Home » Dünya Gündemi » Kitap Özeti : ÇİN’İN İKİNCİ VATANI: AFRİKA -Bölüm I

Kitap Özeti : ÇİN’İN İKİNCİ VATANI: AFRİKA -Bölüm I

ÇİN’İN İKİNCİ VATANI: AFRİKA (Bölüm 1)
Bir Milyon Göçmenin Afrika’da Yeni Bir İmparatorluk Kurma Hikayesi
Howard W. French

Çin, 1970’lerin sonuna doğru dünyaya açılmaya başladığında zamanlama mükemmeldi. Çin halkı sadece akıllı politikalardan faydalanmakla kalmadı. Takip eden yıllarda tanık olduğumuz eşi benzeri görülmemiş küreselleşme furyasının meydana getirdiği ekonomik değişimden Çin kadar yararlanan başka bir ülke daha olmadı. On yıldan kısa bir sürede Çin, ihraç edeceği fazla bir ürünü olmayan fakir bir ülkeden dünyanın üretim merkezine dönüştü. Bu değişim her ne kadar Çin için muhteşem olsa da, küreselleşmeyi halen, başta ABD, Batı Avrupa ve Japonya olmak üzere başka oyuncular şekillendiriyordu. Zengin dünyanın lokomotifleri ellerindeki sermaye fazlasını akıtacak yerler bulmayı; aynı zamanda şirketleri için ucuz işgücünden faydalanarak Batılı tüketicilere ürünleri daha az maliyetle ulaştırmayı hedefliyordu. Her iki nedenden ötürü, Çin, şüphesiz en iyi seçenekti.
Modern küreselleşmenin ilk dalgası çoktan zirve yaptı. Şu anda daha yeni ve büyük olasılıkla daha büyük sonuçlar doğuracak ikinci bir dalga geliyor. Bu yeni dönemde Çin sadece bir araç olmaktan öteye gidip, kendi çapında giderek etkisini arttırarak değişim yaratan bir aktör olma yolunda ilerlemeye başladı. Çin günümüzde dünyanın birçok köşesinde ekonomik değişimin en önemli unsurlarından biri haline gelmiş durumda. Çin menşeli bankalar, inşaat şirketleri ve diğer başka girişimler bugünlerde parasını akıtacak, mallarını satacak iş alanları ve pazarlar bulmak; ülkenin olağanüstü hızlı büyümesini garanti edecek hammaddeleri elde edebilmek için dünyanın dört bir köşesini arşınlamakta. Bunu yaparken de oyunun kurallarını koymakta ve küreselleşmeyi kendi duruşuyla örtüşecek şekilde yeniden kurgulamakta. Bugüne kadar ABD ve Avrupa’nın Üçüncü Dünya ülkeleri üzerinde herhangi bir muhalefetle karşılaşmadan sürdürdüğü himayesinin devamı için izlediği yolları, uyguladığı adımları yeniden yazmakta.
Pekin yönetimi, bunu başarabilmek için modern bir takas sistemi devreye soktu. Modele göre, gelişen ülkeler demiryolu, otoyol ve havalimanı gibi büyük altyapı projelerinin bedelini uzun vadeli teminatları olan hidrokarbon ve maden tedarik anlaşmaları ile ödüyor; böylelikle Çinli şirketlerin çok büyük ihaleleri alabilmesinin önü açılıyor. Başka anlaşmalar kapsamında Çin İhracat-İthalat Bankası ve devlet kontrolündeki benzer büyük bankalar işbirliğine giderek Çin şirketleri, Çin malları ve Çin işçilerin tercih edilmesi karşılığında çok cazip proje finansman teklifleri sunmakta. Bu tür gelişmeler, artık dünyada en çok Afrika kıtasında meydana gelmekte. Çünkü Soğuk Savaşla birlikte Afrika’nın Batı tarafından ikinci plana atıldığını gören Pekin yönetimi, kıtayı Çinli şirketlerin uluslararası işlere açılması için en uygun zemin olarak belirledi. Elbette Afrika’nın sahip olduğu henüz ellenmemiş sayılabilecek büyük hammadde kaynaklarının bu kararda önemli olduğu yadsınamaz zira Çin’in akıllara durgunluk veren ekonomik büyümesi ve ulusal düzeydeki yeniden yapılanması buna son derece bağlı.
Tüm bu unsurlar Afrika’yı Pekin’in gündeminde baş sıralara koymaya yetti. Bu kapsamda Çin’in yeni lideri Xi Jinping’in ilk yurtdışı gezisini Afrika kıtasına yapmasına ve üst düzey yetkililerin ziyaretleri sık ve ilişkileri sıkı tutmasına şaşırmamak gerek. Örneğin ABD’nin bu süreçte Afrika’yı dışişleri bakanı seviyesinde bile çok nadiren ziyaret etmesi ilginç bir tezat. Çin’in gösterdiği yakın ilgi (Afrikalı liderlerin deyimiyle ″yapıcı ilişkiler″) ile Pekin yönetiminin resmi düzeydeki cömertliği fazlasıyla sonuç getiriyor. Çin’in Afrika ile olan ticaret hacmi yüzyılın başından bu yana 20 kat artarak 2012’de 200 milyar dolar seviyesine ulaştı. Böylece kıtanın hem ABD, hem de herhangi bir Avrupa ülkesiyle olan ticaretini geride bıraktı. Günümüzde Çin inşaat sektörünün sadece Afrika’daki faaliyetlerinden elde ettiği gelir ise tahminen yurtdışındaki toplam kazancının 1/3’üne karşılık geliyor.
Bu ve benzeri gelişmeler son zamanlarda hararetli tartışmaları da beraberinde getirdi: Çin’in kıtayla giderek geliştirdiği ilişkileri Afrika’nın yeniden yapılanmasına ve sonuçta refaha kavuşmasına katkı sağlayacak mı yoksa tüm bunlar acımasız bir yeniden-sömürgeleştirme planının parçası mı? Bir tarafta Çin’in ateşli savunucuları, bir tarafta da ülkeye ve niyetlerine karşı duyulan derin şüphe varken, bu tartışmaların çoğu zaman önceden kararlaştırılmış sonuçları olduğu izlenimine kapılmak mümkün.
Çin’in Afrika ile olan ilişkisinde en önemli ve belki de en öngörülemeyen unsurlarından biri tartışma ortamlarında gözden kaçıyor nedense. İster göçmen ister uzun dönemli misafir olsun, Afrika’nın en ücra köşelerine dahi Çin’den insan akın ediyor. Tahminlere göre geçtiğimiz on yılda yaklaşık 1 milyon Çinli Afrika’ya yerleşti ve bu süre zarfında akla gelecek her türlü iş koluna el attılar: Çiftçiler, küçük – orta ölçekli fabrikatörler, tüccarlar, doktorlar, öğretmenler, kaçakçılar, fahişeler ve daha niceleri…
Bu sarsıcı gelişme, Çin’in Afrika’da filizlenen varlığının milyonlarca insanın geleceğini şekillendiriyor, kıtayı jeopolitik açıdan yeniden biçimlendiriyor. Çin-Afrika ilişkilerinin bilinmeyenlerine açıklık getirmek adına konunun derinlemesine incelenmesi Çin’in bu kültürel ve ekonomik istilasının nedenlerine, Afrika’nın denklemdeki rolüne ve tüm dünya için de dallanıp budaklanarak yol açacağı sonuçlara ışık tutabilir.


Peki Çinli göçmenler Afrika’ya kalıcı olarak mı gelmişti? Afrika ülkelerindeki ekonomileri ne ölçüde değiştirebileceklerdi? Yerel halkla entegre olmak konusunda ne kadar istekliydiler? Büyüyen göçmen nüfusu kıtada başka neleri değiştirecekti?
Hepimizin bildiği gibi devletler her zaman plan yapar. Çin ve Afrika ülkeleri de istisna değil. Pekin yönetiminin verdiği krediler ve devlet sermayeli dev şirketlerce tamamlanan mega-projeler, Çin’in Afrika’yla geliştirmekte olduğu ilişkilerle ilgili manşetlere konu oluyor. Ancak geçmiş örneklerden bildiğimiz gibi gerçeklik çoğu zaman sayısız küçük aktörün başarılarıyla şekilleniyor. Bu kapsamda Çin’den Afrika’ya yerleşen her göçmen bu önemli ve yeni ilişkiyi şekillendirmeye yardımcı olan bir mimar adeta. Bunu kısmen anavatanlarıyla yakın bağlantılar kurarak, kısmen de gayrı resmi yollarla ve hatta bazen kayıt dışı şekilde mal, ürün ve sermaye aktarımıyla beceriyorlar.
Afrika’ya Çinli göçmen akınını başlatan ana nedenlerden biri de kulaktan kulağa yayılan söylentiler. Kıtanın sunduğu sınırsız sayılabilecek fırsatlarla ilgili haberler Çin’in en ücra yerlerine bile ulaşmış durumda. Böyle bakıldığında Afrika’ya ayak basan her Çinli zincirleme göç diyebileceğimiz bir fenomenin tetikleyicisi durumunda, zira o bireyin akraba ve arkadaşları da çoğu zaman peşinden geliyor. Yeni gelenlerin davranışları, Afrikalılarla kurdukları ilişkiler, çalışma şekilleri ve iş ahlakları, yerel kanunlara, gelenek ve göreneklere, çevreye ve her şeyden öte oranın insanlarına gösterdikleri saygının derecesi Çin’in imajını belirliyor. Daha önemlisi, Çin’in kıtayla olan genel ilişkisini Pekin yönetiminin dikkatle planlayacağı her türlü eylemden daha fazla şekillendireceği kesin.
Herkesin bildiği gibi Çin dünyanın en hızlı büyüyen büyük ekonomisi. Son 20 yıllık süreçte yıllık bazda ortalama %10,2’lik bir büyüme kaydederek küresel büyümenin %40’ını oluşturdu. Geçtiğimiz 30 yılda ekonomik açıdan olağanüstü bir büyüme yaşayan Çin’de GSMH on katına çıktı. Ancak bu büyümeyle birlikte kıyasıya rekabet ortamına ve günlük stresin yoğunluğuna katlanamayan çok sayıda Çinli çareyi ülkeyi terk etmekte buldu. Afrika’ya yeni yerleşen Çinliler anavatanlarıyla ilgili beklentilerini, sorunlarını ve başarısızlıklarını çekinmeden dile getirebiliyor. Buna karşılık, Afrika’nın inanılmaz derecede özgür ve fırsatlarla dolu olduğu görüşündeler. Ayrılana kadar ülkelerinin ne kadar baskıcı olduğunun farkında olmadıklarını ancak Afrika’ya yerleştikten sonra nefes alabildiklerini itiraf edenlerin sayısı az değil. Çin’in sıkış tepiş, haset ve aşırı rekabetçi ortamından çok farklı olduğunu düşündükleri kıtada birçok Çinliye göre yolsuzluk da çok daha az.
Çoğu zaman gözden kaçmasına rağmen, son zamanlarda Afrika inanılmaz bir büyüme yaşamaya başladı. IMF’ye göre 2013-2017 döneminde en hızlı büyümesi beklenen 20 ülkeden 10’u Sahra-Altı Afrika’da yer alıyor. Afrika’nın tarihsel olarak bir yol ayrımında olduğu söylenebilir. Nüfus özellikleri, eğitim ve iletişim teknolojileri gibi unsurların birleşimi, birçok Afrika ülkesinin fakirlik ve geri kalmışlıktan kurtularak orta gelirli ülkeler düzeyine ulaşmasını sağlayacak olanaklar sunuyor. Geçtiğimiz on yılda Afrika’da yaşanan genel büyüme oranı neredeyse Asya’ya yetişti. Üstelik yeni verilere bakacak olursak kısa süre sonra küresel anlamda liderliği elde edecek gibi görünüyor. 1 milyarlık Afrika nüfusunun 2050’ye kadar 2 milyar insana ulaşacağı öngörülüyor. Yüzyıl sonuna gelindiğinde ise bu rakamın 3.5 milyara dayanmış olması bekleniyor. Bu, kıta nüfusunun Çin ve Hindistan’ın toplamından daha kalabalık olacağı anlamına geliyor.
Büyüme ve gelişme elbette ki aynı şey değil. Sadece en etkin ve adil şekilde yönetilebilen ülkeler ellerindeki hammadde ve yeraltı kaynaklarıyla genç nüfuslarını doğru değerlendirerek refah düzeylerini arttırabilir. Büyüme zamanlarında hükümetlerin kısa vadede kasaları doldurup kısa sürede heba etmeleri çok olası. Üstelik Afrika’daki pek çok ülke genellikle başkanlık sistemiyle yönetildiği için halkının çıkarını gütmeyen bu yönetimler kısa vadeli kazançlar uğruna madenlerini, topraklarını peşkeş çekmeye devam etmekte. Vizyonu olmayan açgözlü politikacıların kendi nüfuslarını eğitip iş sahibi yapmak yerine yeni şehirler ve şatafatlı sarayların inşası gibi prestij projelerine para akıtmaları, aşırı harcama yapmaları ve elde ettikleri haksız kazançları yurtdışındaki banka hesaplarına hortumlamaları şaşırtıcı olmaz. Böylesi ülkelerin nüfusu arttıkça şehirleri fazla kalabalıklaşacak; istikrarsızlaşan yönetimleri kronik sorunlarla mücadele ederken yeraltı kaynakları tükenecek ve çevre geri dönüşü olmayan bir şekilde zarar görecektir. Kıtadaki nüfusun doruğa ulaştığı ve dünyanın birçok yerinde halihazırda bilinen petrol ve maden rezervlerinin tükeneceği 2050’ler Afrika için yeni bir dönüm noktası olacak. Afrika’nın bazı yerleri için kıtanın Çinliler tarafından yeniden keşfi, Çin’in doğru zamanlamasını bir kez daha teyit edecek. Bu doyumsuz dev iş ortağının artan talepleri ve buradan gelecek yatırım fazlası büyümeyi sürekli kılacak ve yegane fırsatlar yaratacak. Daha bahtsızlar içinse Çin ve doyumsuz iştahı öngörülebilen bir çöküşü tetikleyecek.
Çoğumuz farkında olmasak da, geride kalan on senelik süreçte Afrika’ya büyük yatırımlar yapan Çin yönetimi, bir bakıma Batı’nın kıta üzerinde asırlardır süren hakimiyetini belirgin biçimde sonlandırdı. Bunun kökleri aslında biraz daha geriye gidiyor. Belki de dönüm noktası olarak 1996’da Çin devlet başkanı Jiang Zemin’in 6 Afrika ülkesini ziyaret etmesi sayılabilir. Etiyopya’nın başkentinde bulunan Afrika Birliği merkezinde yaptığı konuşmasında Zemin, Çin-Afrika İşbirliği Forumu’nun (FOCAC) kurulmasını teklif etmişti. Bu, tarihi gelişmelerin ilk önemli adımı olarak kayda geçti. Zemin Çin’e döndükten sonra iş dünyasına hitaben yaptığı ilk konuşmada Çin şirketlerinin yeni iş kolları geliştirmek üzere yurtdışına açılmaları gerektiği konusunda açık bir çağrı yaptı. Daha önce hiçbir Çinli lider böyle bir istekte bulunmamıştı ve ana hedef en başından Afrika olarak gösterilmişti. Zemin’in önayak olduğu forum, Pekin’de 53 Afrika liderinin katılımıyla ilk defa 2002’de gerçekleşti. Zirvede Çin yönetimi kıtaya aktardığı kalkınma yardımlarını iki katına çıkarmayı, 5 milyar dolarlık bir Afrika kalkınma fonu oluşturmayı, mevcut borçların tamamını silmeyi, Etiyopya’da yeni bir Afrika Birliği genel merkezi inşa etmeyi, kıta genelinde 5 adet ″ticaret ve işbirliği″ bölgesi kurmayı, 30 yeni hastane, kırsal bölgelerde 100 yeni okul inşa etmeyi ve 15 bin Afrikalı profesyoneli eğitmeyi taahhüt etti.
Resim 1: Afrika Kıtası
2013’e gelindiğinde Pekin’in Afrika projesi artık iyice yol almıştı. Derecelendirme kuruluşu Fitch’e göre Çin İhracat-İthalat Bankasının 2001-2010 döneminde Afrika ülkelerine olan yatırımı 62,7 milyar dolar seviyesinde gerçekleşti. AidData adlı araştırma grubuna göre aynı dönemde Çin’in tahmini taahhütleri 74,1 milyar dolara ve tamamlamış olduğu projelerin toplam tutarı 48,6 milyar dolara ulaştı. Fakat tüm bunlar olurken, belki de en ince detayına kadar düşünülmüş devlet planlarının da süzgecinden kaçan tarihi başka bir gelişme yaşanıyordu. Yine 2001-2010 döneminde münferit olarak hareket eden bir milyona yakın Çinli kendilerine yeni bir gelecek yaratma umuduyla Çin’den kendi istekleriyle ayrılıp Afrika’ya yerleşti. Çin’de gündelik hayatın kaçınılmaz bir parçası haline gelen yolsuzluk, ülkenin her yerinde kronik seviyelere ulaşmış çevre kirliliği ve bununla bağlantılı sağlık sorunları endişesi, inanç ve ifade özgürlüğü alanındaki baskılar, Çinlilerin başka yerlerde hayat kurma isteklerini körükleyen temel unsurlar. Nüfus yoğunluğu nedeniyle yaşam alanının neredeyse kalmamış olması da cabası.
Çin’in Afrika’daki imajını ve kıtayla olan bağlarını şekillendiren de Çinli göçmenlerin iş yapma tarzı, yatırım eğilimleri, genel tutum ve davranışlarıyla yerel insanlarla kurdukları ilişkilerdir. Yeni gelenler arttıkça husumet de kaçınılmaz oluyor elbette. Senegal, Namibya, Malavi ve Tanzanya’da yerel tüccarlar ülkelerine gelip işlerine çomak sokan Çinlilerden şikayet ediyor. Altın rezervi açısından zengin Gana’da yetkililer verimli toprakları ele geçiren, çevreyi yağmalayan, ormanları kesen ve su yollarına cıva döken Çinli kaçak madencilerle uğraşıyor. Çinlilerin mevcut tüm iş kollarına kısa sürede sirayet ederek yerlilerin işlerini alt üst ettiği Zambiya’da ise Çinli göçmen dalgası çoktan ulusal seçimlere malzeme oldu.
Takip eden sayfalarda Çinlilerin Afrika’nın çeşitli ülkelerinde faaliyetlerine dair örneklere, farklı yerlerin ortak sorunlara, göçmenlerin kişisel hikayelerine, yerel halka olan ilişkilerine ve karşılaşılan zorlukların üstesinden gelmek için bulunan çözümlere yer verilecek; bu bağlamda gelecekle ilgili sorulması gereken sorulara değinilecektir.
–MOZAMBİK–
Afrika’nın sunduğu fırsatlar kulaktan kulağa yayılıp çok sayıda Çinlinin pılını pırtısını toplayıp kıtaya taşınmasına neden oldu. Bu akında dünyadaki tarıma elverişli arazilerin %60’ının Afrika’da bulunduğuna dair tehlikeli yanılgının payı da büyük. Göz alabildiğine uzanan yemyeşil kırların, kendi ülkelerinde dip dibe yaşamaktan bıkmış, çabucak kalkınabilecekleri yeni yerler arayan Çinli maceraperestleri çekmesini anlamak zor değil. Kıtanın topraklarının işlenmemiş ve bomboş görünmesinin sebepleri arasında bereketinin artması için tarlaların uzun sürelerle nadasa bırakılmasını gerektiren geleneksel çiftçilik yöntemleri ve toprak mülkiyetinin kolektif olması sayılabilir. Yakın zamana dek tarım arazilerinin kontrolü, yerel kabile reislerinin veya kralların elindeydi. Ancak bolluk inancının yanılgı olmasının nedeni ne bu saydıklarımız ne de kıtanın geçmişi. Her şey Afrika’nın geleceğine bağlı, çünkü kıtanın hızla artan nüfusu sayesinde henüz işlenmemiş veya sahipsiz duran tarım arazilerinin yoğun talep göreceği kesin. Ezelden beri dünyanın en fakir 10 ülkesi arasına giren Mozambik kıyıları Afrika’nın en yoğun ormanlarına, el değmemiş kumsallarına sahip. Bu doğal güzelliklere ek olarak 2012’de kömür madenleri ve denizaltı doğalgaz kaynakları keşfedilmesiyle ülke sadece Çinliler için değil Bangladeşliler, Endonezyalılar ve elbette Portekizliler için çok cazip bir hale geldi.
Kıtaya ayak basan pek çok Çinli gibi daha iyi bir gelecek umuduyla ülkesini terk etmiş olan Hao Şengli, Mozambik’in başkenti Maputo’nun kuzeyinde kalan kırsal bir bölgede tarım yapmak amacıyla büyük araziler kiralamış ellili yaşlarda bir işadamı. Çin’de baş gösteren arazi sıkıntısı Hao’nun yolunu Kaliforniya eyaletinin yaklaşık iki katı büyüklüğünde, verimli tarım arazilerine sahip Mozambik’e düşürmüş. Artık Mozambik’in her kasabasında hatta köyünde Çinliye rastlamak mümkün. Üstelik çoğu Mozambik’e Hao’nun memleketi Fuji’den gelmiş. Hao çay, şeker, tütün ve stevya (şekerotu) gibi getirisi yüksek tarım ürünleri yetiştirmek hayaliyle buralara gelip toprak kiralamış. Çiftçilik hakkında hiç deneyimi olmaması ve hayalini tamamen yabancısı olduğu bir yerde gerçekleştirme düşüncesi onu hiç korkutmamış. Dediğine göre, Çinli bürokratlar yerli halkla iletişim kurmayı beceremediği için dünyanın en fakir 10 ülkesinden biri olan Mozambik’te anavatanının el attığı 60 milyon dolarlık stadyumlar gibi prestij projeleri başarısız oluyor. Yerli halkın pazar kapasitesinin yetersizliğinden, başlarında durmazsan asla çalışmadıklarından yakınıyor. “Çok gururlular, küçük düşmekten çok çekiniyorlar” şeklindeki yorumu genel olarak göçmen Çinlilerin yerli halka karşı duydukları en temel ve kayıtsız ırkçılığı özetliyor.
Çinli işadamı Şengli “İnsanın çocuklarına bırakabileceği en iyi şey para değil, tecrübe ve imkanlardır” diye konuşmasına devam ediyor. Çin’deki oğullarını okuldan alıp, Mozambik’e getirmeyi planlıyor. Mozambikli genç kadınlarla evlendirip melez torunları sayesinde artık yabancı muamelesi görmeyeceklerinden ve toprakların da aile içinde kalacağından bahsediyor. Çocuklarına okulu bıraktırmak, eğitime çok önem veren Çin kültürü kalıplarına ters düştüğü için hayatlarını kazanmak için ne yapacaklar diye sormadan edemiyorum. “Kimya, fizik, matematik bilmelerine gerek yok İngilizce öğrensinler yeter. Dış ticarete odaklanmalılar, gümrük memurlarıyla nasıl baş edeceklerini ve hesap makinesi kullanmayı bildikleri sürece iş yapıp para kazanırlar” diye yanıtlıyor. “Üstelik Mozambik’te eş bulup evlenmek çok kolay. Seçtiğin kadının babasına hediye olarak biraz para, bir miktar kumaş ve biraz da alkol götür, tamam. Yaklaşık 12 dolara kadın satın alabilirsin.” Mozambikli kadınlarla seks yapmanın da değişik ve tuhaf olduğunu söylüyor. “Çinli kadınlara sarılıp okşaman, önce havaya sokman gerekir, Mozambiklilerle ise hemen sevişmeye başlayabilirsin.”
Hao Şengli uykuya dalınca dikkatimi şoförüne yöneltiyorum. Maputo’nun yerlisi olan John ile ülkesinin tarihiyle ilgili konuşmaya başlıyoruz. “1930’larda sömürgeciler bizi zorla çalıştırdılar. Kendi ülkemizde onların kölesiydik. Halkımızın hiçbir hakkı yoktu. Her şey onların merhametine kalmıştı.” Eskiden Portekiz sömürgesi olan ülkenin uzun süren kurtuluş savaşında stratejik açıdan çok önemli bir hat olan Limpopo Nehri üzerinden geçerken, “Halkımızın modern silahları yoktu. Portekizlilerle mızraklarla savaştık,” diyor. Günümüzde Portekiz’deki ekonomik durgunluk ve borç krizinden kaçıp Afrika’ya gelen Portekizlilerle ilgili ne düşündüğünü sorduğumda şaşırtıcı bir yanıt veriyor: “Buraya ne kadar çok yabancı gelirse o kadar iyi. Gelip bizi eğitmelerine ihtiyacımız var. Ancak o zaman Mozambiklilerin nelere kadir olabileceğini tüm dünyaya gösterebiliriz.”
Mozambik bağımsızlığını kazandıktan hemen sonra başka bir uzun ve kanlı mücadele daha başladı. Bu defa ülkeyi yöneten sosyalist parti ile Rodezya ve Güney Afrika gibi apartheid rejimlerce desteklenen isyancı gruplar arasında 15 yıl süren çatışmalardan sonuncusu 1992’de son buldu. Mayınlarla, sivillere akıl almaz zulümlerle bu savaş Afrika’nın gördüğü en şiddetli ve tahrip edici savaşlardandı. İç savaşı kazanan isyancı grup Marksist iktidar partisine dönüşünce çok partili seçimlere geçildi ancak bu demokrasinin içinin boşaltılmasını engellemedi. Devlet ve iktidar partisi arasındaki ayrım kayboldu. Bağlantıları olan küçük bir grup, genellikle ülke topraklarını ve doğal kaynakları yabancılara satarak giderek zenginleşmeye devam ederken, halkın geri kalanı yoksullukla pençeleşiyordu. Bir tür gangster kapitalizmi denebilecek bu denklem, Afrika’nın doğal kaynak zengini pek çok ülkesinin ortak sorununa dönüşerek karamsarlığı da beraberinde getirdi. Trajik tarihi, Mozambik’in verimli topraklara, balığı bol denizlere, geniş tropik ormanlara ve zengin maden yataklarına sahip olduğu halde, neden bu kadar fakir kaldığını açıklamaya yetiyor.
Çinlilerin yaşadığı Xai-Xai adlı kasabaya varmak üzereyken girdiğimiz Güney Afrikalı bir şirkete ait benzin istasyonu, ülkenin kederli mazisinden bir kopuşu simgeliyor. Yabancı şirketler Mozambik’e girmeden çok daha önce ülke ekonomisinde tek ortak Portekiz’di. Karşılıklı alışveriş şartları iç karartıcıydı. Ülkede ithalatın tümü Portekiz tekelinde rekabetsiz ve fahiş fiyatlarla yapılıyordu. Kaju fıstığı ve diğer tarım mahsulleri, tropik kereste, balık gibi hammadde ve işlenmemiş ürünlerin ihracatı ise Lizbon’un belirlediği fiyatlarla yine sadece Portekiz’e satılıyordu. Herhangi bir yabancı yatırım olursa da bu yine Avrupa’nın en yoksul ülkelerinden biri olan Portekiz’den geliyordu. Günümüzde ise Güney Afrikalı şirketler Maputo çevresinde mantar gibi çoğalan benzin istasyonları, büyük süpermarketler ve mağaza zincirleriyle Mozambik ekonomisini canlandırmaya devam ederken, Güney Afrika ile kıyaslanamayacak kadar büyük bir yabancı güç olan Çin, Mozambik’teki yerini sağlamlaştırıyor. İkinci el kamyonet satış yerlerinden, geniş çiftliklere Çinliler kıtaya yerleşip iş kurmaya devam ediyor. Bu tablo, Afrika’nın ciddi bir tarihsel değişim geçirdiğinin göstergesi. Kıtanın, küresel ekonominin uzun zamandır ihmal ettiği üvey evladı konumundan çıkıp en çok ilgi gören bölgeye dönüşmeye başladığı yönündeki iyimser görüşü destekliyor. Çinli yatırım ve taleplerle güdülen bu durum, Çin’in Afrika ile ticaretinin her yıl %20 artmasıyla son zamanlarda Avrupa ve ABD ile yaptığı ticareti geride bıraktı. Batılı liberal ekonomistler, Afrika’nın kaynaklarına göz diken zengin ülkelerden gelen yabancı yatırımcıları çektiği sürece kalkınacağını; bu sayede ticaret artarken sermaye ve teknolojinin de ülkeye akacağını öngörüyordu. Hatta Çin’in ilgisi üzerine Mozambik’in bu sürece girmiş olduğunu söyleyenler bile oldu. İddialara göre ülke nihayet küreselleşiyordu ve ilerleme yolundaydı. Ancak şu anda sayıları 100 bini bulan Çinli göçmenler arttıkça yasadışı balıkçılık, kereste kaçakçılığı, büyük çaplı yolsuzluklar ve rüşvet olayları gibi sorunlar da artmaya devam ediyor. Toprakların ve doğal kaynakların kullanımında herhangi bir denetim yok. Her şey tepeden inme yollarla yapılıyor. Cumhurbaşkanı ne derse o oluyor. Yeni bulduğu zenginlikle bir sürü inşaat projesine kalkışan ülkede en büyük problem cehalet fakat eğitim adına herhangi bir girişim, kapasite geliştirmeye yönelik atılmış bir adım yok. Zaten herhangi bir ülkede yerel halkı işin içine katmadıkça yabancı yatırımlara bağlı olarak kalkınma sağlamak çok güç. Sonucun Mozambikliler için iyi olabilmesi için insanların biran önce haklarını öğrenmesi şart. Acilen toplumun tabandan katılımını sağlamak gerek. Çünkü gözleri açıldığında iş işten geçmiş olacak.
–ZAMBİYA–
Diğer Afrika ülkelerinden daha önce göçmen akınına uğrayan Zambiya, halen kıtada Çinlilerin en çok göç ettiği ülke konumunda. 1990’lardan bu yana Zambiya’ya yerleşen Çinlilerin sayısı 100 bini aşıyor. Bunun getirisi götürüsü ne olur zaman gösterecek ancak çeşitli ekonomik göstergelere göre çok sayıda Afrikalının gelir düzeyi ciddi oranda yükseldiği için orta sınıfta belirgin bir artış yaşanıyor. Görünen o ki önümüzdeki 10-20 yıl boyunca bu artış hızla devam edecek. Bunun nedenlerinin başında Afrikalılar arasındaki ticaretin artması, telekomünikasyon, bankacılık ve ulaşım hizmetlerinin kuvvetlenmesi geliyor. Son on yılda Afrika’nın orta sınıfı 300 milyon kişiyi aşarak Hindistan’ın orta sınıfını geride bıraktı. Kıta genelinde eğitim yatırımlarında patlama yaşanıyor. BM’e göre 2000 yılından sonra ortaokula kayıt sayısı %48 artış gösterdi, yüksekokullara kayıt ise %80’e fırladı. 2013’te Dünya Bankası Afrika’nın ekonomik büyümesinin %60’ının tüketici kaynaklı olduğunu açıkladı. Bu ve benzeri değişimler Afrika Kalkınma Bankası’nın tahminlerine göre 2030’da Afrika toplumlarının büyük bölümünde halkın çoğunluğu alt-orta sınıf ve orta sınıfa dahil olacak.
Aslında ülkenin Çinlilerin gözdelerinden birine dönüşmesi siyasi bir rastlantıya dayanıyor. Çin’in resmi olarak Afrika’yı kucaklaması Zambiya’nın politik ekonomisindeki radikal dönüşüme denk gelmişti. 1990’ların başında tek partili sosyalist zihniyetli etkin bir devletten çok partili sisteme geçerek Washington’ın standart ekonomik reçetelerini uygulayan bir demokrasiye dönüşüverdi. Ülkenin ekonomik gidişatının değişmesi, büyük sanayilerin tekel kontrolünün devlet tarafından toptan tasfiyesini gerektirdi. Diğer Afrika ülkelerinde olduğu gibi IMF ve Dünya Bankası uygulamalarına geçince ulusal telekomünikasyon ve enerji santralleri satışa çıkarıldı, ticaret ve tarım yabancı yatırımcılara açıldı. Zambiya’nın en büyük zenginliği olan bakır madenlerinin özelleştirilmesi de bunlara dahildi. Tam bu sırada Çin hükümeti, kamu şirketlerini yurtdışında yatırım fırsatı aramaya yönlendiriyordu. Zambiya genelde Batılıların es geçtiği bir ülke olduğu için parsayı toplayan Çinliler oldu. Zambiya ticarete açılmıştı, istikrarlıydı ve insanları nazikti. Üstelik hükümeti Çin sempatizanıydı. Bunun başlıca nedeni ise 1970’lerde yapılarak Zambiya’yı Tanzanya üzerinden denize bağlayan, dolayısıyla Güney Afrika’ya bağımlılığını azaltan TAZARA demiryoluna Çin devleti tarafından muazzam destek verilmiş olmasıydı. Çin’de çabucak yayılan bu bilgiler fırsatlar ülkesine akın başlattı.
Çin taşrasından kalkıp buralara gelen ve bakır işleme tesisi kuran Yang Bohe ile buluşmaya giderken başkent Lusaka’nın merkezinden kuzeye doğru ilerledikçe yeni ticaret merkezleri ve bulvarların yerini aşırı kalabalık gecekondu mahalleleri almaya başlıyor. Ülkede işsizlik o kadar yüksek ki, iş bulma umudunu çoktan yitirmiş genç erkekler artık iş aramaya gerek bile duymuyorlar. Yol boyunca, hayatlarını büyükşehirde yeniden kurma hayaliyle başkente taşınan genç adamlarla dolu kamyonlara rastlamak çok sıradan.
Tüm kıtada esmekte olan değişim rüzgarını, Lusaka gibi şehirlerde boy gösteren gösterişli alışveriş merkezlerinde hissetmek mümkün. Gündüzleri evhanımları ve orta yaşlı müşterilerle dolup taşan alışveriş merkezleri, akşam olunca gençlerin akınına uğruyor. Belli ki Batılı zengin ülkelerdeki gençlik modasını yakından takip ediyorlar. Düşük pantolonlardan görünen boxer şortları, ters taktıkları beyzbol kepleri ve sprey boyalı kaykaylarıyla dolaşan bu gençlerin işçi sınıfından gelen anababaları çocuklarının kendilerinden daha iyi eğitim almalarını sağlayabilmiş çalışkan Afrikalılar. Gençlerin değişimi sadece son moda giysilerden, akıllı telefonlardan ibaret değil, hırsları ve hevesleri de Batılı gençlerle aynı. Doktor, avukat ya da pilot olmak istediklerini söylemeleri bana Amerikan Rüyasını anımsatıyor. Yeni orta sınıfın yükselişine tanık olan Lusaka’da şehrin her köşesi biri bitip diğeri başlayan emlak projeleriyle dolu. Afrika’nın her yerinde kentleşme son hız devam ediyor.
Ndola yolunun biraz gerisine orta sınıftan yöneticilere ait konforlu villalar sıralanmış. Muazzam çimleriyle birbiri ardına dizilmiş golf sahaları, eski polo sahaları ve squash kulübü genelde bomboş dursa da akşamüstü golf oynayan birkaç Çinli işadamına rastlamak mümkün. Afrika’ya göç etmek, şu anda Çin’in doğu kıyısında yaşayan zengin şehirli gençlere akıl karı gelmeyebilir ancak Yang gibi Çin’in kayıp kuşağı için kaybedilen zamanı yakalamak için son fırsat gibi görünüyor. Kültürel Devrim döneminde yetişmiş olan 62 yaşındaki Yang, cahil bir işçi olmak istemediği için kendini geliştirmeye karar vermiş. Kendi başına İngilizce öğrendikten sonra Çin’in yurtdışına çık politikasının ilk günlerinde İngilizce bilenler hayli revaçta olduğu için hemen iş bulup, mühendislik ve inşaat firmalarında çalışmaya başlamış. Orta Doğu’da teknik plan ve sunumları tercüme ederek yıllarını geçirdikten sonra 2002’de Afrika’da inşaat sektörü devlerinden Çin Yol ve Köprü Şirketi için çalışmaya başlamış. Ndola’da su şebekesi çalışmalarında yapılan kazılarda teknik çeviri yaparken boru döşenen yerlerde kayaların arasında yeşil taşları farketmiş. Yerli halkın malaşit dediği bu doğal taşın içeriğinde yüksek oranda bakır olduğunu öğrenmiş. Civarda çok bol olduğunu anladığından bundan nasıl para kazanırım diye düşünüp Çin’e teste göndermiş. Bu doğal taşın içinde yeterli oranda bakır cevheri olduğunu öğrenince de kolları sıvamış. 5000 yıl önce de insanlar bakır işliyordu diyerek çok basit ve ucuz teknikler kullanarak işe koyulmuş. Çin kökenli Avustralyalı bir işadamıyla ortaklık kurup 2005’te 625 bin dolar harcayarak kendi tasarlayıp yaptığı ocağın maliyetini 2 ayda çıkarmış. Ancak kaçınılmaz bir şekilde tersine dönen dalga, büyük umutlarla Kongo’nun Bakır Maden Kuşağına yerleşen diğer Çinlilerin çoğunu batırdı. Yok pahasına çalıştırdıkları Kongolulara ise talih zaten hiç gülmedi. Maden işinde şansın önemi büyük ancak uzun vadede akıllı ve şanslı olanlar oyunda kalabiliyor. Şansının yaver gittiğini söyleyen Yang’in planlı ve stratejik çalıştığı belli ancak ne eldiven, ne kask hiçbir güvenlik önlemi olmadan çalıştırdığı işçilerle sağlıksız çalışma koşullarını umursamadığı da açık.
Maden arama ve işleme çalışmalarında yok olan yüzbinlerce ağaç, çukurlara gömülen, havaya saçılan toksik atıklarla zehirlenen doğa ve madenlerle birlikte tükenen hayatlar da cabası. Polis, maliye, müfettişler vb. herhangi bir denetim olduğunda ise Yang, Çinli değil Avustralyalı bir şirket olmanın getirdiği rahatlığa sığınıyor. Zambiya’daki diğer Çinlilerle pek görüşmeden kendi işine bakan Yang’e göre “Zambiyalıların en iyi özelliği, paylaşma huyları. Beyaz ve sarı ırkta çok nadiren bulunacak kadar paylaşımcılar. Yetimleri kendi çocuklarından ayırmazlar. Onların gözünde herkes eşit. Buradaki Çinli işadamlarının şüpheli işler çevirmesi de beraberinde yardım ve yataklık suçunu getiriyor.”
Afrikalıların Çin’in kıtadaki ekonomik etkinliğiyle ilgili en çok yakındıkları durum, ihaleyi alan şirketlerin projelerde çalışmak için işçilerini de Çin’den getirmeleri. Eleştiriler, vasıfsız işçi getirilmesine yoğunlaşıyor; Çin’in tüm ihaleleri ucuza kapatabilmesinin sırrı Çinli şirketlerin Çinli mahkumları çalıştırması olarak yorumlanıyor. Bu söylenti Afrikalıların Çinli işçilerin koğuşlarda yaşamasını, toplu hareket etmelerini anlamalarını kolaylaştırıyor. Dolayısıyla Afrikalılar, Çinlilerle rekabet etme şansı olmadığını kabulleniyor. Ancak bu söylentilerin gerçekle alakası yok. Yine de Çinli şirketlerin istihdam koşullarının tartışılmasının önünü açtığı kesin. Asıl sorun ise istihdamdan ziyade teknik bilgi ve becerilerin Afrikalı çalışanlara aktarılmaması. Çinli bir şefe ödenen maaş aylık 1500 dolar. Bu meblağ Çin’de sıradan bir esnafın kazanacağının iki katı; kalifiye bir Zambiyalı işçinin kazandığı maaşın ise 10 katına denk. Vasıfsız işçilere ödenen ise aylık 300 dolar. Yang’in üretmekte olduğu ve Çin’e ihraç edilmeyi bekleyen kabarcıklı bakır denen metal yığını ise milyonlarca dolar değerinde.
Zambiya’nın kalkınmasının 50-100 yıl süreceğini düşünen Yang, üç kuşak boyunca iyi eğitim verilmedikçe gelişmenin mümkün olmadığı görüşünde. Fakat ülkenin döviz gelirinin %70’ini oluşturan bakır madenlerinin o kadar uzun süre dayanmayacağı kesin. Yang maden tükense de işlenecek toprakları olduğunu ve Zambiyalıların kuvvetli insanlar olduklarını ancak çok sıkı çalışamadıklarını ekliyor. Bu noktada çok sayıda Çinlinin ortak önyargısı yine devreye girerek Çinli işadamlarının Çin’den yarı vasıflı işçi getirmelerinin kendilerine göre mantığını ortaya koyuyor.
Kurşun-çinko cevheri anlamına gelen Kabwe şehrini geçtikten sonra Kapiri Mposhi’ye vardığımızda, istasyonun etrafında yerfıstığı satan kadınlar, köy tavuğu satan adamlar, papaya ve patates satan gençkızlar, çuval çuval kömür satan yaşlı kadınların arasından geçiyoruz. 1895’te Amerikalı kaşif Frederick Russel Burnham’ın bakır yataklarına benzeyen jeolojik oluşumları ilk keşfettiği yer olan bu kasaba aslında Bakır Maden Kuşağı denen bölgenin başlangıcı olarak kabul edilir. O dönemde Burnham, Birleşik Krallık Güney Afrika Şirketi’ne yazdığı raporda yöre halkının yetenekli işçiler olduğunu ve bakır ve demirden yaptıkları ürünlerini Portekizliler ve Araplarla takas ettiklerinden bahsetmiş, bakır ve demir madencileri oldukları için madenlerin çıkarılıp işlenmesinde çalışabileceklerini belirtmiştir. Ancak bu gerçekleşemeden önce, Kongo Bağımsız Devleti’nin sınırlarının Birleşik Krallık Güney Afrika mülkiyetindeki arazilerden ayrılması gerekti. Britanya ile sınır hattının nereden geçeceğine yönelik anlaşmazlık çözülemeyince Belçika Kralı II. Leopold konuyu ülkesi bölgede oyuncu olmayan İtalya Kralı’na devretti. O da bölgenin sınırlarını çizerken üç büyük nehre göre karar verdi. Öte yandan Belçika da Msiri denen bölgedeki yerel krallığın hükümdarını öldürüp topraklarını talep etmekte İngilizlerden çabuk davrandı. Sınırların gelişigüzel belirlendiği sömürge döneminde Afrika adeta bir yapboz tahtasına döndü. Zambiya haritasının yamuk bir çanı andıran tuhaf şekli de böyle ortaya çıktı. İtalyan kralın çizdiği sınırın dünyanın en büyük bakır rezervlerinin üzerinden geçtiği ve büyük parçayı Kongo’ya bırakmış olduğu çok sonradan anlaşıldı.
Çin ile Afrika ilişkisi dendiğinde, genellikle aklımıza doğal kaynaklara erişimin güvence altına alınması meselesini getiriyor. Çünkü Afrika dünyanın en büyük maden deposu. Bakır üreten ülkelerin başında gelen Zambiya, Afrika’nın güneyinde denize kıyısı olmayan bir kara ülkesi. Günümüzde küresel bakır talebinin %40’ı yalnızca Çin’e ait. Çin’in Afrika tutkusuyla ilgili spekülasyonlar arasında gözardı edilen daha ileri dönük bir motivasyon ise Çin’in ihracat odaklı endüstrilerine pazar yaratmak. Dolayısıyla gün geldiğinde Batılı ülkeler ve Japonya’nın yaşlanan tüketicileri ve borçla dönen ekonomilerinden geriye kalacak olan boşluğu doldurmak.
Çinli diplomatlar, ticaret yetkilileri ve iş yöneticileri gibi Chengdu ve Guangzhou gibi yerlerden kalkıp Afrika’ya göçen sıradan Çinliler de aynı fikirde. Anavatanları hızla büyümesine rağmen, gurbette daha iyi bir hayat sağlamak adına birikimlerini koydukları Afrika’da kendilerine daha çok gelecek görüyorlar. Çinli göçmenlerin tutuştuğu bahsin umutla, idealistlikle ya da ideolojiyle ilgili yok. Yüzyıl önce Batılıları, yoksulluğuna ve bitmeyen kargaşasına rağmen Çin’e çeken şey neyse, şimdi burada aynısı geçerli. Herkese bir çift pabuç satsan servet kazanırsın mantığı yani. Yeni yapılan konutlara kapı, pencere, çatı malzemesi, banyo-mutfak tesisatı derken müthiş bir pazar var ortada. Afrika’da beslenecek boğaz sayısı artıyor. Besicilik yapanlar, çiftçiler, ithalatçılar, otomobil ve motosiklet satıcıları, hepsi Çinli. Şu anda kıtanın sunduğu fırsatları herkesten iyi kavramış olan Çinliler giyimden, araç gerece bin çeşit mal satmak üzere Afrika’dalar ve bundan da çok memnunlar. Mesela Çinli bir göçmen arkadaşıyla başlattığı tavukçuluk işinden köşeyi dönmüş ve yıllar içinde genişlettiği arazisine kurulu modern tesislerde domuz ve kümes hayvanları yetiştirmekte olan Hu Renzhong’a göre Zambiya’da geleceği hemen şimdi görebilirsin. “1995’te 22 yaşında ülkeye geldiğimde insanların yiyecek almaya parası yoktu, et yemeye güçleri yetmiyordu. Toprak ise kaliteli ve ucuzdu.” Tezcanlı Çinlilerin bu coşkusu mantıksız mıydı yoksa dünyanın ücra bir köşesinde büyük bir değişimi işaret eden bu eğilimi Batılılardan önce mi yakalamış oldular?
Çin finansmanıyla yapılan 45 bin kişilik dev stadyuma giderken yol üstünde bir Çin restoranı ve Çinli bir veteriner kliniği gözüme çarpıyor. Stadyum inşaatının tam karşısında duran reklam panosunda Devlet Başkanı Banda’nın gülümsediği bir resminin üzerinde iktidar partisinin seçim sloganı “Paranız İş Başında” yazılı. Gündeminin demokrasi ve insan haklarıyla güdüldüğünden açıkça şüphe duyulması Çin’in Afrika seçimlerine kayıtsız kalmasını gerektirmiyor. Stadyumun açılışı, üç ay kalan seçimlere yetiştirmeye çalışılıyor. Çin Büyükelçisinin katıldığı kurdeleli Lusaka Hastanesi açılış töreninin medyada geniş yer bulacağı kesin. Muhalefet lideri Sata geçen seçimlerden sonra Çin’e saldırmaktan vazgeçmiş görünürken, Başkan Banda Çin ile çıkar sağlanan dostluk zemininde ilerliyor.
İnşaatta çalışan Zambiyalı boyacılar Çinlilere çalışmaktan hiç memnun değil. İş bulduklarına şükretsinler yaklaşımı ise yersiz çünkü tüm şikayetlerinde son derece haklılar. Hepsinden önce aldıkları ücret çok düşük, 13 saat mesai yapıyorlar ve çok kötü muamele görüyorlar. İşten kovmakla tehdit eden veya vuran Çinli ustabaşılar olduğundan yakınıyorlar. İş güvenliği yok. Çinli çalışanlar gaz maskesi takarken Zambiyalılar koruyucu giysi olmaksızın çalıştırılmaya devam ediyor. Zehirli kimyasallara düşerek ya da yanarak ölen Zambiyalılar oluyor. “Zambiya’da işsizlik çok büyük sorun olduğu için başka şansımız yok maalesef. İnsan muamelesi görmediğimiz yerlerde çalışmak zorundayız.” Bunu söyleyen alt kademeden bir işçi değil, maden taşlarını parçalayıp işleyerek bakır konsantresi üreten Şangay Madencilik’te vardiya amirliği yapmış bir Zambiyalı. Yanındaki işçi arkadaşı ise ekliyor. “Yetkililere bildirsek de sonuç değişmez, bu yatırımcıları getiren zaten devletin kendisi. Çok iyi çalıştığımız halde Çinliler bize iyi para vermiyor. Ağır yük kaldırmak gibi işlerin de dahil olduğu işçi ücreti, haftada yaklaşık 10 dolar ve bu parayla geçinmek mümkün değil. Şimdi hamallık yaparak aynı parayı bir günde kazanıyorum.”
Ülkenin ikinci büyük şehri ve bölgenin ekonomik merkezi olan 500 bin nüfuslu Kitwe’ye giderken, fidanlıklar ve atların otladığı çiftlik arazileri, susuzluktan sararmış otlarla kaplı tarlalardan geçtik. Yol boyunca uzanan elektrik hatları Afrika’nın ortak sorununu bir kez daha hatırlattı. Güney Afrika dahil tüm Afrika devletlerinin halka elektrik ulaştırma sorununu henüz çözememiştir. Günde 12-16 saat arası elektrik kesintileri normal sayılır. Ancak verimliliği saat başına üretimiyle ölçülen ve ürettiğini uzak ülkelerdeki güçlü sanayi şirketlerine satan sermaye yoğun bakır maden sanayinin 24 saat çalışabilmesi için gereken enerji her pahasına temin edilir.
Zambiya’da ilk yıllarında İngiliz sömürge rejiminin kontrolünde olan bakır madenciliği sonrasında İngiliz ve Güney Afrikalı özel şirketlerin eline geçti. 1960 ve 70’lerin başında metal fiyatlarının tırmanmasıyla zenginleşen Zambiya’nın kişi başına geliri 614 dolara ulaşarak Brezilya, Malezya, Güney Kore ve Türkiye’ye yetişti. 1994’te dünya çapında düşen bakır fiyatları Zambiya’nın ekonomisinin inişe geçmesinde ve kişi başı gelirin yarıya inmesinde büyük rol oynadı. Duruma çare bulmaya çalışan hükümet, yeni sermaye yatırımlarını çekmek ve yabancı yatırımlarla modernleşmeye geçmek için 1969’da kamulaştırılan maden sektörünü 1997’de yeniden özelleştirdi. Bunu fırsat bilen Çin, bir zamanlar Zambiya maden sanayinin cevheri sayılmış olan Chambishi Bakır Madenini sadece 20 milyon dolara satın alabildi. Ancak en başından itibaren Çinli patronlarla Zambiyalı çalışanlar arasında sıkıntı baş gösterdi. 2011’de İnsan Hakları İzleme Örgütü, Çinli işverenlerin 2003’te işletmeye başladıkları madende ırkçı tavırları, işçilerine ödedikleri düşük ücretler, iş güvenliği ihmali ve sendika üyeliklerini engelleme faaliyetleri gibi suçlamalarla karşılaştığını bildirdi. Daha kötüsü Çinlilere ait bitişik fabrikada çıkan yangında 50 Zambiyalı işçi can verdi. Olayda tehlikeyi patlamadan önce fark eden Çinlilerin Zambiyalıları uyarma zahmetine girmeden oradan uzaklaştıkları anlaşıldı. Çinlilere duyulan öfke arttıkça Zambiyalılar isyan etti. Hükümetin soruşturma çabaları da sonuçsuz kaldı. Zambiyalılar Çinliler tarafından köle gibi çalıştırılmaya devam etti.
Yaşanan olumsuzluklar nedeniyle Çinli işverenler ve Zambiyalı işçilerle ilgili meseleler siyasi tartışma konusu oldu. Hatta toplumsal huzursuzluğa yol açtı. Çinli patronlar zorlu ve tehlikeli çalışma koşulları, düşük ücret ve işkence gibi mesai saatleriyle ünlenmiş. Çinlilerin Zambiyalıları sömürdüğünü ileri süren muhalefet lideri ve başkan adayı Michael Sata yaklaşan seçime yönelik kampanyasında Zambiya’nın büyük yabancı şirketlerce kandırıldığını anlatıyor. “El arabasını itmek için Çin’den adam gelmesi gerekmiyor” diye alaycı bir dille ortak sıkıntıyı dile getiriyor.
Sonuç olarak 1964’te ilan edilen bağımsızlıktan bu yana, Zambiya liderleri ülkenin doğal kaynaklarından nasıl daha çok kazanç elde ederek yoksul hayatları iyileştirebileceklerinin yollarını bulmak için mücadele etmeye devam ediyor. İspatı güç olsa da, Başkan Banda’nın yönetimindeki iktidar partisinin Çin’den muazzam yardım aldığı söyleniyor. Gösterişli projeler ve seçimlere yakın açılış tarihleri de Çin’in mevcut iktidara destek çıktığını açıkça belli ediyor. Kendi çıkarları peşinde koşan Çin, Zambiya’nın siyasi sürecini de yozlaştırıyor. Çin’in yeni yatırımlarının da Zambiya’nın sınırlı doğal kaynaklarını sermayeleştirmesine hiçbir faydası yok. Ayda 100 dolara çalışan maden işçileri var; geçinmek için gereken asgari aylık ise 700 dolar. Sendikacılar bunları müzakere ederken hükümet Çinlilerin iş kurmasına, yatırım yapmasına izin verelim diyor. 1999’dan beri özelleştirme sırasında Zambiya’ya gelen Çinli şirketler bakırı tonu 10 bin dolardan satarken, işgücüne makul bir maaş, sosyal güvenlik imkanları ve altyapı sağlamalarının istenmesini garipsemek olanaksız. Deneyimli sendikacı Mbulu’ya göre Zambiya hükümeti adeta Çin’e dileniyor. Stadyum inşaatları da dalkavukluktan ibaret. Çinliler hem Afrika’ya gelerek yatırım yapıyor hem de nüfus fazlasını yurtdışına göndermiş oluyor. 2011’de Mbulu ile görüşmemizden sonra yapılan seçimlerde Banda’yı geçerek iktidara oturan Sata tarafından kendisi Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yardımcısı olarak atandı. Sata’ya göre Çinliler ülkenin yasalarına saygı gösterdikçe sorun kalmayacak. Nasıl ki insan ailesini, kardeşlerini seçemez ülkeler de bulundukları bölgedeki komşularını seçemez. Önemli bir endüstriyel kaynak olan bakırın dünyadaki en büyük üreticisi olsanız da sonuçta müşterilerinizi seçemezsiniz. Sonuç olarak Çin ile Zambiya bir şekilde anlaşıp geçinmek zorunda.
–SENEGAL–
Çinlilerin Afrika’ya göçünde önemli bir yere sahip olan bir diğer ülke de Senegal’dir. Çinli göçmenler Zambiya’da tarım ve madencilik alanlarında kısmetini ararken Senegal’e gelen Çinlilerse daha çok küçük ölçekli ticaret işlerine girişmekte. Batı Afrika sokaklarında Çinli dükkanlara rastlamak artık oldukça olağan. Ancak bu gelişimin ne kadar yakın zamanda ve inanılmaz derecede hızlı gerçekleştiğini gizlediği için aldatıcı olabilir. Senegal’in başkenti Dakar’da ise durum biraz farklı çünkü Çinli tüccarlar diğer Afrika şehirlerine kıyaslandığında bu şehre çok daha önce, 1990’ların sonunda gelmeye başladı. Elbette Zambiya’da olduğu gibi halkın çabucak tepkisini çekti. Ezelden beri Afrika’nın en canlı ticaret kültürlerinden biri olmakla böbürlenen Senegal’den çıkan seyyar satıcılar, çoktan New York ve Avrupa şehirlerinin köşebaşlarını tutmuş, üstlerinde bubu denen yerel kıyafetleriyle giysi, alet edavat ve envai çeşit turistik eşya satmayı yıllardır sürdürüyordu. 2004’te Dakarlı tüccarlar Çinlilerin perakende sektörünü ele geçirdiği kanısına vararak protestolar başlatıp, devletin Çinlilere karşı yerli işletmeleri korumak için harekete geçmesini talep etti. O zamandan bu yana benzer gerginlikler yeniden su yüzüne çıkmaktaysa da hiçbiri 2004’teki kriz kadar etkili olamadı.
Senegal’de iş kuran ilk Çinlilerden biri olan Li Jicai’dan öğrendiğime göre sonunda sular durulmuş ama nihayetinde hükümet Çinli tüccarları korumuştu. Çünkü Senegal hukukun üstünlüğüne ve insanların eşitliğine inanan, açık, ve dostane bir ülkeydi. Oysaki işin aslı farklıydı. Hükümetler politikalarının kızgın bir halktan geri tepme riskini yok yere göze almazdı. Ucuz ithal malların sonunun geleceğinden korkan Senegalli bir tüketici grubunun karşı saldırıya geçmesi ya Çinliler tarafından tetiklendi ya da devlet eliyle desteklendi. İthalat-ihracat işlerinde para kazanmayı kafasına koyduktan sonra giysi, ayakkabı, kumaş satan Li, Çin Kültürel Devrimi sonunda tekrar açılan üniversitelere ilk başlayanlardan. Çin devleti o zaman dış ticareti ilerletmek için yabancı dillere çok önem verdiğinden Fransızca bölümüne yerleştirilen Li, şu anda birçok alanda faaliyet gösteren oldukça zengin bir işadamı. “Bir zamanlar ticaret Lübnanlıların elindeydi. Artık internetten de mal alınabiliyor. Fransız Batı Afrika’sında Lübnanlılar en büyük kompradordu, ticaretin hakimiydiler, yerel yatırımcılar da finans aracıları da onlardı. Lübnanlıların Batı Afrika’daki sömürgeciler ve sömürgeleri arasındaki rolünü, Doğu Afrika’da Güney Asyalılar oynuyordu. Birkaç yerde de Yunanlı tüccarlar hakimdi.”
Li, Lübnanlıları tahttan indirenin internet olduğunu ima etse de aslında onları bastıran Çinliler oldu. Çünkü Çinliler piyasadaki tüm sektörlere girdi. Artık Çinli bir köylü de gelip Afrika’da iş kurabiliyor. Seneler önce Senegal’de yapılan bir inşaat projesinde çalışanların çoğu zamanı gelince memlekete dönmekten vazgeçip geleceklerini bu ülkede kurmaya karar vermiş. Hayal bile edemeyecekleri kadar para kazanma imkanlarından, yerellerin konukseverliğine, çevrenin güzelliğinden, özgür ve baskı altında olmaksızın yaşama sevincine Afrika’nın avantajlarını anlatıp, hemşerilerini de çağırmışlar. Birçok Afrika ülkesinde buna benzer sayısız örnek var. Aslına bakılırsa, Çin’den Afrika’ya göçün en büyük kaynağının kontratları bitince yurtlarına dönmeyip Afrika ülkelerinde kalmaya başlayan işçiler olduğu söylenebilir.
Ucuz mal ticareti yapan acemi bir tüccar sınıfı, hızlı gelişen ve çok daha güçlü bir ülke olan Çin’i bırakıp Senegal gibi kendi derin ticaret kültürüne sahip ancak ekonomik durgunluktan mustarip bir topluma nüfuz edince sorun çıkması kaçınılmazdı. Bu, kişisel bir eyleme veya şiddet suçuna bahane göstermekten ziyade Çin’e karşı “bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler” yaklaşımını benimseyen ve böylesi bir göçü serbest bırakıp birçok Afrika devleti arasındaki ilişki ve her iki tarafın durumun tehlikeli sonuçlarına göz yummuş olması üzerine durup düşünmeye davet eden bir yorum. Çin devleti Afrika ülkelerinde yollar, stadyumlar yaparak kendince ne kadar dostane olduğunu gösteriyor ve karşılığında dostluk göstergesi olarak göç şartlarının kolaylaştırılması gibi jestler bekliyor. Bu bana 1979’da Çin lideri Deng Xiaoping’in Jimmy Carter’ı ziyaretinden bir anektodu hatırlatıyor. Çin’in ABD ile ticaret statüsü kazanabilmesi için Amerikan yasalarının gerektirdiği yurttaşların serbest göçü şartına uyması lazımdı. Elbette bu Deng için sorun değildi. Bu şarta uyup uyumayacağı sorulduğunda “Kaç Çinli istiyorsunuz? 10 milyon, 15 milyon?” diye yanıt vermişti. 2011’e gelindiğinde duruma ancak uyanan Amerika, Afrika ülkelerine Çinli göçünü daha sıkı denetlemelerini salık veriyordu. Çinli göçünün Afrika’da yarattığı kapsamlı değişimi anlamakta geciken Amerikalı diplomatlar, Pekin’in siyasi etkisini ve Çin’in ticari çıkarlarını artırarak güç kazanma kampanyasının bir parçası olarak görmeye 2005’te başladı. Uyarılar göç vasıtasıyla mal ve insan kaçakçılığı başta olmak üzere organize suçlarda da artış olacağı yönünde olmasına karşın, ABD sadece kurnaz Çinlilere dikkat edin demekle yetindi. Ne de olsa Amerikalı, Kanadalı ve Avrupalı şirketler yerli halkı istihdam ediyor ve Afrika’da çalışmak için kendi ülkelerinden adam getirmiyordu. Binlerce Çinli kadının durumu ise içler acısı. Yiyecek-içecek ve eğlence sektöründe çalışan kadınların yaptığı iş, sözleşmeli kölelikten ibaret. Gene de yaşadıkları tüm zorluklara karşın, borca girip restoran işletmeye başlamaktan ya da Çin’den kardeşlerini getirip Dakar üniversitesine kaydettirmekten çekinmiyorlar.
Bir zamanların Fransız Sudan’ının başkenti, son ziyaretimden bu yana üç kat büyümüş; şık Dakar caddeleri, adım başı kontör bayii arasında bir koluna çorapları diğerine kemerleri takmış burnunuza sokan sokak satıcılarıyla, genç erkeklerin korsan DVD ve tane sigara, genç kızların iç çamaşırı sattığı tezgahlarla dolu tozlu bir çarşıya dönüşmüştü. Senegal’de gidişat nasıl bu kadar kötüleşti? Dakar sokakları herhangi bir becerisi, beklentisi olmayan geleceği ümitsiz, eğitimi kıt gençlerle dolu. Çoğu resmi dil Fransızcayı konuşamıyor. Vasıfsız genç nüfus aşırı kullanılmış tarım arazileriyle dolu kırsalı bırakıp şehre gelmeye devam ediyor.
Yüzyıl sonunda Afrika nüfusunun Çin ve Hindistan’ın toplamına ulaşabileceği düşünüldüğünde, birçok soru akla geliyor: Bu kitleler nasıl eğitilecek? Nasıl barınacaklar, ne yiyecekler? Sağlık hizmetlerini kim üstlenecek? Dakar’ın merkezi bu haldeyse Afrika’nın daha az düzenli diğer yerleri ne olacak?
Dakar’ın dış mahallelerinden geçen sözde otobanda sıkışan trafik, yol kenarındaki küçük camiler, terzi ve berber dükkanları, su satıcıları asla bitmeyen projelerle dolu ülkenin insanı hüsrana uğratan halini özetlemeye yetiyordu. Uzun süredir yağmur yağmayan yöreden kaçıp yurtdışına göçenler, Avrupa’daki akrabalarının yanına yasal yollarla gidenler ya da Sahra’yı geçip Libya, Cezayir veya Fas üstünden Akdeniz’e inip botla Avrupa’ya geçmeyi göze alanlardı. Binlerce insanın bu yollarda can vermesi bile bu akını durdurmadı.
Afrika’ya göç eden Çinli akınına dahil olan ilk çevirmenlerden Zhang de ilkin Madagaskar’a bir Çin kamu şirketi için çalışmaya gelmiş. Kontratı bitince elektronik eşya dükkanı açmış ve ülkenin en büyük TV, bilgisayar ve cep telefonu satıcılarından biri olmuş. Kendi işini kurmak için yeterli sermayeyi biriktirinceye kadar aracılık yaparak geçinmiş. 2007’de Senegal’e gelip önce bir restoran açmış, ardından Çin’den ucuz mal getirme işine girip perakende mağazası açtıktan sonra metalürji sektörüne girmiş. Onun hikayesinde de doğru zamanda doğru yerde olmanın payı büyük. Çinliler gurbette birbirini gözetmeyi görev bildiğinden doğru yerlere kendi adamlarını yerleştirip imkanlardan faydalanmalarını sağlamayı da iyi becermiş. Ne Madagaskar’da ne Senegal’de Afrikalı ortağı olmamış, çünkü Çinliler sadece Çinli işadamlarıyla güven ilişkisi içinde çalışıyorlar. Onun gibi sadece Çinli mühendislere ve teknisyenlere, Çinli yatırımcılara güvenen pek çok patronla tanıştım. Yerel ortaklıklar yalnızca iyi bağlantıları olan yerel elit sınıfla yapıldığından, bu şartlar altında Afrika’nın şu anda ya da yakın gelecekte yararına olabilecek herhangi bir sağlam bilgi transferi ya da uzmanlık aktarımının mümkün olamayacağı apaçık. Zhang ve onun gibiler yeni fırsatlar sunan ve çok para kazandırabilecek Afrika toprakları üzerinde yeni bir Çin dünyası inşa ediyorlar. Daha binlerce Çinli Afrika’ya gelecek ancak küçük ölçekli ticaretten büyük servetlere uzanan yollar kapanmak üzere. Yükselen diğer dünya güçlerinde olduğu gibi Çin siyasi nüfuz arayışında insanlarını bir bölgeye gönderirken o bölgeden insanlar da Çin’e gitmeye başladı. Zhang’e göre Çinliler yerli halkın beceriksiz ve kıt kafalı olduğunu düşünerek çok yanılıyorlar. Çinli tüccar sınıfı yalnızca Senegal ile sınırlı değil. Kıtanın en tenha ve ümitsiz yerlerinde bile 5-10 dolar arası cep telefonu satanlarına; Etiyopya’nın Somali sınırındaki Harar’daki kafes gibi dükkanlardan tutun Kongo’nun Lubumbaşi çarşılarında kalitesiz mal tezgahlarına, Tanzanya’da taneyle sigara satanlara rastlamak mümkün.
Senegal devlet başkanı Abdoulaye Wade’in meydan heykelleri ve tüneller gibi sözde prestijli ama anlamsız projeleri birer halkla ilişkiler ve mühendislik faciasına dönüştükçe, şehrin peşkeş çekilen arazilerini Çinli yatırımcılar sahiplenmiş. Müteahhitler ve yerel politikacılar arasında yapılan şaibeli anlaşmaların hepsinde olduğu gibi, gece yarısı buldozerlerle araziyi dümdüz etmek Çin’de alışılmış bir taktik. Büyük çaplı projelerde tecrübesi olmamasına rağmen, Rebeuss konut projesinin müteahhitliğini alan Zhang de aynı taktiği izleyip yerel bir futbol takımının sahası olan alana yepyeni binalar dikmek için işe koyulmuş. Fakat halk, projeyi Truva atına benzeterek tepki göstermiş. Bu tip lüks apartmanların Çinli göçmen akınının ikinci dalgası için yapıldığı görüşü hakim. Çünkü konut projesi bittiğinde dairelerin çok azının yereller tarafından satın alınması mümkün.
Afrika’da özgürce yayın yapabilen medyaların başında gelen Senegal, kıtanın en gelişmiş sivil toplumuna sahip. O yüzden esrarengiz Çinli işadamları hakkındaki şüpheler ve toplumdaki Çinli karşıtı hassasiyet etkisini göstermiş. Zhang protestolara karşın sağlam ticari ilişki ağları, ucuz kredi bolluğu sayesinde itiraf etmese de yetkililere rüşvet akıtarak işini halletmiş. Ona sorarsanız başarısını mükemmel zamanlama ve durmadan çalışmasına borçlu. Bana kalırsa Zhang ve benzeri işadamlarının hızlı ve sıra dışı yükselişlerini organize suç ve insan kaçakçılığı gibi karanlık güçlerle açıklamak daha olası. Görüşmemizden kısa süre sonra Wade kızgın seçmenlerin bozgununa uğrayınca, işler tersine döndü ve sonunda proje iptal edildi.