KÜLTÜR SANAT VE MEDENİYET BİLİNCİ
{ Kültürsüz Olmaz Yetiştir Kendini, Değişim, İstanbul 2007 } adlı kitabımızdan alıntıdır.
Kültür ve medeniyet tanımları için > Mümtaz Turhan, “Kültür ve Medeniyet”, Türkiye Günlüğü, S. 67, s. 85-93; Bülent Keneş, Batı Medyasında İslam İmajı, İz, İstanbul 1998, s. 17-33 + “Kültür” maddesi, Ana Britannica, XIV, 181-187.
Kültür, bir toplumda geçerli olan ve gelenek halinde devam eden her türlü dil, bilgi, duygu, düşünce, inanç, sanat ve yaşayış öğelerinin tümüdür. (Şerafettin Turan)
Sanat: 1. Eğitim, uygulama ve özel deneyim yoluyla kazanılan beceri. 2. İnsanın, diğer canlılardan farklı olarak sahip olduğu akıl, sezgi, idrak, üretme ve göreli yaratma yetileri sayesinde doğada gördüklerini bazen yeni boyutlar da ekleyip taklit ederek yaptığı üretim.[1]
Sanat, bizi Allah’a götüren köprüdür. (G. Ebers)
Güneşin çiçekleri renklendirmesi gibi, sanat da hayata renk verir. (Lord Avebury)
Bütün sanatlar kardeştir, herbiri diğerinin ışığı altında ilerler. (Voltaire)
Eski sanat büyüklerinin sırlarını bilmedikçe, onların derecesine erişilemez. (Edgar Degas)
Sanat sosyolojisi: Toplumsal yapılarla sanat etkinlikleri, sanat anlayışları arasındaki bağlantıları, sanatla ilgilenen kişilerin kendi aralarında ve diğer insanlarla geliştirdikleri ilişkileri incelemeyi konu edinen disiplin.[2]
Kültürel gelişmeyi tamamlayan, sanatın çiçeklenişidir.[3] (Louis Gardet, Toulouse Felsefe ve Teoloji Koleji)
Sanatçının tek vazifesi vardır bence: İnsanları birbirine sevdirmek. İki insanı veya iki milyar insanı.. Sanat, bir heyecan seyyâlesiyle kilometrelerin ve asırların ayırdığı kalpleri birleştiren büyüdür. (Cemil Meriç)
El Sanatlarının gelişmesine yardım edin. Çünkü bu çalışmalar yoksulluğu azaltır ve hayat standardını yükseltir. (Hz. Ali)
Kültür-Sanat Tarihi, insanların yaşadığı ortamlardaki hayat tarzını araştıran bir bilim dalıdır. Yani, kültür-sanat tarihi, insanlar nasıl bir ortamda nasıl bir hayat tarzına sahip olmuşlardır sorusuna cevap arar.
Arapça’da aslen şehir manasındaki medineden üretilmiş olan medeniyet tabiri, lugat manasıyla “şehirlilik” demektir ve “bedevî”nin zıddı olarak kullanılmıştır. Böylece, her biri kendi kabile hayatını sürdüren çöl halkına karşılık çeşitli boy, dil, din ve geleneklere sahip kütlelerin doldurduğu şehirde gelişen yaşayış birliğini ifade etmiştir. Dolayısıyla, sosyal gerçekliğe uygun bir deyimdir.
Medeniyet, milletlerarası ortak değerler seviyesine yükselen anlayış, davranış ve yaşama vasıtaları bütünüdür. Bu ortak değerlerin kaynağı ise kültürlerdir. Mesela, Batı medeniyeti dendiği zaman din bakımından Hıristiyan toplulukların manevi-sosyal değerleri ile, müspet ilme dayalı teknik anlaşılır. Halbuki Batı medeniyetine bağlı milletlerden her biri ayrı bir kültür topluluğudur. Dolayısıyla,
Kültür karakter bakımından hususi, medeniyet umumidir.
Medeniyet kültürlerden doğar.[4]
Kültür’ün doğuşunda coğrafi durum ve insan başlıca rol oynadığından ve topluluklar ancak yaşadıkları bölge şartlarının etkisi altında kendi kültürlerini kurabileceklerinden dolayı, çeşitli kültürler arasında ilerilik, yükseklik, vb. gibi ayrımlar yapmak, bazılarını üstün, bazılarını iptidaî saymak ilmî anlayışa uygun düşmez. Bu gibi hükümlere ancak aynı kültürün çeşitli devreleri birbiriyle karşılaştırılırken gidilebilir.
Her kültür öz vasfını kaybetmez.
Medeniyeti öğrenmek, bir şahısta kişilik duygusunu geliştirmenin tek yoludur. Atalarını harekete geçiren ruhtan, sanat ve bilim alanlarındaki, siyasi ve iktisadi hayatlarındaki, sosyal örgütlenmelerindeki.. başarılarından haberdar olmayan; onların kader ve trajedilerinden, zafer ve sevinçlerinden duygulanmayan, umutlarını paylaşmayan bir kimsenin kendini bilmesi mümkün değildir (= tarih bilinci). (İ.R. Fârûkî)
Kişi kendi kökünü-geçmişini bilip bunu başka halk, grup ve medeniyetlere ait bilgiyle karşılaştırmadan kendi kişiliğinin bilincine varamaz. Kendini bilmek, maddi ihtiyaçlar veya elle tutulur gerçeklikler açısından değil, dünya görüşü, ahlâkî değer ve manevi umut bakımından başkalarından ne yönde farklı olduğunu bilmek demektir. Bunların hepsi, İslam’ın ve onun inşa ettiği, nesiller boyu koruduğu kültür ve medeniyetinin alanı içindedir.. Bugün çağdaş olmak demek, medeniyetin yani medenî mirasın tabiatının, değişik biçimlerini doğuran özün, medeniyet tarihinin öteki sayfalarından farkının ve gelecekle irtibatının bilincinde olmak demektir. (İ.R. Fârûkî)
Antropoloji veya Kültürel Antropoloji = İnsanbilim: İnsanın biyolojik olarak kökenini ve toplumların sosyo-kültürel gelişimlerini inceleyen bilim dalı. Toplumların kültürel kurum, yapı ve değerlerini karşılaştırmalı olarak inceleyen antropoloji dalına kültürel antropoloji; insanların içinde yaşadığı coğrafî şartlar ile biyolojik yapıları arasındaki ilişkileri konu edinen disipline fiziksel antropoloji; toplumların sosyal yapılarını inceleyen disipline sosyal antropoloji; değişik ırklarla ilgili anatomik bilgilerin biraraya getirilip sınıflandırılmasıyla uğraşan disipline de antropometri denir.[5]
Kültürün başlıca öğeleri > Şerafettin Turan, Türk Kültür Tarihi / Türk Kültüründen Türkiye Kültürüne ve Evrenselliğe, Bilgi, 3. basım, Ankara 2000, s. 54-56
Değer: Bir şeyi işe yarar, aranır, arzulanır, sevilir kılan şey. İnsanların hayatın anlamı ve günlük yaşamın biçimlendirilmesi konusunda alternatif yollar arasından bir tercih yapmalarını sağlayan yol gösterici nitelikteki soyut yahut somut ilke, inanç veya varlıklardan her biri. Bu çerçevede, toplumun geleceğinin inşasında hareket noktası kabul edilen geçmiş yaşantı, deneyim ve alışkanlıklara geleneksel değer; toplumun tarihsel süreçte yaşadığı serüveni olumlu etkileyen kişi, kurum veya davranış kalıplarına tarihsel değer; kendi içinde uyumlu bir toplumun kurulabilmesi ve kendisini yeniden üretebilmesi için o toplumda yaşayan bireylere kazandırılan davranış kalıpları ve eğitsel kodlara kültürel değer; doğrular ve yanlışlar konusunda insanı uyarıcı nitelikteki dinî ilkelere dinî değer; inanç ve ideolojiler arasında bir tercih yapabilmesinde aydınlatıcı rol oynayan düşünsel mihenk taşlarına da felsefî değer denir.[6]
Değer Yargısı (Value Judgement): Bütün insanî etkinlikler ile olay, olgu ve nesnelere karşı verilebilecek iyi ve kötü yargılarından her biri. Vâkıayı tespit eden değil, ideali gösteren; olanı değil, olması gerekeni belirleyen yargı.[7]
Etnik Grup: Dil, kültür, gelenek ve görenek bakımından birbirine bağlı ve genellikle aynı soydan gelen bireylerin oluşturduğu, görece küçük ölçekli insan topluluğu.
Etnografya (Etnografi, Etnoloji): Belirli bir toplumun kültürel değer ve ürünlerini inceleyen, kültürel antropolojinin bir alt dalı.
Etnosentrisizm: İçinde yaşanılan sosyo-kültürel ortamın referans merkezi kabul edilerek diğer toplumlar ve onlara ait ürünlerin bu referans sistemine olan yakınlık veya uzaklık, uyuşma veya çelişme durumuna göre sınıflandırılması, değerlendirilmesi veya anlamlandırılmasıdır.
Etnometodoloji: Bireylerin gerçekliği kavrarken, Veya zihinlerinde yeniden kurarken, daha çok sıradan ve rutin hale gelmiş günlük ilişkilerde sorgulamadan, çoğunlukla da bilinçsiz olarak kabul ettikleri kural, inanç ve değerleri çözümlemeyi konu edinen disiplin.[8]
İnsanlar edebiyat, sanat ve bilimsel konularda (çeşitli şekillerde kullanacakları, sergileyecekleri ya da yeni bilgi üretecekleri) bilgileri kazandıracak deneyimler sayesinde kültürlü olur, kültürle zenginleşir. (Ugo Fabietti, Milano Unv.)
Bireyin kültürü, sahip olduğu bilgileri etrafındaki gerçekleri anlayıp denetleyecek dinamik ve esnek bir yapı içinde kullanma yeteneğine bağlıdır. (Ugo Fabietti)
Eğer kültür mirasımızın değerini bilmez ve ona yüz çevirirsek, bütün zekâların meydana getireceği organizasyon ve planların artık bize hiçbir yardımı olamaz ya da onlar bizi birbirimize hiçbir zaman o kadar yaklaştıramaz.. Yed-i emînleri hepimiz olan şu hazineyi kurtarmak için gayret gösterelim. Bizim gibi gittikçe çölleşmekte olan bir dünyada yaşayanlar, manevi servetlerin de tehdit altında olduğunu görmekte gecikmeyeceklerdir.[9] (T.S. Eliot)
Kültür Sömürgeciliği > Modernçağ’da Avrupa eski sömürgecilik huyundan vazgeçmemiştir. Sömürgecilik daha sevimli, daha yumuşak, daha sinsi bir hüviyetle yaşamaktadır: Kültür sömürgeciliği. Bir kelimeyle çağdaş sömürgecilik, Avrupalılaştırma davasının bir diğer çehresidir. (Cemil Meriç)
Artık insanlık tarihinin medeni devirleri sona ermek üzeredir ve biz bir “Medeniyet Ötesi Toplum”a geçiş devrini yaşıyoruz. Sanayi Devrimi ile gelen ve Fransız İhtilali İdeolojisi ile yayılan bütün fikirler, çağımızda adeta arkaik devirlere mahsus, anakronik yani çağdışı fikirler olarak görülüyor. (Şahin Uçar)
Bu siyah toprak sahasının altında defineler,
Üstünde de asîl ve kahraman bir millet yaşıyor. (M. K. Atatürk)
Kültürün Alt Başlıkları[10]
* DİL VE EDEBİYAT KÜLTÜRÜ
* Anlatmalar
* Şiirler
* Kalıplaşmış Sözler
* KÜLTÜRÜ YAYMA ARAÇLARI: YAZI, KİTAP, KALEM, MATBAA, vb.
* DİNÎ HAYAT VE İNANIŞLAR
* HUKUK KÜLTÜRÜ
* BİLİM VE TEKNOLOJİ KÜLTÜRÜ
* TEMİZLİK KÜLTÜRÜ
* GİYİM-KUŞAM: KİŞİLİK SERGİLEME KÜLTÜRÜ
* KİŞİLİK KÜLTÜRÜ: GÖRGÜ KURALLARI, DAVRANIŞ KALIPLARI VE AHLÂK ANLAYIŞI
* AİLE YAPISI VE KADIN-ERKEK İLİŞKİLERİ
* SAYGI-SEVGİ VE DEĞER KÜLTÜRÜ
* BESLENME VE SAĞLIK KÜLTÜRÜ
* ÇALIŞMA VE İKTİSAT KÜLTÜRÜ
* ÖĞRENME VE DÜŞÜNCE KÜLTÜRÜ
* DİNLENME, OYUN-EĞLENCE VE ZAMANI DEĞERLENDİRME VE SPOR KÜLTÜRÜ
* HALK BİLGİSİ
* SANAT
* Mimarlık ve Halk Mimarisi
* Geleneksel el sanatları (Metal İşlemeciliği, Seramik-Çömlek İşçiliği, Ağaç-Ahşap İşçiliği, Cam İşlemeciliği, İşlemeler-Örgüler, Dokumalar, Deri İşçiliği)
* Süsleme Sanatları
* Müzik
* Resim
* Heykel
* Antik Şehirler ve Arkeolojik Eserler
* Ülkenin Şaheserleri
* Millî Saraylar
* Müzeler (Resmi ve Özel) ve Ören Yerleri
* SAHNE/GÖSTERİ SANATLARI VE SEYİRLİK OYUNLAR >
Halk Oyunları, Tiyatro, Sinema
* TOPLUMSAL DÜZEN ANLAYIŞI, DAYANIŞMA KÜLTÜRÜ
* TARİHÎ KÜLTÜREL MÜESSESELER
§ Şehirler ve Başlıca Özellikleri
§ Esnaf Örgütleri
§ Yapı > Saray, Köşk, Ev ve Konaklama Yerleri
§ Paralar
§ Devlet İdare Tarzı – Başbakanlık ve Bakanlıklar
§ Millî Meclis
§ Adlî Teşkilat
§ Polis ve Zâbıta
§ Din İşleri
§ Eğitim-Öğretim
§ Konaklama
§ Hastahane
§ Çarşı-Pazar
§ Su Yapıları
§ Haberleşme
§ Vergi ve Toprak
§ Askerî Teşkilat
§ Millî ve Dinî Bayramlar ile Özel Günler, Düğünler ve Kutlamalar
* KİM KİMDİR (Kültür Dünyası Biyografileri)
Toplum, Uzlaşma (Convivencia) ve Etkileşim (Influencia)
Toplum, müşterek inancı, kültürü ve birlikte yaşama iradesine ilaveten daha birçok karmaşık münasebetlerle birbirine bağlı ve milyonlarca insandan mürekkep değil de en fazla bir şehir devleti çapında bir insan topluluğuna denir. (Şahin Uçar)
Kültürel otantiklik arayışı, entelektüel yerlicilik, etnikçilik, milliyetçilik, biyolojik ayrımcı ırkçılık gibi canavarlar üreterek, farklılığı bir dışlama nedeni haline getirebilir. Kültüre fazla önem verilmesi ise, gelişim ideolojisinde olduğu gibi, küresel üstünlük projelerine kaynaklık edebilir. Yerellikten çıkma ve küreselleşme süreci ilerledikçe, ait olma ve kimlik de özneller (kişisel) arası ve kültürler arası etkileşimler ve kırılmalar olarak tanımlanabilir. (Ugo Fabietti)
Kültürler artık bölgeler, yerler ve sınırları kesin çizilmiş topraklar içinde tanımlanamaz. Her ne kadar göçler ve yolculuklar genelde sınırlı bir olgu olarak tarif edilse de, göçler, toplu çıkışlar ve sürgünler günümüz dünyasında giderek daha sık yaşanan olaylar haline gelmiştir. Bu olaylar kültürleri yok etmemiş, ancak değişim ve uyuşuma uğramalarına, giderek daha küresel bir ağ örgüsü içine girmelerine neden olmuştur. (M. Featherstone, London)
Gerçekte, kültürler ülkesizleştiğinde, başka kültürlerle kurdukları ilişkiler dolayısıyla kendilerini yeniden yaratırlar ve böylece kimlik oluşturucu yeni formatların ortaya çıkmasına neden olurlar. (Ugo Fabietti)
Geçmişin, bugünün ve geleceğin birbiriyle bağlantılı olduğu, farklı dillerin karşılaşmasından yaratıcılığın doğacağı, insanın kendisini saygın hissedeceği bir yer özleminin de aynı derecede önemli olduğu “öteki” yaşamları hayal eden insanı, Senegalli 7 yaşındaki bir çocuğun şiiri çok güzel anlatıyor (İbrahima Konate’den):
“Bazen / Çok eski şarkılar icat ediyorum / Var olmamış dillerde.
ve sokaklarda yürüyorum / Şarkımla birlikte.
ve sonra bakıyorum herşeye
Sanki hepsi çok eskide, ötelerde
Orada kendimi bulacağım
Herkesin beni tanıdığı o yerde”. (Ugo Fabietti)
Türk – İslam Kültür Tarihi: Kavramsal Özet
#� Türkler, ilkçağlardan ortaçağların sonlarına değin İç-Asya’dan Uzak Şark, Hindistan, Orta Avrupa, Balkanlar ve Yakın Şark istikametlerinde birçok istila ve göçler yapmışlar; türlü ülkelerde çeşitli devletler ve imparatorluklar, geçici ve sürekli yurtlar kurmuşlardır. Türklerin dünya üzerinde bu yayılış ve hakimiyet hareketlerini 4 büyük devre ayırmak mümkündür. Gerçekten İslam’dan önce Kun (Hiung’un, Hun) ve Gök-Türk kağanlıkları, İslam’dan sonra Selçuklu ve Osmanlı sultanlıkları bu 4 büyük devri teşkil ederler.
İlk iki devir, Orta-Asya’da Türk nüfusu kaynak ve kudretini meydana getirmekle ve dünya tarihinde de mühim bir rol oynamakla beraber, bu devirlerin Türkistan dışında vukubulmuş yayılma ve tesirleri asırların derinliklerine gömülür ve zamanla izleri kaybolur. Buna mukabil, Selçuklu ve Osmanlı devirleri Türk ve İslam medeniyet ve mefkûrelerinin imtizacıyla müstesna bir ehemmiyet kazanır, Türk ve dünya tarihinde büyük bir kudret ve hayatiyetin mümessilleri olarak cihanşümul ve millî tesirleri günümüze kadar devam eder.[11]
#� İslam kültürü ve İslam beldelerinde kültür hareketi,
o I./VII. yy.dan IX./XV. yy.a kadar olağanüstü derecede zengin ve karmaşık bir disiplinler mecmûu olarak karşımıza çıkmaktadır. Dinî sahası ve dinî ilimleri (doktrin) vardır; bazen yetkili çevrelerce izin verilerek himaye edilen bazen de resmi islamî görüş tarafından şüpheyle karşılanan hür felsefî-ilmî araştırma sahası vardır; dinî olsun dindışı olsun sanat, şiir ve nesir sahası vardır.
o İslamî değerlerin ve özellikle Kuran’ın ilhamıyla oluşmuş saf İslam kültürü ile, İslam topraklarında vücut bulmuş ve İslam inançlarını ya kendince tevil eden ya onlara aldırmayan yahut da onlara zıt düşen kültür arasına bir ayrım koymanın vâkıaya uygun bazı yönleri vardır ve ortaya konan eserleri-türlerini tasnif etmede faydalı bir prensip olarak yardımcı olabilir. Ancak, bu ayrıma Hıristiyanlık alemindeki gibi bir keskinlik atfetmemek şartıyla.
o Her ne kadar fakihlerin ve kelamcıların İslam’ı, Emevi ve Abbasilerin yahut Suriye ve İran emîrlerinin aşırı serbestliklerini tel’în etmekte idiyse de, emîrlerin himayesi edebiyat – sanat şaheserlerinin ve büyük medeniyetlerden biri olan İslam medeniyetinin gözalıcı parlaklığına katkıda bulunan bir hayat tarzının ortaya çıkmasını sağlamıştır.[12]
o Müslüman halk ve ülkelerin tarihi, dinî temeli üzerinde maddi ve manevi olanı birleştiren, bazı kere dünyevî kültürlerle yanyana yaşayan fakat çok yakın ilişkiye girerek çoğunlukla onları bünyesine katan kültür biçiminin yegâne örneğidir.[13]
o İslam, en derin anlamıyla bir din ve devlettir. Onu birbirinden kopuk bölgelere ayırmak tarihî realiteye ters düşecektir. Müslüman ülkelerde ilim ve de dindışı edebiyat veya sanat, Avrupa’da modern hümanizmin çeşitli branşlarda yaptığı gibi dinden ayrı düşünülmüyorlardı. Bu sahalar islamî değerlerin tesiri altındaydı. Çünkü, İslam bir ümmet ve bir dünya devleti olarak algılanıyordu.[14]
o İslam itikadı kendisini evrensel bir din olarak sunmaktadır.[15] Hidayete eren Arapları evrensel bir dünya görüşünün ve dolayısıyla zaman geçtikçe evrensel bir devletin merkezi yapan İslam idi.[16]
o İslam, tarihî olarak halen mevcut olan Arap kültürüne kendi formunu vermiştir.[17]
#� Arapça,
o Hem dinî hem de dindışı bir bütün olarak ele alındığında Bağdat’tan Kurtuba’ya kadar klasikçağ İslam kültürünün kendini ifadede tercih ettiği lisan olmuştur.[18]
o Fakat, aynı çağın otantik Farsça kültürü de gözardı edilmemelidir. IX.-X./XV.-XVI.yy.a gelinceye kadar Müslüman olmuş Türk beldelerinde Arapça’nın dinî sahada, Farsça’nınsa edebî sahada yaygın biçimde kullanılmış olduğu görülmektedir. Ancak, Farsça’nın konuşulduğu toprakların hüviyeti daima Fars kültürüyle özdeş sayılmamalıdır. Dönemlere ve yazarlara göre tercih edilen lisan, tek bir emîrlikte bile bazen Arapça bazen de Farsça olabiliyordu. IV.-V./X.-XI.yy.larda uzak mesafelerdeki Buhara’da doğmuş olan İbn Sînâ bütün büyük eserlerini Arapça kaleme aldı. Fakat Emîr Alâüddevle’nin isteği üzerine kaleme aldığı Dânişnâme adlı eserini Farsça yazmayı tercih etti.[19]
o Samimi müminler için her Araplaşma olgusu doğrudan bir dinî anlama sahiptir.[20]
#� Kur’an – Araplaşma ve İslam Düşüncesi,
o Emeviler’in parlak seferleri döneminde Kuran, Araplaşmanın yalnızca herhangi bir âmili değil, temel bir faktörüydü de.[21]
o Arap kültürünün başlıca taşıyıcısı Kuran idi.[22]
o Uzun vadedeki etkilenmeler her ne olursa olsun, tüm İslam düşüncesi öncelikle Kuran metnini okuyup anlama gayesinden kaynaklandı.[23]
o VII.-XI. + XIII. Yüzyıllar boyunca, yabancı ilimleri bünyesine katan Arap-İslam kültürünce oluşturulmuş bir atmosfer söz konusuydu.[24]
o Kuran’ın vazettiği şeyleri, XI.yy.da Gazâlî ve XIV.yy.da İbn Teymiye gibi mütefekkirler 4 bölüme ayırdılar. Bunlardan ikisi zaman ve mekânın değişmesiyle değişmeyen iman esasları (akâid) ile ibadet hükümleri (ibâdât) idi. Üçüncü olarak, uygulanışı şartlara göre değişebilen insan davranışlarıyla ilgili manevi öğreti ve kurallar (ahlâk) ve son olarak da bir ölçüde zaman ve mekâna bağlı olan sosyal ilişkiler (muâmelât) zikredilir.[25]
o İslam Kültürü, doğrudan Allah cc. Tarafından inzâl edildiğine inanılan bir metin tarafından yönlendirilmiş bir kültür meselesidir. Cevaz verildiği halde Kuran metninin yüzyıllarca herhangi bir tercümesi de yapılmamıştır.[26]
o En dindışı eserler bile Kuran’ın yankılarını taşıyordu.[27]
#� Temel Dinî İlimler (tefsir, hadis, fıkıh),
o III./IX.yy.da gelişti. IV./X.yy.da büyük kelam okulları ortaya çıktı. Bu iki yüzyıl, aynı zamanda felsefî ve ilmî hür araştırmaların da altın çağıydı. Bunda, başta İsmailî kolları olmak üzere Şiîlik yararlı bir katalizör rolü oynadı.[28]
o IX./XV.yy.dan itibaren dinî ilimler nadiren gelişme kaydetti.[29]
#� İslam tarihinde gelişen Felsefe,
o tam anlamıyla İslam felsefesi değildir. O daha ziyade taşıdığı islamî tesir ile birlikte Arapça ve Farsça’da ifadesini bulmuş Helenistik felsefeydi.[30]
#� Dâru’l-İslam,
o temelde islamî ilham bulunmak üzere Arapça’nın hakimiyeti, sanatlara ve edebiyata özel himaye ve son olarak klasikçağ kültürünün kendine özgü karakterini-tesirini ve İndus’tan Atlantik kıyılarına kadar uzanan karmaşık vahdetini borçlu olduğu yabancı ilimlerin iyi karşılanması gibi unsurların bir terkibi görünümündeydi.[31]
İslam Sanatı: Kavramsal Özet
#� İslam Sanatı,
o bir tarafta mimari ile cami ve medreselerin tezyin edilişi, diğer tarafta Kuran’ın sade ve çok güzel şekilde tilâveti şeklinde iki kısmı kapsamaktadır.[32]
# � İslam mimarisinde çeşitli etkilenmeler sonucu farklı tarzlar mevcuttur.
o Medine Mescidi’nin basitliğine karşın,
o Emevi dönemi yapılarında Bizans etkileri (Şam’daki Büyük Emevi Camii ve Kudüs’teki Kubbetüssahra),
o Abbasi dönemi yapılarında İran etkileri (Bağdat’taki kaybolan yapılar ve Kahire’deki Tolunoğlu Camii) hakim olmuşken,
o Fâtımî mimarisinde hem Emevî hem İran ve hem de Tolunoğlu etkilerini birarada görmek mümkündür (Büyük el-Ezher Camii ve Külliyesi).
o Geniş etkileşimle oluşan diğer iki mimari örneği de Selçuklu
o ve Memluk sanatı yapılarıdır.[33]
o Mağrib-i Aksâ’da (Uç-Batı) yani Mağrib ve Endülüs’te ise, Doğu-İspanyol-Mağribî tarzının ağırbaşlı âhengi boyverdi. Her yanı saran süslemeleriyle bu sanat, İslam sanatının en güzel örneklerinden biridir ve ilhamını aldığı ruhun en karakteristik örneğidir. Müslüman ve Hıristiyan mimarlar-sanatkârlar bu sanatı oluşturmak için birlikte çalıştılar. Mağribî, Bizans ve Avrupa etkileri Doğu geleneklerine karışarak neredeyse eşsiz şaheserler meydana getirdi >
§ Kurtuba (Cordoba) Ulucamii (II.-III./VIII.-IX.yy.),
§ Tlemsen Camii (VI./XII.yy.),
§ Merâkeş’te Kütübiye Camii (VI./XII.yy.),
§ İşbiliye’de (Sevilla) Giralda Camii (VI./XII.yy.),
§ Fas (Fez) Medreseleri.[34]
# � Camilerin Süslenmesi,
o İslam dininin 1 olan Allah’a gereği gibi ibadet edebilmek ve en küçük bir put temsiline meydan vermemek için insan ve hayvan şekillerini resmeden tabloları ve daha hassa şekilde heykeli haram kıldığı gerçeği dikkate alınarak yapılmıştır. Bu yüzden, dekoratif sanatlar zaferini çiçek motiflerini çarpıcı ve karmaşık geometrik çizgiler içinde eriterek kazandı ve bu çizgiler Arap harflerinin hârikulâde hattıyla desteklendi.
o Bu sanatta, hemen herşeyde olduğu gibi, Mağrib ve Endülüs daha kesin ve net kurallar gözetti. Belki de rölyef manzumesinde böyle bir mükemmelliğe ulaşmasının nedeni buydu.[35]
o Bu mimari ve dekoratif sanat, cami ve diğer dini yapılardan dinî olmayan yapılara kadar yayıldı.[36]
o Dindışı yapılarda herşeye rağmen temsil ve heykel kullanımı olmuştur. Örnek, Meşetta’daki Emevi sarayındaki hayvan tasvirli duvar tezyinatı ve
o Gırnata’daki (Granada) Elhamrâ Sarayı’nın Aslanlı Avlu’su. Bir bütün olarak Elhamrâ, ibadet mahalleriyle olduğu gibi yönetici saraylarıyla da İslam dünya görüşünün etkili bir şahidi olarak durmaktadır.[37]
# � Minyatür,
o Camilerde süsleme sanatı olarak kullanılmadığı ve üç boyutlu olarak çizilmediği sürece Doğu’da da kabul gördü.[38]
# � El Sanatları,
o Halı Dokumacılığı, Pahalı İpek ve Brokar Süslemeciliği gibileri, her ne kadar tavizsiz fakîhlerce yasaklanmışsa da, zevk ve lükse düşkünlüğün ağır bastığı bir hayat tarzıyla birlikte varlığını sürdürdü.[39]
# � Mûsikî (Mağrib’te mûsîkâ),
o Bağdat’ta Abbasi saraylarında yetişen müzik ustası Ziryab’ın Endülüs’e geçmesi ve orada Endülüs Emevî hükümdarlarınca büyük bir teveccühle kabul görmesi sayesinde Doğu ile Batı’nın karşılaşması meydana gelmiş ve sonuçta özgün Endülüs Müziği doğmuştur.[40]
Tavsiye Eser >
v Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, Boğaziçi, 4. basım, İstanbul 1993, s. 11-14, 307-500
v G. Fehervari (London Unv., Afrika Araştırmaları ve Şarkiyât Okulu), “Sanat ve Mimari”, İslam Tarihi Kültür ve Medeniyeti, çev. İrfan Pamuk-Enver Pamuk, Kitabevi, İstanbul 1997, IV, 245-313 (68 sh).
v Oktay Aslanapa, Türk ve İslam Sanatı, İnkılap ve Aka, İstanbul 1982
İslam Bilimi ve Felsefesi Tavsiye Eserler
Ø G. Anawati (Kahire Doğu Araştırmaları Dominican Enstitüsü), “Bilim”, İslam Tarihi Kültür ve Medeniyeti, çev. Turan Koç, Kitabevi, İstanbul 1997, IV, 317-352, 35 sh.
Ø “Felsefe” maddesi, DİA, XII, 311.
Ø İslam’da Bilgi ve Felsefe / Kindî’den İkbal’e İslam Düşünürleri, haz. Mustafa Armağan, Şûle, İstanbul 1999, s. 19-54 (C.A.Kadir, “İslâmî Bilgi Teorisi” ile, Fazlur Rahman, “İslam Felsefesi”).
Türk – İslam Kültür ve Sanatının Batı’ya Tesirleri Tavsiye Eserler
Ø W. Montgomery Watt, “İslam Medeniyetinin Avrupa’ya Tesiri”, çev. Hulusi Yavuz, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, haz. Heyet, Çağ (Esra), III, Konya 1994. İçeriği >
v İslam’ın Avrupa’ya girişi
v Ticaret ve teknoloji
v Müslümanların ilim ve felsefedeki başarıları
v Avrupa’da ilim ve felsefe alanlarında kıpırdanış
v İslamiyet sayesinde Avrupa’nın kendine gelişi
Ø Bekir Karlığa, İslam Düşüncesinin Batı Düşüncesine Etkileri, Litera, İstanbul 2004
Tarihî Coğrafya Kavramları
Ø “Doğu doğu’dur, batı da batı, ikisi hiçbir zaman bir araya gelemez”. Rudyard Kipling
Ø Doğu ya da Maşrık >
Ø Batı ya da Mağrip >
Ø Ortadoğu ya da “Ortadünya” > Ana Britannica, XVII, 199-200
Ø Güneybatı Asya ile Kuzey Afrika’yı kapsar. Bize göre, gerçek tanımlaması “Ortadünya” olmalıdır. Çünkü, her ne kadar dünya yuvarlaksa da kültür-medeniyet tarihi incelemelerinde esas olmak üzere bir merkezinin olması gerekir ki, o merkezden dış çembere doğru açılımla coğrafî tanımlamalar veya konumlandırmalar yapılabilsin.
Ø Neden Ortadünya? Bugün Ortadoğu denen, bizimse Ortadünya diye adlandırdığımız bölge gerçekten de dünyanın ortası ya da merkezidir. Çünkü, tarih araştırmaları göstermektedir ki dünya tarihi boyunca bütün kadîm dinler ve medeniyetler bu bölgede ortaya çıkmıştır. Üç büyük semavî din Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık bu bölgede doğmuşlardır.
Ø Diğer yandan, medeniyetin gelişim tarihinde temel teşkil eden yazının bulunması, aletlerin icadı, tarımın başlaması ve paranın icadı gibi gelişmeler hep bu bölgede yaşamış olan Sümerler, Akadlar, Fenikeliler, vb. halklar tarafından keşfedilmişlerdir. Daha sonra da oradan bilinen bütün dünya bölgelerine geçmiştir.
Ø Asya > “Asya” maddesi, DİA, III, 506 + “Asya” maddesi, Ana Britannica, II, 479-516
Ø Afrika > “Afrika” maddesi, DİA, I, 413
Ø Akdeniz > “Akdeniz” maddesi, DİA, II, 229 + “Akdeniz” maddesi, Ana Britannica, I, 272-278
Ø Karadeniz > “Karadeniz” maddesi, DİA, VI, 230 + “Karadeniz” maddesi, Ana Britannica, XII, 579-582
Ø Marmara > Ana Britannica, XV, 365-369
Ø Orta Asya > Ana Britannica, XVII, 191-193
Ø Avrupa > “Avrupa” maddesi, DİA, + “Avrupa” maddeleri, Ana Britannica, III, 15-80
Ø Amerika > “Amerika” maddesi, DİA, III, 30
Ø Avustralya > “Avustralya” maddesi, DİA, IV, 167
Ø Kuzey > “Kuzey Kutbu” maddesi, Ana Britannica, XIV, 144-153 + “Kuzey Denizi” maddesi, Ana Britannica, XIV, 139-142
Ø Güney > Avrupa haritalarında Ekvator’un altındaki yarımküreye verilen addır.
Ø Avrasya > Avrupa + Asya kıtalarının birleştiği alanda gösterilen bölgenin adıdır.
Avraska > Asya + Avrupa + Afrika + Amerika kıtalarında yerleşik kültürlerin toplamını ifade eden bir dünya tarihi kavramıdır. Kavram, Ortadünya kavramı gibi bize özgüdür.
————————————————————–
[1] Ömer Demir-Mustafa Acar, Sosyal Bilimler Sözlüğü, s. 310
[2] Ömer Demir-Mustafa Acar, gös.yer
[3] Louis Gardet (Toulouse Felsefe ve Teoloji Koleji), “Din ve Kültür”, İslam Tarihi Kültür ve Medeniyeti, çev. İlhan Kutluer, Kitabevi, İstanbul 1997, IV, 120
[4] İbrahim Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, Boğaziçi, 14. basım, İstanbul 1996, s. 16-17
[5] Ömer Demir-Mustafa Acar, Sosyal Bilimler Sözlüğü, s. 31
[6] Ömer Demir-Mustafa Acar, Sosyal Bilimler Sözlüğü, s. 82
[7] Ömer Demir-Mustafa Acar, Sosyal Bilimler Sözlüğü, s. 83
[8] Ömer Demir-Mustafa Acar, Sosyal Bilimler Sözlüğü, s. 125
[9] T.S. Eliot, “Avrupa Kültür Birliği Üzerine”, çev. Kâmil Öztürk, İlim ve Sanat, Ağustos 1988, S. 20, s. 17
[10] Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın www.kultur.gov.tr websitesinin Kültür + Sanat sayfaları esas alınarak genişletilmiş tasniftir.
[11] Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, Boğaziçi, 4. basım, İstanbul 1993, s.11 (Önsöz’den)
[12] Louis Gardet, 141
[13] Louis Gardet, 111
[14] Louis Gardet, 141
[15] Louis Gardet, 115
[16] Von Grunebaum, 19
[17] Louis Gardet, 114
[18] Louis Gardet, 142
[19] Louis Gardet, 142
[20] Louis Gardet, 113
[21] Louis Gardet, 114
[22] Louis Gardet, 115
[23] Louis Gardet, 116
[24] Louis Gardet, 112, 114
[25] Louis Gardet, 116-117
[26] Louis Gardet, 117
[27] Louis Gardet, 120
[28] Louis Gardet, 142
[29] Louis Gardet, 143
[30] Louis Gardet, 142
[31] Louis Gardet, 143
[32] Louis Gardet, 120
[33] Louis Gardet, 120-121
[34] Louis Gardet, 121
[35] Louis Gardet, 121
[36] Louis Gardet, 121
[37] Louis Gardet, 122
[38] Louis Gardet, 122
[39] Louis Gardet, 122
[40] Louis Gardet, 122-123