ÖDÜL – PETROL, PARA VE İKTİDAR ARAYIŞ DESTANI
ÖNSÖZ
Petrolün tarihi 19. Yüzyılın ikinci yarısında başlamış olsa da gerçek önemine kavuşması 20. yüzyıldadır. Petrolün hikayesinde üç ana tema vardır. Birincisi, kapitalizm ve modern iş dünyasının ortaya çıkıp gelişmesinde ana etkendir. Petrol dünyanın en büyük ve en yaygın sektörü olup, ilk çok uluslu şirketler burada doğmuştur. Hiç bir iş kolu petrol kadar risk ve ödülü, şans ve kaderi bir arada barındırmaz. Son yıllarda bilgisayar çipleri ön plana çıkmış olsa da, yeterli miktarda alternatif enerji kaynağı bulununcaya kadar petrol küresel ekonomide etkilerini sürdürecek, fiyat hareketleriyle ekonomik büyümeyi ya da tersine krizleri tetikleyecektir.
Petrolün İkinci ana teması, ulusal stratejiler ile küresel siyaset ve gücü iç içe getiren bir meta olmasıdır. Birinci Dünya savasının gidişatını ve sonunu etkileyen, Avrupalı emperyal güçlerin sömürge egemenliğine son veren, uluslararası siyasetin kıyısındaki bazı ülkeleri merkeze çeken, Körfez ve Irak savaşlarına yol açan hep petroldür.
Petrol aynı zamanda bazı olumsuzlukların da müsebbibidir. İran şahının sonunu muazzam petrol varlığı getirdi. Meksika ekonomisini petrol inşa etti, petrol yıktı. Sovyetler Birliği 1970 ve 1980’lerdeki dev petrol gelirlerini silahlanmaya ve savaşlara yatırdı. Bir zamanların en büyük petrol üreticisi olan Amerika, bugün en büyük tüketici olarak ihtiyacının %55 – 60’ını ithal ederek borç yükünü korkunç boyutlara getirdi. Petrol tarihinin üçüncü teması “Hidrokarbon Toplumu” ve “Hidrokarbon İnsanı” haline gelmemizdir. Aydınlatma için gaz yağının kullanılmasından başlayarak, önceleri işe yaramıyor diye akarsulara akıtılan benzinin içten yanmalı motorların icad edilmesiyle hayatımızın her alanında etkili olması, petrolden elde edilen çeşitli kimyasalların ve plastiklerin çağdaş uygarlığın tuğla ve harcı olması, aynı uygarlığın petrolün bitmesiyle muhtemelen çökecek olması hep Hidrokarbon toplumu haline geldiğimizin işaretleridir.
BÖLÜM 1
TEMELİ KURANLAR
Başlangıç
Macera bir dizi rastlantı ve bir kişinin azmi sayesinde başladı: George Bissell. New Yorklu bir avukat olan Bissell Pennsylvania’dan geçerken insanların bazı birikintilerin yüzeyinden paçavralarla bir tür yağ topladığını gördü. Kaya yağı denen bu yanıcı maddenin “ Seneca yağı” adıyla her derde deva bir kocakarı ilacı olarak kullanıldığını duymuştu. Birden aklında bir şimşek çaktı. Acaba bu yağ ilaç olarak değil de aydınlatmak amacıyla kullanılabilir miydi?
Bissell sonraki altı yılını bu hedefe ulaşmaya harcadı. Fikir, diğer yatırımcıların da ilgisini çekti ve aralarında bir grup oluşturdular. Grup, 1854’te Yale Kimya Profesörü Silliman’dan yağın aydınlatma ve yağlama yağı olarak özelliklerini araştırmasını istedi. Silliman’ın 16 Nisan 1855 tarihli raporu petrol sektörünün dönüm noktası oldu. Raporda yağın tamamen karbon ve hidrojenden oluştuğunu, değişik kaynama noktalarında farklı ürünlere ayrıştığını ve bunlardan birinin rahatlıkla aydınlatmada kullanılabileceğini ifade ediyordu. Kaya Yağına bu kadar umut bağlanmasının sebebi tamamen ihtiyaçtan kaynaklanıyordu. Sanayi devriminin doğurduğu nüfus artışı ve ekonomik kalkınma, hayvansal veya bitkisel yağa batırılmış fitilden farklı bir aydınlatma maddesine olan talebi arttırmıştı. Taş kömüründen elde edilen Havagazı ancak kentlerin ve zenginlerin evlerinin aydınlatılmasında kullanılıyordu. Çeşitli maddeler üzerinde yürütülen araştırmalar sonradan petrol sanayinin temelini teşkil edecek olan arıtmanın (rafinerilerin) gelişmesini sağlamıştı.
Kanadalı Jeolog Abraham Gesner Asfalt ve benzeri maddelerden yağ elde etmeyi başarmış ve buna yunanca “Keros “ (balmumu) ve Elaion ( yağ ) kelimelerinden yola çıkarak “ Kerosen” adını vermişti. 1850 lerde Amerikanın çeşitli kentlerinde ve İngiltere’deki rafinerilerde başlıca taş kömüründen olmak üzere yılda 5 milyon dolarlık kerosen üretiliyordu.
Petrol insanoğluna yabancı bir madde değildi. Orta Doğu’nun çeşitli bölgelerinde kayalardaki çatlaklardan gazla birlikte sızan bitüm adlı bir madde Mezopotamya’da M.Ö. 3000 yılından beri ticari meta muamelesi görüyordu. Babil ve Eriha’nı duvarlarında çimento, Nuh’un gemisinde ve Musa’nın sepetinde macun, yollarda asfalt döşeme, evlerde ilaç, savaşlarda silah olarak kullanılıyordu. Ateş almış gaz sızıntılarına kutsal ateş diye tapılıyordu. (Çıralı-Kimera Efsanesi.) Petrol ve kireç karıştırılarak elde edilen ve su döküldükçe parlayan “Bizans Ateşi – Oleum İncendinarium ” M.S. 7 yüzyıldan itibaren Bizanslıların en büyük silahı olmuştu. Formülü devlet sırrı olarak saklanıyordu. Yüzyıllarca baruttan bile daha etkin bir silah olarak kullanılmıştı.
Dolayısıyla Orta Doğu’da Petrol’ün tarihi çok eskiye dayanıyordu. Fakat nedense yüzyıllarca Batının bu kullanım ve uygulamalardan hiç haberi olmadı. Çok daha sonra varlığı ortaya çıktığında Batı arıtma teknolojilerini Araplardan öğrendi. 1850’lerde asfalttan ve kömürden elde edilen Kerosenin (Gaz Yağı)nın Amerika’da yayılması iki engelle karşılaştı: Yeterli miktarda bulunmuyordu ve yakacak doğru dürüst bir lamba yoktu. Derken Viyana’da cam bacalı bir gereç olduğu öğrenildi ve büyük miktarlarda Amerika’ya ithal edildi. Tasarımı daha sonra defalarca geliştirilmiş olsa da bütün dünyaya yayılan gaz lambalarının esası bu Viyana tasarımıdır. Böylece, Bissell girişimini başlattığında kerosen evlere girmiş, havagazı üretimi sayesinde petrolün kerosene arıtılmasının yöntemi bulunmuş, Kerosen kullanan gaz lambası icad edilmiş bulunuyordu. Bissell ve Pennsylvania Kaya Yağı şirketindeki yatırımcı ortaklarının yapmaya çalıştıkları şey, ham madde olarak mevcut, yerleşik süreçlerden yararlanacak yeni bir kaynak keşfetmekti. Kaya yağını (petrolü) bol miktarda bulabilirlerse pazarı ele geçirebileceklerdi. Petrolü kazarak çıkartmak mümkün değildi. Fakat alternatif bir yöntem vardı. 1500 yıl önce tuz madenlerinde yerin 900 m altına inen delgi veya sondaj yöntemi geliştirmişlerdi. Bu teknik petrol çıkarılmasında kullanılamaz mıydı? Peki bu “çılgın” proje kime emanet edilecekti? Yatırımcılar bu iş için birçok işe girip çıkmış, dolayısıyla elinden her iş gelen Colonel Drake adında birini bir posta arabasıyla Pennsylvania’nın yoksul mu yoksul, 1.250 nüfuslu Titusville kasabasına gönderdiler. 1858 baharından 1859 Ağustosuna kadar uğraşan Drake tam paralar adamakıllı suyunu çekip projeden vazgeçileceği sırada 20 m derinlikte petrole rastladı. Haber yangın gibi yayıldı. Minnacık Titusville kasabasında nüfusu bir gecede, arazi fiyatları anında fırladı.
Pennsylvania kaya yağının kerosen olarak piyasada yerini bulması çok sürmedi. Mevcut aydınlatıcılara olan üstünlüğü açıkça belliydi. Yeni kuyuların da açılmasıyla “Petrol Bölgesi” adını alan bölgede pek çok rafineri inşa edildi.
Başlangıçta alıcılar at sırtında kuyudan kuyuya dolaşıp petrol topluyorlardı. 1870’lerden itibaren Petrol bölgesinde ve Newyork’da daha resmi petrol borsası kuruldu. Petrol üç esasa göre alınıp satılıyordu: Anında teslim ve ödemenin yapıldığı “spot”, akdin 10 gün içinde tamamlanmasını gerektiren “normal” ve gelecekte belli bir vadede belli bir fiyata satışını öngören “ Futures. ”
John D. Rockefeller
Petrol sektörünü şekillendiren en önemli figür Rockefeller’ dır. Aynı tespit Amerikanın sınai kalkınma tarihi ve modern şirketin ortaya çıkışı için de yapılabilir. Yönetim ve organizasyon dâhisi olarak bazılarınca alkışlanan Rockefeller, bazılarınca da en nefret edilen (kısmen çok başarılı olduğu için) iş adamıydı. John. D. Rockefeller 1838 yılında doğup, neredeyse bir asır yaşadıktan sonra 1931 de öldü. 1865 de bir açık arttırmada satın aldığı rafineri, Standart Oil adı altında modern petrol sanayinin başlangıcı oldu. Zamanlaması kusursuzdu. Amerikan iç savaşının sona ermesiyle muazzam bir ekonomik genişleme ve gelişme, kıran kırana rekabet ve spekülasyon başlamıştı. Kaydedilen teknolojik ilerlemeler sayesinde çelikten et paketlemeye, iletişimden ağır sermayeye, pek çok farklı dallarda büyük fabrikalar kurulmuştu. Yurt dışından göçler ve Batının yerleşime açılması yepyeni pazarlar yaratmıştı. Gerçekten de 19. Yüzyılın son 35 yılı kadar Amerikan İş Dünyası gerçek iş dünyası olmadı. Rafinerileri satın almakla işe başlayan Rockefeller ortağı Flagler ile birlikte üretimden başlayarak, ürettiği petrolü tüketiciye ulaştıran taşımacılığa kadar muazzam bir imparatorluk kurmuştu. Şirket hiçbir dış finansman kaynağı kullanmadan tamamen öz kaynaklarıyla yürüdüğü ve çok büyük hacimde optimum verimle iş yaptığı için diğer rafineri sahiplerine nazaran etkin indirimler alıyordu. Böylece 1879’ a gelindiğinde Amerika’daki rafineri kapasitesinin % 90’ını ve petrol bölgesinden petrol toplayan pipeline sisteminin tümüne sahip olmuştu.
Amerika’nın en zengin adamı olmasına rağmen ilginç bir şekilde tutumluydu. Ailesinin karşı çıkmasına rağmen her gün işe giderken eski, giyilmekten parlaklaşmış takım elbiseyi giyerdi. En sevdiği yiyeceklerden biri süt ekmekti.
Para kazanır kazanmaz kiliseye katkı ile başlayan yardımseverliği git gide büyüdü ve varlığının önemli bir kısmına ulaşarak bilim, tıp ve eğitimi kapsar hale geldi. Filantropiye de aynı işine gösterdiği sistematik ve araştırıcı yaklaşımı gösteriyordu. Kurduğu Chicago Üniversitesine veya üniversitenin herhangi bir binasına adının verilmesini kabul etmedi. “Yüce Tanrı’nın bana verdiği parayı nasıl kendimde tutarım” diyordu. Yardımları o zamanın parasıyla 550 milyon dolara ulaşmıştı. Rockefeller’in kurup yönettiği Standard Oil 1890’larda benzersiz bir varlığa ulaşmıştı. Gaz lambası Amerika’nın yaşam şeklini değiştirmişti. Rafinerilerden çıkan en önemli ürün gaz yağı olmakla birlikte nafta, benzin, fuel oil, yağlama yağları, vazelin ve parafin de yan ürünler arasındaydı.
Ticarette Rekabet
Dünyanın geri kalanı Amerika’dan “Yeni Işık”ın gelmesini bekliyordu. Fakat Avrupa’ya ilk sevkiyatı yapmak kolay değildi. Zira gemiciler patlama ve yangın korkusuyla gazyağını taşımaya yanaşmıyorlardı. Nihayet 1861 de Phiadelphia’lı bir taşıyıcı gemicileri adamakıllı sarhoş ederek gemiye gaz yağını yükletti. Bu kargo güvenle Londra’ya ulaşınca küresel ticaretin kapısı açılmış oldu. Amerikan Yağı hızla bütün dünyaya yayıldı. Dış pazarlar olmasaydı, Amerikan Petrol sanayii bu büyüklüğe ulaşamazdı. Avrupa’daki sanayileşme, kentleşme ve ekonomik büyüme gaz yağı tüketimini ateşledi. Önceleri Rusya’nın da büyük bir Pazar olacağı düşünülüyordu, fakat durum öyle gelişmedi. Yüzyıllardır Kafkasların Hazar Denizine uzanan kurak yarımadasında petrol sızıntısı olduğu biliniyordu. Bakü, Zerdüştlerin taptığı “sonsuz ateş kuleleri”nin bölgesiydi. Gerçekte bu “Kuleler” kayalardaki çatlaklardan sızan petrol gazlarıydı. İlk petrol kuyuları 1871 – 72 de açıldı. 1873’te rafineri sayısı 20’yi aşmıştı. Kısa süre sonra Robert Nobel (Dinamiti icad eden ve Nobel Ödüllerini koyan Alfred Nobel’in ağabeyi) isimli bir kimyacı Bakü’ye gelerek bir rafineri satın aldı. Verimlilik ve karlılığa bilim, innovasyon ve iş planlamasını ekleyerek kısa sürede “ Bakü Petrol Kralı” oldu. Başarısı “19.yüzyıl iş dünyasının en büyük zaferlerinden biri “ şeklinde tanımlandı. Kardeşi Alfred’in aracılığıyla Credit Lyonnais’den aldığı borç, petrol üretiminin teminat olarak gösterildiği ilk kredi örneğini teşkil etti. Ancak Bakü petrollerinin sorunu, büyük pazarlara ulaşım güçlüğü idi. Rothschild’lerin finansmanıyla Bakü-Batum demiryolu tamamlanarak Rus petrolüne Batı kapısı açıldı. Ancak bu noktada Standart Oil devreye girerek çeşitli ali cengiz oyunlarıyla Avrupa satışlarını engelledi. Rothschild’ler yeni pazarları ellerine geçirmek için Londralı Yahudi Marcus Samuel’in yardımını istedi. Marcus Samuel’in babası Emanuel, deniz kabuklarından çeşitli biblolar yapar, “Brighton Hatırası” diye satardı. Marcus kendi tasarladığı güvenli tankerlerle petrol taşıyarak iyi tanıdığı Uzak Doğu pazarlarına girmeyi önerdi. Bir deniz kabuğu türünden adını alan “ Murex” isimli ilk tanker 1892’de Batum’dan aldığı petrolü Singapur ve Bangkok’a götürdü. Murex’i takibeden bütün tankerler isimlerini hep deniz kabuklarından aldı. Gelişmelerden rahatsız olan Standart Oil Uzak Doğu pazarına ulaşmak amacıyla Hollanda Hint Adalarında (Dutch India) faaliyet gösteren Royal Dutch şirketine gözünü dikti. 1890 yılında kurulan şirket hızla büyümüş, rakiplerinin dikkatini çekmeye başlamıştı. Ancak Royal Dutch şiddetle direnerek Standart Oil tarafından yutulmamayı başardı.
Yeni Yüzyıl
19.yüzyılın sonunda aydınlatmaya olan talep gazyağı, havagazı ve mumla karşılanıyordu. Fakat bunların üçü de kir, is ve ısı yayıyorlar, oksijen tüketiyorlar ve yangın tehlikesi taşıyorlardı. O yüzden Harvard’ın kütüphanesi gibi bazı binalar aydınlatılmıyordu bile. Edison’un 1879’da ampulü icat etmesi her şeyi değiştirdi. Bu sorunların hiçbirini taşımayan ampuller 1885’te 250.000, 1902’de 18 milyon adede ulaştı. Varlığını aydınlatmada gaz yağı kullanılmasına borçlu olan petrol sektörü şimdi ne yapacaktı? Bir kapı kapanıp pazar tam elden gitmek üzereyken bir başka kapı açıldı. “ Atsız Araba” icat edildi. Önceleri çok yavaş, gürültülü ve çirkin addedilen bu yeni araç, birkaç yarıştan sonra çeşitli mekanik tasarımcıların dikkatini çekti. Bunlardan biri de “Edison Aydınlatma Şirketi ”nde çalışırken işinden istifa edip benzinli, içten yanmalı taşıtların tasarım, imal ve satışına girişen Henry Ford’du. 1905’e gelindiğinde benzinli arabalar piyasaya egemen olmuştu bile. Artık rafinerilerde ana ürün olarak benzin üretiliyordu. Bunu fabrikalarda, trenlerde ve gemilerde kullanılan fuel oil izliyordu. Pennsylvania’daki kuyulardan sonra yeni arayışlara girişildi. Texas Spindletop’ta açılan kuyu günlük 75.000 varil üretimiyle Petrol tarihine geçti. Kuyunun verimini Londra’dan Marcus Samuel de duymuştu. Babasının deniz kabuklarına ilgisi dolayısıyla Shell adını verdiği tanker şirketini Rusya petrollerine bağımlılıktan kurtarmak istiyordu. Spindletop kuyusu sahipleriyle 1901’de yapılan anlaşma sonucunda Fuel Oil tüketimi tüm gemilere, demiryollarına, fabrikalara ve konutlara yayıldı.
Ejderha Öldürüldü
Standart Oil Kuşatma altındaydı. Amerika ve dünyadaki rakipleri onu herkesi ezip geçen taktikler uygulamakla suçluyorlardı. Kamu gözünde güçlü, hilebaz, zalim, nefes aldırmayan bir şirket olarak görülüyordu. Açılan antitröst davası sonucunda yargıç şirketin kurulduğu yıldan beri başkalarının ticaret hakkını elinden aldığına ve 6 ay içinde parçalanması gerektiğine hükmetti.
Yargıç’ın kararı başta Rockefeller olmak üzere tüm şirket yöneticilerini şoke etti. Bu koskoca karmaşık, girift şirket nasıl parçalanacaktı? Standard Oil Pennsylvania, Ohio ve Indiana eyaletlerinin petrolünün dörtte üçünü taşıyor, Amerika’daki tüm ham petrolün beşte dördünü rafine ediyor, gazyağının dörtte üçünü pazarlayıp, yağlama yağlarının onda dokuzunu satıyordu. Pek çok yan ürün yanında 98 gemiyle yolcu ve yük taşımacılığı yapıyordu.
Neticede parçalanma şu şekilde gerçekleşti. En büyük bölümü Standart Oil of New Jersey (daha sonra Exxon), Standart Oil of New York (daha sonra Mobil), Standart Oil of California (daha sonra Chevron) isimleriyle ve diğer daha küçük şirketler halinde faaliyetlerini sürdürdüler. Kamuoyu ve Amerikan Siyasi Sistemi petrol taşıma, arıtma ve pazarlama işlerine rekabeti geri getirmişti. Ejderha öldürülmüştü fakat parçalara ayrılmasının kendine göre faydaları oldu. SO of Pennsylvania, artık tek elden yürütülemeyecek kadar büyümüştü. Özgürleşen yavru şirketler Ar-Ge’ye ağırlık verdiler. O güne kadar ham petrolden %18 -20 oranında ayrıştırılan benzin “ thermal cracking ”(yüksek ısı ve basınç) uygulanarak % 45’e kadar çıkarıldı. Böylece petrol sektörü kimya bilimi sayesinde devrim yapan ilk büyük sanayi dalı oldu. Artık rafinerilerin verimi ve ürün yelpazesi ham petrolün farklı bileşiklerinin atmosfer basıncında damıtılmasıyla sınırlı değildi. Dahası, “ cracking” den geçirilen benzinin antinok (vurmasızlık) özellikleri doğal benzinden daha iyiydi. Zamanlama da daha iyi olamazdı. Otomobil sanayi almış başını gidiyordu. Daha önce 1-2cent’e satılan veya atık diye dökülen benzin fiyatları 18 cent’e, Avrupa’nın bazı yerlerinde 1 dolara fırlamıştı. Bütün bu gelişmelerden hem Standard Oil’dan doğan yeni şirketler, hem de hepsinde hissesi bulunan Rockefeller karlı çıktı.
Petrol Savaşları
Royal Dutch ve Shell, Rus ve Uzak Doğu petrol ihracatının toplamının yarısından fazlasını kontrol ediyorlardı. Aralarında uzun süre kıyasıya rekabet yaşandıktan sonra 1907 de Royal Dutch / Shell Grubu olarak birleştiler. Birleşmeden sonra dünya petrol pazarına iki dev hakim oldu: Standart Oil ve Royal Dutch/ Shell. Bu durum iki dev arasında savaş başlattı. Standart Oil’in ataklarına Royal Dutch/ Shell Amerika pazarına da girerek karşılık verdi.
İran Devrede
Antoine Kitapçı adında İranlı şık giyimli bir hükümet görevlisi 1900’de Paris’e geldi. Amacı, İran’dan petrol imtiyazı almak isteyen Avrupalı bir yatırımcı bulmaktı. Şahın harcamaları yüzünden hükümet iyice bataktaydı. Kitapçının çabaları tarihi boyutta bir akitle sonuçlanacaktı. Orta Doğu’da petrol devrini başlatacak, bölgeyi uluslararası siyasi ve ekonomik rekabetin merkezine oturtacaktı. İran’ın kendisine gelince; Pers imparatorluğu döneminden beri sahip olmadığı öneme kavuşacaktı. Kitapçı aradığı yatırımcıyı William D’arcy adında bir İngiliz’de buldu. D’arcy’ye İran’da petrol bulma olasılığı cazip geldi. Bu girişimle D’arcy Orta Doğu petrol sektörünün kurucusu oldu. İran’da petrol sızıntıları yüzyıllardır görülmekteydi. Yerli Halk bunu tekne macunu ve yapı harcı olarak kullanıyordu. D’arcy’nin 7 yıl süren uğraşıları, parasızlıkları, umutsuzluklarından sonra Mescid’i Süleyman’da füze gibi fışkıran bir kuyu bulundu. Bu girişim için kurulan Anglo- Persian Petrol Şirketi halka açıldığında projeyi finanse eden Bank of Scotland önünde izdiham yaşandı. Petrol için yeni bir kaynak bulunmuş ve İngiliz himayesine alınmıştı. Anglo- Persian’ın uzunca bir süre finansman sıkıntısı devam etti. Ürettiği petrolü pazarlama fırsatı bulamıyordu. İmdadına Deniz Kuvvetleri Komutanı Churchill yetişti. 1914’te çıkarılan bir kanunla İngiliz Deniz Kuvvetlerinin bütün gemilerinin yakıtı kömürden petrole dönüştürülme kararı alındı.
BÖLÜM II
KÜRESEL MÜCADELE
1.Dünya Savaşı
Avrupa sessiz sakin, barış içinde görünüyordu. Kimse artık yeni bir savaş beklemiyordu. Fakat bu durum çok sürmedi. Churchill’in yasa teklifinin parlamentodan geçmesinden 10 gün sonra, 28 Haziran 1914’te Avusturya Arşı Dükü Franz Ferdinand’ın Saraybosna’da suikaste uğraması I. Dünya Savaşını başlattı. Herkesin tahmini bunun kısa bir savaş olacağı, birkaç hafta, bilemediniz birkaç ay sonra sona ereceği yolundaydı. Aksine sürdü de sürdü. Bittiğinde de insanlar ne maksatla böyle bir facianın ortaya çıktığını anlamakta güçlük çektiler. Birçok sebep öne sürüldü. İş bilmezlik, kendini beğenmişlik, aptallıktan tutun da, sanayi toplumunun ve uluslararası rekabetin yarattığı gerilim birikmesine kadar. Sebepler arasında hızla yayılan milliyetçilik akımı, Avusturya, Macaristan, Rus ve Türk imparatorluklarının tıkanması, geleneksel güç dengesinin çökmesi ve yeni yükselişe geçen Alman Reich’ın hırsları ve güvensizlikleri de sayılıyordu.
Büyük savaş yenilenler için olduğu kadar yenenler için de bir felaket olacaktı. Tahminen 13 milyon kişi öldü, çok daha fazlası yaralandı ve yerinden yurdundan oldu. Avrupa’nın siyasi ve ekonomik sistemlerini alt üst etti.
Bu savaş insanla makinalar arasında cereyan etti. Ve bu makinalar petrolle besleniyordu. Savaşın tüm gidişatını değiştiren petrol ve içten yanmalı motorlar oldu. O güne kadar hareket gücü atlarla, tren yoluyla ve birliklerin kas gücüyle sınırlıyken artık her yere ulaşılabilir olmuştu. O yüzden de yaşanan felaketin boyutları ve yıkımı hiç bir stratejistin öngöremeyeceği kadar büyük oldu. Motorize birlikler ve uçaklar artan ölçüde savaşa katılırken, İngiliz donanması tam vaktinde petrole geçmekle Alman filosuna kıyasla daha fazla menzil, hız ve yakıt takviyesi kolaylığı kazanmıştı.
İngiltere hükümeti donanmanın yakıt ihtiyacını karşılamak için Anglo-Persian hisselerini satın almıştı. Ancak oradan tedarik pek kolay olmuyordu. Baş tehdit Osmanlı imparatorluğu idi. 1914’te Almanya’nın yanında savaşa giren Türk birlikleri Abadan rafinerisine ulaşımı engelliyordu. Ancak İngiliz askerleri onları püskürtüp kritik önemi haiz Basra’yı ele geçirdi. Böylece İran petrollerine Batı’dan yaklaşma olanağına kavuşmak yanında, İngiliz çıkarlarına hizmet eden yerel yöneticilerin de güvenliği sağlanmış oldu. Anglo Persian, esasta bir ham petrol şirketiydi. Başkan Greenway İngiltere’nin en büyük dağıtım şirketi British Petrol’ü satın alarak şirketi entegre hale getirdi ve adını değiştirdi. Almanlar ise gözlerini Bakü petrollerine dikmişlerdi. Almanlar ile Bolşevikler arasında 1918’de imzalanan Brest-Litovsk anlaşmasıyla Bakü’ye erişmenin yolunu aramaya başladılar. Fakat Alman ve Avusturyalıların müttefiki olan Türkler, Bakü’ye doğru ilerlemeye başlamışlardı bile. Müttefiklerinin başarısının petrol yataklarının yıkımına yol açacağından korkan Almanlar bolşeviklere petrol karşılığında Türkleri durdurma vaadinde bulundular. Fakat yerel Bolşevikler hiçbir şekilde Almanlara destek vermeyi kabul etmediler. Türkler ilerleyerek Bakü’yü ele geçirdiler. Bu kargaşada Türklerden yüz bulan yerel Müslümanlar tıpkı 1905’te olduğu gibi bir kere daha şehri talan ettiler, yakıp yıktılar. Hastanede yatanlar dahil, buldukları bütün Ermenileri öldürdüler.
Bakü’yü ele geçirememeleri Almanlara büyük darbe oldu. Bir ay sonra da teslim oldular. 11 Kasım 1918’de imzalanan savaş kes anlaşmasıyla I. Dünya Savaşı resmen sona erdi. Almanlar demir ve kömürdeki üstünlükleriyle övünüyorlardı fakat petrolün üstünlüğünü hesaba katmamışlardı.
Orta Doğu Kapısı Açılıyor
Türk Petrol
Savaş sonrasında en önemli soru, barışın nasıl yapılacağı ve harap haldeki dünyanın nasıl tekrar düzene sokulacağıydı. Petrol, savaş sonrası siyasetin ayrılmaz parçası olmuştu. İngiltere bir zamanlar Osmanlı eyaleti olan ve şimdi Irak diye bilinen Mezopotamya’nın peşindeydi. Fransa’nın gözü ise Musul üzerindeydi. İngiltere Başbakanı Lloyd George, Fransa Başbakanı Clemenceau’ya şu soruyu sordu: Fransa’nın komşu Suriye üzerindeki egemenliğini İngiltere kabul ettiği takdirde Fransa Musul üzerindeki iddiasından vazgeçer miydi? Clemenceau cevap verdi: Musul petrollerinden pay aldığı takdirde Fransa bunu kabul ederdi. Bu sözde mutabakat, Orta Doğu ve tüm dünyada yeni petrol yatakları için büyük mücadeleyi başlatacak, Fransa, İngiltere ve Amerika birbirine girecekti. Mücadele belli bir bölgede yoğunlaşacaktı: Mezopotamya Bölgesi, petrol potansiyeli olduğuna dair raporlar dolayısıyla savaş öncesinde girift diplomatik ve ticari imtiyaz kapma rekabetine maruz kalmıştı. 1912 de sahneye Türk Petrol adlı bir şirketin girdiği görüldü. Royal Dutch Shell ve Deutche Bank ile Türk Milli Bankası’nın ortaklığında kurulmuştu. Ortakları bir araya getiren Kalust Sarkis Gülbenkyan adlı bir Osmanlı ermenisiydi. (Türkiye Millî Bankası: 1909 yılında İstanbul’da kurulan Osmanlı anonim şirketi yapılanmasındaki banka. Fransızlara rakip olarak İnglizler tarafından kurulan banka Osmanlı’da ticari ve sınai girişimlerde bulunmak, taahhüt işlerine girişmek, her çeşit banka işlemleri yapmak ve devletin, belediyelerin borç almalarına katılmak ve taşınır kıymetler ihracına aracı olmak amacını gütmüştür. Türk Millî Bankası’nın hakim ortaklarından Kalust Sarkis Gülbenkyan olduğu daha sonraları ortaya çıkacaktı. Banka Türk Petrol Şirketi’nin kurulumuna aracılık ettikten kısa bir süre sonra tasfiye edildi. Kaynak: Vikipedi) Petrol zengini bir babanın kapalı çarşıda yetişmiş oğlu olarak alavere dalavereden anlayan, müzakereci bir yapıda olan Gülbenkyan Türk hükümetine mali danışmanlık yapıyordu. Türk Milli Bankası’nın da % 30 unun sahibiydi. İngiliz Hükümeti Türk Petrole dahil olmak için baskı yapıyordu. Nihayet 1914’te Anglo Persian’ın da dahil olduğu yeni bir konsorsiyum kuruldu. Gülbenkyan bu ve bundan sonraki bütün anlaşmalarda kendine %5 pay kaptığı için “Bay yüzde beş” olarak anılır oldu. Mezopotamya 400 yıldır Osmanlı İmparatorluğunun bir parçasıydı. O imparatorluk ki Balkanlardan Basra Körfezine kadar uzanıyordu. Savaş sırasında İngiltere, Mekke şerifi Hüseyin’i kışkırtarak Arabistanlı Lawrence ile işbirliği içinde Osmanlılara başkaldırmaya yöneltti. Savaşın bitiminde İmparatorluğun hali mecali kalmamıştı. Toprakları, çoğunun sınırları harita üzerinde cetvelle çizilen bir dizi bağımsız ve yarı bağımsız ülkelere bölünmüştü. Artık Bölgeye İngilizler hakimdi. Petrol kaynaklarını ne pahasına olursa olsun ellerinde tutmak istiyorlardı. O yüzden ilk işleri Musul’a el koymak oldu. Geri kalan yerleri de Fransa ile paylaştılar.
Ancak esas soru gerçekten bölgede petrol var mıydı? İlk Sondaj binlerce yıldır topraktan çıkan gazların alev alev yandığı Kerkük yakınlarında yapıldı. Çabalar boşa çıkmadı. 15 Ekim 1927 de Baba Gürbüz 1 adı verilen ilk kuyudan 20 metreye petrol fışkırdı. Bunun üzerine, savaşı kaybettikten sonra Almanların atılıp Fransızların girdiği Türk Petrol şemsiyesi altında “Kırmızı Hat” anlaşması imzalandı. Türkiye’den şimdiki Arabistan’a kadar tüm petrol alanlarını içeren bölgede taraflar Türk Petrol’deki ortaklarından habersiz kendi başlarına bir iş yapmayacaklardı. Bu anlaşma hem Orta Doğuda bundan sonra petrol faaliyetlerinin çerçevesini çizecek, hem de on yıllarca süren şiddetli iç çatışmaların kaynağı olacaktı.
Benzin Devri
Savaş sonrasında yaşanan gelişmeler yalnızca petrol sektörünü değil, önce Amerika’nın , sonra da tüm dünyanın yaşam tarzını değiştirdi. Bu durum hızla artan otomobil sayısından kaynaklanıyordu. Bunun da başını Amerika çekiyordu. 1929 da 23.1 milyon (her 5 kişiye 1 araba) ile tüm dünyadaki otomobillerin %78’i Amerika’daydı. Sayı ile birlikte kat edilen mesafeler de artıyor, tüm yaşam tarzı değişiyordu. Artan tüketim ile birlikte petrol arama teknolojisi de gelişiyordu. Daha önce sadece yüzey şekillerine bakılarak açılan petrol kuyuları artık jeoloji biliminden yaralanarak açılıyordu. Şirketler arası birleşmeler – satın almalar gırlaydı. Bunların arasında niyetlenip gerçekleşemeyen girişimler de vardı. Örneğin Shell 1924’te Bakersfield, California da dev bir arazinin imtiyazını elinde tutan Belridge adlı 8 milyon $ lık şirketi çok pahalı diye almamıştı. Tam 55 yıl sonra, 1979 da aynı şirkete 3.6 milyar $ ödeyerek sahip olabildi.
Yeni Üretim Mücadelesi
Petrol eşittir Güç: Denklem I. Dünya Savaşında ispatlanmıştı. Bu da petrol şirketleri ile devletler arasında yeni bir ilişkiler dönemi başlattı. Kimde petrol var, kim istiyor , kaça satılacak? Denkleme sonraları ekleme oldu. Madem petrol eşittir güç idi, o zaman egemenliğin de sembolüydü. Bunun sonucunda şirketlerin amaçları ile devletlerin çıkarları sürekli çatışma halinde olacak ve uluslararası politikanın kalıcı özelliği olacaktı.
20. yüzyılın ilk yıllarında Batıda ilk Meksika üzerinde yoğunlaşan petrol aramaları 1910’da günde 110.000 varil fışkırtan dev kuyuyla Meksika’yı bir gecede dünya petrol sahnesine soktu. Venezüella’da üretim 1920’de 1.4 milyon varille başladı. 1929’a gelindiğinde 137 milyon ile Amerika’dan sonra en fazla petrol üreten ülke olmuştu.
Doğu yarım kürede savaştan önce Rus petrolleri dünya piyasasının en önemli oyuncularından biriydi. 1917 devriminde Bolşevik’ler yönetimi ele geçirince bütün imtiyazları elinde tutan Royal Dutch/ Shell ve Nobel ailesi varı yoğu satıp Rusya’dan çekildiler. Amerika’da sürdürülen aramalar 1930’da, o güne kadar hiç arama yapılmamış olan Doğu Texas’da, 70 km uzunluğunda ve yer yer 15 km genişliğinde bir alanda muazzam bir yatak bulunmasıyla sonuçlandı. Kara Dev adı verilen bu yatak cesametiyle o güne kadar Amerika’da keşfedilen bütün alanları geride bırakıyordu.
Tüm Dünya’da keşfedilen yeni petrol alanları ve bunu takiben başlayan Büyük Buhran fiyatları 1 $ / varile kadar düşürdü. İhracat gelirlerinin üçte ikisini petrolden kazanan İran bu durumdan Anglo-Persian şirketini sorumlu tutarak bütün imtiyazları geri aldı. Kazak birliklerinin komutanlığından gelip kendini şah ilan eden Rıza Han ülkenin tartışmasız hakimiydi. Halkını hiç sevmez, onları cahil ve tutucu bulurdu. Hizipler içindeki ülkeyi birleştirip tüm kontrolü elinde tutmak, rakip güç merkezlerinin belini kırmak amacındaydı. İşe laik ve modern bir ülke yaratma çabalarına şiddetle karşı koyan din adamları, softalar ve mollalar ile başladı. Kamu sağlığı hizmetlerine ve eğitime bütçeden büyük paralar ayırdı. Bahreyn’i İngiliz hakimiyetinden kurtarmaya çalıştı. 1932 de Anglo Persian haklarını tek taraflı feshedince İngilizler şahla uzun müzakerelere giriştiler. Neticede İran’ın daha fazla gelir elde edeceği şekilde ve imtiyaz alanları daraltılarak yeni bir sözleşme yapıldı.
Arap İmtiyazları
Birinci Dünya Savaşında yerinden yurdundan olanlardan biri de Yeni Zelendalı binbaşı Frank Holmes’du. Savaşta İngiliz ordusu ile Orta Doğu’ya gelmiş, çeşitli yerlerde petrol sızıntısı olduğunu duyunca maden mühendisi olarak konuya ilgi duymuştu. Savaştan sonra bir şirket kurup büyük bir azim ve kararlılıkla yatırımcı bulmaya girişti. Bahreyn emirinden aldığı imtiyaz için uzun uğraşılardan sonra nihayet Gulf Oil’i ikna edebildi. 1932 de gerçekten petrol bulunması o güne kadar kendisini küçümseyip alay eden şirketleri şaşkına döndürdü.
Arabistan’da Suudi Hanedanı 1700 lerin başında Muhammed Bin Suud tarafından kurulmuştu. Orta Arabistan’da Daria şehrinin emiri olan Bin Suud, İslam’ın çok katı bir şekilde uygulanmasını vaaz eden Muhammed Bin Abdül Vahab’la işbirliği içinde yarım yüzyılda yarımadanın önemli bir kısmını fethetti. Türklerle uzun mücadelelerden sonra torununun torunu Abdül Aziz İbni Suud Kuveyt emiri El Sabah’ın da yardımıyla 1926 da 45 yaşındayken kendini Hicaz Kralı ilan etti. Daha sonra ülkenin adını Suudi Arabistan olarak değiştirdi. Din olarak da katı Vahabi mezhebini benimsedi. Ancak savaşlar bütçeyi adamakıllı boşaltmıştı. Buhran dolayısıyla eskisi kadar hacı da gelmiyordu. Birkaç yabancı girişimci kurak topraklarında petrol bulunabileceği, bunun için de yabancılara imtiyaz verilmesi ve sondaj yapılması gerektiği konusunda ikna etmeye çalıştı. Kral önceleri ülkesine yabancıların girmesini istemiyordu. Fakat büyükçe bir altın peşinat karşılığında SoCal (Standard Oil of California) şirketine 63 yıllık imtiyaz vermeyi kabul etti.
Aynı para sıkıntısı Kuveyt için de söz konusuydu. Ülkenin bir numaralı ihraç kalemi olan inci, Japonların kültür incisini geliştirmesinden sonra eski değerini kaybetmişti. Ülke iflasın eşiğindeydi. Emir Şeyh Ahmet Amerika şirketlerine imtiyaz vermek istiyor, fakat körfezi hakimiyeti altında tutan İngiltere’yi kendine düşman etmekten korkuyordu. Zira İngiltere bir imtiyaz verilecekse mutlaka İngiliz şirketine verilmesi konusunda ısrarlıydı. Sonunda Anglo–Persian ve SoCal’ın ortaklığıyla Kuveyt Petrol Şirketi kuruldu ve Emir’den 75 yıllık imtiyaz aldı. Kuveyt’te aramalar 1935’te başladı, 1938 de ilk kuyudan şaşırtacak debide Petrol fışkırdı.
Komşu Suudi Arabistan’da 3 yıl süren nafile çabalardan sonra 1938 de petrol bulundu. Ülke servete kavuşacak, artık hacı yolu gözlenmeyecekti. Keşif Irak Petrol Şirketi yanında Alman, Japon ve İtalyan şirketlerini de imtiyaz koparma yarışmasına soktu. Yeni bir devir başlamıştı. Dahran Şehri hızla gelişip çölün ortasında bir vaha oldu.
Kuyunun açılmasından hemen sonra bölgeyi deniz kıyısında terminal olarak seçilen Ras Tanura’ya bağlayan Pipe Line yapımına başlandı. SoCal’ın ilk petrol tankerinin Ras Tanura’ya yanaşması vesilesiyle kral ve avenesi 400 arabayla gelip 350 çadıra yerleştiler. İbni Suud’un bizzat kendisi vanayı açıp ilk damla petrolün Suudi Arabistan’ı terk etmesini sağladı. İnsanlar Arabistan’ın potansiyelini kavradıkça ülke son derece girift ve yoğun güç oyunlarının odağı olacaktı.
Peki ya Binbaşı Frank Holmes: Ebu Neft – Petrolün Babası? Tüm Arap Petrol Macerasını hayal eden , fark eden ve öncülüğünü yapan? Dünyanın bütün önde gelen petrol jeologlarının Arabistan’ı petrol açısından “ kupkuru” ilan etmelerine rağmen nasıl olup da kendinden bu kadar emin olabildiği sorulduğunda burnuna dokunup şu cevabı vermişti: “Benim jeoloğum buydu”