KÜLTÜR TARİHİ


EVRENSEL BİR KAVRAM: KÜLTÜR; YENİ BİR BİLİMSEL ALAN: KÜLTÜR TARİHİ
EVRENSEL BİR KAVRAM: KÜLTÜR
Kültür sözcüğü etimolojik ve anlam olarak zaman içinde, toplumların hayat tarzlarının değişimi, teknolojinin ilerlemesi gibi nedenlerle birçok değişime uğramıştır. Toplumların birbirleriyle etkileşim içinde olması da bu konuda oldukça önemli bir role sahiptir
Bilim insanları, kültür kavramını, tüm toplumsal grupları düzenleyen kuralları, sanat anlayışları, gelenek, görenek, inanç, ahlak kuralları, alışkanlıkları ve tüketim maddelerini içinde barındıran bütünsel bir olgu olarak tanımlar. Yani kültür kavramının anlamına ve içeriğine yakından baktığımızda hayatımızı şekillendiren ve anlamlandıran her şey buna dahildir diyebiliriz. Dolayısıyla kültür olgusu hukuk, sosyoloji, siyaset bilimleri, felsefe, arkeoloji, sanat tarihi, ilahiyat, antropoloji, psikoloji ve psikanaliz gibi bir çok farklı bilim dalı ve disiplinlerin araştırma konusu olmuştur.
Bilimlerin Odağında Kültür
Kültürel antropoloji, antropoloji bilimi kapsamında kültürel gelişimi etnolojik, dilbilimsel, sosyolojik, psikolojik ve psikanalitik yöntemler kullanarak kültür kuramlarını, kültürel evrim ve değişimleri incelemektedir. Toplumsal benzerlikler, insanlığın ilkel dönemlerden günümüze kadar gösterdiği ilerleme ve değişim kültürel antropolojinin ana konusunu oluşturmaktadır.
Kültürlerin etkileşimi ve yayılmasında dilin çok önemli bir yere sahiptir. Örneğin 17.yüzyılda Fransa Krallığı’nın birçok imparatorluğu etkilemesi üzerine saraylarda Fransızca konuşulmaya başlanması veya günümüzde İngilizcenin çok yaygın olması gibi. Birçok köy, kasaba isimleri geçmişten günümüze izler taşır. Örneğin Adana Hititçede Atania olarak geçer.
Dile bağlı olan yazı kültürünün önemi ile ilgili yapılan arkeolojik kazılarla prehistorik çağ ve sonrasındaki dönemlere ait şaşırtıcı bulgular elde edilmiştir. Bu bulgularda toplumların birbiriyle etkileşime geçerek değişime uğradıkları kanıtlanmıştır. Slav dillerinden batı dillerine kadar yayılan Türkçe “yoğurt” sözcüğü iyi bir örnektir.
Kültürler arası geçişler ve kültürel değişimler eğitim düzeyi ve teknolojik olanaklar dahilinde değişim göstermektedir. Ayrıca kültür kavramının çoğul özelliklere sahip bir olgu olarak düşünülmesi gerekir. Kültür insanlığın yaradılışına kadar uzanan bir geçmişe sahiptir. Dolayısıyla süreklilik göstermekle beraber değişim de göstermektedir diyebiliriz. Töre ve gelenekler kültürün sürekliliğini gösterir. Kuşaktan kuşağa aktarılır fakat çatışmalara da yol açar. Kuşaklar arası çatışma buna iyi bir örnektir.
Sanat tarihine baktığımızda da kültürel değişimleri çok net bir şekilde görebiliriz. Örneğin mağara dönemi resimleri o dönemin inanç ve düşüncelerini yansıtmak için yapılmış olsa da günümüzde birçok sanatçıyı biçimsel olarak etkilemiştir. (Picasso’nun Afrika maskelerinden etkilenmiş olması veya Prehistorik dönemlerin abartılı anatomik yapılarının “Grotesk” sanatçıları etkilemiş olması, postmodern mimarinin eski ve yeniyi birleştirmeyi amaçlayarak ortaya bir şey çıkarması vb.) Kültür olgusu hem kalıplaşmış hem de değişime açık bir yapıya sahiptir diyebiliriz.
Edebiyat eserleri de insanlığın benzer yanlarını farklı şekillerde dile getirmesiyle kültürler arası iletişimde bir köprü oluşturmaktadır. “Öteki’yi” anlamalarına hatta öteki olmalarına ön ayak olur. Yazılı iletişimin gelişmesinde işlevi büyüktür.
Yeryüzü Kültürleri ve Uygarlıkları
Kültür tarihinin yararlandığı en önemli bilim dalı tarihtir. Uygarlıkların temeli Neolitik Çağ veya Yeni Taş Çağı’na dayanmaktadır. Bu çağlarda evler meydana çıkmış, yerleşimler bu dönemde kurulmuştur. Tarım ve çömlekçilik ortaya çıkmış, yemekler pişirilerek yenmeye başlanmıştır. Kalkolitik Çağ ise köylerin kentlere dönüşmeye başladığı dönemdir. Bu da devletlerin ortaya çıkması ve merkezi yönetim anlayışlarının oluşması demektir. Bir kültür-uygarlığın meydana gelmesi için bir kentin oluşması, belli bir üretim ve iş gücünün olması ve yönetim sisteminin olması gereklidir.
Kültürler arası etkileşim sadece olumlu gelişmeler olarak kendini göstermez aynı zamanda çatışmaları da beraberinde getirir. Savaşlar ve kıyımlar buna örnektir.
Yeryüzü kültürleri ve uygarlıklarının doğuşu, yükselişi ve yok oluşu vardır. Uygarlıklar ne kadar farklı coğrafyalarda yaşasa da mutlaka değişime uğramışlar, etkileşime geçerek farklı etki alanları yaratıp en sonunda siyasal olarak yok olmuşlardır. Örneğin eskiden yaşayan büyük imparatorluklardan bugün küçük devletler kalmıştır.
Yeryüzü kültür ve uygarlıkları tüm insanlığın evrensel mirasıdır ve korunmalıdır.
Kültürün Dinamikleri: Kültürel Görecelik ve Kültürel Değişimler
Kültür siyasal ve ekonomik sistemlerle ilişkisi olan insan hayatını düzenleyen bir değerdir. Din kökenli rejimlerden totaliter sistemlere dek birçok rejimde kültür baskı altında tutulmak istenmiştir. Güney Afrika Cumhuriyeti’nde siyahların uzun yıllar beyazların mekanlarından yararlanamaması, bazı davranış biçimi ve yaşam tarzlarının reddedilmesi ya da yasaklanmış olması buna örnektir. Bu da beraberinde kültürün tarafsız gelişemeyeceği tezini getirmiştir. Politika kültürü kültür de politikayı biçimlendirir.
Kültürel Etkileşim
Kültürel etkileşimde göçler çok önemli bir yere sahiptir. Bu sayede bazı toplumlar çok kültürlü, melez bir yapıya sahip olmuşlardır. Göçlerin zorunlu veya isteğe bağlı olması çatışmaları da beraberinde getirmiştir. Örneğin büyük keşiflerden sonra İngilizler, İspanyollar, Fransızlar sömürge haline getirdikleri ülkelere getirilmişler ve getirildikleri ülkelerin yerlisi gibi olmuşlardır. Buna karşılık Afrikalılar da Amerika’ya köle olarak getirilmişlerdir. Bu iki örneğe baktığımızda göçlerin hem yeni bir kültür keşfetmeyi, yeni bir kültür ortaya koyduğunu hem de o kültürün içinde ezilmeyi ve hor görülmeyi beraberinde getirdiğini görürüz.
Kültürel etkileşim uzun vadede yerleşik özellik kazanmaktadır. Örnek olarak Osmanlıların Fars kültürü etkisi altında kalmaları ve bunun sonucunda Farsçanın edebiyat dili olarak Osmanlı kültürüne dahil olmasını gösterebiliriz.
Kültürün değişime ve etkileşime kapalı bir olgu olması düşünülemez.
Bireylerin doğumundan ölümüne dek uzun vadede seyreden bu kültür etkisinin ne yön alacağına dair bir kural yoktur. Birey, kültürel durumları kendince yaşar, kendince yaşantılar oluşturur. Zaten, kültürel bir etkilenme sürecinde bir kültür öteki bir kültürün etkisiyle evrim ve değişim sürecine girerse bunu kültürlenme olarak adlandırıyoruz. Fakat bu kültürlenme tek yönlü bir yol izlerse güçlü olan zayıf olanı yıkmaya çalışabilir.
Kültürlerin bir arada yaşayıp birbirlerini yıkmaya çalışmaması, dünya kültür belleğini yaşatma esas olmalıdır.
Kültürel çeşitliliği olumlu karşılamak kolay değildir. Bu nedenle başka kültürleri ötekileştirme ve aşağılama alışkanlıkları evrensel insan hakları çerçevesinde takip edilmektedir. Gelişmiş batı toplumlarının karşılaştığı göçmenler sorunu en ciddi sorunlardandır.
Kültür etkileşimi, kültürleşme, kültür çatışmaları gibi konular çerçevesinde günümüzde tartışılan bir sorun içinde hem bireysel hem de ulusal kimlikleri barındıran kimlik sorunudur. “Biz kimiz?” , “Nereden geldik?” gibi sorular bütün toplum ve kültürlerde sorulan bir soru olup cevapları kişiden kişiye, toplumdan topluma zaman içerisinde de değişiklik göstermekte fakat soru aynı kalmaktadır. Günümüzde de insan kimlik sorunuyla uğraşmaya devam etmekte fakat kim olduğu veya nereden geldiği gibi sorular yerine daha çok özgürlük arayışı içerikli sorulara yönelmektedir.
İnsanların kendi kültür ve tarihlerini bilmeleri önem kazansa da resmi ideolojiler tarafından çoğu zaman bu engellenmiştir.
Bilimsel Bir İnceleme Alanı Olarak Kültür Tarihi
Kültür tarihinin bir bilim dalı olarak ortaya çıkması 70li yıllardan itibaren olmuş ve düşüncelerin evrimini konu almıştır. Kültür incelemeleri, toplum, siyaset, ekonomi, felsefe, toplumsal iletişim ve sanat kültür tarihinin alt başlıklarıdır. Antropoloji, sosyoloji, tarih, coğrafya ve psikoloji gibi bilim dallarıyla da yakın ilişkidedir. Örneğin Jakob Burckhardt İtalya Rönesans’ını incelerken sadece dönemin belirli özelliklerini değil, ekonomik yapısı, toplumsal kurumları, iletişim biçimleri ve günlük hayatı da araştırmıştır.
Kültür tarihi, kurumları (işleyişini, bireylerle ilişkisini, vb.) ele alabileceği gibi, toplumsal grup ve çevrelerin yaşam tarzlarını (toplumsal sınıfların kent hayatı, eğlence, dans, müzik gibi etkinlikleri) ve kültür nesnelerini üretim ve tüketim nesneleri, yaşam tarzlarını etkileyen giyim, mobilya tarzı gibi moda davranışları da konu edinebilir. Bir başka deyişle, dönemlere özgü popüler kültür geleneklerini konu edinebilir. Kültür tarihinin kökeninde, düşüncelerin tarihini, yani kültürün yaşandığı ortamı tasvir etme anlayışı egemendir.
İletişim araçlarının küresel çapta yaygınlaşması, ticari ve ekonomik ilişkilerin hız kazanmasıyla yeni kültürel biçimler ortaya çıkmıştır. Bu küresel hareketlenmelerin dünya tarihine nasıl yön vereceği araştırılmakta ve bu etkileşimlerin uzun vadede zengin bir dünya kültürel mozaiği sergilediği incelenmektedir.

İLK ÇAĞLAR, İLK KÜLTÜRLER
Tarih Öncesi Dönem
Sosyal ve alet kullanabilen bir varlık olan insan, güçsüz olmasına rağmen vahşi doğaya hükmetmekte ve kültür oluşturabilmektedir.
Paleolitik dönemde avcı toplayıcı olarak yaşayan insanlar mağaraları veya kaya sığınaklarını sığınmak için kullanmışlardır. Bu dönemde alet üretmeye başlamışlardır. Sosyal bir varlık olan insan yaşamını tek başına değil, klanlar halinde sürdürmüştür. Bu dönemdeki en önemli keşif ateştir. Aslında zaten ateşin varlığından haberdarlardır fakat korktukları bir şeydir. Yani ateşi sadece bulmamışlar, onu kontrol altına almayı da öğrenmişlerdir diyebiliriz.
Neolitik dönemde insanlar yerleşik düzene geçerek, tarım yapmaya başlamışlardır. Böylece ilk köyler kurulmuştur. İnşa edilen evler planlanarak yapılıyordu. Evin ortasına yerleştirilen bir direk çatıyı taşıyor, evin duvarları çalıdan yapılıyor ve üzeri çamurla kaplanıyordu. Sonrasında ise evlerin planı dörtgen olmuş ahşap yerine kerpiç tuğlalar kullanmaya başlamışlardır. Evler bitişik formdadır ve içlerinde av sahnelerinin veya dini ritüel anlatımlarının bulunduğu duvar resimleriyle süslenmiş odalar vardır. Tarım aletleri geliştirilmiş ve çanak çömlek yapımına başlanmıştır. Bitki lifleri eğrilerek ip elde edilmiş ve dokuma tezgahları yaparak kumaş dokunmaya başlanmıştır. Sokaklar ve şehir duvarları inşa edilmeye başlanmıştır.
Hayvancılıkla uğraşan bazı toplumlar yerleşik hayatı benimsememişlerdir. İlk savaşların göçebe topluluklarla tarımcı topluluklar arasında olduğu düşünülmektedir.
İlk kültürel eserler taş, ahşap, metal, kemik ve topraktan yapılmış, metalin kullanılmaya başlanmasıyla ürerimde yeni atılımlar ortaya çıkmıştır. Sırasıyla önce bakır, altın- gümüş, tunç ve en son demir kullanılmaya başlanmıştır. Metalin üretim aşaması deneme yanılmaya dayandığı ve uzun bir süreci kapsadığı için tarihçiler tarafından bölümleme ve tarihleme olarak kullanılmıştır.
Tekerleğin bulunması en önemli keşiflerden biridir. İnsanlar hayvanları da eğiterek yük arabalarına koşmuş ve taşımayı kolay hale getirmişlerdir.
İlkel topluluklar daha geride oldukları için değil, hayat koşulları ilk çağlarda yaşananlarla benzerlik gösterdiği için ilkel olarak adlandırılır. Estetik değerler yerine işlevsellik ön plandadır. Yapılan duvar resimleri veya heykeller göze hitap etmesi için değil koruma amacıyla yapılmıştır.
Mezopotamya: İlk Yazı, İlk Şehir Devletleri
Erken gelişen kültürler ilk olarak Mezopotamya’da görülmüştür. Büyük şehirler kurulmaya başlanmış, mimarlık gelişerek daha sağlam yapılar inşa edilmeye başlanmıştır. İş alanlarının çoğalmasıyla toplum değişim geçirmiş ve sosyal farklı tabakalar ortaya çıkmıştır.
Tunç çağında yazı keşfedilmiştir ve resimden geliştirildiği düşünülmektedir. Yazı sayesinde kültürel etkileşimler ve erken kültürler hakkında sahip olduğumuz bilgi birikimi artmıştır.
Sümerler
Şehrin merkezi tapınaktır. Her şeyin ve herkesin sahibi tanrıdır ve rahip onun elçisi gibi onun adına kenti yönetir. Fırat ve Dicle nehirleri arasında konumlanan Sümerler su kanalları inşa etmişlerdir. Çivi yazısı kullanmışlardır. Kalan yazılı belgeleri mitolojik anlatımlar, kent planlaması, tapınak kompleksleri, sulama kanalları gibi bilgiler içermektedir. İlk devlet arşivleri Mezopotamya’da çivi yazılı tabletlerle kurulmuştur. Sümerlere ait Gılgamış Destanı da bu arşivden ele geçen önemli bir kültürel eserdir. Mezopotamya kent devletlerinde tanrı için çalışmakta olan halkın bakımından kral sorumludur.
Akadlar
Sümerlerin egemenliğine son veren Akadlar kültürel bir yenilik getirememişlerdir. Tanrı ile kral kavramını ayırıp dini işleri ruhani gruba bırakmışlardır.
Babiller
Küçük krallıkların bir araya gelmesiyle Mezopotamya’da birlik oluşturmuşlardır. Yazılı olarak kayda alınmış ilk devlet kanunu olarak bilinen Hammurabi Kanunları bu dönem yazılmıştır.
Asurlular
M.Ö. 2000- M.Ö. 1800 yılları arasında Anadolu’da ticaret kolonileri kurmuşlardır. Doğal kaynakları satın alıp işleyerek tekrar satmışlardır. Savaşçı bir millettir. Ordu kurma düzenleri ve silahların geliştirilmesi dünya kültürüne sağladıkları en büyük katkıları olmuştur.
Mısır, Suriye-Filistin, İran-Elam Kültürleri
Mısırlılar
Mısır coğrafya olarak aşağı ve yukarı olarak ikiye ayrılır. Nil nehrinin etkisinden dolayı M.Ö. 12.000’lerden sonra bölge sulu, M.Ö. 5500’lerden sonra da kuraklaşmaya başlamıştır. Hem güneşin oğlu hem de kral olan firavunlardan Aşağı ve Yukarı Mısır’a hakim olanlar iki ülkenin tacını üst üste takmışlardır. M.Ö. 3000- M.Ö.2000 piramitler dönemidir. Bu piramitler ölümden sonraki hayatı simgeler ve mumyalanan firavunun gücünü gösterir. Firavunlar hayattayken tanrının oğlu, öldükten sonra da tanrı olarak düşünülmekteydi.
Batı sanatı, mimari ve heykeltıraşlık konularında Mısırlılardan etkilenmiştir. Ayrıca ilk takvim Mısır’da yapılmıştır. Bir yıl dörder aylık üç mevsimden oluşmaktaydı. Nil nehrinin taşmalarına göre düzenlenmişti.
Suriye- Filistin
Anadolu, Mezopotamya ve Mısır arasında geçiş bölgesidir. Byblos ticaret kenti olarak çok önemli bir yere sahiptir. Mısır ve Anadolu da dahil olarak üzere bir çok yerden getirilen metaller Suriye’de işlenmekteydi. Fenike yazısı burada keşfedilmiştir.
İsrail Oğulları tanrı savaşçıları olarak ortaya çıkmalarıyla Tevrat önem kazanmaya başlamıştır. Rahip hem kral statüsünde hem de para basma yetkisine sahip kişidir. Yahudilik dinine sonradan geçiş olmadığı için dışa kapalı bir toplum yapısına sahiptirler. Hristiyanlık da bu topraklarda başlamıştır. Eski İbranice alfabesi çivi yazısından geliştirilmiştir. Yeni İbranice Rusya’dan İsrail’e göç eden Shalom Jakop Abraham tarafından geliştirilmiştir.
İran- Elam
Elam Sümer kültürünün devamıdır. Çivi yazısı kullanmışlardır. M.Ö. 2000’de Medler İran’ın kuzeyine hakim olmuşlardır. Güneyinde ise Elamlar egemenliklerini devam ettirmişlerdir. M.Ö. 6. yüzyıldan itibaren de Persler egemen ulus olmuşlardır. Kyros Pers İmparatorluğu’nun kurucusu olmuştur. Eyalet olarak belirlenen yerlere Satrap denilen Pers Valileri yerleştirmiştir. Pers topraklarında 20 büyük eyalet vardır ve Arami dili konuşulur. Düzenli ordular, paralı askerler ve uzak mesafe nakliyatları bu dönemde yapılmıştır. Pers Kralı ‘Kralların Kralı’ olarak kabul edilirdi. Doğudan batıya açılım yapmayı amaçlamışlardır. Özellikle Anadolu’yu ele geçirmek istemişlerdir. Elam Devleti İskender’in doğu seferiyle son bulmuştur.

Anadolu Kültürleri
Hititler
Mezopotamya’dan çivi yazısını almışlar fakat hiyeroglif yazıyı da benimsemişlerdir. Asur ticaret kolonilerine son verip Mittani Krallığı ile birleşmişlerdir. M.Ö. 1400-M.Ö. 1200 yıllarında Yeni Hitit İmparatorluğunu kurdular. Suriye’yi egemenlik altına alıp Mısırlılarla savaşmışlardır. Kadeş Savşı ve Antlaşması tarihte belgelenmiş ilk yazılı antlaşmadır. M.Ö. 1200 yıllarında deniz kavimlerinin göçüyle imparatorluk son bulmuştur.
Demir kullanımı artmış ve demir ticareti gelişmiştir. Kraliyet aristokrasisi önem kazansa da ılımlı bir politika izlemişlerdir. Mezopotamya ve Mittani kültürü egemendir. Yukarı şehir yapıları sayesinde savaşlarda kent düşse bile halk buralara sığınıp savunmaya devam edebilmiştir. Tanrılarına çok bağlılardır. Teşhup (baş tanrı – gök tanrı) Anadolu’daki tapınmanın başlangıcını oluşturur.
Hititler, M.Ö. 700’lere kadar Hititçe konuşan küçük beylikler olarak hayatlarına devam etmişlerdir. Fenikelilerle ticaret ilişkilerinin kurulmasıyla Anadolu, Mezopotamya ve Suriye- Filistin kültürleri bir araya gelmiş ve yeni kültür sanat anlayışları gelişmiştir. Yazıtlarda hem Fenike Alfabesi hem de Fenike Hiyeroglif yazısını kullanmışlardır.
Mittaniler
Kuzeyden gelip Kuzey Mezopotamya’nın hakimi olmuşlardır. Dilleri Hint – Avrupa dil grubuna girmektedir. Hitit ve Asurluların egemenliğinde yaşamışlardır. Süvari ve at arabasını savaş sanatında kullanarak dünya kültürüne kazandırmışlardır.
Urartular
M.Ö. 13-9. yüzyıl arasında Doğu Anadolu’da beylik ve aşiretler olarak yaşamışlardır. M.Ö. 7. yüzyıldan itibaren Medlerin egemenliğine girip bağımsızlıklarını kaybetmişlerdir. Çivi yazısı kullanmışlarıdır. Ölümden sonra hayata inanmalarının bir sonucu olarak krallarını anıt kaya mezarlarına gömmüşlerdi. Savaşçı bir halk olan Urartular su setleri kurarak su depolamışlardır.
Frigler
M.Ö. 9. yüzyıldan itibaren siyasi bir güç olarak ortaya çıkarlar. Gordios düğümü efsanevi kralları Gordios’un isminden gelmektedir. Batı Anadolu’ya egemen olmuşlardır. Helen kolonileriyle ilişkilerini geliştirip Yunanistan’la ticareti geliştirmişlerdir.
Friglerin en tanınmış siyasi kimliği Kral Midas’tır. Friglerin grafiti şeklindeki yazıları hala çözümlenemediği için Kral Midas hakkında pek fazla bilgiye sahip değiliz. Friglerin başkenti Gordion’dur. Mimaride taş, kerpiç ve ahşap kullanmışlardır. Ölümden sonra yaşama inanmalarından dolayı anıtsal mezarlar inşa etmişlerdir. Bereket ve doğurganlığı simgeleyen, doğanın ve hayvanların hakimi Matar Kubileya Friglerin öne çıkan tanrıçalarıdır.
Lidyalılar
M.Ö. 7. yüzyıldan itibaren Helen kolonilerini egemenliği altına almışlardır. Mermnadlar adı verilen kraliyet ailesi tarafından yönetilmişlerdir. Ticaretin gelişmesi sonucu alışverişi kolaylaştırmak için elektron (altın-gümüş alaşımı) sikke ürettiler. Fasulye şeklinde olan bu sikkelerde önceleri sadece çukur varken sonraları kraliyet simgesi aslan ve boğa betimlemeleri kullanılmıştır. Lidya Kralı Karun hazineleriyle ünlüdür.
Lidyalılar mimaride Frig geleneklerini geliştirerek devam ettirmişlerdir. Kaya mezar geleneğini sürdürmüşlerdir. Dinlerinde baş tanrıça Kybele’dir.
Batı Kültürünün Kaynakları
Minos
M.Ö. 2000- M.Ö. 1400 yıllarında Ege Denizi’nde varlıklarını sürdürmüşlerdir. Minos krallara verilen genel addır. Şehirlerinin etrafı surlarla çevrili değildir. Minos halkı barışçıl ve ticaretle uğraşan bir halktır. Minos sanatı yüksek kültür özellikleri taşımaktadır. Saray mimarisi, ticaret, seramik ve duvar resimleri oldukça etkileyicidir. Boğa oyunları ve resimleri önem taşımaktadır. Çünkü Minantauros Helen mitolojisinde Minos’un oğludur.
Minos uygarlığının Linear A ve Linear B olarak iki yazı şekli vardır. B hala çözümlenememiştir.
Mikenler
Yunanistan’a M.Ö. 1600-M.Ö. 1100 yılları arasında egemen olan savaşçı bir toplumdur. Mykene, Tyrins, Atina, Theben en önemli Miken kentleridir. Kentler birbirleriyle sürekli savaş halinde olmuşlardır. Mikenlerin öncü Helen kültürü olduğu düşünülmektedir. Metal sanatını ve minos seramiğini geliştirmişlerdir. Savaş arabaları ve savaş kıyafetleriyle de dikkat çekerler. Truva Savaşının yapıldığı dönem olan M.Ö. 1600’de Minos’u yok etmişlerdir.
Helenler
Helen halkında üç farklı boy vardır: Aioller, İyonyalılar ve Dorlar. Yerleşim şekilleri başlangıçta köy ve köyler topluluğudur. Kentlerin gelişimi kent ve devlet yönetiminin birleşmesiyle olmuştur. Polis siyasi varlığı olan şehirlere denmektedir.
Tunç Çağı sonunda yönetimde Basileos denilen, doğuştan hak sahibi bir bey bulunur. Kraliyet son bulduktan sonra aristokrasiye geçilmiştir. Klan başlarından oluşan konsey tarafından her yıl bir yıllığına biri seçilir. Adalet yazılmamış yasalarla sağlanmaktadır. Tüccarların ve köylülerin zenginleşmesiyle aristokrasiye karşı ayaklanma olmuş ve oligarşi yönetimine geçilmiştir. Daha sonra da demokrasiye geçilmiştir.
Fenikelilerle ilişkiler gelişince kültürel alışveriş meydana gelmiştir. Grek alfabesi oluşturulmuştur. M.Ö. 7. yüzyıldan itibaren yasalar yazılı hale getirilmiştir. Ticarette para kullanmaya başlamışlardır.
Sparta: M.Ö. 9. yüzyılda Dorlar tarafından iskan edilmiştir. M.Ö. 8. yüzyılda Spartalılar (Lakedaimonialılar) kente egemen olmuştur. Sparta savaşçı bir toplumdur. Çocuklar 8 yaşına kadar annelerinin yanında kalır sonra kışlalarda askeri eğitime alınmışlardır. M.Ö. 6. yüzyılda Yunanistan’ın ilk savaş birliği Paloponnesos Birliğini oluşturmuşlardır.
Atina: Demokrasinin tohumları Atina yarımadasında atılmıştır. Arkaik dönemde politik, sosyal ve kültürel değişimler yaşanmıştır. M.Ö. 500- M.Ö. 323 tarihlerinde tarihi yazmaya başlamışlardır. Atina heykel, mimari ve tiyatro alanında büyük gelişmelere sahne olmuştur. M.Ö.

  1. yüzyılda Makedonya Krallığı bölgede egemen olmuştur.
    Makedonya: Makedonya Kralı II. Filip Yunanistan’ı ele geçirmiştir. Ölümünden sonra tahta geçen İskender Makedonya, Anadolu, Mezopotamya, Suriye, Filistin, Mısır, İran, Afganistan, Pakistan ve Hisdistan’ı da sınırlarına alarak büyük bir imparatorluk kurmuştur. Ölümünden sonra dış güçlerin etkisi ve Romalıların doğuya doğru ilerlemesi Helenlerin sonunu getirmiştir.
    Romalılar
    Başlangıçta Romalı aristokratlardan oluşan meclis ve krallar yönetimde söz sahibidir. Daha sonra eşitlik isteğiyle Cumhuriyet yönetimine geçildi. Tüccar zenginlerin de söz sahibi olma isteğiyle ayaklanma ve iç savaş başlamıştır. Sezar öldürülüp yerine Octavianus geçmiş ve yönetimde birinci sınıf vatandaşlar yer almıştır.
    M.S. 395 yılında Roma Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Batı Roma İmparatorluğu 476’da yıkılmıştır. I. Konstantin ise Doğu Roma İmparatorluğunu (Bizans) kurarak Hristiyanlığı benimser.
    Roma’da disiplin ve ağırbaşlılık büyük önem taşımaktadır. En büyük yetilerinden biri sahip olduklarını elde tutabilmeleridir. Eyaletlerde Tanrı-Kral kültünü yaymışlardır. Ayrıca halkın dinine hoşgörülü davranmışlar ve ele geçirdikleri topraklarda yaşayanlara imtiyazlar sağlamışlardır.
    M.Ö. 70’de Kudüs’te Yahudilerin tapınağına Roma imparatoru heykeli konması isyana neden olmuştur. Bunun üzerine Roma askerleri tapınağı yerle bir etmişlerdir. Günümüzde tapınaktan geriye Ağlama Duvarı kalmıştır. Romalılar ayrıca Hıristiyanlığın yayılma zamanlarında Hıristiyanlara karşı da çok sert davranmışlardır.
    Roma’nın en çok ilerleme kaydettiği alanlardan biri hukuktur. Roma Hukuku bugün hala derslerde okutulmaktadır.
    Mimaride kireç harçlı Roma betonu kullanılarak bir çok yapı imar etmişlerdir. Roma harcı ve çelik konstrüksiyon kullanımı mimaride önemli bir yeniliktir.
    Roma’nın resmi dili Latincedir. Akdeniz dünyasında uzun yıllar etkili olan Roma kültürü aydınlanma dönemine girilmesinde önemli bir role sahiptir.
    AVRUPA’DA ORTAÇAĞ KÜLTÜRÜ
    Ortaçağ Kültürünün Kaynakları
    Latince, Antik Yunan Etkisi, Hıristiyanlık
    Avrupa tarihinde 5. ve 15. yüzyıllar arasını kapsayan uzun dönem, ya da Roma İmparatorluğu’nun çöküşü ile İstanbul’un Osmanlılarca fethi arasında yaşanan bin yıllık süreç, genel bir tanımla ortaçağ olarak adlandırılmıştır.
    Ortaçağ Avrupa kültürünü besleyen kaynaklar arasında, özellikle Roma kültürünün etkisinden vardır. Roma’dan miras kalan ve Roma Katolik Kilisesi’nin de resmi dili olan Latince, tüm Batı ve Orta Avrupa için en azından 10. yüzyıla kadar lingua franca olmuştur.
    Ortaçağ kültürünün oluşumunda Yunan faktörünün ancak dolaylı bir etki kaynağı olduğu söylenebilir. Skolastik felsefenin temel dayanaklarından olan Platon ve Aristoteles bile, ortaçağ boyunca Batı dünyasına İslam kültür çevresinin aracılığıyla nüfuz etmiştir.
    Antik mirasın yanında, Avrupa’nın oluşumunda rol oynayan diğer önemli faktör dindir. Göçlerle Avrupa’ya yerleşen kavimler, Roma İmparatorluğu’ndan miras kalan Hıristiyanlık inancı ortak paydasında birleşmişlerdir.
    Erken Ortaçağ’da Avrupa Kültürü
    Hıristiyan Kültürün Yayılması ve Kökleşmesi
    Kavimler Göçü nün ilk göç dalgasının sonunda, göçebe kavimler Avrupa’nın belirli bölgelerine yerleşmiş, eski Roma şehirlerinin yerinde kırsal nitelikli küçük devletçikler kurmuşlardır. Örneğin Anglo-Saksonlar bugünkü İngiltere’de, Ostrogotlar İtalya’da, Vizigotlar İspanya’da, Franklar Almanya çevrelerinde yerleşik hale gelmişlerdir.
    Entelektüel gelenek bu erken dönemde belirmeye başlamıştır. Roma birliğinin dağılmasından sonra göçlerle parçalanan Avrupa’da, her türlü kültür belirtisi hızlı bir şekilde çöküp yok olmuştur. Okur-yazarlık yönetici tabaka arasında bile yaygın değildir. Kökleşen eğitim kurumlarının da sonu gelmiştir. Erken ortaçağda Avrupa’nın okuma-yazma bilen “elit” tabakası, manastır çevrelerinde yetişen din adamlarından ibarettir. Bu yüzden dönemin düşünsel iklimi, teolojik düşünceye ve yegâne mutlak gerçeklik olarak Tanrı kavramına dayanmaktadır.
    Hıristiyanlığın yayılması, erken ortaçağ kültürünü belirleyen en önemli faktördür. Hristiyanlığın yayılması, idari ve toplumsal düzende de bazı değişimlere yol açmıştır. Gelişmiş Roma şehir kuruluşlarının yerini, bu dönemde, genellikle tek ailenin denetiminde olan küçük arazi parçalarının oluşturduğu sistemler almıştır.
    Anglo-Sakson Kültür Öncesi ve Sonrası
    Göçler çağı toplumlarının sanatlarını belirleyen ana eksen, hayvan üslubu olarak adlandırılan bezeme türüdür. İran, Orta Asya ve özellikle İskit kültür çevrelerinde yaygın olan hayvan üslubu, zamanla Çin’den Kuzey Avrupa’ya kadar uzanan coğrafyanın göçebe halklarının ortak bezeme dili haline gelmiş ve göçlerle Avrupa’ya ulaşan Kelt ve Cermen halkları aracılığıyla, erken ortaçağ sanatının da temel bileşeni olmuştur.
    Erken dönemin İngiltere çevresindeki en ünlü buluntu merkezlerinden biri olan mezarlıklardan çıkan zengin buluntular, Avrupa’nın eski göçebe kültürlerinin dünyasını yansıtan birer biçimsel sözlük niteliğindedir. Örneğin savaşçıların temel eşyalarından olan ve birlikte gömüldükleri kemerler sahibinin zenginliği ve statüsü hakkında bilgi vermektedir.
    Miğfer, kalkan ve kılıç gibi savaş objelerinin üzerinde yer alan ejder ve avcı kuş tasvirleri ile hayvan üslubunda stilize bezemeler, göçler çağı Avrupasının tüm göçebe kavimlerinde ortak olan sanatsal dışavurum biçimleridir. Bu bezemeler, aynı zamanda, Asyalı göçebe kavimlerin sanatı ile de belirgin bir paralellik göstermektedir.
    Özellikle mezarlardan birinde bulunan objelerin, Beowulf destanında betimlenen dünya ile ortaklıklar içerdiği kabul edilmektedir. Destan, Beowulf adlı güçlü bir savaşçının canavarlarla savaşmak üzere yolculuklara çıkması ve doğaüstü engeller karşısında gücünü ispatlayarak galip gelmesinden ölümüne kadar uzanan çizgide başından geçenleri anlatmaktadır.
    Bu sıralarda, Avrupa’nın Northumbria ve İrlanda çevrelerinde misyonerlik faaliyetlerinin de etkisiyle 5-6. yüzyıllardan itibaren yayılmaya başlayan Hıristiyanlık, şehir kültürüne tamamen yabancı olan bu izole kültür çevresinde, ideal bir gelişme ortamı bulmuştur. Hıristiyanlık, bu bölgede yaklaşık 200 yıllık bir “altın çağ” yaşamıştır.
    Dinsel faaliyetlerinin yanında canlı birer kültür-sanat merkezi olan manastırlarda yetişen keşişler, Avrupa’ya yayılarak yeni manastırlar kurmuş ve hem Hıristiyanlığın yayılmasına hem de manastırlarda biçimlenen ortaçağ kültürünün ve yeni sanat formlarının belirmesine de zemin hazırlamışlardır. Hıristiyanlığı yaymak amacındaki bu manastırların başlıca üretimi, el yazması İncil kopyaları ve diğer dinsel metinlerdir. Bu yazmalar, Hıristiyanlaşan kavimlerin ürettiği ilk sanat formlarıdır.
    Vikingler
    Northumbria manastırları, 8. yüzyıl sonlarına kadar Avrupa’nın başlıca dinsel ve kültürel merkezi olarak kalmış, 11. yüzyıla kadar tüm kıtayı kasıp kavuran Viking akınları ile birlikte manastırlar yok olmuştur. Avrupa’nın çeşitli bölgelerine dağılan hayatta kalan keşişlerin dramatik ve trajik anlatımları, yüzyıllarca süren bir Viking korkusu ve düşmanlığına neden olmuştur.
    Vikingler de diğer göç toplulukları gibi genellikle taşınabilir eşyalar ve silahlar üretmişlerdir. Buluntular, Vikinglerin kuyumculuk, maden işçiliği ve ahşap oymacılıkta usta olduklarını göstermektedir.
    Vikinglerin denizcilikteki ustalıkları, büyük ölçüde zorlu coğrafi koşullara bağlıdır. Dağlık yapı ve sarp kayalıkların arasındaki ulaşımın çoğunlukla deniz yolculuklarıyla sağlanabilmesi, Vikinglerin gemi yapımında ileri teknikler geliştirmelerini zorunlu kılmıştır.
  2. yüzyıldan 11. yüzyıla kadar, Avrupa’yı tehdit eden Vikingler, Hıristiyanlığın tüm kıtada yayılarak kökleşmesi ve bağımsız Hıristiyan krallıklarının güçlenmesiyle birlikte güç kaybetmeye başlamıştır.
    Avrupa’nın Biçimlenmesi: “Karolenj ve Otto Rönesansı”
    Kral Şarlman (Charlemagne) ve Avrupa’nın Biçimlenmesi
    O çağın karmaşık ortamında, bütünleşmiş ve tek parça halindeki bir Avrupa hayal eden Frank kralı Şarlman hükümdarlığı boyunca, toplumsal yaşamın pek çok yönünü bütünleştiren yeni düzenlemeler getirmiştir ve bu yönden bakıldığında Karolenj dönemi, bütünleşik bir Avrupa fikri için prototip teşkil etmektedir. Şarlman’ın dönemi, “Karolenj Rönesansı” olarak adlandırılır. Şarlman, kültürel birlik idealini gerçekleştirmek için öncelikle dil ve eğitim sistemini yeniden düzenlemeye girişmiştir. Karolenj döneminde tüm Avrupa halkları arasında ortak dil olarak kullanılmak üzere standart bir Latince geliştirilmiştir. Dil ile birlikte yaz› üslubu da tekilleştirilerek, “Karolenj minüskülü” denilen açık, net, kolay okunan bir yazı üslubu geliştirilmiştir.
    Karolenj Rönesansı Dönemi Sanat Kültür Mimari
    Manastır ve saray scriptorium’larında İncil kopyaları ya da kutsal konulu diğer metinlerin minyatürlü yazmaları üretilmiştir. Karolenj dönemi el sanatları ve kitap sanatlarında, Kelt-Cermen gelenekleri Romalı bir konsept içinde, antik modeller ve konularla harmanlanarak ele alınmıştır.
    Karolenj Rönesansı’nın düşünsel altyapısını ve politik ideallerini daha geniş kitlelere yayma misyonunu üstlenen en belirgin sanatsal göstergenin mimari olduğu görülür. Mimaride Roma örneklerine öykünme göze çarpmaktadır. Korelanj Dönemi’nde Roma ve Bizans formlarını referans alan, fakat zaman içinde bu temeli kendine has özelliklerle harmanlayarak zenginleştiren yeni ve özgün bir üslup yaratılmıştır. Yerleşik bir mimari geleneğin, Karolenj dönemiyle birlikte başladığı söylenebilir. Şarlman döneminde inşaa edilen en önemli yapı, imparatorluğun idarî merkezi Aachen’da inşa edilen saray kompleksidir. Şarlman’ın imparatorluk ideallerini yansıtan bu kilise, Karolenj Rönesansı’nı oluşturan düşünsel altyapının somut bir göstergesidir.
    Otto Rönesansı Dönemi Sanat Kültür Mimari
    Şarlman’ın ölümü ve Karolenj İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla birlikte, yeniden göçler ve istilaların hüküm sürdüğü kaotik bir döneme girilmiştir. Avrupa’yı tekrar bütünleştirerek Batı’nın yeni büyük imparatorluğunu kuran Sakson kökenli Otto hanedanının hâkimiyeti, 962’de I. Otto ile başlar ve 11. yüzyılın ortalarında, imparatorluk tacının başka bir hanedana geçmesiyle son bulur. Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu olarak adlandırılan bu devlet, bir yandan Hıristiyan Roma mirasını sahiplenirken, bir yandan da Cermen kimliğine vurgu yapar.
    Otto dönemindeki kültürel ve sanatsal atılımın izlenebildiği başlıca alanlar, mimari ve yazma kitaplardır. Karolenj üslubunu benimseyerek geliştiren Otto dönemi sanatının, Romanesk stilin oluşumuna zemin hazırlayan başlıca kaynak olduğu söylenebilir.
    Dönemin scriptorium’ları arasında en tanınmış olan Reichenau Manastırı, Otto resim sanatının başlıca örneklerini vermiştir. Figürlü anlatımlarda, erken Hıristiyan repertuarının yeni bir yorumla ele alınarak erken ortaçağ kültürünün ürettiği kendine has özelliklerle bütünleştiği görülmektedir.
    Figürlü anlatımlara, insan boyutlarındaki heykellerde de rastlanır. Batı dünyasının anıtsal ölçüdeki ilk bağımsız heykellerinden olan Gero Haçı, İsa’nın çarmıha gerilişi konusuna insancıl bir yaklaşım getirmiştir.
    Feodal Avrupa’da Sosyal Hayat, Sanat, Mimari
    Tümüyle Hıristiyanlaşan Avrupa’nın 10. yüzyıldan sonraki gelişimini belirleyen ve ortaçağ kültürünü yeniden yapılandıran temel unsurun din olduğunu söylemek mümkündür.
    Ekonominin ve toplumsal düzenin toprağa ve tarıma dayalı olduğu feodal sistem ile birlikte, düzensiz kırsal yerleşimlerin yerini daha düzenli yapıdaki köyler almaktadır. Şehirleşmenin yayılmasıyla birlikte, toplum içinde “şehirlilik” ve “köylülük” kavramları da belirginleşmeye başlamıştır.
    Hıristiyanlığın kökleşmesiyle birlikte belirginleşen “öteki dünya” fikrinin yanı sıra, büyük toprak sahiplerinin iktidarına ve soy esasına dayanan feodal düzende atalara atfedilen değer de bu oluşumda rol oynamıştır. Zaman içinde Avrupa’nın her yerinde kraliyet hanedanları için büyük mezarlıklar yapılmış, kutsal kişilerin mezarları ise, özellikle 11. yüzyıldan sonra önemli hac mekânlarına dönüşmüştür. Bir hac mekânı olarak rağbet görmeye başlayan ilk yer Kudüs’tür; fakat ortaçağ koşullarında güç bir yolculuk gerektirdiğinden, zamanla Avrupa içinde yeni hac mekânları oluşmuştur. Roma, Kudüs’e alternatif olarak beliren ikinci önemli hac mekânıdır.
    Romanesk Sanat
    Sanat eğitiminin ve üretiminin merkezi konumundaki manastırlar, mimari tasarımlarıyla özgün ve homojen bir stil ortaya koymaya başlarlar. Estetik yönden bir bütünlük anlayışı getiren bu stile, “Roma üslubunu anımsatan” anlamında Romanesk denmiştir. Karolenj ve Otto mimarisi, biçimsel anlamda Romanesk stili besleyen en önemli damardır. Romanesk sanat, önceki dönemin saraya bağlı, bütüncül ve tekil sanat anlayışından farklı olarak, çok sayıda bölgesel stilden oluşmaktadır. Romanesk stil, tüm Avrupa’yı etkisi altına almış olan ilk büyük sanat akımıdır.
    Değişik biçim ve konumlarda bir veya iki kule ile tamamlanan ön cephe tasarımı, Romanesk kiliselerin karakteristik özelliklerindendir. Bu dönemde ilk kez yeni bir üslup belirmiştir; sütun başlıklarında konulu figüratif anlatımlar görülmeye başlamıştır. Tercih edilen başlıca konular, İncil ve Tevrat’tan sahneler ile azizlerin yaşamlarından kesitlerdir. Avrupa’da ortak bir sanat dili olarak Romanesk stilin oluşmasında, Haçlı Seferleri’nin getirdiği mobilite faktörünü rol oynadığı düşünülmektedir.
    Ortaçağın Son Yüzyılları, Şehirleşme ve Etkileri
  3. yüzyılda ortaçağ kültürünün gelişlimi doruk noktasına ulaşmış, 14. ve 15. yüzyıllar ise, bu yükselişin ardından gelen krizli bir süreç başlamıştır. Büyük kitleleri etkileyen veba salgını, savaşlar ve kıtlıklar, toplumsal yıkımlara neden olmuştur.
  4. yüzyılda yaşanan yükselişe zemin hazırlayan en önemli etken, şehirleşme ve şehir kültürünün oluşmasıdır. Şehirler, aktif birer üretim ve tüketim merkezi haline gelmeye başlamış, şehirlerde zanaat kolları çeşitlenmiştir; ayrıca uluslararası ticaret yaygınlaşmıştır.
    Erken ortaçağda manastırların tekelinde olan ve sınırlı bir tabakaya hitap eden okullar yaygınlaşmış ve kent okulları açılmıştır. Böylelikle halk arasında okur-yazarlık oranı yükselmiştir. Kitap konuları dinsel eksenin dışına taşarak, dünyevi meseleleri de kapsar hale gelmiştir.
    Gotik Sanat
    Öncelikle ve özellikle mimaride belirginleşen Gotik sanat,
  5. yüzyıldan itibaren Fransa’dan başlayarak tüm Avrupa’ya yayılmıştır. Gotik mimarinin belirleyici özelliği ise, yuvarlak kemer yerine sivri kemerin kullanılmaya başlanmasıdır.
  6. yüzyıldan itibaren tüm kiliselerde yaygınlaşan anıtsal gül pencerelerin üzerinde uygulanan cam resim tekniği,
  7. yüzyıla kadar varlığını sürdürmüştür. 15. yüzyılda altar resimlerinin yaygınlaşmasıyla birlikte, cam resim tekniği geri plana düşmüştür. Altar resimleri, Kuzey Avrupa’da erken Rönesans çağının başlıca sanat üretimi haline gelmiştir.
    Ortaçağın Sonu Rönesans’a Doğru
  8. yüzyıla doğru zengin tüccar sınıfının oluşumuyla birlikte değişen toplumsal yapı ve hümanizma düşüncesinin doğuşu, ortaçağ kültürünün sonunu getirmiştir. Hümanist düşüncenin yaygınlaşması, skolastik felsefenin sonunu getirmiş ve düşünce sistemindeki bu değişim, sanat alanında Rönesans’ı doğurmuştur.
    İspanya’daki Müslüman hâkimiyetine son verilmesi, aynı yıl Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşfetmesi de, Avrupa’nın kaderini değiştirerek yeni ufuklara yelken açmasını sağlamış ve tarihte yeni bir sayfa açmıştır. 14-15. yüzyıllarda başlayan ticari ve ekonomik büyümeyle yan yana yürüyen kültür ve sanat hareketleri, ticaret ile birlikte zenginlik ve güç kazanarak öne çıkan ailelerin hamiliğinde büyük ivme kazanmıştır. Rönesans sanatı da böyle bir çevrede, Floransalı zengin Medicis ailesinin inisiyatifi ve desteğiyle doğmuştur.
    Ortaçağda Bilim, Felsefe, Edebiyat
    Avrupa Ortaçağ felsefesi, dinsel öğretiler ve din-dünya görüşüne dayanmaktadır. Felsefe tartışmaları Ortaçağ boyunca inanç-Tanrı-bilgi ekseninde yoğunlaşmıştır.
  9. yüzyıldan itibaren Yunan filozoflarının çevirisi ve Arap filozoflarının yorumlarıyla din felsefesinin yeni bir yön kazandığı görülmektedir. Batı dünyasının yüzyıllardır uzak kaldığı Yunan edebiyatı, felsefesi ve bilimsel çalışmaları, İslam filozoflarının eserlerinin Batıya aktarılmasıyla, ilk kez Avrupa kültür çevresine girmiştir. Bu nedenle, Ortaçağ felsefesinde Arap-İslam felsefesinin etkisi büyüktür. Endülüs Emevi kültürü ve felsefesi Batı felsefesi üzerinde çok etkili olmuştur.
    Edebiyat alanında ise Dante Alighieri kendi yerel dilinde bir dünya başyapıtı olan İlahi Komedya, Giovanni Boccaccio, Decameron adlı eseriyle ilk yazılı anlatı türünün örneğini vermiştir.

ANADOLU ORTAÇAĞI, SELÇUKLU AYDINLIĞI
Anadolu Ortaçağı, Selçuklu Aydınlığı
Anadolu’daki Ortaçağ, Selçuklular ve onları izleyen Beylikler ile Bizans’ın birlikte yaşadıkları bir süreçtir. Bu çeşitliliğin içinde, canlı, kültürel göstergeleri zengin ve gerilimli bir tarih kesiti yaşanmaktadır.
Bizans İmparatorluğu, Doğu Roma İmparatorluğu adıyla da anılır ve bu İmparatorluk uzun hayatında önemli evreler geçirmiş fakat Malazgirt Savaşıyla gücü sarsılmıştır.

  1. yy’dan sonra siyasal güçler, büyük inanç sistemlerini, çeşitli mezhep ve tarikatları arkalarına almışlardır. Kültür ve Sanat bir yandan daha geniş çevrelerle alışverişlerini sürdürürken, şehirler, limanlar, kervan yolları gibi ekonomi göstergeleri fiziki çevreyi şekillendirmiştir. Bu yolla da özgün ürünler sunan bir sanat ortamı yaratılmıştır.
    Siyasal Görünüm
    Tarih geleneği Anadolu’daki Türk varlığını Selçuklularla başlatır. 1071 tarihi ile simgelenen bu başlangıç, adı konulmamış göç dalgalarından birisi olmuştur. Türkler genellikle Batı’ya doğru ilerlemişlerdir ve bu yeni topraklar, herhangi bir coğrafya parçası değil, farklı kültür çevrelerinde varlığını sürdürmekte olan toplumsal yapılardan oluşmuştur.
    Selçuklular yeni bir kimlik elde etmeye çalışmamışlardır. Bu davranışları, oldukça faydacı ve kullanışlı yöntemler göstermiştir. Söz konusu süreçte, Anadolu’nun Türkleşmesi kadar, Türklerin Anadolululaşması da söz konusu olmuştur.
    Tarih geleneği Anadolu’daki Türk varlığını Selçuklularla başlatır. Bu süreç, Türk kimliğinin yeni topraklarda zenginleşmesi bakımından önemli olmuştur dolayısıyla 14. ve 15. yüzyıla doğru, yeni gelişmelere altyapı hazırlanmıştır.
    Ortaçağ’da Bizans’tan başka Selçukluların ilerleyişini engelleyici bir güç olmayışından yeni bir kültür çevresi oluşturulmaya çalışılmış fakat Selçuklular iki ateş arasında kalmıştır.
    Haçlılar ve Moğol Askerleri’nin saldırıları sonucu ağır vergilere bağlanan Selçuklu egemenliği sönmüş fakat Selçuklu yönetiminin yaratma ve yaşama gücünü bastıramamıştır. Anadolu’ya kimlik kazandıran bir kaç yüz eser bu dönemde ortaya çıkmıştır.
    Kültürel Görünüm
    Selçuklu Kültürünün mimarlık ve plastik sanatlara ilişkin göstergeleri 11. yüzyıl ortalarında başlayıp, 13. yüzyıl sonuna kadar sürmüştür. Temel anlayış genel İslam sanatı ve daha sonra şekillenecek olan Osmanlı sanatıyla benzerlikler göstermekle birlikte, Selçuklu sanatını farklı bir çehreye büründürmüştür.
    Diğer sanat alanlarına göre; mimarinin sadece inanç yapılarına değil her türlü anıtsal yapıda aynı şekilde yansıtılması Anadolu’daki Ortaçağ estetiğini belirleyen otoriteyi göstermiştir. Maden işçiliği, halı ve kilim gibi diğer sanat alanlarında da motif, figür ve temalar, sanatsal eğilimlerin farklı toplum katmanlarına göre anlam kazandığını ifade etmiştir. Bu yapılar sadece belirli bir işleve cevap vermekle kalmayarak, düşünce dünyasının zengin içeriğini de dışa vuran eserler olmuştur.
    Toplumsal Hayat, Toplumsal Kurumlar ve Mimari
    Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün yazdığı Siyasetname’de hükümdarların sahip olması gereken nitelikler, saltanatın koşulları ve kuralları anlatılmıştır. Halk, göçebe bir hayat sürerek geçimini hayvancılık ile sağlamaktadır. Yerleşik nüfus ise çiftçilik, zanaatçılık ve ticaretle uğraşmaktadır. Kentlerde tüccar, esnaf gibi işkolları söz konusu iken, imarethanelerde yoksul halka öğrencilere ve yolculara parasız yemek verilerek eğitim medreselerde yapılmaktadır.
    Dönemin en önemli mimari yapıları arasında yer alan camileri, yönetim binaları hatta saraylardan daha ileri görülen toplumsal ve siyasal merkezler niteliğinde olmuştur. Her türlü toplantının yapıldığı camilerin mimarisi bir ekonomik güç belirtisi ve dönemin yöneticisinin prestij göstergesi olmuştur. Bu camiler, enlemesine gelişen, çok destekli, düz çatı ile örtülmüş sade bir yapı tipindedir. Mihrap önü kubbesi, minarenin konumu ve son cemaat yeri gibi unsurların geliştirilmesi ile 14. yüzyılda ortaya çıkan yenilikler olmuştur.
    Bilginin aktarılması ve nitelikli insan kaynaklarının yaratılması Ortaçağ İslam devletinin amaçladığı toplumsal yapı için kaçınılmaz olmuştur. Hadis, kelam, fıkıh gibi din bilimlerinin yanında, matematik, tıp astronomi gibi fen bilimlerinin öğretileceği okullara da ihtiyaç duyulmuştur. Eğitimin amaçları doğrultusunda belirlenen okulların şehir merkezlerinde kalıcı kurumlara dönüştürülmesi, genel olarak adına medrese dediğimiz yapılarla mümkün kılınmıştır. Yöneticiler ve varlıklı kişiler tarafından kurulduğunu belgelerden anladığımız medreseler genellikle şehrin odak noktasını oluşturan gösterişli mimari kütleler olmuştur.
    İnsanıyla, toplumsal kesimleri ve kurumlarıyla Anadolu’nun yeni fiziki çevresini belirleyen Selçuklu şehirlerinin gelişiminde ticaretin rolü büyüktür. Yollar üzerinde kervanların dinlenmesi ve gecelemesi için inşa edilmiş büyük hanlara kervansaray adı verilir. Önceleri “Ribat” adıyla anılan ve sınır bölgelerinde korunma, savunma gibi maksatlar için kullanılan bu yapılar, zamanla yolcuları ve ticari eşyaları korumak üzere konaklama amacıyla kullanılmaya başlamıştır. Ticari hayatı canlı tutmak üzere kurulan bu tesislerin amacı kişilere ya da devlete gelir sağlamak olmamıştır.
    Kümbet’ler Selçuklu mezar anıtlarının önemli bir mimari yapıları olmuştur. Uzaktan bakıldığında basit bir kale formu gösteren kümbet, bir mezar anıtı olmasının yanında, mimari unsurlarındaki yalınlık, süslemenin yapı ölçülerine göre düzeni ve üzerinde taşıdığı bir dizi simgesel motif dolayısıyla güçlü anlamlar içeren yapılardır. Kümbet anlayışının çok eski bir sembolizme bağlı olduğu ikinci dünya kavramının ölen kişinin bedeninin korunmasıyla birlikte düşünüldüğü açıktır. Selçuklular’ın İslam kültürüne ekledikleri bu kümbet yapılar, en özgün yapı tiplerinden biridir.
    Anadolu Türk Süslemeleri, Ejderler ve Çiçekleri
    Anadolu Selçuklu sanatının motif hazinesi, karmaşık ve enerji dolu olduğu kadar, başlangıcı daha eskilere inen çağrışımlar verir. Mimari yüzeyler ve objeler üzerine yansıtılan bu şekillerin arkasındaki temel düşünce farklılıkları, toplumsal, etnik alışkanlıklara dayanmaktadır.
  2. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak, mimari yüzeylerde figürlü konuların azaldığı, giderek objelerin de insan, hayvan ve mitolojik varlıklardan arındırıldığı dikkati çekmiştir. Şekil dünyasının şifreleri çözülebildiği sürece, Selçuklu sanatının özgül varlığı, Türk sanatının geneli içindeki yeri belirlenmiş olacaktır. Türk tarihinin daha eski katmanlarında yer alan Asya kültüründeki hayvan üslubunun İslam ile tanışması, geyiklerin, ejderlerin ve yırtıcı kuşların yeni inanç sistemi içinde yer almasını sağlamıştır. 10. yüzyıldan itibaren ise yeni inanç sistemindeki figürler giderek enerjisini kaybetmiş, tedirgin bir tasvir halini almıştır.
    Geometrik şekillere Çin’den Bizans’a kadar her kültürde rastlanır ancak bu şekilleri karmaşık ve gelişmiş kompozisyonlara dönüştüren anlayış neredeyse İslam inancıyla birlikte parlak bir üslup kazanmıştır. Çünkü sadece geometrik şekiller insanın evren karşısındaki duruşunu en soyut dille anlatabilmiştir.
    Haç, gamalı haç (svastika), altı köşeli yıldız, vb şekillerde kollektif arzuları, dini ve mistik köken anlamlarını düşünmek mümkündür. Bu şekillerden bir kaç tanesini bünyesine alarak genişleyen sistemi, İslam düşüncesinin göstergesi olarak anlamak daha doğru olacaktır. Çünkü, büyük bir sisteme katılan bir tekil form, artık tek başına değil, kendisinin veya benzerlerinin tekrarıyla sonsuzluğa açılan bir genişliğin parçası olacaktır.
    Bizans Sanatı eski Yunan ve Roma kökenli olmasının yanında Doğu kültürlerinin de iz ve etkilerini taşımıştır. Bizans sanatında belirli bir imparatorluk sanat anlayışı egemendir. Ayrıca süsleme sanatıyla ve müziğiyle de ünlüdür.
    Selçuklu sanatında 13. yüzyılın ortalarına doğru ise bitkisel formlar, figürlerin yerini almaya başlamıştır. Beylikler dönemi ile birlikte tam bir egemenlik kuran dal, yaprak, ve çiçek türleri, Osmanlı tezyinatında olağanüstü bir gelişmeyle, iç ve dış hareketlerin netleşmesiyle farklı ekoller içinde adlandırılır. Tezhip sanatı ve Mimari bitkisel formların en etkin kullanım alanları olmuştur.
    Süsleme sanatının sunmuş olduğu bu formlar, insanın bilinen anlamdaki öyküsünü ve somut olayları anlatmazlar. Bu formlar sembolizm tanımına uyan ya da mistik göstergelerden oluşan birer yapılar olmuştur. Bu süslemelerin nerede ve hangi tarzda karşımıza çıkacağını bilemeyiz fakat, göz önünde bulundurulması gereken en önemli nokta süslemenin çok sayıda türlerden oluştuğudur. Temaların kökeni, tercih yoğunlukları, üslup özellikleri her ortamda farklılıklar göstermektedir.
    Selçuklu sanatının; Asya, yerel Anadolu ve İslam kültür çevresi olmak üzere en az üç kaynağa dayandığını söyleyebiliriz.
    Türkler’in İslam kültür çevresine girmeden önce yaşadıkları uzun devreler boyunca sürdürdükleri hayat tarzı, inanç sistemleri ve buna bağlı olarak da sanatları çok farklıydı. Dolayısıyla bu sürecin yankılarını taşıyan Selçuklu süslemeleri Türkler’in İslam dinini kabul etmelerinden sonra, katıldıkları yeni çevrelerde yarattıkları özgün bir sanat kesiti olmuştur.
    Bilim, Edebiyat, Felsefe
    Selçuklularda kent yaşamının gelişmesi ve ticaret yollarının güvenliği bilim, edebiyat ve felsefenin de ilerlemesine katkıda bulunmuştur. İslam dünyasının Gazali, Kuseyri gibi fıkıh, kelam, tefsir ve hadisi din bilginlerinin bir çoğu bu dönemde yetişmiştir. Selçuklular bütün dinlere ve mezheplere karşı hoşgörülü olmuşlardır fakat bu dönemde mezhep çatışmaları yoğun olduğu için din felsefesi de buna paralel ilerlemiştir.
    Dönemin belirleyici felsefesi tasavvuf felsefesi olmuştur ve Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli gibi önemli isimler bu dönemin temsilcileri olmuşlardır.
  3. yüzyıl Anadolu’nun zor yılları olmuştur. Moğol İmparatoru Cengiz Han’ın istilaları ile büyük bir coğrafyada hayat alt üst olmuştur. Bu istilalar sonucunda otuz milyonun üzerinde insan katledilmiştir. Türki halk Anadolu’ya göç etmiştir. Beylikler dönemi başlamıştır. Cengiz Han, 1206 – 1227 tarihlerinde hüküm sürmüş ve Dünyanın en büyük İmparatorluğunu kurmuştur. Adı geçen Yunus Emre, Nasrettin Hoca gibi büyük isimler ise çocukluklarını ve gençliklerini bu istilaların gölgesinde yaşamışlardır.

AVRUPA’DA RÖNESANS: DEĞİŞEN AVRUPA
Yeniçağı Hazırlayan Faktörler
Her ne kadar feodal sistemin kalıntıları bir süre daha devam edecek olsa da, Yüzyıl Savaşlarının sonu (1492) Avrupa’da yeni bir dönemin başlangıcı olarak kabul edilir. Matbaanın bulunması, keşifler, Rönesans, hümanizm ve reform hareketleri, düşünce sanat din ve siyasette yeni yapılandırmalar getirir. Laiklik sistemi başlar, burjuvazi sınıfı oluşur ve güçlenir. Bunlar köklü bir değişim olmasa da sonraki yüzyıllara esin kaynağı olacaktır.
Avrupa’da henüz feodal sistemin kalıntıları devam ederken, feodalizmi yaşamayan İtalya 13. Yüzyılda Venedik gibi gelişmiş kentlere sahip olmuştur.

  1. yüzyılın sonunda İtalya’da krallara tanınan yetkilerle ticarette yeni formlar gelişmiş, bankacılıkta sabit kredi sistemi kurulmuş, sigortacılık organizasyonları sağlanmıştır.
    Bu değişimler İtalya’da sanata da yansımış, sanatçılar Tanrıyı, dünyada ve canlılarda onun güzelliğinin yansımasında görmüş ve eserlerine uygulamışlardır.
    Keşifler, Sömürgeleştirme, Yeni Ekonomik ve Ticari Düzen
    Yeni keşifler, yeni keşfedilen topraklardan elde edilen gelirler, ticaretle gelişen Avrupa ekonomisini güçlendirmiş kapitalist bir çağ başlatmıştır. Kent devletlerinin savaş teçhizatlarının temini, deniz aşırı ticaret ve madencilik çağın yenilikleridir. Yeni Dünya’nın keşfi ile Ortaçağ düşünce yapısına aykırı olan dünyanın yuvarlak olduğu görüşü benimsenmeye başlamıştır.
    Bu çağda Avrupa, Afrika’nın güney kıyıları, Güney Amerika ve Amerika kıtasının güney batısına kadar geniş bir coğrafyaya yayılmış ve bu topraklardan Avrupa’ya yeni kaynaklar aktarılmıştır.
    Yeni Dünya ticaretiyle Avrupa’ya birçok tarım ürünü, değerli kumaşlar, çikolata, alkollü içecekler girmeye başlamıştır. Bunlar arasında Inka ve Aztek uygarlıklarının atın ve gümüşü de bulunmaktadır.
    Avrupa’da, 15. yüzyılın ikinci yarısında merkezi otoriteler yönetimde etkili olmaya başlamış, kilisenin otoritesi zayıflamıştır.
    Rönesans ya da Yeniden Doğuş

Rönesans “yeniden doğuş” anlamına gelir ve 14. yüzyılın sonlarında İtalya’da ortaya çıkmıştır. 15. Yüzyılda ticaretin etkisiyle kent devletleri gelişmiş, farklı yönetim ve üretim güçlerine sahip olmuştur. Floransa’da loncalar geliştirilmiş, zenginleşmiş ve yenilenmiştir. Bu yenilenmeyi Roma’da uygulamak isteyen Papalık, Floransalı sanatçıları Roma’ya davet etmiştir.
Bu çağda İslam düşünürlerinin, Yunan filozofları ile ilgili yorumlamaları, yeni irdelemeleri beraberinde getirmiştir. Skolastik düşünce ve eğitim sorgulanmaya başlanmıştır.
Matbaanın bulunması, İtalya Rönesans’ı etkilerinin kuzeye yayılmasını sağlamıştır.
İtalya’da yeniliğin başladığı ilk kent Floransa’dır. Belirli alanlarda uzmanlaşmış zanaatkârların korunduğu lonca sistemi ticari loncalar olarak Floransa’da sürdürülmüştür.

  1. Yüzyılda bankacılık sistemi ile güçlenen kentte, zengin aileler sanatçıları korumuşlardır.
    Rönesans ile birlikte usta çırak ilişkisi gelişmiş, sanatçılar kendine has üsluplar geliştirerek birikimlerini eserlere yansıtmışlardır.
    Ortaçağın derinlikten yoksun sanatına karşı, perspektif anlayışı bu çağ sanatının özelliklerindendir. Yine Ortaçağa zıt olarak insan ön plana çıkmıştır. Resimde derinlik ve renk, heykelde ışık ve gölge, mimaride de farklı form ve malzemeler ortaya çıkmıştır.
    Rönesans Döneminde Felsefe, Edebiyat ve Sanat
  2. yüzyılın başında Floransa ve Napoli’de ortaya çıkan hümanizm, bireyin kendini güzel ifade etme becerilerini geliştiren, eğitimi ön plana çıkaran bir düşüncedir. Yazar Dante Alighieri, şair ve dilbilimci Francesco Petrarca, şair ve yazar Giovanni Boccaccio önemli hümanistlerdir.
    Seçkin ailelerin desteği ile Floransa’da Pisa Üniversitesi (1343) yapılandırılmış, İngiltere’de Krallığa Bağlı Tıp Okul’u ve Londra’da St. Paul Okulu kurulmuştur.
    Platon’un Neoplatonizm düşüncesi bu çağda özellikle Floransa’da ön plana çıkarılmış üniversitelerde eğitimin parçası haline gelmiştir.
    Protestan Reformunun yaygınlaşmasındaki etkenlerden biri de klasik çağ eserlerinin her dilde kopyası olmasıdır.
    Siyaset felsefesi, toplum yönetimi konularında ilkler ortaya atan Machiavelli siyaset bilim alanında önemli bir isimdir.
    Rönesans Dönemi İtalya Sanatı
    Rönesans döneminin başlangıcında İtalyan sanatçılar Ortaçağın durağanlığını yıkmış, Klasik sanat üsluplarına geri dönerek bu çağın dünya görüşüyle özdeşleşen eserler vermişlerdir. Resimlerde ışık-gölge ve perspektifle gerçeklik verilmeye başlanmış, üç boyutluluk yaratmak için kontrast ve renklerden faydalanılmıştır (S:103, Resim 5.1). Masaccio ve Botticelli Rönesans başlangıcının önemli sanatçılarındandır.
    Rönesans mimarisinde, kendisinden önce süren Gotik tarzın zıddı görülür. Yapının ön cephesi klasik dönem etkisinde olup sütun paye ve kemerler kullanılmıştır.
    Rönesans dönemi heykellerinde anatomi detaylı şekilde kavranılmış ve heykeller gerçekçi bir ifadeyle anlatılmıştır. İnsan bedeninin her şeyin ölçüsü olduğundan yola çıkılmış ve bedenin geometrik yapısı Rönesans heykelinin temelini oluşturmuştur. Öncü heykeltıraşlardan birisi Donatello’dur.
    Dönemin öncü sanatçılarından Leonardo doğadaki tüm canlılara dair ortak bir düzen keşfetmeye yönelip eserlerine uygularken (S:105, Resim 5 3), Michelangelo ise insan bedenini ideal bir form olarak görmüştür (S:106, Resim 5.5).
    Avrupa’da Rönesans, Sanat ve Kültür, (Kuzey Rönesans’ı)
    İtalyan Rönesans’ı 15. ve 16. Yüzyıllarda kuzey Avrupa ülkelerinde etkisini göstermiştir. İngiltere, Fransa ve Hollanda’da bu etkiler resim edebiyat ve müzikte görülmüştür. Polonya’da Kopernik evrenin merkezinin dünya olmadığını savunmuştur. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u alması ve I. Selim’in toprakları genişletmesi ile Osmanlı ile diplomatik ilişkiler güçlenmiştir.
    Edebiyatta insan algısının kendi ile sınırlı olduğunu, kişiden kişiye değişebileceğin savunan Montaigne ayrıca aklın gerçeğe erişse bile kesin bilgi elde edemeyeceğini savunarak şüpheci düşünceyi benimsemiştir. Francis Bacon bilimsel metodolojinin temelini atmıştır. İnsan yaşamını ve zaaflarını farklı biçimde ele alan William Shakespire’in eserleri günümüzde bile güncelliğini korumaktadır. Zihinde oluşan ve değişmeyeceğine inanılan durumlara tepki gösteren Desiderus Erasmus çağın din anlayışını da irdelemiştir.
    Avrupa’da Jan van Eyck, Albrecht Dürer, Hans Holbein gibi sanatçılar, İtalyan Rönesansı etkilerinin de görüldüğü resimler yapmışlardır. Bu resimlerde gerçeklik detaylarla sağlanır ve yağlı boya tekniğinin geliştiği gözlemlenir (S:111, R 5.10).
    Değişen Avrupa: Merkantalist Ekonomi ve Ticaret
    Avrupa’da ortaya çıkan yeni kapitalist anlayış, yeni iş kolları, işçi kesimi, ticaret gibi alanlarda etkisini göstermiştir. Bu dönemde literatüre “ticari sistem” “sınırlayıcı sistem” olarak geçen Merkantilizm kavramı Adam Smith tarafından adlandırılmıştır. Ticaretin gelişmesiyle liman kentlerinin önemi artmış, limanlarda depolar kurulmuştur. İthal ürünlerdeki yüksek vergi oranları nedeniyle bazı ürünlerin alımı durdurulmuş bu ürünlerin yerel üretimi teşvik edilmiştir. İşgücü kaynaklı nüfusu, kontrol amacıyla evliliğin teşvik edilmesi de Merkantilizmin sosyal ve toplumsal boyutunu gösterir.
  3. ve 17. Yüzyıllarda merkantilizm Avrupa’da yaygınlaşır. Merkantilizmi destekleyenler arasında mutlak monarşiyi destekleyen Fransız Jean Bodin ve İngiliz filozof Thomas Hobbes’da vardır.
    Alman merkantilizmi devletin iç kargaşasını çözmek için kullanılmıştır. Hazine gelirleri artırılmaya çalışılmıştır. Ürün ve hammadde alımı durdurulmuştur. Fransa’da ise merkantilizm monarşinin destekleyicisi şeklinde görülür. Üretim kolonilere satılmış, yeni koloniler oluşturulmuştur. Genç nüfus elde etmek için aileyi destekleyici vergilendirmeler yapılmıştır.
    Avrupa’da Ticari Devrim’in getirdiği bu yenilikler sonucunda burjuvazi, ekonomik güç olarak ortaya çıkmıştır.
    Değişen Avrupa: Reform Hareketleri
    Almanya’da Protestan Reform hareketi aslında ekonomik nedenlerle gelişmiştir. Ortaçağdan beri kilisenin geliriyle büyük bir güç olan ruhban sınıfının yönetimde de etkili olması tepkilere yol açmış, Katolik Kiliseye karşı dinde yenilenmeye gidilmiştir. Kilise sahip olduğu topraklar için vergi vermemektedir. Dolayısı ile devletin vergi gelirleri bireyler üzerinde bir yüktür. 16. Yüzyıl başlangıcında feodalizmin çökmesi ve kapitalizmin gelişmesi ile burjuvazi sınıfı ortaya çıkmıştır. Burjuvazi sınıfı kent kökenli, politik düşüncelere sahip ve mal varlıklarıyla toplumu şekillendirebilme gücüne sahip olmaya başlamış bir sınıftır. Reform hareketlerinin en önemli nedenlerinden biri burjuvazi sınıfının soylulara başkaldırması olmuştur. Kilise ve vergiler altında ezilen halk eğitimle, haksızlığı kavramaya başlamış bu da sosyal bir başkaldırıyı doğurmuştur.
    Alman rahip aynı zamanda felsefe ve ilahiyat profesörü Martin Luther Protestan reform hareketini başlatan kişidir. Almanya’da Luther’in ortaya attığı savlar doğrultusunda dinde birçok yeniliğe gidilmiş, manastırlar kapatılmış ve ruhban sınıfının imtiyazlarına son verilmiştir. Luther’in düşünceleri her ülkede kabul görmemiştir. Protestanlığı Danimarka Norveç gibi ülkeler kabul etmiş fakat İsviçre’de Protestanlık farklı bir form almıştır. Fransa’da ise John Calvin Luther’in savlarını İsviçre Kilisesi için uyarlayarak Kalvinizmin temelini atmıştır. İngiltere’de
    VIII. Henry döneminde bu yeni dini inanış aydın kesim tarafından kaygıyla izlenmiştir.
  4. yüzyılın ortalarında bu yeni yapılanmaların politik etkileri karşı reform hareketini oluşturur. Trent Konsülü’nde alınan kararlar Otuz Yıl Savaşları ile son bulur.
    Jean Bodin ve Thomas Hobbes reform hareketinin önemli düşünürlerindendir.
    XVIII. Yüzyıla Doğru
    1485 1789 yıları arası Avrupa’da savaşların ve reformların yaşandığı yıllardır. Bu süreç despotların güç kazanma istemleri ile belirginleşen, tüccar kesim ve ticari burjuvazi ile etkisini hissettiren bir süreçtir. Protestan ve Katolik Reform Hareketlerinin etkisi ile başlayan Otuz Yıl Savaşları temelde siyasi bir savaştır. 1618’de Bohemya’da Protestanlar tarafından başlatılan ayaklanma savaşın ilk adımını oluşturmuştur. Savaş sonucunda Avrupa krallık haritaları yeniden belirlenmiş, Fransa savaştan güçlü bir şekilde çıkmış İspanya gerilemiş Portekiz ise bağımsızlığını elde etmiştir. Hollanda Habsburglular’a karşı başarı elde etmiş Protestanlar savaşı kazanmış ve Vestfalya Barışı imzalanmıştır. Bu anlaşmanın en önemli noktası Avrupa’nı artık kendi ekonomik ve siyasi çıkarlarına bağlı davranan devletlerden oluşacak olmasıdır
    OSMANLI KÜLTÜRÜ
    Osmanlı Kültür Tarihine Giriş
    Osmanlılar Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Selçuklu devletine bağlı bir uç beyliğidir. Bizans İmparatorluğu sınırları içerisinde yaşayan bir topluluktur. Selçuklu devletinin yıkılmasının ardından 1299 yılında bağımsızlığını ilan ederek genişlemeye başlamıştır. Fatih Sultan Mehmet yönetiminde imparatorluğa geçen Osmanlı, Yavuz Sultan Selim yönetiminde Müslüman devletler arasında önemli bir güç haline gelmiştir. Osmanlı 1923’te Türklerin devlet kurmasıyla son bulmuştur.
    Osmanlı Kültür Tarihi İncelemesine İlişkin Saptamalar
    Osmanlı kültür tarihini incelerken şu maddeler dikkate alınmalıdır:
  5. Osmanlı çok geniş bir coğrafi alana yayılmıştır.
  6. Osmanlı çok dilli, çok ırklı ve çok dinli bir imparatorluktur.
    1. yüzyıldan 20. yüzyılın ortasına kadar devam eden Osmanlı değişik tarihsel dönemler yaşamış bir devlettir.
  7. Günümüzde etkisini sürdüren Osmanlı kültürüne ait bazı özellikler popülerleştirildiğinden, bu özellikler üzerinden oluşturan modellerin nesnel bir bakışla incelenmesi gerekir.
  8. Osmanlı ile ilgili yapılan çalışmaların artması, konuyla ilgili bakış açısının zenginleşmesine neden olmaktadır.
  9. Osmanlı, göçebelerden, toprağa bağlı köylülerden, kölelerden, tüccarlardan, askerlerden, ulemadan, gayr-i müslimlerden ve saraya bağlı yöneticilerden oluşan sınıflı bir toplumdur.
  10. Endüstrileşme öncesi varlığı sürdürmüş Osmanlı, o dönemin değerleri açısından incelenmelidir.
  11. Gayr-i müslimler ve Osmanlı aydınları arasında ilişki incelenmelidir.
  12. Osmanlı kültür tarihini, Avrupa kültürünün tarihsel başlıklarıyla değerlendirmek yanıltıcı olacaktır.
    Osmanlı Kültürü: Osmanlı Beyliği (Erken Osmanlı) Dönemi
    Selçuklu Devletine bağlı diğer uç beylikler gibi Osmanlı da her an akına hazır, yerleşik olmayan bir beylikti. Bu nedenle, Osmanlı’nın ilk yerleşim yeri olan Söğüt ve çevresinde maddi kültür verisi yok denecek kadar azdır.
    Osmanlı tarihi, Osmanlı’nın 1299’da diğer beyliklerle beraber bağımsızlığını ilan etmesiyle başlar. Erken Osmanlı olarak tanımlanabilecek bu dönem 15. yüzyılın ortasına, İstanbul’un alınmasına kadar devam eder. Osman Gazi, Orhan Gazi ve I. Murat dönemlerinde Bizans’tan toprak alımı yoluyla sınırların genişletilmesi söz konusudur. I. Murat döneminde Balkanlar’a ilerleyen Osmanlı, diğer Batı Anadolu Türkmen beyliklerine dolayı olarak kendine bağlar.
    Anadolu Beylikleri döneminde mimari ve mimari süslemede göçlerin etkisi egemendir. Ölü gömme adetleri bunlardan biridir. 14. yüzyıl Anadolu türbe tiplerinde ve Türk topluluklarının mezarlarında çeşitlilik vardır.
    Tarihçiler Osmanlı Beyliği’ni Selçuklu’nun devamı gibi görse de, Osmanlı kendine özgü sosyal ve kültürel bir yapı oluşturmuştur. Selçuklu’dan farklı olarak Osmanlı,
  13. Ve 15. yüzyılda Arapça ve Farsça tamlamaların etkisinde kalmayan bir Türkçe kullanır. Bu dönemde Osmanlı’da laik kültür egemendir.
    Osmanlı Beyliği Döneminde Kentler, Kentleşme ve Mimari
    Genişleme ve yerleşim döneminde Osmanlı, yeni kentler oluşturmuş ve oluşturduğu kentleri “osmanlılaştırmış”tır.
    Osmanlı kentlerinin oluşumu külliyeler yoluyla biçimlenir.
    Külliye: Sosyal yardım, imaret, tabhane, darüşşifa, hamam, kervansaray, medrese, darülkurra, darülhadis, sıbyan mektebi, din ve ticaret işlevlerini karşılayan Osmanlı kurumlarını bir arada içeren oluşumlardır. Değişik Osmanlı yapılarını bir araya toplayan Külliye tek bir kurucu (Bani) tarafından yapılır ve onun adı ile anılır. Külliyeler, Cumhuriyet dönemine kadar devam eden vakıf sistemi ile yönetilir.
    Osmanlı Beyliği döneminde külliyeler Beyler tarafından yaptırılır. Külliyeler, kentin sosyal, kültürel ve ekonomik alt yapısını oluşturur. Osmanlı topraklarına katılanlar kendi alışkanlıklarını da beraberlerinde getirir.
    Selçuklu sanatının ana mimari süsleme öğesi olan mukarnas bu dönemde kaybolur. Yapıların sokağa bakan kısımlarına sütun ve kemerlerden oluşan revaklar eklenir.
  14. yüzyılın başında Timurlu istilalarıyla farklı özellikler bu coğrafyada görülmeye başlanır. Şam’dan gelen mimar aileler, Suriye’de görülen renkli taş işçiliğini Anadolu’ya getirir.
    Toplumsal Hayat, Zaviyeler, Eğitim ve Edebiyat
    Osmanlı’nın genişleme döneminde askeri güç ile birlikte şeyhler ve müritler de etkilidir. Tasavvuf geleneğinin hâkim olduğu sufilerin yaşadığı zaviyelerde toplanılır, dini konular görüşülür ve günlük sorunlar yorumlanırdı. Zaviyeli camiler çok işlevli yapılardı.
    Şeyhler ve müritlerin dini yorumları medresenin resmi İslami eğitiminden farklılaşabilmekteydi. Dervişler, fethedilen yerlerin Müslümanlaşmasını ve Türkleşmesini sağlamaktaydı. Şamanizmin etkilerini taşıyan bu İslam anlayışı, bazı yönlerden Hıristiyanlığa da benziyordu. Merkezi yönetim kurulduktan sonra zaviyelerin yerini tekkeler almıştır.
    Kültürün oluşumunda hem Manas ve Dede Korkut hikâyeleri hem de Kuran-ı Kerim ve hadisler etkilidir. Tanrılar, evrenin yaratılışı, insanın türemesi ve gelecek konuları ile ilgili hikâyeler yaygındı. Klasik Osmanlı döneminde bu hikâyeler el yazmalarında sıklıkla resimlenir.
    Medreselerde ilk önceleri insani ve tabii bilimler okutulur. Zaviye ve tekkelerde ise tasavvuf geleneğine bağlı “mana” eğitimi vardır.
    Şehir içi hanları, zaviyeler ile birlikte kentin gelişiminde rol oynar. Burada malların toptan ve perakende satışı yapılır. Kervanların mallarını boşaltabilmesi için büyük avluları olan bu yapılar, iki katlı inşa edilirdi.
    Arasta ve kapalı çarşılar Osmanlı ticaret kültürünün önemli yapıları arasındadır. Arasta, bir sokağın iki yanında yer alan dükkânlardan oluşur. Bu dükkânlarda esnaf malları hem üretir hem de satar.
    Ticaret merkezleri haraketli ve renkli yerlerdir. Hanlara yabancı tüccarlar gelirdi. Bu renkli ortam sosyal yaşama da yansımaktaydı. Tiyatro grupları, pazar yerlerinde oyunlarını oynardı. Sözlü gelenek hakimdi.
    Eğitim gören kişiler tarafından desteklenen kültürel ortam ise İran’dan gelen yazılı kültüre dayalıydı. Yüksek kültür bir saygınlık konusuydu. Bu nedenle beyler yanlarına “musahib şairler” alarak bu kültürü öğrenmeye çalışmıştır Bu âlimler, yöneticilerin nasıl olması gerektiğini ile ilgili Arapça ve Farsça kitapları çevirmiş, kopyalamış, yorumlamış veya kısaltmıştır.
    Sultan II. Murat döneminde sarayda gelişen edebiyat ve düşünce klasik Osmanlı kültürünün gelişmesine zemin hazırlar. II. Murat müzik teorisi üzerine tezkere yazdırır. Farsçadan önemli çeviriler yaptırır. Şiir sanatına önem verir ve sarayda işaret meclisleri düzenlerdi. Bu mecliste sultan âlimlerle buluşurdu.
    Osmanlı Kültürü: Klasik Dönem
    Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethiyle Osmanlı bir imparatorluk olur. Fatih’in bilgisi, kişiliği ve kültüre verdiği önem, bu dönemi sonrakilere oranla farklı kılacaktır.
    Fatih Dönemi Bilim, Kültür, Sanat ve Mimari
    Fatih döneminde devşirme ve kul sistemi etkili olmaya başlar. Çandarlı ailesinin katlinden sonra, yöneticiler Türk-Müslüman aileleri yerine devşirmelerden seçilmeye başlanır. Fatih döneminde saray atölyeleri ile gelişen klasik dönem üslubunun destekleyicileri ve tüketicileri bu gruptur.
    Fatih İstanbul’u aldıktan sonra bir saray inşa ettirir. Yeni bir sarayda Sarayburnu’na inşa ettirir. Bu yeni yönetim yeri 19. Yüzyılda Topkapı Sarayı adını alır. Rumeli Hisarı’nı da Fatih yaptırmıştır.
    İstanbul’u alan Fatih, Osmanlı topraklarındaki Ortodoksları desteklemiştir. Çok az kiliseye müdahale edilmiştir. Müdahale edilen kiliselerden biri olan
    Ayasofya, vakıf sistemince idare edilmiş; padişahlar tarafından cuma namazı için kullanılmıştır.
    Bu dönemde, Sahabeşerin (Hz. Muhammedi görenler, onunla konuşanlar) mezarları araştırılmıştır. Böyle bir mezarın üzerine Fatih bir türbe inşa ettirmiştir. Daha sonra ise yanına cami yaptırmıştır.
    Fatih İtalyan sanatçıları da kullanır. Kendi imgesini taşıyan madalyonlar döktürür. Yağlı boya portresini yaptırır. Ressam Gentille Bellini tarafından yapılan portresi National Gallery’de bulunur.
    Fatih sanatçıları sarayında toplar. Sarayda nakkaşhane kurulur. Kitap sanatı çok önemli bir alan haline gelir. Hattatlar metinleri yazar, nakkaşlar minyatürleri resimler.
    Hat sanatı, güzel yazı yazma sanatıdır.
    Minyatür, bir el yazmasında anlatılan bilgileri veya hikâyeleri betimleyen küçük boyutta resimlerdir.
    Ayrıca Fatih, Yunan ve Roma dönemi eserlerini Yeni Sarayda toplayarak koleksiyon oluşturur. Eserleri Türkçeye çevirttirmiştir. Fatih hem Yunan ve Latin kültürünü hem de İran-Türk kültürünü destekler.
    Külliye yaptıran Fatih, Anadolu ve Rumeli topraklarını merkezi biçimde idare etmek istiyordu. Bu nedenle külliye içindeki en önemli yapılar medreselerdir. Burada mezun olanlar kadı olarak atanıyordu. Fatih ve sonraki padişahlar şeyhülislamlara şeriatı yasalara göre yorumlatmışlardır.
    Fatih Sonrası Toplum, Bilim, Sanat ve Mimari
    Babasının aksine katı din anlayışı savunan II. Beyazıd, saraydaki freskoları çıkartır, resimler atar veya satar. Mimari öğeler bu dönemde standartlaşır.
    II. Beyazıd ve Yavuz Sultan Selim döneminde dışarıdan gelen sanatçılar Osmanlı kültürüne katkıda bulunmaya devam eder. Nakkaşlar, çiniciler, halıcılar vb. İstanbul’a gelir.
    Klasik dönem Osmanlı Sanatı bir saray sanatıdır. En önemli iki etken, baniler ve kurumlardır. Saray çevresi, yeni akım ve üslupları desteklemiştir. Sarayda oluşan ince zevk, imparatorluğun gücünü mimaride somutlaştırmıştır.
    Saray sanatı, padişah ve çevresinin himayesindeki sanatçılar tarafından biçimlenmiştir. Sipariş üzerine çalışan bu sanatçılar Ehl-İ Hiref örgütüne bağlıdır.
    Çini bu dönemin önemli bir sanat türüdür. Yapıların içini bezer.
    Kanuni Sultan Süleyman döneminde Hassa Mimarbaşılığa getirilen Mimar Sinan ile birlikte görkemli yapılar ortaya çıkar. Mimar Sinan anıtsal yapılar ve büyük külliyeler yapar. Cami mimarisinde büyük ana kubbenin altında bütünsel bir mekân yaratan Mimar Sinan, birey ve evren, birey ve din, birey ve toplum olgusunu birbiri içerisinde eritir.
  15. yüzyılda minyatürlü el yazmaları artmaya başlar. Kanuni‘nin seferleri Matrakçı Nasuh tarafından resimlenir. Matrakçı Nasuh gerçekçi bir gözlemcidir.
    Pir-i Reis’in haritası da bu döneme ait önemli belgeler arasındadır.
    III. Murat’ın şehzadelerinin düğünlerini anlatan Sürname- i Hümayun minyatürü bir başka önemli eserdir. Bu minyatürlerden yola çıkarak, eğlencelerin halka kapalı olmadığı anlaşılır.
  16. yüzyılda kahveneler erkelerin buluştuğu önemli sosyal mekânlardır. Osmanlı aydınları da buralara gider.
    Evliya Çelebi 17. yüzyılın önemli bir figürüdür. Gittiği yerlerin maddi ve manevi kültürel değerlerini anlatır.
    Diğer bir önemli bilgin Kâtip Çelebi’dir. Yazdığı tarih ve coğrafya kitapları arasında Cihannuma en önemli eseridir.
    Osmanlı 17. yüzyılın sonunda Karlofça Antlaşması’yla toprak kaybetmeye başladı. Yenilginin nedenini askeri yetersizlik olarak gören III. Ahmet Avrupa’ya elçiler gönderir. Damat İbrahim Paşa ile reform hareketleri başlar. Bu bağlamda, İbrahim Mütefferika tarafından matbaa kurulur.
    Lale dönemi olarak bilinen bu dönemde Avrupa etkili mimari ve süsleme görülmeye başlanır. Dışa, doğaya dönük bir kent yaşamı dikkat çeker. Bir kesim Patrona Halil önderliğinde ayaklanır. Versaille Sarayı’nı anımsatan Sadabat’ı yıkar.
    Bu dönemde sivil mimari yapılar ağırlık kazanır. Çeşmeler, sebiller, kentini sokaklarındaki taş işlemeciliği artar. Yalılar bu dönemin önemli mimari eserleridir
    Bu dönemin sembolü laledir. Lale hem toplumsal hem de ekonomik bir değer taşır.
    AYDINLANMA
    Aydınlanma Öncesi Avrupa’da Genel Görünüm
    Yasaklara rağmen bilim ve felsefe alanında gelişim görülür. Newton Devrimi (1643-1720) etkisini hissettirmeye başlar. Kilise ve krallık kendini yenilemeye çalışmaktadır. Teknolojik gelişmeler (dokuma ve hasat makinaları, buharlı lokomotif ve gemiler, telgraf, paraşüt, otomobil) yavaş ama istikrarlı bir şekilde gündelik hayata karışmaya başlar. Krallıkların mutlakıyeti ve savaşlar devam etmekte; ekonomik zorluklar ve savaşlardan bıkmış halk doğrudan politikayla daha çok ilgilenmeye başlar.
    Krallıklarla yönetilen Avrupa’da sömürgecilik hız kazanır. Sömürülen kaynaklar Ruhban sınıfını, işverenleri ve toprak sahibi asilleri zengin etse de halk açlık, kuraklık, salgın hastalıklardan kırılır. İmtiyazlı üst tabakanın gücü arttıkça, halkın nefreti de artar. İngiltere’de kralın yetkilerini sınırlandıran iki devrim gerçekleşir ve ekonomik konularda kararlar alan bir parlamento kurulur.
    Avrupa’nın yükselen güçlerinden biri Prusya Krallığı ve Rusya İmparatorluğudur. Kral Friedrich Wilhelm tarım ve sanayi alanındaki başarılarıyla modern Almanya’nın temelini atar. Oğlu II. Friedrich disiplin tutkunu bir kraldır ve ordusunu tümüyle yenileyip, tam bir askeri yönetim kurar.
  17. yüzyılda şehirler çok fazla kalabalıklaşmıştır; iktidar ve güç odağı olan bu büyük şehirlerde zengin ve nüfuzlu insanlar refah içinde yaşar. Orta tabaka bile hiçbir gelecek güvencesi olmadan yaşamaya çalışır. Örneğin İngiltere’de tarım fiyatları otuz yıllık zaman diliminde %250 artmıştır ve nedeni kıymet kazanan tahıllardır. Halk yaşam mücadelesi içindedir; ortalama bir vatandaş, bütçesinin %50’sini ekmeğe ayırmak durumundadır, yani iyi beslenememektedir.
    Burjuvazi gittikçe güçlenmiş ve aristokratlar ve burjuvalar karşılıklı olarak birbirine güvenmemektedir. Din ve gelenekleri baskısıyla kadın 2. Sınıf insan muamelesi görmektedir. Merkantilist ekonomi sayesinde ticaret, tarım ve sanayi büyür.
    Sanat ve kültür dünyası soyluların ve kralların himayesinde gelişir. Sanatta form olgusu düşünsel ve eleştirel bir konu olarak ortaya çıkar. Resimde kent ve kır hayatından kesitler gibi konular daha çok öne çıkmaktadır. Erotizm resim sanatında daha özgürleşir.
    Müzikte Barok sanatı baskındır. Saray ve kiliselerde oda müziği, opera konserleri düzenlenir. Bunlar klasik müzik ve operanın günümüzde de önemli eserleridir.
    Sanatın her alanına ve kitaba ilgi artar. Kent sanatı çoğunluktadır. Litografi keşfedilir.
    Milyonlarca Avrupalı sömürgelere göç etmeye başlar. Bu kapitalizmin temellerini güçlendirir. Sömürgecilik beraberinde köleliği de getirir. Toplamda 10 milyon zenci köle yapılır. Köle avlamak için özel birlikler vardır. Kölelerin çoğu uzun yolculuklarda telef olmuştur.
    Felsefe, Bilim İktisat ve Teknoloji
  18. yüzyıl filozofu Descartes’in rasyonalist fikirleri önce Fransa’da daha sonra tüm Avrupa’da aydınlanma düşüncesini başlatsa da, İngiliz düşünür ve bilim adamlarının katkısı çok daha büyüktür. Isaac Newton (1643-1727) Evrensel çekim yasasının, hareket ve optik yasalarının, türev ve entegralin kâşifi olarak düşünce tarihinde çok önemlidir. Felsefenin konusu ona göre metafizik değil, doğa olayları ve bunların açıklanması olmalıdır.
    Liberalizmin öncü filozoflarından John Locke (1632 – 1704) halkla kral arasında güven ilişkisi olması gerektiğini ve kralların mutlak otoriteler olamayacağını ve aklın insan hayatına yön verebileceğini söyleyerek İngiliz ve Fransız devrimlerine yön vermiştir.
    Fransız düşünür François Quesnay (1694 – 1704) “Ekonomik Tablo” isimli eserinde ekonomiyi makro düzeyde incelemiştir. İngiliz filozof Adam Smith (1723 – 1790) ise sermayeci bakışla devletçi yatırımlardan çok bireysel yatırımlara önem verilmesi gerektiğini savunur. Smith’e göre sermaye birikimleri rekabeti arttıracaktır.
  19. yüzyıl pek çok teknik ve teknolojik gelişmeleri de beraberinde getirir. Bu gelişmeler tarımı öne çıkarmaktadır. Öne çıkan tarımla beraber kırsaldan kente göç başlar. Sermaye sahipleri verimli topraklara sahip olup, köylünün emeklerini sömürmeye de başlar. Tarım sektöründeki kredi ihtiyacı mevduat hesaplı bankaların doğmasına vesile olacaktır. Pek çok banka çeşidi özel sektör tarafından kurulur ve zamanla kuruldukları ülkelerde siyasal işlevler de yüklenirler.
    Bazı bilim dalları ilk kez bu yüzyılda ortaya çıkmıştır. Evrim ve genetik konusunda yaptığı çalışmalarla tanınan Fransız botanikçi Jean-Baptiste Lamarck (1744 – 1829) ilk kez bitkileri sınıflandırır. Ünlü kimyacı Antoine-Laurent de Lavoisier (1743 – 1794) modern kimyanın kurucularından kabul edilir. İtalyan bilgin Luigi Galvani, (1737-1798), kimyasal yolla elektrik elde edilebileceğini keşfetmiştir. İtalyan fizikçi Alessandro Giuseppe Antonio Anastasio Volta (1745-1827) ilk volta pilini yapar. Buharlı makine yapılır. Makine, mekanik ve inşaat mühendisliği gelişir. 1769’da hidrolik dokuma makinesi yapılır; 1776’da James Watt buharlı makineyi yapar.
  20. yüzyılda ticaretin büyümesi, deniz taşımacılığındaki gelişmeler, bilimsel buluşların getirdiği yeni teknikler Sanayi Devrimi’ni hazırlayan etmenlerdendir. Sömürgeciliği, denizaşırı taşımacılıktaki başarısı ve ülkedeki sermaye birikimi; dokuma tezgâhlarını, buharlı makineleri, demir-çelik ürünlerini ve kok kömürünü kullanan İngiltere’yi bu konuda birinci yapmıştır. Bu devrim tarım toplumunu sanayi toplumlarına çeviren radikal değişikler olarak da adlandırılabilinir. Kentlerde toplumsal tabakalar belirginleşir, geniş kapsamlı iş hukuku yasaları düzenlenir. Bu gelişmelerin sonucu olarak 1807’de İngiltere’de kölelik tamamen yasaklanır.
    Düşüncelerin Evrimi ve Bilimin Işığında Devrimi’ni tetikleyen en önemli faktörlerdir. Devrimin
    Aydınlanma eşitlikçi ve özgürlükçü düşünceleri ve bunları insan Aydınlanma mutlakıyete tepki olarak doğan siyasal ve toplumsal bir harekettir. Hem felsefi hem de bilimsel gelişmelerin Rousseau, Diderot, Voltaire gibi düşünürleri ve ifade özgürlüğü, laiklik ve ilerici birçok düşünceyi geliştirdiği bir dönemdir.
    Bordeaux asillerinden olan, bağcılık ve şarapçılıkla da uğraşan Fransız Montesquieu (1699 – 1755) “Kanunların Ruhu” adlı kitabında kuvvetler ayrılığı ilkesini ortaya atar ve despotizm, monarşi ve demokrasi gibi üç temel yönetim şeklini inceler.
    Jean-Jacques Rousseau (1712 – 1778) ise “Toplumsal Sözleşme” adlı eserinde demokratik devleti, “Emile” adlı eserinde ise eğitimin insan hayatındaki yeri ve önemini incelemiştir. Rousseau “İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı” adlı kitabında da mülkiyet kavramını incelemiş, hatta bazı yerlerinde kendinden sonraki modern toplumları da eleştirmiştir.
    Belirli bir öğretisi olmayan, bununla birlikte etkili ve zeki, maceracı, rahatına düşkün, ticaretle de uğraşmayı seven bir düşünür olan Voltaire (1694 – 1778) insanlarının kişisel inançlarının toplum gelişimini engellememesi gerektiğini ve ruhban sınıfının imtiyazlarının bu gelişim önünde bir engel teşkil ettiğini cesaretle savunmuştur. Toplumsal hoşgörüyü, temelsiz inançlardan kurtulmayı ve bilgiye güven duyulmasının gerekliliğini desteklemiştir.
    Ansiklopedinin kurucusu olan Diderot (1713 – 1784) ise matematikçi ve düşünür dostu d’Alembert’le birlikte olağanüstü bir çabayla bilgiler belgeler toplayarak 1751’de ansiklopedinin ilk cildini yayınlar. Materyalist ve ateist olmasıyla tanınan Diderot, ansiklopedide bilimin önemi ve doğaüstü önyargılardan kurtulma gibi ilerici düşüncelerini öne çıkarmıştır. Eseri dönemin en çok okunan eserlerindendir. Rousseau da, Voltaire de, Diderot da anlatı türünde edebi eserler vermişlerdir.
    Bu dönem okuma yazma oranının yükselmesi; sansüre rağmen kitapların basılıp, geniş kitlelere ulaştırılması; ortaya çıkan düşüncelerin mutlakıyet rejimlerine karşı bilinçli bir muhalefete dönüşmesi açısından önemli bir dönemdir.
    Bu dönemde ayrıca birçok yayınevi, kitabevi ve matbaa kurulmuştur. Kitapların dışında yüzlerce süreli yayın da bu dönemde ortaya çıkar. Bu gelişmelerin ışığında telif yasaları da oluşmaya başlar. Sansürlere rağmen edebiyat, tıp, tarım gibi alanlarda dergiler basılır.
    Fransız Devrimi
    Aydınlanma hareketi çoğu tarihçinin yakın çağa giriş olarak gördüğü olaylardan olan Fransız Devrimi ile vücut bulur. Kral XVI. Louis yönetiminin baskıcı rejimi, halkın açlıktan kırılmasına rağmen sarayın savruk ve müsrif tavrı ve burjuvazinin devrim isteyen Millet Meclisi’ne olan desteği gibi durumların bir araya gelmesi Fransız hayatının temel unsurları olarak tanımlaması devrimi ulusal bir hareket olmaktan çıkarmış, bütün insanlığı etkileyen bir evrensel hareket yapmıştır.
    Devrimin olaylar dizisi şu şekilde gerçekleşir:
    5 Mayıs 1789 – Genel Meclis’te soylu ve ruhbanların iki oyuna karşı çıkan halkın temsilcileri kendilerini Millet Meclisi ilan ederler.
    13 Temmuz 1789 – Paris belediye binası ele geçirilir; ertesi gün Bastille Hapishanesi yıkılır.
    26 Ağustos 1789 – İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi kabul edilir. Sonraki Büyük Korku denilen süreçte aristokratların kendilerine zarar vereceğinden korkan halk aristokratların malikânelerine ve Versallies Saray’ına saldırırlar.
    10 Ağustos 1792 – İsyancılar Tuileries Sarayına saldırır ve Paris’te devrimci bir hükümet kurulur.
    21 Ocak 1793 – Kral ve kraliçe tutuklanır ve idam edilir.
    4 Ekim 1797 – Güç dengeleri ve yönetim devamlı değişmekte, liderler ardı ardına giyotine yollanmakta ama isyanlar bir türlü bastırılamazken İtalya kahramanı General Napolyon Bonaparte meclisi fesheder ve ülkeye barışı getirir.
    Bu dönemdeki siyasi gruplardan en bilineni Robespierre’in öncülüğündeki Jakobenlerdir ve ayaküstü oluşturdukları mahkemelerde bir yıl süreyle birçok insanı giyotine yollamışlar, ülkede terör estirmişlerdir. Hâkimiyetleri kendilerinin de giyotine gitmesiyle son bulmuştur. Jakobenlerin aşırı kanadına Montanyar denir. Jakobenlerin en büyük muhalif grupları da Jirodenlerdir. Jirodenler burjuvaziye yakındır ve kralı temsil ederler. Ayrıca serfler ve işçilerden oluşan Baldırıçıplaklar da ihtilalci halkı temsil etmektedir. Parisli Baldırıçıplaklar 2 – 7 Eylül tarihleri arasında ihtilalci psikozuyla aristokratları temizlemek amacıyla hapishanelere ve hastanelere saldırırlar. Katliamda 1300’ün üzerinde insan öldürülür. Bunların içinde, aristokratlar, birçok tutuklu papaz, rahip, mahkûm ve hasta bulunmaktadır.
    Camille Desmoulins öncülüğündeki Revolutions De Paris gazetesi dönemin radikal cumhuriyetçi ve kilise karşıtı haftalık bir gazetedir. Bastille Hapishanesi baskınında insanları galeyana getirme konusunda büyük rol oynamıştır. Fransız Devrimi ile liberal demokrasinin temelleri atılmış, feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinin önemli bir olgusudur. Eşitlik, demokrasi, insan hakları ve özgürlük konularında getirdiği yenilikler tarihin akışını değiştirmiştir. Sanatta da artık eski konulardan uzaklaşılmış devrim konulu eserler verilmeye başlanmıştır. Siyasal gazetecilik başlar, yeni siyasi figürler ve siyasal söylemler ortaya çıkar. Modernliğe atılan ilk adımdır.
    Avrupa’da Aydınlanma
  21. yüzyılda Avrupa’nın ortak dili Fransızca olmuştur. Almanya’da, Prusya’da, İsveç’te Hollanda’da düşünürler, sanatçılar ve filozoflar Fransızca öğrenir, Fransız kültüründen inanılmaz boyutlarda etkilenmişlerdir. Fransızca hegemonyası 20. Yüzyılın ortalarına kadar sürmüştür, plastik sanatlarda, edebiyatta ve felsefede Fransız tarzı başı çekmiştir.
    Almanya is özellikle edebiyat ve müzikte Avrupa’ya yol gösterici özelliktedir. Goethe ve Schiller “Sturm und Drang” (Duygu ve Çoşku) edebiyat akımının başını çeker. Alman yerel ve etnik milliyetçiliğini beraberinde getirir. Goethe “Faust”, “Werther’in Acıları” gibi eserleriyle, Johann Christoph Friedrich von Schiller (1759- 1805) ise romantik şiirleriyle tanınır.
    İdealist ve aydınlanmacı Emmanuel Kant’ın (1724-1804) da felsefe tarihinde yeri büyüktür. Kant’a göre eleştiri, sistemli düşünmek, bilgiyi rasyonellikle yorumlamak, bilginin rasyonel kapasitesinin sınırlarına varmaktır. Baskısız ve özgür düşünceye inanır. Ayrıca Alman filozof, Alexander G. Baumgarten (1714 – 1762) duyusal bilginin bilimi olarak estetik bilimini ortaya koymuştur.
    İtalya fakir bir tarım ülkesidir ama Rönesans geleneği sayesinde hala etkilidir. İspanya ise durum 16. Yüzyılın aksine her konuda kötüye gitmektedir.
    Rusya’da Büyük Petro (Deli Petro) sayesinde aydınlanma oldukça etkili olmuştur. Avrupa hayranı olan I. Petro tutucu Ortodoks kilisesine karşı çıkarak ülkesini bir Avrupa ülkesine dönüştürmüştür.
    Sanatta Yeni Bir Yapılanma: Barok Anlatım
    Dönemin baskın stili olan barok stilinde güzellik, göz alıcılık, gösteriş, görkem ve abartılı biçimcilik öne çıkar. Mimari başta olmak üzere pek çok sanat dalında etkilidir.
    Ayrıca bu yüzyıl büyük bestecilerin yüzyılıdır. Johann Sebastian Bach başta olmak üzere Vivaldi, Scarlatti, Telemann, Haendel gibi bestecilerle armoni bilgisinde büyük bir gelişim yaşanmış, melodiye ağırlık verilmiş ve ayrıntılı süslemelerle zenginleşmiştir.
    Bunlardan Johann Sebastian Bach (1685-1750) Almanya dışına hiç çıkmadığı halde Avrupa müziklerinin güzel yanlarını dehasıyla birleştirmiş ve sonrasındaki her çağın müziğine yön vermiş bir sanatçıdır.
    İtalya’da ise Vivaldi (1678-1741) doğa olaylarını müziğe çevirmesiyle, Antonio Giacomo Stradivari, (1644-1737) kısaca Stradivarius ise yaylı çalgı yapımındaki ustalığıyla deha olarak kabul görmüşlerdir.
    W.A. Mozart, J. Haydn’ın ve Beethoven müzikte Barok dönem sonrası klasik dönemin en önemli isimleridir. Bu dönemde müzik sadece soyluların değil halkın da ilgilenebildiği bir hal almıştır. Opera, sonat, senfoni gibi türler büyük gelişimler gösterir. Bu isimlerden özellikle Mozart’ın dehası inanılmazdır. Eleştirmenler Mozart’ın insan doğasını kendi tarzınca dile getirdiğini belirtirler.
    Amerika Birleşik Devletleri’nin Doğuşu
    İngiltere’den gelen göçmenler 1607’de ilk ticaret kolonisini Virginia’da kurarlar ve İngiltere Krallığı’na bağlı 13 Koloni oluştururlar. Bu insanlar İngiltere devrimlerinden etkilenmiş, liberal görüşlü bir halktır.
    İngiltere, yenidünyanın geniş olanaklarıyla zenginleşen kolonilere 1764 yılında Şeker Kanunu Vergisi; 1765’de Damga Pulu Vergisi koyar. 1773’de Çay İhracatı Tekelinin kolonilerden alınması kararı ve 1774 yılında Boston Liman Kanunuyla limanı ticarete kapatması kolonilerde İngiltere’ye duyulan güveni bitirir ve isyan noktasına taşır.
    Vergiler ve baskılara karşı örgütlenen halk 1776 Virginia Kongresi’nde Thomas Jefferson’ın kaleme aldığı Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi yayınlanır. George Washington komutasındaki kolon güçleri 6 yıl sonra İngiltere’yi yener ve 1789’da anayasası tamamlanarak ülke kurulur. George Washington ilk devlet başkanı olur.
    1492’de keşfedildiğinden beri beyaz adam kıtanın önce altın ve gümüşüne, daha sonra bereketli topraklarına sahip olmaya çalışmıştır. Kuzey Amerika’daki yerli halk direnmeye çalışsa da Avrupalıların acımasız kültürüne yenik düşmüş, ya onlar gibi olmak ya da yok olmak arasında seçim yapmak zorunda kalmışlardır. Büyük katliamlardan sonra yerli halkın kültürü silinmeye yüz tutmuştur ama gelen Avrupalılar da Avrupalı kimliklerinden sıyrılıp az da olsa yerlilerin de etkilediği Amerikalı olmuşlardır. Güney Amerika’da ise yerli halk Avrupalıların egemenliğinde ama kendi kültürlerine de bağlı kalabilmişler, 300 yıl sonra Simon Bolivar (1783 – 1830) öncülüğünde özgürlüklerine kavuşmuşlardır.
    AVRUPA’DA VE OSMANLILARDA MODERNLEŞME
    Modernleşme ve Kökenleri
    Modern Kelimesi Latince Modernus kelimesinden gelmektedir ve anlamını Oxford İngilizce sözlüğü şimdi olarak tanımlamaktadır. Geçmişin sanat akımları ve düşünce yapısına karşı duran modernizm, daha çok sanat, eleştiri ve edebiyat alanındaki fikirleri dile getirir.
    Avrupa kültüründe her ne kadar modernizmin ortaya çıkış dönemi 19. Yy olarak bilinse de, bazı tarihçiler Rönesans dönemini erken modernizm dönemi olarak kabul ederler. Modernizmin anlaşılması için Rönesans döneminde modern topluma erişme sürecinde atılmış adımların bilinmesi gerekmektedir. Kopernik’in güneş sistemi teorisi, Galileo’nun dünyanın yuvarlaklığını kanıtlaması, yapılan coğrafi keşifler ve ticari gelişmeler yüzyıllarca hüküm sürmüş olan eski fikirlerden toplumları kurtarmaktaydı. Ayrıca bu dönem kapitalizmin filizlenmeye başladığı dönemdir.
    Yapılan yeni keşiflerle yaşanan aydınlanma Tanrı’nın inkar edilmesinden ziyade Tanrı’nın yaratma biçimlerini kavramak adınaydı. Bu biçimi anlamak için Newton’un, Decartes’in, John Locke’un araştırmaları incelemek düşünce sistemine getirdikleri yenilikleri anlamak açısından önemlidir.
    Dönemin Fransız düşünürlerinin yazınları, bilginin sadece tanrının elinden gelmediği aynı zamanda insanlar tarafından deneyimlenerek bulunabileceğini kanıtlar nitelikteydi. Bu görüşler fikirler doğrultusunda bir toplum krallık ve aristokrasiye karşı durmuş, sonucunda devrim olmuştur. Cumhuriyet rejiminin gelmesi Fransa’da din ve devlet işlerini birbirinden ayırmıştır.
    Erken modern dönemde yapılan deniz aşırı ticaret kapitalist sistemi oluşturmuş, hammadde ticareti teknolojik gelişmeleri zorunlu kılmıştır.
    Teknoloji ve Sanayileşme
    Bilimlerin gelişmesi ve toplanan bilginin nesnelleşmesine verilen önem teknolojinin gelişmesini sağladı. Birçok makina geliştirildi ve gösterime sunuldu.
    Bu dönemde Watt’ın icat ettiği buharlı makina üretime yeni bir boyut kazandırdı. Sanayileşmenin toplumlar üzerindeki etkisi özellikle sömürge devletlerden elde edilen ham madde ve ucuz işgücü üzerine şekillenmekteydi. Tekstil ve madencilik sanayileşmenin ilk görüldüğü alanlardı. Ucuza mal edilen ürünler açılan fuarlar aracılığıyla üreticisiyle buluştu. Bu fuarlarda farklı ülkelerden mimariden tekstile birçok ürün tanıtıldı. Paris’te ki eyfel kulesi ve Londra’da ki Cyristal Palace bu fuarlar kapsamında inşa edilmiştir. Böylelikle kapitalizm sistemi kök salmaya başladı.
    Eski üretim biçimlerinin yerini makinelerin alması sosyoekonomik açıdan toplumları etkilemiş, insanların kentlere akın etmesine neden olmuştur. Zanaatkarlar kendini fabrikalarda işçi olarak bulurken, seri üretimin ucuz malları orta sınıf ailelerin evinde yerini almıştır. Acımasız kapitalizmin çalışanını ve işçisini korumaması, güvence altına almaması Engels ve Marks’ın bu konu üzerine eğilmelerini ve daha insancıl bir yaşam üzerine kuramlar geliştirmelerini sağlamış.
    Yeni toplu düzeni geleceği bireyin gücünde ve teknolojide bulabileceğine inandı. Otorite anlayışı değişti ve sorgulayan bir toplum yapısı gelişti. Ancak kente akın eden kalabalık içerisinde konut ve sağlık sorunları baş gösterdi, işsizlik arttı. Kentlerin görünümü şekil değiştirdi.
    Modernleşmenin Getirdiği Yenilikler
    Modernleşme insanların önceleri dini günlere, dua saatlerine, azizlere adanmış günlere göre ayarladıkları saat düzenini değiştirmiş çalışma saatlerine ve paraya göre ayarlamaya alıştırmıştır. İnsanların iş dışındaki saatlerini boş zaman olarak düşünmeleri yeni eğlence biçimlerinin türemesine neden olmuş ve bu boş zamanlarda kafelerde sokaklarda dolaşan ve yeni eğlence mekanları keşfeden bir toplum yapısı oluşmuştur.
    Fabrikalarda işçilerin bir ürünü baştan sona yapmaları zaman kaybı olarak nitelendirilmiş, üretim aşamalarındaki parçalar işçiler tarafından gruplar halinde üretilmeye başlanmıştır.
    Charlie Chaplin’in Modern zamanlar filmi modernleşmenin olumsuzluklarını ortaya koyan bir yapıttır. (S:187, Fotoğraf 8.1)
    Ayrıca tatil ve izin günlerinin belirlenmesi ile turizm sektörü oluşmuş plajların açılmasına tatil turlarının düzenlenmesine sebep olmuştur. Monet’in yapmış olduğu plaj isimli tablosunda plajdaki kalabalığı resmetmiştir. (S:187, Resim 8.1)
    Yeni ortaya çıkan toplum yapısı yeni bilimlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunlardan biri sosyolojidir. Auguste Compte ve Emile Durkheim bu bilimin kurucularıdır. Comte sosyolojiyi farklı toplumsal grupların yapısını ve örgütlenmesini inceleyen bir bilim dalı olarak açıklarken, Durkheim bunun yöntemlerini belirlemeye çalışmıştır. Herbert Spencer ise toplumun evrimini incelemiş ilk sosyologlardandır.
    Antropoloji bilimi Avrupa dışında yaşayan insanların ve kültürlerin incelenmesini modern bir anlayış olarak ele alırken, Avrupa bu bilimi toplulukların ve kültürlerin bir sınıflandırılması olarak değerlendirdi. Bir üst sınıf bakışıyla oluşturulan bu sınıflandırmalar günümüz anlayışında geçerliliğini yitirmiştir.
    Tarihin durağan bir yapıda olmadığını keşfeden insanoğlu dini kitaplarda yazılı olanı aramak için kazı çalışmaları yapmıştır. Yapılan kazılarda ortaya çıkan bulgular ölü dillere, bu ölü dillerin çözülmesi ise bu dillere sahip olan toprakların tarihine olan ilgiyi arttırmıştır. Böylelikle epigrafi ve sanat tarihi bilimleri doğmuştur. Antik dönemlere ait bulunan heykel ve resimler zenginlerin ilgisini çekmiştir. Bu eğilim New York’taki Kent Sanat Müzesinin kurulmasını sağlamıştır.
    Sosyoloji ve antropoloji bilimleri insanın yapısını ve toplum içindeki yerini incelemiştir. Ancak insan sadece dışardan göründüğüyle sınırlı olmamıştır. Yeni dünya düzeninde oluşan kaygılar Freud’un düşünmesine sebebiyet vermiş ve insanların her zaman pozitivist tavırla ele alınamayacağını savunmuştur.
    Sanat Kültür ve Edebiyatta Modernleşme
    Toplumlar 19. yy da roman ile tanışır. Dönemin önemli yazarları Victor Hugo, Balzac, Stendhal, Flaubert, Dostoyesvki ve Tolstoydur.
    Modern estetik anlayış güzellik ve estetik algısını değiştirmiştir. Antik dönemden beri belli kalıplar içerisine sıkıştırılan estetik yerini modern dünyanın serbest düşünce ve çizgilerine bırakmıştır. Charles Baudelaire sanatsal bir yapının estetik değer kazanması için sadece güzel olmasının gerekmediğini söyleyerek çirkinliğin de var olduğunu ve estetik olabileceğini savunmuştur.
  22. yy dan önce yapılan resimlemeler iki boyutludur, derinlik algısı yoktur. Rönesans döneminde yapılan ticaretler toplumların dünya algısını değiştirmiştir. Gözün üzerinde yapılan araştırmalar yapılmıştır. Görüşteki algının farklılığı resimlere yansımış derinliği olan üç boyutlu çalışmalar ortaya çıkmıştır. Rönesans döneminde resimler üzerinde işlenen dini kitap, mitoloji, kent soylu kesimin toplu pozlar gibi konular 19. yy da da devamlılık göstermiştir. Bu geleneksel resim anlayışı Fransız Resim Akademisi tarafından sınırlandırılmıştır. Monet’in yapmış olduğu Balkon isimli resminde bir topluluğu görselleştirmiştir. (S:191, Resim 8.2) Yapılan bu çalışmalar salon denilen sergilerde sunulmuştur.
    Bu sergi salonlarına ilk resimlerini sunan Monet ve Manet’in resimleri akademik kurallara uymadığı için reddedilmiştir. Onlarda Reddedilenler isimli bir sergi ile eserlerini başka bir alanda sergilerler. Bu dönemde yapılan resimlere merceğin kullanımı da yardımcı olmuştur.
    Ressamlar ışık ve fırça yoluyla yaptıkları hareketli ve akıcı resimlerin hissi olarak bir çerçeve içinden dışarıya taşabileceğini göstermişlerdir. Fotoğraf merceğindeki yenilikler ise yakın plan çalışmalarda etkili olmuştur.
    İzlenimci olan Signac ve Sevrat fırça darbeleri yerine noktalar kullanmışlardır. Cezanne izlenimci gibi görünen bir ressam olmasına rağmen nesnelerin ışık altındaki kırılmalarına dikkat etmiştir. Kübist sanatın öncüsüdür. Van Gogh ve Gauguin de izlenimci bir yapıya sahip eserleriyle ortaya çıkmışlardır ancak kullandıkları vahşi renkler ve işledikleri bireysel konularda izlenimci sonrası geleneği oluşturmuştur.
    Modernizm döneminde ortaya çıkan avant garde kavramı ileri yol anlamına gelmektedir. Sanatta karşılaşılan deneysel akımları isimlendirmek için kullanılmıştır.
    Almanca bir kelime olan kitsch ise çirkin ve zevksiz anlamına gelmektedir. Amerika Birleşik Devletlerinde endüstri zenginleri, Avrupa’daki sanat ve kültüre sahip olamadıkları için Almanya’ya gittiklerinde Avrupalıların sokağa attıkları masa ve sandalye parçalarını değerli bulup toplamışlardır. Fransız devriminden sonra sanatta oluşan demokratik durum güzel sanatların ve kültürün herkesin ulaşabileceği bir seviyeye gelmesini sağlamıştır. Makinelerle üretilen baskıların ve kopyaların çoğalması ve kültürel hediyelik eşya ve kartpostal tüketimi artmıştır. Bu durum daha çok yeni zenginlerin ve alt sosyal grupların dikkatini çekmiştir.
    İletişim Kültüründe Modernleşme
    Her ne kadar matbaanın kuruluşu ve kitap basımı 15. yy da başlasa da gazete basımı 19. yy la denk gelmektedir. Kırım Harbinden sonra sürekli olarak yayınlanan haberler Avrupalı okuyucunun dikkatini çekmiştir. İzlenimci ve sonrakilerin resimlerinde erkek okuyucu resmetmesi bilgiye ulaşmada kadın erkek eşitsizliğini göstermiştir. Önceleri taşbaskı ve gravür yoluyla resimlenen gazetelerde daha sonraları fotoğraf kullanılmıştır.
    Bu dönemin sosyal ve ekonomik dengesizliğini anlatmak için sanatçılar kolay anlaşılır çizgilerle resimlemeler yaptılar. Bunlar toplum yapısını hiciv eden karikatürlerdi. Daumier hem karikatürleri hem de bu tarzda yaptığı heykelleriyle bu konunun öncüsü oldu.(S.195 Resim 8.10)
    İletişim sektörünün diğer bir alanı olan afişin tarihi resmi duyuruların sokak duvarlarına asılmasıyla başlamıştır denilebilir. Ardından yaygınlaşan gösterileri duyurmak için resimli afişler yapılmaya başlanır. Başlangıçta Lautrec gibi ressamların yaptığı afişlerde yazı ve görsel arasındaki uyumun önemli olmadığı görülmektedir.(S:195, Resim 8.11) Daha sonra matbaanın gelişmesi ve yeni çıkan harf karakterleriyle mesaj netleşmiştir ve grafik sanatlar ortaya çıkmıştır. Afiş sadece etkinlik habercileri olarak değil reklam amacıyla da kullanılmıştır.
    Kataloglar Fabrikasyon ürünlerin tanıtmak için ortaya çıkmıştır. Bu ürün katalogları iç ve dış ticaret için önem arz etmekteydi. Önceleri heykeltıraşlar, ressamlar, mimarlar, el sanatçılarının elinden çıkan kataloglar grafik tasarımcılar tarafından tasarlanmaya başladı.
  23. yy da Niepce’nin elinde gelişmeye başlaya fotoğrafın kullanımı Daguerre’in tab etmeyi kısa sürelere düşürmesiyle artmıştır. Dönemin en ünlü fotoğrafçısı olan Nadar her şeyi fotoğraflamış özellikle portre fotoğrafçılığı alanında ün yapmıştır.
  24. da eğlenmek için kısa süreli görüntü devamı sağlayan oyuncak tipi aletler bulunmaktaydı. 28 Aralık 1985 te Sinematograf kelimesinden türeyen sinema ortaya çıktı. İlk olarak para ödenerek izlenen devamlı görüntüyü Lumiere Kardeşler yapmıştır. 20. yy yeni sanat dili olan film endüstrisi böylelikle başlamıştır.
    Paris’in modernizm üstünlüğü 1. Dünya Savaşına kadar devam etmiştir. Bu dönem modernleşme ve batılılaşma kavramlarını özdeşleştirmiştir.
    Osmanlı Kültürü: Modernleşme Dönemi
    Osmanlı Devleti Avrupa’da yaşanan modernleşmenin ve devrim sonrası değişimlerin etkisi altına girmiş, 19. yy da reformlar yapmaya başlamıştır. Sultan III. Selim ve Sultan II. Mahmut dönemleri idari değişiklerin yapılması istenen dönemler olmuştur. Devlet içerisinde yapılan bu reform hareketleri devletin devamlılığını sağlamak adınadır. Değişiklikler sadece biçimsel değildir ayrıca yeni dünya düzenine ayak uydurmaya yöneliktir.
    Askeri güç üzerinde büyüyen bir devlet düzeninde reformlar uygulamak zordur. Sultan III Selim bütün zorlukları göze almıştır. Askeri sistemi değiştirmiş, medrese eğitiminden farklı eğitim programına sahip Teknik Üniversite niteliğinde bir okul kurmuştur. Yeniçeriler ve reform karşıtlarının baskısıyla tahttan indirilmiştir. Yarım kalan reformları Sultan II. Mahmut devam ettirmiştir. Yeniçerilik kaldırılmış, eğitim ve düzenli bir ordu kurulmuştur. II. Mahmut’un portreleri devlet kurumlarına asılmıştır bu daha sonraları gelenek haline gelmiştir. Abdülhamid döneminde devam eden reformlarla yeni tür ilkokul ortaokul ve askeri ortaokul kurulmuştur, öğretmen ve meslek okulları açılmıştır.
    Reformlar içinde en önemlisi Tanzimat ve Islahat hareketleridir. Tanzimatı düzenleyen Mustafa Reşit Paşa’dır. Değişimin modeli Fransız Devrimi ile ortaya çıkan modernleşme hareketlerinin sonucunda var olan hukuksal sistemdir. İçeriğinde eşitlik özgürlük ve kardeşlik ilkeleri yer almış vatandaşlık kavramı doğmuştur.
    Kültürel alanda da modernizmden etkilenen Osmanlı batılı tarzda Türkçe eserler vermiştir. Şinasi batılı formda şiir ve oyun yazan ilk edebiyatçıdır. Agah Efendi ilk özel gazeteyi çıkarmıştır. Modernleşme ile gelişen pozitivist düşünceyi Osmanlıya aktarmayı düşünen Münif Paşa Avrupa aydınlanmasını oluşturan Voltaire gibi yazarlardan çeviriler yapmıştır.
    Namık Kemal, Ali Suavi ve arkadaşlarının Hürriyet fikirleri Genç Osmanlılar Cemiyeti’nin kurulmasına öncülük etmiştir. II. Meşrutiyeti yapacak olan İttihat ve Terakki Cemiyeti bu gurubun içinden çıkmıştır. Terakki kelimesi Avrupa’daki ilerleme kavramıyla eş anlamlıdır ancak teknoloji ve sanayii devrimini geçirmeyen Osmanlının bu ilerlemenin mantığını kavrayamaması grupları ve aydınları çelişkiye düşürmüştür.
    Avrupa Kökenli Sanatsal Üsluplar
    Sultan III. Abdulhamid döneminde Avrupa sanatı bezeme ve hacimli taş işçiliği önceleri nadir yaygınlaşmıştır. 19. yy boyunca Avrupa’da görülen üsluplar Osmanlı sanatına yansımıştır. Sultan III Selim İstanbul’un yeni modellere göre imar edilmesine öncülük etmiştir. Rus elçisi ile İstanbul’a gelen Fransız mimar ve ressam Melling Antik Yunan ve Roma dönemi mimari özelliklerini Rönesans Dönemi yorumuyla tekrar ele almıştır. Bu üslup 20. yy la kadar kamu binalarında da görülmüştür. Öncelikle resim sanatında romantik akım içinde görülen barok, rokoko bezeme öğeleri ve oryantal üslup mimariye yansımıştır. Fransızların Kuzey Afrika ve Mısırı almaları sonucu Arap- İslam yapılarında görülen bezemeler yabancı mimarlar aracılığıyla yeni bir üslup olarak Sultan Abdülaziz döneminde İstanbul’da görülmeye başlamıştır.
    Yüzyılın başında İstanbul’a gelen Raimond d’Aranco ise sanayii üretimine karşı duran Art Nouveau ve Jungenstil anlayışını mimarilere aktardı.
    Avrupa’da görülen bu farklı üsluplar tarihi seçicilik ve eklentisizim denilen akımlarla aynı yapılar üzerinde birleşti.
  25. yy ortalarında padişaha ve saraya yakın kişilere mimari hizmet veren Balyan Ailesi Dolmabahçe ve Beylerbeyi Sarayları gibi birçok mimariye imza atmışlardır. Avrupa’da görülen mimari üslupları eklektik bir anlayışla mimarilere yansıtmıştır. Bu üsluplar 20. yy başında Ziya Gökalp’in Türkçülük akımların ile desteklenen Osmanlı mimari öğeleri ile değişime uğramıştır.
    Minyatür yerini tablo resimlere bırakmıştır. Paris’te eğitim almaya giden öğrencilerin olduğu dönemde Şeker Ahmet Paşa gibi ressamlar birinci grubu, İbrahim Çallı kuşağı da ikinci grubu oluşturur. Paris sadece ressamları değil Osmanlı edebiyatçılarının ve mimarlarının da gittiği bir kenttir.
    Resim sanatının imparatorluktaki gelişimini sağlayan tekniklerden biride fotoğraftır. 1830’dan itibaren fotoğrafçılar atölyeler açmıştır. Fotoğrafçılıkta portre, doğa ve kent konuları dikkat çekmiştir. İlk Osmanlı ressamları fotoğrafları birebir büyüterek tablolar yapmıştır.
    İstanbul’da Avrupai tarzda yaşanan moda edebiyatı da etkilemiştir. Kıyafet, yiyecek, mobilya kullanımı gibi konuları ele alan kitaplar, orta oyunlar, kantolar yoluyla eğlence hayatına yansımıştır. Politik, sosyal ve ekonomik birçok değişim içine giren Osmanlı İmparatorluğunda bu dönemde telgraf gibi teknolojileri, küçük çaptaki sanayi girişimleri, kadın erkek eşitliği tartışmaları, II. Meşrutiyet ve özgürlük fikirleri Türkçülük ve dilde sadeleşme eğilimleri ve Avrupa devletleriyle çıkar çatışmaları görülmüştür.
    YİRMİNCİ YÜZYIL: SAVAŞLAR VE DEĞİŞİMLER YÜZYILI
    Savaşlar ve Yenilikler Yüzyılı
    İkinci Dünya Savaşı (1939-1945) tüm gezegenin savaşıdır. 100 milyon asker ve sivil, 61 devlet, 22 milyon kilometre karelik bir alanda savaşmıştır. Bu felaketlere karşın, bu yüzyıl aynı zamanda ülkelerin bağımsızlıklarını kazandıkları, bilim ve teknoloji harikalarının yaratıldığı bir yüzyıldır. Türkiye’de Mustafa Kemal Hareketi bağımsızlık mücadelesi veren ülkelere esin kaynağı olacaktır. Sinema, radyo, televizyon başlı başına kültürel ve siyasal güce sahiptir. 21. yüzyıl küreselleşme yüzyılıdır, dijital bir çağa girilmiştir.
    1917 Ekim Devrimi’nin kuramcısı ve lideri Lenin, yeni politikalar üretecek ve bunda da başarılı olacaktır. Ancak Lenin’den sonra 1922’de devlet başkanı olan Stalin’le birlikte ülkeye sıkı bir rejim getirir. 1956’da Kruşçef Raporuyla açıklandığında, Dünyada sosyalizme inanmış ve gönül vermiş birçok emekçi, aydın, yazar, sanatçı hayal kırıklığına uğrayacak ve komünizmin de totaliter bir rejim olduğu ortaya çıkacaktır.
    Batıda Amerika hayranlığı ve modası başlar. Fakat bu liberal kapitalist ideoloji 1929’da önemli bir krizle karşılaşır: Halkın bankalardan kredi çekerek ve borçlanarak borsaya katılımı, sonunda felaketi getirir. 1929’da sistemin tamamı birkaç gün içinde çöker. Milyonlarca insan işsiz kalır. Dünyanın yaşadığı en büyük ilk ekonomik krizlerdendir bu.
    Almanya’da ise 1920’lerden itibaren Sovyet Devrimini ve Kapitalizmi Yahudi Musevi girişimi olarak lanse eden Nasyonalist Parti, güçlü iş dünyasının da desteğini kazanarak 1933’de Hitler’le iktidar koltuğuna oturur.
    Bağımsızlık Savaşları
    1919’da Mustafa Kemal’in önderliğinde başlayan Kuvayı Milliye bağımsızlık hareketi, Ege bölgesi kentlerinden başlayarak, yeni başkent Ankara yakınlarına dek uzanan Yunan İşgalini, yer yer zaferlerle durduracak ve ülke işgalden temizlenecektir. Cumhuriyetin ilanıyla halifelik dönemi resmen sona ermiştir. Ardı ardına gelen yenilikler ise yeni bir Türkiye kimliğinin doğacağının kesin göstergeleridir.
    Bağımsızlık hareketleri özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında hızlanır.1947’de Pakistan ve Hindistan doğar. 1948’de İsrail devletinin kurulmasıyla Orta Doğu tekrar kaynamaya başlar.
    Soğuk Savaş Dönemi
    Soğuk Savaş, iki süper güç olan SSCB ile ABD arasındaki ve haliyle onların müttefikleri arasındaki gerilimleri, siyasal ve ideolojik çatışmaları içeren ve İkinci Dünya Savaşı’nın hemen bitiminde başlayıp SSCB’nin dağılma tarihi 1991’e dek devam eden dönemdir.
    İdeolojik hükümet aygıtları düşünce özgürlüğü konusunda her dönemde kısıtlayıcı baskı politikaları gütmüş ve sansür politikası uygulamışlardır. Nazi Almanya’sında yazarlar ve sanatçılar cezalandırılmış, bilim adamları ülkeyi terk etmiş, yazarların kitapları yakılmış, bestecilerin eserlerinin çalınması yasaklanmıştır. Sovyet Rusya’da film yönetmenleri, yazarlar ve geniş bir aydınlar topluluğu eserleri yüzünden yargılanmışlar, yasaklanmışlar ya da sürgüne gönderilmişlerdir. ABD’de ise, senatör Mc Carty‘nin başlattığı sosyalizm sempatizanı olan aydınları, Hollywood aktörlerini, yazarları, yönetmenleri hedef alan “Cadı Avı” on yıl sürmüş, yüz elli dolayında yazar, istihbarat teşkilatı FBI’nın kayıtlarına girmiştir. Ülkemizde ise Nazım Hikmet (1901-1963), 1925’den itibaren yazdıklarından dolayı yargılanmış; 1938-1941 yıllarında cezaevlerinde kalmış ve şiirleri yasaklanmıştır; 1950’de aftan yararlanmış, ama yurt dışına çıkış yasağı konmuştur.
    Politika, Kültür ve İletişim
    Basında, 20. yüzyılın ilk yarısında tekeller doğar. Yazılı basın 20. yüzyılın sonlarında internetin doğmasıyla net bir gerileme dönemine girecektir Ülkelerdeki radyo istasyon sayısı hızla artmaya başlar. Devlet radyoları resmi politikaların sözcüsü olur. 1930’lardan itibaren ticaret dünyasında farklı ekonomik amaçlarla kullanılmaya başlar. İlk macerası 1926’da İngiltere’de John Logie Baird ile başlayan ve başta Fransa ve ABD’de kısa aralıklarla hızla gelişen televizyon, İkinci Savaş sonrasında evlerdedir.
    Ülkemizde gazeteler çoğu kez önemli siyasal olaylar sırasında ve hemen sonrasında (askeri darbeler gibi) kapatılmışlardır.
    Kültür endüstrisinin yaygınlaşmasıyla, kitle iletişim araçlarının güçlenmesi ve televizyon kanallarının çoğalmasıyla kitle kültürü önemli bir seyir izler. “Markalı”, “kaşeli” sanat eserleri ve sanatçı imajları oluşur. Teşhircilik ve magazincilik öne çıkar.
    Bilimsel Gelişmeler ve Yansımaları
    Yüzyılın olayı Einstein’ın rölativite teorisiyle, zaman ve mekâna dair fizik anlayışlarımız kökünden değişmeye başlar. 1930-40 yılları atomun yapısının araştırıldığı yıllardır. Nükleer fizik, enerji alanında ve askeri alanda kullanım kazanır, hidrojen bombası yapılır, lazer bulunur.
    Tarım ve ziraat alanında teknolojiyle gelen modernizasyon, biyokimya, biyofizik, tıp, mühendislik ve hatta sosyal bilimler laboratuarlarında bilimsel destek bulur.
    Elektroniğin kullanım alanı kısa zamanda televizyon, radar, uydu ve mobil haberleşme sistemlerinden bilgisayarlara, elektronik optik sistemlerden, tıp elektroniğine ve mikrodalga sistemlerine kadar yansır. Kara, hava, deniz ve uzay araçlarında olağanüstü bir gelişim sağlanır. İnsan kültüründe seyahat etme, uzaklık yakınlık kültürü başka bir boyut kazanır. Otoyol, tünel (Manş Denizi artık tünellidir), köprü inşaatları kentlerin görünümünü ve ruhunu değiştirir. Eğitimde sınıf materyalleri değişir ve yeni eğitim tasarımları doğar.
    Düşüncelerin Evrimi: Frankfurt Ekolü, Varoluşculuk, Yapısalcılık
    Yirminci yüzyıl aynı zamanda düşünce evriminin çeşitli yönlerde seyrettiği bir yüzyıldır. Belki en belirgin özelliği felsefe, edebiyat, sanat, politika ve günlük hayat sorunlarının birarada ve bütünlük içinde değerlendirilmesidir. Bunun ilk örneğini 1930’lardan itibaren Walter Benjamin, Theodor W. Adorno ve daha sonra da Jürgen Habermas ve Herbert Marcuse gibi düşünürlerin başını çektiği Frankfurt Ekolü verir. Onlara göre, kültür ve iletişim alanında farklı bir sürece girilmektedir.
    Varlıkların (insanların) varoluş nedenlerini tanımlamayı, bunun anlamını ve yapısını sorgulamayı amaçlayan varoluşçuluk, Alman Martin Heidegger ve Karl Jaspers’in düşünceleriyle zenginleşir. Ama modern varoluşçuluğun babası, romanları, oyunları ve aydın kimliğiyle, özellikle 1968 olaylarındaki eylemleriyle ünlenen Fransız yazar ve düşünür Jean-Paul Sartre’ dır (1905-1980).
    İsviçreli dilbilimci Ferdinand de Saussure, dil konusundaki incelemeleriyle yapısalcılığa öncülük eder. Ona göre “dil toplumsal bir kurum olarak, hiçbir biçimde kuralları mantıksal olarak bilinerek öğrenilen bir kurum değildir ve özü bakımından, dil bir biçimdir”. Ayrıca dil bir “göstergeler sistemidir” ve her gösterge, işitme-ses ile ilgili olan imge (gösteren) ve anlam ve kavram ile ilintili olan imge(gösterilen)’den oluşur.
  26. yüzyıl din incelemeleri açısından önemli bir yol katetmiştir. Özellikle antropoloji bu konuda ilahi olmayan dinlerden başlayarak, dinsel pratikleri betimleyerek ve yorumlayarak önemli katkıda bulunmuş, dinsel pratiklerin özünü anlamamıza yardımcı olmuştur.
    Toplumsal Hareketler: Kadınlar, Gençler ve Üçüncü Yaş
    Yüzyılın önemli olaylarından biri de ABD ve Avrupa’dan başlayarak tüm kıtalara yayılan kadın hareketleridir. Feminist hareket olarak adlandırılan kadın hareketi, kadının özgürlüğünü yani ekonomik, hukuksal ve cinsellik açısından eşitlik istemlerini gündeme getirmiş ve kadınlar örgütlenmeye başlamıştır. Kadının bilgiye ve özgürlüğe sahip olması, toplumlarda yeni bir kültürel, ekonomik ve siyasal yapılanmayı da beraberinde getirmiştir.
    1950’lerden itibaren tüm ülkelerde yeni davranış biçimleri geliştiren ve yeni kültürler yaratan genç bir kuşak vardır. Batıda hippiler özgürlük, barış ve aşk adına uzun saçları alışılmadık giysileri ve aşırı alkol tüketimleriyle ilgi çekse de kısa sürede kaybolur.
    Türkiye’de ise 1968’lerde başlayan kitlesel öğrenci ve sendikal hareketler neredeyse çeyrek yüzyıl devam eder ve trajik sonuçlar yaratır. Karşı ideolojiden vatan evlatları birbirlerine saldırır ve kurşun sıkar, birçok aileye ateş düşer, ülkede güven ortamı kalmaz, demokrasi askeri darbelerle ardı ardına yara alır.
    Sanayileşmiş ülkelerde, özellikle İkinci Savaştan sonra doğum oranının düşmesi ve yaşlı kuşağın nüfus olarak kendisini göstermesi önemli bir inceleme ve ilgi alanı olacaktır. Nitekim Birleşmiş Milletler, 1969’da yaşlı insanları evrensel bir kültürel miras olarak ilan etmiş ve sosyal güvencelerini sağlamak ve onları korumak konusunda Evrensel İnsan Hakları Maddesini yenileştirmiştir. Üçüncü yaşa tüm dünyada seyahat, ulaşım, sağlık hizmetlerinde kolaylıklar sağlanır.
    Sanat, Kültür, Edebiyat, Sinema
    Dünya sanatına yön veren Kübizm, Dada, Sürrealizm akımları Paris’te doğar. Bu hareketlilikten anti-romanlar, soyut sanat eserleri, atonal müzik parçaları doğacaktır.
    Picasso’nun Avignonlu kadınlar (1907) adlı eseri alışılmış normları altüst eder. Sonraları 1920’lerde Paris’te Tzara’nın öncülüğünde Dada hareketi geçmiş sanat anlayışına karşı çıkar.
    Fütüristler ve konstrüktivistler Rusya’da, yeni plastik soyut sanat anlayış (De Stijl) Hollanda’da boy gösterecektir. 1950’lerde Paris’in yerini alan New York’ta ise Pop-Art yeşerecektir. 1950’lerden itibaren post- modern sanatın ilahı olacak olan Marcel Duchamp, sanatta ilk ready-made (hazır yapım) olan “Bisiklet Tekerliği” (1915) sergiler. Ayrıca, bir pisuarı ters çevirerek “Çeşme” adıyla sergilemesi (1917) ve Leonardo da Vinci’nin Mona Lisa’sına bıyık takması postmodern sanatın temellerini atacaktır yıllar sonra.Sürrealizm bütün sanat dallarında yüzyıla damgasını vuracak ve sinemada ünlü İspanyol yönetmen Luis Bunuel’in filmleriyle yeni bir ekol ve fantastik bir dönem başlayacaktır.
    Prag’dan bir ses Franz Kafka (1883-1924) dünya edebiyatında dönüm noktası olacaktır. Kafka’nın eserleri siyasi, felsefi, estetik okumalara açıktır ve plastik sanatlardan sinema sanatına dek birçok alanda etkisini göstermiştir.
    1895’de Paris’te Lumière Kardeşlerin icadıyla gelen sinema, sessiz başladığı girişimine 1930’lardan itibaren sesli olarak sürdürecek ve ilk uzun metrajlı film 1935’de yapılacaktır. “Potemkin Zırhlısı” dünya sinemasının ilk başyapıtlarındandır.
    İtalyan sineması ise Yeni Gerçekçilik akımıyla salon filmlerinden koparak, işsizlik, umutsuzluk ve ahlaki çöküş gibi ekonomik ve toplumsal temalara yönelir ve Avrupa sinemasının gözdesi olur. Luchino Visconti dönemin toplumsal gerçeklerini, gerçek mekânlarda ve profesyonel olmayan oyuncularla filme çeker.
    Ama Avrupa ve ABD dışında başka sinemalar da çağımıza damgasını vurur. Özellikle Rus Sovyet sineması Tarkovski’yle; Japon sineması ise Japon kültürünü sinematografik anlatımla sergileyen Akira Kurosava’yla dikkat çeker. Hindistan’da müzikli, şarkılı, dram ve macera filmleriyle tam bir film patlaması yaşanır.
    Çoksesli klasik müzikte Arnold Schönberg, Anton Webern, Alban Berg gibi besteciler, atonal (ton dışı) müziğin temelini atarlar. Müzikte alışılmış tonal forma tepki olan bu yeni müzik, alışılmış melodi formunu da değiştirir. Bir performans sanatı olan bale sanatında koreografi büyük gelişim gösterir.
    Opera sanatında ise hem müzik hem sahne olanakları gelişir. Müzik, şan, tiyatro, edebiyat, tasarım sanatlarını birleştirme özelliğiyle total bir sanat özelliğindedir.
    Edebiyat hiçbir yüzyılda 20. yüzyılda olduğu kadar başkalaşım geçirmemiştir. Bu yüzyılın yazarları geçmişle bağlarını kopararak ifade ve form arayışlarında sınırları zorlamışlardır. Dada ve sürrealizm hareketleriyle başlayan bu irade hayal gücünde sınır tanımamaktadır. Birçok ülke edebiyatı; sömürgeciliğe ve ırkçılığa tepki eserleri yaratır. Kadın edebiyatı kadın kimliğini ve kadın direnişini odak noktasına yerleştirerek şaşırtıcı bir görünüm arz eder.
    Postmodern Durum ve Sanatta Başkalaşım
    Fransız filozof Jean François Lyotard’a göre postmodern durum, İkinci Dünya Savaşı sonrası hem siyasal, hem düşünsel alanda bir inançsızlık ve kuşku halinin başladığı dönemdir. Postmodern düşünce, haliyle belli bir merkezi olmayan; özneyi ve egoyu öne çıkaran, ifade alanında heterojenliği, çoksesliliği, bölünmüşlüğü benimseyen ileri teknolojiler çağı düşüncesidir.
    1950’lerde gerçek anlamda hareket edebilen üç boyutlu çalışmalar gerçekleştirilir. Heykellerdeki ağır hareketler, titreşimli hareketler korku, kaygı, ürperti gibi duyguları yaşatır.
    Postmodern düşüncenin belki de en etkili olduğu sanat akımı pop-art’tır. 1960’lara doğru, önce İngiltere, ardından da Amerika’da birbirinden bağımsız olarak ortaya çıkan bu sanat akımı, kitle kültürünün taşıyıcılığını yapan görüntüleri kullandığı için bu isimle anılır. Eserlerde modern dünyayı simgeleyen eşyalar (yeni çıkan ev eşyaları, yeni trend magazinler ve giyim tarzları, vb) alaycı tarzda sergilenir.
    Pop-art’ı izleyen diğer postmodern sanat ekolleri içinde kavramsal sanat ve minimal sanat geniş bir etkileme alanı bulmuştur. Kavramsal sanat, malzemesi “kavram” olan bir sanattır, (kavramı bir nesnenin ya da bir düşüncenin zihindeki tasarımı olarak tanımlayabiliriz).
    Türkiye’de Cumhuriyet Dönemi Kültür, Sanat, Bilim ve Edebiyat
    Cumhuriyet dönemi kültür politikası Cumhuriyetin çok genç olmasından dolayı milliyetçi bir yön izler. Öncelikle hızla kurumlaşmaya gidilir: 1924’de kurulan Musiki Muallim Mektebi 1936’da konservatuvara dönüştürülür ve müzik tiyatro opera eğitimine başlanır. Bale eğitimi ise resmen 1948’de başlayacaktır. İlk Şehir operasının açılması için 1960’ı beklemek gerekecektir. 1914’de kurulan ve sonradan profesyonel bir tiyatro topluluğuna dönüşen Darülbedayi-i Osmani (Osmanlı Harikalar Evi) 1934’de İstanbul Şehir Tiyatrosuna dönüşür. Muhsin Ertuğrul 1931’de Türk Sinemasının ilk sesli filmi “İstanbul Sokaklarında” (ilk ortak yapım) ve “Bir Millet Uyanıyor” filmlerini çekmiştir.
    Müzik alanında ise Cumhuriyetin ilanından sonra bazı yetenekli gençler Avrupa kültür kentlerine klasik müzik eğitimi amaçlı gönderilir. İleride Türk Beşleri adıyla anılacak olan bu bestecilerin isimleri ve bazı eserleri kısaca şöyle anılabilir: Cemal Reşit Rey: Cumhuriyetin Onuncu Yıl Marşı; Ulvi Cemal Erkin: Sinfonietta; Hasan Ferit Alnar: Kanun Konçertosu; Adnan Saygun: Yunus Emre Oratoryosu; Necil Kazım Akses, Senfoni 5: Atatürk Diyor Ki.
    Popüler müzik ise Türkiye’nin politize olmaya başladığı 60’lı yıllarda, Barış Manço ve Cem Karaca gibi isimlerle gelişir; Rock müziğini Türkçe sözlerle ve türkülerin aranjesiyle toplumsal ve politik içerikli parçalarıyla yorumlayarak Anadolu Rock’ın temelini atarlar.
    Edebiyat alanında, roman, şiir, öykü türlerinde önemli yazarlarımız yetişir. Onlarca isim arasında sayabileceklerimiz roman türünde Cumhuriyet’in erken döneminde Yakup Kadri Karaosmanoğlu (Yaban , 1931), Reşat Nuri (Çalı kuşu 1922, Yaprak Dökümü), Halide Edip (Ateşten Gömlek , 1923) dikkat çeker. Şiirimizde ilk akla gelen isimlerden biri ise Nazım Hikmet Ran’dır. Nazım Hikmet, öncelikle memleketine vurgundur ve ona dair yazmıştır: “Kuvayi Milliye Destanı” ve “Memleketimden İnsan Manzaraları” yoğun belge ve kanıtlar içeren tarihsel destanlardır ve bu destanın içinde epik, teatral ve müzikal anlatı tekniğiyle ülkemizin insanları vardır. Ama o aynı zamanda birdünya şairidir.
    Diğer yandan, 1941 yılında Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rifat’ın birlikte başlattığı Garip hareketi, şiirde klasik uyak düzenini reddetmiş ama ritim ve müzikaliteyi başka arayışlarla yaratmıştır. (Ses yinelemeleri gibi). Ama asıl önemlisi, konuşma dilinin doğallığını, sokak dilini ve halk deyişlerini şiire taşımıştır.
    1960’lardan itibaren toplumcu eğilimli edebiyat ve sanat görüşü güç kazanır. Artık edebiyat ve sanat eserlerinin yapı ve dil çözümlemelerine girişilir, toplumbilimci ve ruhçözümcü analizler gelişir. Sanat ve edebiyat dergileri canlı polemiklere tanık olur. Ama 12 Mart 1971 darbesi, yazarları ve sanatçıları büyük ölçüde tutuklayınca ülke bir süre daha kriz ortamında yaşar.
    Genç Türkiye Cumhuriyetinin yarım yüzyıllık bir süreçte saltanattan cumhuriyet rejimine, tek partililikten çok partiliğe, askeri ara darbelerden günümüze, toplumsal ve siyasal anlamda önemli olaylara tanık olduğunu görüyoruz.
    YİRMİ BİRİNCİ YÜZYILA DOĞRU: KÜRESELLEŞME VE DİJİTAL ÇAĞ
    Yeni Bir Dünya Düzenine Doğru
    1980’lerden sonra dünyada meydana gelen büyük değişimler, dönüşümler 21. yüzyıla ait verileri barındırmasıyla beraber dünyanın nereye doğru gitmekte olduğunun habercisi olmaktadır ve özellikle son 30 yıllık zaman dilimi, doğru bir yön bulma açısından oldukça önemli görülmektedir. 30 yılın en belirleyici faktörlerinden birisi Soğuk Savaş’ın sona ermesidir. Yaklaşık 40 yıl devam eden bu sürecin yaratmış olduğu gerginlik, nükleer tehdit, sosyalist ve kapitalist kamplaşma, dünyayı önemli derecede etkilemiştir.
    1989 yılında Doğu Avrupa’daki komünist iktidarlar peş peşe yıkılmaktadır. Eski Halk Cumhuriyetleri çoğul demokratik seçim sistemini benimserler. Aynı yıl, 28 yıllık tarihe sahip Berlin Duvarı’nın yıkılması dünya tarihinde yeni bir dönemin, yeni bir yüzyılın başlangıcı olarak görülmektedir. Berlin duvarı yıkılmadan önce batıya geçmek isteyen birçok insan canından olmuş ve hapishanelere girmiştir. Bu yüzden Berlin Duvarı aynı kentte yaşayan insanlar için özgürlüğü kısıtlayıcı bir etken olarak görülmüş, sembol olmuştur. Bugün halen özgürlüğe olan bağlılığı unutmamak ve bu inancı diri tutmak için kutlamalar yapılmaktadır.
    Berlin Duvarı’nın yıkılması, Almanya’nın tek bir ülke olması ve Baltık ülkelerinin bunları örnek alıp bağımsızlıklarını istemeleri ile beraber Sovyetler Birliği zor bir sürece girmiş ve sonucunda Sovyetler Birliği dağılmıştır.
    Soğuk savaşın sona ermesiyle beraber Avrupa topluluğu da değişime girmektedir. Avrupa Birliği adı altında çok uluslu oluşuma girmektedir. Schengen Anlaşması ile üye ülkeler arasında sınırlar kalkar, sonrasında Avrupa bayrağı kullanılmaya başlanmış ve 2002’de 12 üye ülke ortak para birimi olarak Avro’ya geçilmiştir.
    Sovyetler Birliği ve Doğu Bloğu’nun yıkılmasıyla beraber Amerika Birleşik Devletleri 90’lı yılların başında tek güç olmuştur. Yeni-liberal kapitalist ekonominin dünyada yerleşmesinde önemli rol oynadı. 1999 yılında Viladimir Putin’in başkanlığa gelmesi ile birlikte Rusya’nın içerisinde olduğu derin ekonomik kriz düzelme sürecine girecektir. ABD tek kutuplu dünya görüntüsü vermesine rağmen, bugün, Rusya, Çin, Hindistan, AB ve Japonya gibi güçlü aktörler çok kutuplu bir dünya düzeni izlenimi vermektedir.
    Yeni Savaşlar Terörizm ve Ayrımcılık
    Soğuk savaş sonrası ilk çatışma ABD’nin Irak’a 1990’da müdahale etmesiyle olmuştur. Irak’ın Kuveyt’ten çıkarılmasıyla son bulur ama Dünyada ilk kez televizyonlardan naklen yayınlanan sanal bir savaş izlenmiştir. 2003 yılı sonrası gerçekleşen dünya savaşının ardından Irak parçalanmış ve yaklaşık halkın %16 sı yer değiştirmiş ve gerek ölümler gerekse travmatik olaylarla halk bu savaştan oldukça kötü etkilenmiştir. Şiddet ve terör dönemi başlamıştır.
    90’lı yılların başında her ne kadar Filistin lideri Yaser Arafat’ın ve 2000’de Camp David Antlaşması ile çözüm ve barış girişimleri umut vermiş olsa da, İsrail’in Gazze politikası, terör olayları, İkinci İnfida gibi olaylar çözümü daha da zorlaştırmaktadır. Her ne kadar 2006’daki bir aydan fazla sürüş olan İsrail-Lübnan Savaşı Birleşmiş Milletler güvenlik kararıyla sona erse de arkasında acılı bir dönem bırakmıştır.
    Eski Yugoslavya’da; Hırvatistan ve Yugoslavya bağımsızlığını alırken, Bosnalı Sırplar etnik temizliğe girerek, savunma için oldukça zayıf olan binlerce Bosnalı Müslüman’ı 1995 yılına kadar acımasız şekilde öldürmüşlerdir.
    11 Eylül 2001’deki daha önce benzeri görülmemiş olan ikiz kule terör olaylarından sonra süper güç olarak görülmekte olan ABD’nin gücünü sarmasının yanı sıra saldırı ve çatışmayı da beraberinde ABD’ye getirmiştir. Batı ve İslam karşıtlığı üzerine kurulu olan Medeniyetler Çatışmasını yeniden gündeme getirmiştir.
    Irk temelli ayrılıklar son bulmaktadır ancak temel çatışmalar devam etmektedir. Bu çatışmaların en büyüğü Ruanda’da yaşanmıştır. Benzer bir olay Sudan’ın Darfur bölgesinde Araplarla Arap olmayan Müslümanlar arasında yaşanmıştır ve burada otuz binin üstünde insanın katledildiği sanılmaktadır.
    Küreselleşme, Küresel Kültür, Yeni Yaşam Tarzları
    Küreselleşme, birbiriyle bağlantılı çok farklı konumları, içermesi, belirleyici faktörlerin çok fazla olması, olumlu ve olumsuz birçok sonucunun olması onun tanımını yapmayı zorlaştırmaktadır.
    Genel olarak ticaretin, sermayenin, kültürün, teknolojinin, bilginin ve neredeyse her şeyin dünya üzerinde kolay bir şekilde, bir çok bölümde global bütünleşmeye ve dayanışma anlamına geldiği düşünülmektedir.
    Küresel yaşamın etkin olmasıyla birçok insanın hayatı bundan etkilenmiştir. Küreselleşme, ulus ötesi hareketliliği, uluslararası ilişkileri ve bağımlılıkları arttırmıştır. 1980’li yıllardan sonra ülkelerdeki yabancı yatırımlarda artışlar görülmüştür. Bu durum uluslararası alanda ekonomik bütünleşmede önemli bir canlanma meydana getirmekle birlikte, çok uluslu şirketlerin birçok ülkede aynı anda etki alanının büyümesine yol açmıştır. Ancak öte yandan ani finans dalgalanmalarına ve ekonomik krizlere sebep olabilmektedir.
    Küreselleşme ile beraber kendine özgü bir kültürde meydana gelmektedir. Aldığı büyük göçlerle metropole dönüşen bazı kentler küresel tüketim için ortam sağlamaktadır. Çoğunlukla AVM, lüks tüketim ve fast food gibi tüketime dayalı bir kültür ortaya çıkmıştır.
    1999 yılında Seattle’deki Dünya Ticaret Örgütünün toplantısında, dünyanın metalaştırılması karşıtı yapılan protestolar ve Üçüncü Dünya ülkelerinin borçlarının iptal edilmesini talep eden kampanyalar gibi hareketler küresel politikaların beraberinde karşıt görüşü de meydana getirdiğini göstermektedir.
    Gezegenimizin Temel sorunları: Küresel Isınma, Enerji, Doğal Afetler
    Gezegenimiz varoluşundan bu yana sürekli bir değişim içerisindedir. Zaman içerisinde gezegenimizin doğal yapısı değişmiştir. Teknolojideki ve tüketimdeki değişimler bu değişimin sebeplerinden sayılabilmektedir. Küresel ısınma, buzulların erimesi, tusunamiler daha ileri boyutlara taşınmıştır. Dünyanın bazı yerlerinde kasırgalar ve fırtınalar oldukça yoğun ve şiddetli geçerken diğer taraflarda kuraklık hüküm sürebilmektedir. Doğanın dengesinin bozulması ile beraber dolaylı veya doğrudan olarak insan hayatı da etkilenmektedir ve tehdit edilmektedir. İnsanlarda yeni hastalıklar meydana gelmektedir.
    Tüketim çılgınlığı ile beraber önemli derecede atık sorunu da meydana gelmektedir. Özellikle sanayi ortamı ile beraber neredeyse tüm sektörlerden çıkan atıklar doğaya karışarak ekosistemi bozmaktadır ve nükleer patlamalar sonucu birçok ölümün yanı sıra yıllarca temizlenmeyecek radyasyon yaymıştır.
    Ciddi şekilde çevreye verilen zararların farkında olunmasından sonra çevreci kamuoyu hareketlerinde olumlu sonuçlar alınmıştır ve çevreci alternatif enerji üretilmesi konusunda bilimsel çalışmalar yapılmaktadır.
    Yeni Bilimler, Yeni Teknolojiler, Yeni İletişim Tarzları
    Hayatımızın her alanında bilimsel buluşlar ve bunlarla beraber yeni teknolojiler bulunmuştur. Bileşim ve bilgi teknolojileri bu alanda en hızlı gelişenler olarak görülmektedir.
    Bilişim: Bilgileri sistematik bir şekilde işlemenin bilimine denilmektedir.
    Bilgi teknolojisi: Bilgisayar ve iletişim olanaklarını kullanarak farklı bir biçimde bilgi üzerinde saklama, oluşturma, alışveriş yapma gibi eylemleri kullanan teknolojidir.
    Teknolojinin cep ve el bilgisayarı gibi taşınabilir ya da taşınamaz şekilde gündelik hayatımızın içerisinde oldukça yoğun bir şekilde bulunması ile beraber yaşam kültürlerimizde değişikliğe uğramıştır.
    İnternet ilk zamanlarda asgari amaçla kullanılan internet, günümüzde dünyayı kaplayan bir ağa dönüşmüştür. İnternet sayesinde insanlar istedikleri bilgiye çok daha hızlı bir şekilde ulaşabilmektedir. Her ne kadar güvenlik sorunları akla getirilse de internet kültürlenme ortamı sunmaktadır. İnsanlar istediği zaman istediği yerden bilgiye ulaşabileceklerdir. Bu sayede insanlar farklı kültürlerden de beslenebilecekler ve küresel bir alt yapı oluşacaktır. Bazı eğitimler internet üzerinden yapılıp değerlendirilebilecektir.
    İleri teknolojiler, tıp, tıp teknolojisi genetik mühendisliği nano teknolojiler gibi dallarda önemli gelişmeler olmuştur ve insan yaşamında özellikle sağlık boyutunda büyük başarılar elde edilmiştir.
    1980 Sonrasında Kültür ve Sanat
    Sanat kültür alanında 60’lı yıllardan sonra kökten sorgulamalar ve değişimler devam etmektedir. Sanat denildiği zaman klasikliğe, marifetliğe itibar edilmemektedir. Hazır nesnelerin sanata dahil edilmesiyle sanat ile yaşam arasındaki sınırlar ortadan kalkmıştır. Sanat güzel olmak zorunda değildir. Sanatçılar, sanat ile hayatı bütünleştirmeye çalışmışlardır.
    ”Güzel olan nedir, sanat yapıtı nedir, gerçek nedir?” soruları sıklıkla sorulmuş ve kendisini yeniden inşa edip klasik estetik ve güzelliğin sonu getirilmiştir.
    Bilişim teknolojisindeki gelişmeler hemen hemen tüm sanat dallarını etkilemiştir ancak sinema ve plastik sanatlar bu dönemde çok önemli değişimler yaşamıştır. Bilgisayar teknolojilerin etkilerini, neler yapabileceğini dijital sanat ve video sanatında gösterilir.
    Plastik sanatlarda bu yıllar içerisinde anti-estetik yaklaşımlar içeren davranışlar görülmektedir. Bienallerin gösterim alanı olarak kullanılmasının popülerleştiği resim ve heykel gibi plastik sanatların yerine performans, yani yerleştirme, fotoğraf gibi sanatlar daha fazla üste çıkarılmıştır. Üçüncü dünya ülkelerinin, yerel kimliklerin keşfedildiği ve küratörlük olgusunun çok konuşulduğu yıllardır.
    Bu dönem sanatçıları toplumdaki ayrımcılığı, alışkanlıkları, toplumsal yapıyı belirleyen gösterge ve kodları irdeleyip, yeni anlamlar katarak sorgulamışlardır.
    Şu an performans sanatı olarak adlandırılan beden sanatı, happening, aksiyon ve gösteri sanatı 60’lı yıllardan sonra canlı şekillerde izleyici önünde buluşarak oldukça dikkat çekerler.
    Edebiyatta post yapısalcı felsefenin dile kattığı kuramsal çalışmalar etkili olmuştur. Dil gerçekliği temsil eden değil, onu yeniden kurup, çok yönlülüğe gönderme yapacak şekilde kullanılmaktadır.
    Mimarlığın günümüzdeki anlayışı post modern mimaridir. Bu anlayış Robert Venturi’nin 1966’da ”Mimarlıkta Karmaşıklık ve Çelişki” adlı kitabında belirginleşmiştir. Bu anlayışta binaların kullanım alanları ve bağlamının ön planda olmalıdır. Bu sayede insanın konforu ve rahatlığı göz önünde bulundurulmuştur. Geleneksel mimari formlarının sınırları zorlanmış, organik yapılar kullanılmıştır.
    Sinema bu dönemde oldukça değişime uğradı. Kamerayla çekilen çalışmalar bilgisayarlı ortamlarda üstünde oynandı ya da sadece bilgisayar üzerinden yeni çalışmalar yapıldı.
  27. Yüzyıla Doğru Türkiye
    Siyasal ve Sosyal Görünüm
    12 Eylül darbesi ve sonrası dönem öne çıkmaktadır. Darbenin hemen ardından uygulanan liberal politikalar dönemin özelliğini belirleyen bir diğer önemli etkendir. Bireyin yaşama alanı daralmıştır; özgürlükler gerektiği biçimde kullanılamamaktadır. Hep değiştirilmesi gerektiğinden söz edilen Anayasa, kısmi değişiklikler dışında, büyük ölçüde yürürlükte kalmaya devam eder. 1983 seçimleriyle iktidara gelen Turgut Özal döneminde Türkiye, rekabete dayalı serbest piyasa ekonomisiyle tanışır. Birçok yabancı marka ve ürün piyasaya sürülür böylece kısa zamanda, tüketim arzusunu ve eğilimini artırarak tüketim kültürü ve alışkanlıklarını popülerleştirir.
    Sanat Kültür
    12 Eylül darbesi sonrası yarattığı etkiler plastik sanatlar, müzik, edebiyat, şiir gibi sanat dallarında ele alınmıştır. Bienal ve sanat fuarları ile çağdaş sanatın önemli sunum ortamları olmuşlardır.
    Edebiyat
    Roman türünde 80 sonrası post yapısalcılarda ve post modern romanlardaki gibi biçim ve teknik öne çıkmaktadır.

Sinema
1990 sonra önemli bir değişim geçirip, yeni dil ve teknik arayışlarına girilmiştir. Bu dönemde ticari filmlerden ayrışan sanat filmlerinde bir zenginlik görülmüş; şiddetten korkuya, minimalist sinemadan deneysele birçok tarzda film çekilmiştir. Çekilen bu filmlerde, eşcinsellik, milliyetçilik, etnik ve dinsel kimlikler, kadın ve erkek temsilleri, Doğu-Batı, aydın kimliği, askeri darbeler en çok işlenilen konulardır.