülükleriyle ilgili tüm yabancı varlık transferleri derhal askıya alınacak, hamilleri ileride faiz ve anaparayı alabilecek ama satış ve transferlere izin verilmeyecektir.
Tüm finans kurumları ABD hazine yükümlülüklerini defterlerine nominal değerlerinden kaydedecek ve bunlar vade bitimine kadar elde tutulacaktır.
Borsalar derhal kapanacak ve yeni duyuruya kadar kapalı alacaktır.
ABD’den altın ihracı yasaklanmıştır.
Finans kurumları finansman ihtiyacını karşılamak maksadıyla yeni ihraç edilecek ABD tahvillerini satın almak için çabalarını koordine edecektir.
“Seçkin iktisatçılardan” oluşan partiler üstü bir komisyon, otuz gün içinde paniği inceleyecek ve uygun reform önerilerinde bulunacaktır.
Bir değer deposu olarak dolar, kendisine duyulan güveni kaybetmiş ve çökmüştür. Artık aynısını çoğaltmanın bir anlamı kalmamıştır. Yeni para biriminin mutlaka altınla desteklenmesi gerekecektir. El konulan altınlarla bu mümkündür çünkü bu sayede ABD artık tüm resmî altın rezervlerinin %57’sine sahip hale gelmiştir, yâni yeni küresel finans sisteminin şekillenmesinde büyük söz sahibidir. Altınla desteklenen dolar dünyada yeniden arzu edilir bir meta haline gelir ve bu işin içinden kur savaşlarının galibi olarak çıkar. Reformlar yapılır, ortalık yavaş yavaş normale döner, hayat “Yeni Kral Dolar” ile yoluna devam eder…
Ya da etmez! Diğer olası senaryolar arasında, durdurulamaz bir finansal çöküş, ardından kamu düzeninin yaygın biçimde bozulması ve sonunda fiziki alt yapının çökmesi de bulunuyor. Aşırı ve cebri müdahaleleri (muhtemelen Asya ve Rusya’da) mülkiyetin toptan millileştirilmesi, sınırların kapatılması, üretken kapasitenin ihracat yerine iç ihtiyaçlara yönlendirilmesi de dışlanamayacak olasılıklardandır. Bu durumda dünya bir dizi otarşik bölgeye ayrılacak ve global ticaret çökecektir.
Sonuç ve Son Sözler
Doların izlediği yol sürdürülebilir bir yol değildir ve sürdürülemeyecektir. Küresel bir para birimi olarak G20 ve IMF seçkinleri SDR’yi teşvik ediyor ama bunun da ulusal güçlerce reddedilme ve böylece istikrar kaybetme riski var. Yazık ki iyi araştırılmış ve bilinçli biçimde uygulamaya sokulması önerilmiş bir altın standardına dönüş plânı, akademisyenlerin itibar etmemesi nedeniyle doğru dürüst tartışılamıyor. Bu da bizi kaosla karşılaşmaya doğru itiyor.
Sermaye ve para sistemleri karmaşık sistemlerdir. Bu sistemler, yararlı, düzenleyici prensiplerle başlamakta ve bizzat sistemi yıkarken mevcut enerjiyi de emerek sona ermektedir. Ölçekleri itibariyle kontrol edilemez boyutlara gelmiş bu sistemler parçalara ayrılıp küçültülerek kontrol edilebilir boyutlara getirilmedikçe çökmeye mahkûmdurlar.
Bu kitap 2011 yılında yazıldı. İlk kur savaşının 1921-1936 yılları arasında 15 yıl, ikincisinin ise 1967-1987 yılları arasında 20 yıl sürdüğü bir veri olarak kabul edilirse, 2010 yılında başlayan üçüncüsünün muhtemelen 2020’ye hatta daha ileri tarihlere kadar sürebileceğini öngörmek mümkündür. Bu bakımdan hikâyeyi 2011 yılında yazmak biraz erkendi. Söylenecek çok şey vardı ama çok daha fazlası olacaktı. İşte bunlardan biri: Kur savaşları genellikle ekonomik üstünlük için mücadeleyi içerir ama gerçek düşmanlıklardan uzak durur. 2012’de fiili bir savaşta silah olarak paranın kullanıldığını gördük.
ABD ile İran arasında, nükleer silahlar konusunda çıkan anlaşmazlıkta, Birleşik Devletler İran’a finansal silahını doğrulttu: Bankalara, İran Merkez Bankasıyla iş yaptıkları takdirde ABD doları ödemeler sisteminden çıkarılacaklarını bildirdi. Bu yaptırım İran’da dolarların hemen tükenmesine, Riyal’in %40 değer kaybına, mevduat sahiplerinin bankalara hücumuna, mal darlığına, hiperenflasyona, faizlerin tavana vurmasına yol açtı. Buna rağmen İran güçlüydü ve sahip olduğu petrol nedeniyle küresel ticaret açısından bütünüyle dışlanamıyordu. Kaçakçılık, takas, ikili ödemeler, gizli eylemler gibi alternatif ödeme kanalları (özellikle Dubai üzerinden) neredeyse hemen oluşturuldu.
İran’ın yaşadığı zorluklar, Asya ülkeleri ve BRICS ülkelerinin gözünü iyice açtı. Dolar hegemonyasından kurtulmak gerekiyordu. Hoşnutsuz ülkelerin oluşturacağı farklı bir ödemeler birliği kervanına, Malezya, Kazakistan ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler de katılabilirdi. ABD’nin dolar değerini sürekli düşürmesi ve doların rakipsiz rezerv dövizi olma konumuna artık tahammül edilemiyordu. BRICS yeni bir şey önerdi: En azından katılımcı ülkeler arasındaki işlemler açısından dolara dönüştürülmesi zorunlu olmayan ama doları fiilen geçersizleştirecek bir ödemeler sistemi ve yeni bir para birimi!
Bütün bu olaylar zinciri kitabın başında anlattığım ve 2007 yılında Pentagon sponsorluğunda oynanan finans savaşına fazlasıyla benzemiyor mu? Bu kitapta, çatışan çıkarlar arasında uzlaşma sağlanamayacağı ve bu uyumsuzlukların stres ve oynaklığın artmasına neden olacağı anlatıldı. Eğer Kur Savaşları’nın geçmişe dönük iyi bir rehber olduğu fikri sizde yer etti ise, düzensizliğe giden yola daha yeni çıkılmış olduğunu da kabul edeceksinizdir.
҉
James G. Rickards; Amerikalı bir hukukçu, yazar.
“ Kur Savaşları” ( Currency Wars: The Making of The Next Global Crisis) 2011 yılında yayınlandığı zaman satış rekorları kırmış idi.
2014’te “Para’nın Ölümü” (The Death of Money) ve 2016’da “ Altın için Yeni Vaka” (The New Case for Gold’u) yayınladı.
1950 doğumlu olan Rickards 1973’te John Hopkins Üniversitesinden şeref derecesi ile mezun oldu.
35 yıl Wall Street’te çalıştıktan sonra şimdilerde Conneticot’da yaşıyor ve sadece yazarlık yapıyor.