KÜLTÜR VE KÜLTÜREL YETERLİLİK
Giriş
Kültür sözcüğü, Latince kökenli olup Türkçeye Fransızcadan gelmiştir. Latince’de “cultura” sözcüğü, “toprağı ekip biçme” ve “hayvan yetiştirme” anlamına gel- mekteydi. 17. yüzyılın sonuna doğru halkın “bütün bir yaşama biçimi” şeklinde Almanca ve İngilizceden Batı dillerine girmiştir. 18. yüzyıla gelindiğinde ise antropo- lojideki gelişmeler sonucu “bütünsel bir yaşam şekli” anlamını kazanmıştır. Voltaire, Fransız İhtilali öncesinde kültür sözcüğüne “insan zekasının oluşumunu ve geli- şimini belirleyen” bir terim olarak yeni bir anlam kazandırmıştır. İngilizler ve Fransızlar, kültürü medeniyetle eş anlamlı olarak kullanırken Almanlar daha çok teknolojik araç ve gereçleri içeren maddi medeniyet anlamında kullanmışlardır.
Modernleşmenin anahtar kavramlarından biri olarak kabul edilen kültürün farklı anlamlarda kullanılmasının nedeni, ulusal yapılardaki değişikliklerdir. Bundan dolayı pek çok ülke kültüre yeni anlamlar yüklemiştir. Bütün insanların kendilerine özgü bir kültüre sahip olduğu görüşünü ileri süren ve bu anlamıyla ilk kez kullanan Alman tarihçi Herder’dir.
Kültür Kavramı
20. yüzyılın başlarında kültür ile ilgili çalışmalar Batı dünyasından doğu ülkelerine yayılmış, öncelikle İranlılar kendi dillerindeki “ferheng” sözcüğünü kültür yerine kullanmışlardır. Ülkemizde sosyolojinin gelişimine büyük katkı sağlayan Ziya Gökalp, Fransızcadan aldığı “cultura” sözcüğünün Arapça kökenli “hars” ve “tehzip”in karşılığı olduğunu savunmuştur. Gökalp “cultura” sözcüğünün ilk anlamından esinlenerek Arapçada “çift sürme, tarla işleme” anlamını taşıyan ve ulusal bir kavram olarak gördüğü “hars”ı kültür karşılığında kullanmıştır. Bununla birlikte, “düzeltme, temizleme, yetiştirme, bir işte hız kazanma” anlamındaki “tehzip”i uluslararası ve aristokratik bir kavram olarak değerlendirmiştir. Cumhuriyet döneminde başlatılan dilin sadeleştirilmesi çalışmaları sırasında kültürün karşılığı olarak “ekin” sözcüğünün kullanılması önerilmiş fakat bu sözcük dile yerleşememiştir, Zamanla “hars” da unutularak kültür sözcüğü aynı şekilde kullanılmaya devam etmiştir. Bugün dilimizde kültür sözcüğü birçok anlamda kullanılmaktadır.
Her toplumun kendine özgü bir kültürü vardır. Kültür özellikleri yalnız milletten millete değişmez, aynı ülkenin kent ve köylerinde, hatta aynı kentin değişik mahallelerinde oturan insanların kendilerine özgü kültürleri, gelenek ve görenekleri vardır.
Kültürün Tanımı
Kültür, en geniş anlamıyla bir toplumun tüm yaşam biçimidir. Taylor, kültür için şöyle bir tanım yapmıştır: “Bilgi, inanç, sanat, ahlak, hukuk ve örf ve âdetlerden ve insanın toplumun bir üyesi olarak elde ettiği bütün yeteneklerden oluşmuş bir bütündür.”
Avrupa’da kültür terimini 19. yüzyılın sonunda İngiliz antropologları, etnografya tarafından incelenen toplumlara özgü olan düşünce, eylem biçimleri, inançlar, değer sistemleri, simgeler ve tekniklerin tümünü anlatmak üzere kullanmışlardır. Sosyolojide kültür kavramı, etkileşimlere yön veren senaryo ve rollerin işleyişinin daha iyi anlaşılmasına yardım eden bir kavram olarak kullanılmaktadır. Kültür terimini bu anlamda ilk kez kullanan İngiliz Antropolog E. B. Taylor, kültürün ünlü ve bugün de geçerli olan bir tanımını yapmıştır; kültür, etnografyadaki en geniş anlamında, bilgi, sanat, hukuk, ahlak, töre ve tüm diğer yetenek ve alışkanlıkları içeren karmaşık bütündür.
Kültür kavramı, antropoloji dilinde ve eserlerinde; bir toplumun ya da bütün toplumların birikimli uygarlığı, belli bir toplumun kendisi, bir dizi sosyal süreçlerin bileşkesi, bir insan ve toplum kuramı kavramlarının karşılığında kullanılan soyut bir sözcüktür.
Kültür, hangi bağlamda, kimin tarafından kullanıldığına bağlı olarak anlam değiştiren, farklı şekillerde tanımlanabilen bir kavramdır. Kültürün anlamı, onunla ilgilenen bilim dalına göre de değişebilmektedir. Örneğin Edward T. Hall’a göre “kültür iletişim, iletişim de kültürdür”. Birdwhistell’e göre ise kültür yapıyı ifade ederken; iletişim, süreç üzerinde yoğunlaşmıştır. Brislin’e göre “bir kültür, ortak inançları, deneyimleri ve değer yargıları ile belirlenebilen, bu ortak deneyimleri ile birbirine bağlanmış ve ortak tarihî geçmişe sahip grup olarak anlaşılabilir”. Goodenough, kültürü bilişsel sistem olarak kabul edenlerin öncülerindendir. Ona göre, kültür, “neyin nasıl olabileceğine, bireyin olan biten hakkında ne hissettiğine ve onunla ilgili olarak neyi nasıl yapabileceğine karar vermesi için gereken şartları” içerir. Levi-Strauss, kültürü ortak sembolik asistem olarak kabul etmektedir.
Kültürün Kökeni ve Kaynağı
Tayeb, kültürün kaynağına inmeye çalışmış ve böylesi anlaşılmazı zor bir olgunun köklerini doğru bir şekilde ortaya koymanın zor olduğundan bahsetmiştir. Zor olmasının altında yatan nedenlerden bir tanesi, kültürün yaratılmasından sorumlu olarak ifade edilen kurumların ve faktörlerin birbirlerinden ayırt edilemeyecek derecede birbirine bağlı olmalarından kaynaklanmaktadır. Diğer bir faktör ise bu faktörlerin kültürü mü yoksa kültürün mü bu faktörleri oluşturduğuna dair çıkmazdır. Kültürün oluşumunda rol oynayan faktörler ve kurumlar; ekoloji ve fiziksel çevre, aile, din, eğitim ve politik sistem olarak değerlendirilmektedir.
Kültürün Özellikleri
Tanımları çok çeşitli olan kültür kavramı gözden geçirildiğinde, kültürün ortak özellikleri olarak görülebilecek bazı noktalar bulunabilmektedir. Bu özellikler şöyle özetlenebilir:
• Kültür bir toplumu diğerinden ayırmak için bir tür alâmeti farikadır.
• Kültür toplum değerlerini bir bütün hâline getirir ve bunları sistematik bir biçimde taşır.
• Kültür toplumun üyelerince paylaşılır.
• Kültür, dayanışmanın en önemli temellerinden birisidir.
• Kültür öğrenilmiş davranışlardan oluşur.
• Kültür sosyal yapının bir kopyasını verir.
• Kültür değişebilir.
• Sosyal kişiliğin belirip oluşmasında kültür, bütün toplumlar bakımından egemen bir faktördür.
Kültürün İşlevleri
Kültür, bir toplumun tarihsel süreç içerisinde sahip olduğu tüm değerlerin insandan insana aktarılarak yaşatılmasını sağlamak gibi temel bir işlevi yerine getirmektedir. Bu sayede birleştirici ve bütünleştirici bir etki yaratır. Kültür, birey, grup ya da toplumlara yaşam için gerekli davranış kalıplarını sunar. Kültür; toplumları, ulusları, grupları birbirinden ayırır; onlara özgün bir kimlik kazandırır. Bir toplumda kültürün temel değerleri birey ve gruplara benimsetilerek toplumsal bütünlük ve uyum sağlanır. Kültür bireye toplumsal bir kişilik yani bir kültürel kimlik kazandırır. Kültür, bireylerin doğal çevreyi kendi istek ve çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmesini, ona anlam vermesini sağlar. İnsan, kültürün maddî öğeleri ile doğal çevreye şekil verir.
Kültür Çeşitleri
Kültür sahip olduğu öğeler yönüyle bazı sınıflandırmalara tabi tutulabilir. Kültürle ilgili temel sınıflandırmalar; genel kültür, alt kültür, maddi kültür, manevi kültür ve karşı kültür olarak ifade edilebilir.
Genel kültür, bir toplumun ya da ülkenin, her sosyal grubunda, her coğrafi bölgesinde geçerli olan, benimsenen ve yaşanan hâkim unsurlardan ibarettir. Başka bir deyişle genel kültür, toplumdaki bütün davranış düzlemlerinde var olan kültürdür. Bir ülkenin ya da toplumun hâkim inançları, değerleri, hareket tarzları ve yaptırımların türleri genel kültürü oluşturan parçalardır.
Herhangi bir toplumun genel kültürü, üst bir sistem olarak, çok sayıda alt sistemlerden meydana gelmiştir. Alt kültürler bazı hâkim değerleri kapsarlar fakat kendilerine özgü yaşama şekilleri, değerleri vardır. Alt kültür toplumun temel kültür unsurlarını paylaşan fakat bunun dışında kendini diğer gruplardan ayıran değer, norm ve yaşam biçimleri olan grupları kapsar.
Bir toplumun teknolojisi, eserleri, aletleri maddi kültür öğeleridir. Maddi kültür, insan eliyle yapılan alet ve eserleri ve el emeğinin ham maddeyi belirli bir biçimde işlemesiyle ona şekil vermesiyle oluşur. Başka bir deyişle, sanat yapıtları, mimarisi, ev biçimleri ve benzerleri toplumun maddi kültürünü oluşturur.
Toplumda yerleşik olan inançlar, konuşulan dil, hukuk, din, ahlak anlayışı, doğum olayından evlilik ve cenaze törenlerine kadar her alanda oluşan gelenek ve görenekler, çocuk yetiştirme biçimleri toplumun manevi kültürünü oluşturur.
Toplumda, sosyoekonomik ve politik anlamda yerleşmiş olan ve aile, okul ve diğer örgütler, özellikle de kitle haberleşme araçlarıyla aktarılan bütün genel kültürü reddetmek isteyenlerin, değişik alanlarda meydana getirmeye çalıştıkları kapsamlara karşı kültür denilmektedir.
Kültürü Oluşturan Faktörler
Bir toplumun yaşama biçimi olarak ifade edilebilecek kültür, kavram olarak soyut bir olgudur. Toplumlar farklı biçimlerde yaşamaları nedeniyle farklı kültürlere sahip olurlar. Yani kültürleri farklılaşır. Ancak, bütün toplumlarda kültürü oluşturan temel faktörler vardır, ancak önemleri farklıdır. Kültürü oluşturan başlıca faktörler; dil, din, değerler, normlar, simgeler, tutumlar, örf ve adetler ve yasalar olarak sıralanabilir.
Kültürle İlgili Temel Kavramlar
Kültür ile ilgili temel bazı kavramlar aşağıda açıklanmıştır:
Üst Kültür: Bir toplumda geçerli olan genel kültür özellikleridir. Toplumun her kesiminde bilinir ve benimsenir. Örnek: Genel Türkiye kültürü, genel Çin kültürü, genel İtalyan kültürü gibi.
Alt Kültür: Üst kültür içindeki din, dil, töre ve etnik köken bakımından kendine özgü özelliklere sahip toplulukların kültürüdür. Örnek: Türkiye’deki Yörük kültürü, Amerika’daki Kızılderili, Zenci, Göçmen kültürü gibi.
Kültürlenme: Toplumun, kendi kültürel özelliklerini yeni kuşaklara sosyalleşme yoluyla aktarmasıdır. Örnek: Türk toplumunda yetişen bir kişi Türk gibi düşünür, davranır ve giyinir.
Kültürleşme: Farklı kültürlerin karşılıklı etkileşime girmesi ile gerçekleşen kültür alışverişidir, Kültürleşme süreci sonunda her iki birey ya da toplum yavaş ya da hızlı değişir, Örnek: Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin kültürel etkileşime girmesi.
Kültür Şoku: Kendi kültüründen ayrılarak başka bir kültüre geçen kişilerin bu yeni kültürel ortama maruz kalmaları sonucu yaşadıkları uyumsuzluk ve bunalım durumuna denir. Örnek: Almanya’ya giden ilk Türk işçilerin yaşadıkları sorunlar, köyden büyükşehire göçen bir ailenin ya da batıda yetişip doğuda bir köy okuluna atanan öğretmenin yaşadığı uyum sorunu.
Kültürel Yayılma: Bir kültürde ortaya çıkan maddi ya da manevi kültür öğesinin dünyadaki başka kültürlere yayılmasıdır. Örnek: Spagettinin İtalya’dan, ulusçuluk fikrinin Fransa’dan, tütün içmenin Kuzey Amerika Yerlilerinden, yoğurdun Türklerden dünyaya yayılması gibi.
Kültür Emperyalizmi: Gelişmiş ülkelerin az gelişmiş diğer kültürleri özellikle kitle iletişim araçlarıyla etkilemesi ve kendine benzetmesidir.
Kültürel Çeşitlilik
Kültür, zaman ve mekân içerisinde çeşitli biçimler alır. Bu çeşitlilik insanlığı oluşturan grupların ve toplumların kimliklerinin özgünlüğünde ve çoğulluğunda yansıma bulur. Biyolojik çeşitliliğin doğa için gerekli olduğu kadar; değişim, yenilik ve yaratıcılık kaynağı olarak kültürel çeşitlilik de insanlık için gereklidir. “Kültürel çe- şitlilik” ya da “çok kültürlülük” farklı kültürlerin uyum içinde bir arada yaşaması anlamına gelmektedir. Bu kapsamda kültür; bir gruba ya da topluluğa ait farklı düşünsel, maddesel, ruhani ve duygusal özellikleri temsil etmekte aynı zamanda sanat, edebiyat, yaşam tarzı, değerler sistemi, gelenekleri ve inançları içermektedir.
Kültürel çeşitliliğin belirgin ve daha az belirgin olan göstergeleri vardır. İnanç, etnik köken, ulusal köken, cinsiyet gibi birtakım özellikler kültürel çeşitliliğin belirgin göstergeleriyken yaş, eğitim, eğitim grubu, hareket kabiliyeti gibi özellikler ise kültürel çeşitliliğin daha az belirgin olan göstergeleri olarak adlandırılabilir:
• Belirgin göstergeler:
o İnanç
o Etnik köken (ırk)
o Ulusal köken (konuşulan dil)
o Cinsiyet
• Daha az belirgin göstergeler:
o Yaş
o Eğitim alıp almadığı
o Eğitim seviyesi
o Hareket kabiliyeti (Engellileri içerir)
• Batı Kültürü:
o İyimserlik – daha iyi hale getir
o Doğayı etki altına almak – kontrolü ele
al
o Aktivizm (eylemcilik) – bir şeyler yap
o Dakiklik – sonradan daha erken
o Göreceli saldırganlık – güçlü = daha iyi
o Geleceğe uyum sağlama – planlama,
yeni olan=daha iyidir
o Standartlaştırma-benzer olana aynı davranma
Kültürel Yeterlik
Kültürel yeterlik, iletişim metninin ve bu metnin kurulmasını sağlayan kuralların eleştirel olarak anlaşılması yetisidir.
P. Bourdieu, “kültürel yeterlik” düşüncesiyle genelde toplumsal yapı ile özelde kültürel anlatımlar arasındaki ilişkiyi yeniden kavramsallaştınr. İnsanların ekonomik ve toplumsal konumları eğitim sistemi aracılığıyla dünyaya ilişkin belli bilgilere ve söylemlere erişim olanağı sağlar.
Ekonomik ve toplumsal konumlardaki eşitsizlikler; “kültürel yeterlik” hiyerarşileri yaratır. Örneğin varlıklı bir kişi çoğu kez opera ve soyut resim gibi yüksek sanat biçimlerini anlamak için gerekli kültürel yeterliği edinir. Buna karşı işçi sınıfından biri, farklı bir kültürel yeterlikler kümesine sahip olacaktır; bu da onu yüksek kültür dünyasından dışlayacaktır.
Kültürel Yeterlik Süreci
Kültürel yeterliği olumsuzdan olumluya doğru uzanan bir süreç olarak ele aldığımızda öncelikle “şu an neredeyim” ve “nerde olabilirim” temel sorularını sormak gerekmektedir.
Kültürel yeterlik sürecindeki basamaklar; kültürel yıkıcılık, kültürel körlük, kültürel ön yeterlik, kültürel yeterlik ve kültürel yetkinliktir. Kültürel yeterliğe sahip olmak; farkındalıkla başlar, bilgiyle büyür, kendine has beceriler geliştirir ve çok kültürlü karşılaşmalar sayesinde daha iyi hale gelir.
KÜRESELLEŞME VE KÜLTÜR: SINIRLARIN BELİRLEYİCİSİ KÜLTÜR
Giriş
Doğası gereği dünyadaki sınırların ortadan kalkmasına vurgu yapan ve tek bir dünya devleti olacak şekilde evrensel bütünleşmeyi içeren küreselleşme olgusu, dünyayı hızlı bir değişim eğilimine sürüklemekte ve gün geçtikçe somut etkileriyle hayatımıza yön vermektedir. Küreselleşme, ülkeler arasındaki ekonomik, sosyal ve siyasal ilişkilerin gelişmesi, farklı toplum ve kültürlerin inanç ve beklentilerinin daha iyi tanınması, uluslararası ilişkilerinin artması gibi birbiriyle bağlantılı konuları içeren bir kavramdır. Bu yönüyle küreselleşme, uluslararası etkileşimlerin niteliğini belirleyen bir faktör olarak belirmektedir.
Çok boyutlu bir kavram olan küreselleşmenin, tekil düzlemde ele alınamayacağı bilinmektedir. Her toplumda bulunan, ancak niteliksel ve niceliksel bağlamda birbirinden farklı olan sosyokültürel mekanizmaların, toplumların çekirdeğini oluşturduğu söylenebilmektedir. Küreselleşen dünya, farklı kültürlerle iletişim içine gi- recek işletmelere, hedef pazarlara ait toplumsal değer yargılarını içeren ‘kültür’ fenomeninin üzerinde daha çok durulmasını ve bu yönüyle küresel arenanın en önemli öznesi olarak konumlandırılarak dikkate alınması gerekliliğini benimsetmektedir. Kültür, genel bir ifadeyle, insanoğlunun duygu, düşünce ve davranışlarının art alanı olarak tanımlanabilmektedir. Çok boyutlu bir kavram olan kültürün her toplumda farklı nitelikte olduğu görülmekte; duygu, düşünce ve bilgilerin karşılıklı aktarılması ve anlamlandırılması olarak kavramsallaştırılabilen iletişim süreci de kültürden etkilenmektedir. Buna göre her toplumun üstün tuttuğu iletişim biçimleri de kültüre göre anlam kazanmakta ve farklılaşmaktadır. Kültürlerarası iletişim, kültürel farklılıklardan kaynaklanan yanlış anlamaları ve önyargıları minimuma indirgeyip iletişim etkinliğini sağlamak için, disiplinlerarası bir bilim dalı olarak ele alınmaktadır.
Seksenli ve doksanlı yıllarda iş dünyası, akademik çevre, politik ortam, hükümetler açısından dikkat çeken başlıca konu, ekonominin ulusal düzeyi aşarak uluslararası bir duruma gelmesi sonucunda artan küreselleşme eğilimi olmuştur. Bu yıllar içinde özellikle kendi ülkelerindeki pazar payları azalan Amerikan şirketleri ve yanı sıra Japonya ve Avrupa’daki şirketler uluslararası pazarlarda pay arama çabalarını arttırmışlardır. Türkiye’de de uluslararası bir nitelik kazanmaya başlayan ekonomik yapı içinde büyük şirketler dış pazarlara açılmışlardır.
Küreselleşme ve Tarihsel Gelişimi
İngilizce ‘globalization’ kelimesinden türeyen küreselleşme kavramını Türkçe’ye ‘evrenselleşme’ olarak aktarmak mümkündür. Dolayısıyla küreselleşme sözcüğünün, her alanda ‘evrensel düşünce’ olgusunu tanımlamak için ortaya atıldığı ileri sürülebilmektedir. Pek çok tartışmayı beraberinde getiren küreselleşme olgusu, yeni bir gerçeklik gibi algılansa da ‘küresel’ kavramı ilk defa, Marshall Mcluhan’ın ‘Komünikasyonda Patlamalar’
adlı kitabında yer almıştır. Mcluhan bu yeni süreç için ‘Global Köy’ kavramını kullanmış ve kavramı literatüre kazandırmıştır. ‘Küreselleşme’ 1980’lere doğru Harvard, Stanford, Colombia gibi prestijli Amerikan işletme okullarında kullanılmış, aynı yıllarda uluslararası ekonomik kuruluşların yayınlarında ve raporlarında yer almaya başlamıştır. 1990’1ı yıllarda ekonomik, sosyal ve siyasal süreçleri tanımlamak maksadıyla akademik dile girmiştir. Akademik literatürde, küreselleşme kavramı üzerine bir uzlaşı olmasa da, birçok farklı açıdan ele alınmıştır. Bir tanıma göre küreselleşme, hangi alanda olursa olsun, ekonomiden sanata, bilimden iletişime herhangi bir çalışmada, üretimde, yapılarda, dünya çapında geçerliliği, ağırlığı, öncülüğü olan normların, ölçülerin dikkate alınması veya etkili hâle gelmesi, benimsenmesi, dünyaya açılarak yerelliğin, ulusallığın reddedilmeksizin dışına çıkılması ve evrensellikle bağdaştırılması, birleştirilmesidir. Bu tanıma göre küreselleşme kavramı, zaman ve mekân sınırlaması yaşamayan finansal kaynak aktarımı ile uluslararası ekonomik, siyasal ve sosyokültürel yakınlaşmayı ve ulusların birbirlerine bütünleşmesi ile ortak girişimleri içermektedir.
Genel bir tanımla küreselleşme, uluslararası ilişkiler ve kültürlerarası etkileşimleri yoğunlaştıran, ekonomik, siyasal ve sosyokültürel tüm kural ve maddi-manevi değerlerin standardizasyonunu sağlayacak şekilde radikal kopuşlarla yeni dünya düzeni çerçevesinde, ulusal sınırları aşarak evrensel çapta yeniden düşünülmesini beraberinde getiren, sınırları muğlaklaştıran ve finans kapitali başta olmak üzere her şeyin zaman ve mekân engeli tanımaksızın dünya çapında transferini olanaklı hâle getiren dinamik ve ideolojik bir süreç olarak tanımlanabilmektedir.
Tarihsel süreçte küreselleşme hareketinin, üç dalga şeklinde karşımıza çıktığı ancak ilk iki dalganın savaşlar ve teknolojik yetersizlikler nedeniyle istenen sonuca ulaşamadığı; özellikle bilgi iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmeler sonucu, 90’lı yıllarda ortaya çıkan üçüncü dalganın başarılı olup tüm dünyayı etkisi altına aldığı söylenebilmektedir. Benzer şekilde Robertson da küreselleşmenin beş evreden oluştuğunu ileri sürmektedir: “Oluşma evresi (Avrupa, 1400-1750), başlangıç evresi (Avrupa 1750-1875), ilerleme evresi (1875-1925), hegemonya için mücadele evresi (1925-1969) ve belirsizlik evresi (1969-1992)”
Toplumsal örüntüler içinde karmaşık ilişkiler ağını dönüştüren ve sürekli yeniden yapılandıran bir süreç olarak küreselleşme, ekonomi, siyaset, kültür ve ideoloji olgularının analizinin birbirinden farklı düzeylerini kesiştirir. Sözü edilen olgular, küreselleşmenin ardında yatan etmenleri de açıklamaktadır. Özellikle 1970’lerden sonra faaliyetlerini arttıran uluslararası işletmeler, 1980’lerde hayatımıza yön veren bilgi iletişim teknolojilerinin hızları ile kapasitelerindeki artış ve 1990’lı yılların başında SSCB’nin çökmesiyle tek kutuplu hâle gelen dünya, küreselleşmenin etkilerini oluşturmaktadır.
Küreselleşmeyi Ortaya Çıkaran Etmenler
Küreselleşmenin yeni bir kavram olmamasına rağmen, günümüzde ulaştığı hız ve derinliğinin yeni olduğu ileri sürülebilmektedir. Bilinmektedir ki, günümüzdeki küreselleşme, dünyanın gördüğü ilk küreselleşme hareketi değildir. Bundan önce üç tarihsel dönemde küreselleşme hareketi ile karşılaşılmıştır ki, bu dönemler sırasıyla 1490, 1890 ve 1990’lı yıllardır. Ancak sadece 1990’lı yıllardaki küreselleşme hareketinin tüm dünyayı etkisi altına aldığı söylenebilmektedir. 1490’da feodal beyliklerin merkantilizm düşüncesiyle çevre ülke ve kıtalara düzenledikleri seferlerle buraları etkileme yoluyla ilk küreselleşme eylemini başlattıkları görülse de, ortaya çıkan savaşlar ve teknolojik yetersizlikler nedeniyle girişimin sonuçlanamadığı bilinmektedir. Benzer şekilde 1890’lı yıllarda imparatorlukların çöküp ulus-devletlerin ortaya çıkmasıyla tekrarlayan küreselleşme hareketinin de teknolojik ve ekonomik yetersizlikler nedeniyle geniş çevrelere ulaşamadığı ve yarıda kaldığı söylenebilmektedir. 1990’lı yıllarda ortaya çıkan küreselleşme süreci ise kesintisiz ve hızlı bir şekilde tüm dünyayı etkilemeye devam etmektedir. 1990’lı yılların art alanı incelendiğinde, küreselleşmenin ardında yatan etmenler de ortaya çıkmaktadır. Buna göre, özellikle 1970’lerden sonra faaliyetlerini arttıran uluslararası işletmeler, 1980’lerde hayatımıza yön veren bilgi iletişim teknolojilerinin hız ve kapasitelerindeki artış ve 1990’lı yılların başında SSCB’nin çökmesiyle tek kutuplu hâle gelen dünya, küreselleşmenin itkilerini oluşturmaktadır. Söz konusu unsurları, ekonomik, teknolojik ve ideolojik faktörler olarak üç grupta toplamak mümkündür.
Küreselleşmenin Boyutları
Sistematik ve bütünsel bir süreç olan küreselleşmenin ekonomik, siyasal ve sosyokültürel olmak üzere üç boyutundan söz edilebilmektedir. Birbirinden ayrı düşünülemeyen bu üç boyut, hem birbirinin nedenini, hem de sonucunu oluşturmaktadır. Bu nedenle kendi içinde karmaşık ilişki sergileyen üç boyut da birbirinden bağımsız düşünülememekte ve küreselleşmenin dinamik bütünlüğünden hareketle, birinde meydana gelen herhangi bir değişiklik ya da yaşanan bir etkileşim, diğer boyutlar üzerinde de etkili olmaktadır.
Kültür: Kavramsal Çerçeve
Kültür hakkında ortak bir tanıma ulaşılamasa da, tanımlar, kültür kavramının canlı bir organizma gibi düşünülmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Buna göre kültür; zamana, mekâna ve toplumlara göre değişmektedir. Çünkü kültür düşünceler bütünüdür ve zamana bağlı olarak düşünce sisteminde meydana gelen değişiklikler, kültürü de etkilemektedir. Kültürün çok sayıda değişkene bağlı olan düşünsel bir sistem olması nedeniyle her toplum için ortak bir kültürel değerler sisteminden söz etmek mümkün olmamaktadır. Dolayısıyla bir dizi etkileşim sonucu
öğrenilip içselleştirilen her kültür, sadece içinde doğup geliştiği toplum için ortak bir değer ifade etmektedir. Yapılan tanımların ışığı altında kültürün birkaç genel özelliğinden söz etmek mümkündür: Kültür, her şeyiyle insan eseridir; insanlar kültürü hem oluşturur hem de kültürden etkilenirler. Kültür, tarihsel bir olgudur; geçmiş ile günümüzü bağlayan bir köprüdür ve süreklilik gösterir. Kültür göreli bir kavramdır; her toplumun kendine has kültürel özellikleri vardır. Kültür dinamik bir bütündür; zaman içinde, hatta aynı coğrafyanın farklı bölgelerinde bile farklılık gösterebilir. Kültür birleştiricidir ve düzen sağlar; toplumun psikolojik ihtiyaçlarına cevap verir.
Kültürün özelliklerini daha ayrıntılı bir şekilde sıralamak mümkündür. Buna göre kültür:
• Öğrenilir. Kültür biyolojik veya miras yoluyla aktarılmaz, öğrenerek ve tecrübe ederek kazanılır.
• Uyarlanabilir. Kültür üzerinde değişim veya uyarlama yapmak insanın doğal kabiliyeti dâhilindedir.
• Kuşaktan kuşağa aktarılır. Kültür çoğalan bir birikimdir, kuşaklar arasında bir bağdır.
• Paylaşılır. Kültür tek bir bireye değil, toplumun tüm bireylerine aittir.
• Sınırlayıcıdır. Kültür ait olduğu toplumu bir takım ölçüler içine sokarak sınırlamaktadır.
• Simgeleyicidir. Kültür bir olgunun başka bir olgu tarafından tanımlanması, simgelenmesi veya kullanılmasıdır.
Ortak özellikleri göz önüne alındığında kültürün çağdaş işlevini, toplumsal dinamikleri oluşturmaktan öte toplumsal yapıya anlam vermesi oluşturmaktadır. Toplumsal yapının tanınmasında ve tanımlanmasında; kültür, odak noktasını oluşturmakta ve toplumsal yapının bütünlüğünü sağlayan en önemli etmen olarak görülmektedir. Kültür ve toplum paranın iki yüzü gibidir. Toplum, sosyal ilişkiler kümesinden oluşmuştur. Kültür, ayrıca sosyal ilişkilerin nasıl oluştuğunu ve bu ilişkilerin normlar, değerler, inanışlar ve ideolojiler tarafından nasıl yönlendirildiğini açıklamaya yardımcı olur. Kültürün pek çok değişkene bağlı olarak oluştuğu, süreklilik gösterdiği ve zaman içinde değiştiği bilinmektedir. Kültürü etkileme özelliğine sahip bu faktörler; dil, din ve inançlar, değerler, norm ve kurallar, örf ve adetler, tutumlar, simgeler, yasalar ve ahlak kuralları, teknolojik, ekonomik ve siyasal yapı olarak sınıflandırılabilmektedir.
Her kültür, içinde yaşanılan toplumda sosyalleşme süreciyle öğrenilmekte ve her türlü iletişimsel yolla üyelerine aktarılarak devamlılığı sağlanmaktadır. Bu nedenle kültür ve iletişim kavramları birbirinden ayrı düşünülememektedir. Kültür, iletişimin hem içeriğini hem de konusunu belirleyen bir faktör olarak karşımıza çıkmakta ve kültürlerin birbirinden etkilenmesi de iletişim aracılığıyla gerçekleşmektedir. Kültürün olduğu her yerde iletişim, iletişimin olduğu her yerde kültür olduğuna göre, farklı sosyal çevreler içinde faaliyet gösteren işletmelerin, ortaya çıkan kültürel farklılıklara duyarlı davranıp uygun iletişim stratejileri ile kültürler arasında ortak bir payda yaratması beklenmektedir.
Toplumların sosyal sistemlerinin sürekliliğinin ve sosyal yapılarındaki farklılıkların temel nedeninin, kültür olduğu görülmektedir. Çünkü kültür sadece davranış kalıpları oluşturmamakta, aynı zamanda bireylerin düşünsel art alanlarının nüveleri ile bireysel ve toplumsal ilişkilerin içeriğini ve niteliğini de belirlemektedir. Bu nedenle, uluslararası ölçekte faaliyet gösteren işletmelerin, küresel rekabetle başa çıkabilmek için kültür kavramına gereken önemi vermeleri, bir diğer ifadeyle farklılıkların önyargı yaratmasını önlemek amacıyla kültür konusunu yönetim bilimi içinde yeniden değerlendirmeleri ve etkin kurum içi ve kurum dışı halkla ilişkiler çalışmaları ile kültürü yönetebilme yetisine sahip olmaları gerekmektedir.
Küresel Kültür, Halkla İlişkiler ve Reklam
Uluslararası halkla ilişkilerin gelişme süreci değerlendirildiğinde, iş dünyasındaki küreselleşmenin, halkla ilişkiler alanında meydana gelen gelişmelerin çekirdeğini oluşturduğu söylenebilir. Çünkü halkla ilişkiler mesleği doğası gereği iş, toplum, politika, çevre ve düşünce yapısı gibi konulardaki değişimlerden etkilenen dinamik bir uygulama alanını içine almaktadır. Bu yeni durum içinde, halkla ilişkiler mesleğinin küreselleşme bağlamında yeniden değerlendirilmesi konusunda bir ihtiyaç ortaya çıkmaktadır. Ayrıca halkla ilişkiler, tanımı gereği, halklarla (public) ilişkilerin düzenlenmesi üzerine kurulu bir meslek ve akademik bir çalışma alanıdır. Halkla ilişkiler mesleğinin hedef kitlesinin uluslararası düzeye genişlemesiyle birlikte uluslararası hedef kitleler ortaya çıkmıştır.
Uluslararası iş dünyasındaki bu gelişmelerin halkla ilişkiler mesleği üzerindeki etkisi doğaldır. İster ulusal ister uluslararası olsun bütün işletmeler kaçınılmaz olarak küresel iş dünyasının ortaya çıkardığı yeni koşullar içinde faaliyetlerini sürdürmek zorundadırlar. Bu yeni durumun neden olduğu sorunların giderilmesinde olduğu kadar sunduğu olanaklardan yararlanılmasında da halkla ilişkilere düşen görevler bulunmaktadır. Ancak halkla ilişkilerin temel görevini kısa bir cümle içinde toparlayacak olursak, halkla ilişkilerin esas olarak yerine getirmesi gereken işlev; uluslararası iş ortamının gelişmesinin yaratmış olduğu bütün bu değişimler sırasın- da iç ve dış hedef kitlelerle kurulacak iletişim aracılığıyla insanların yeni durumlarla baş edebilmesine yardımcı olmaktır.
Uluslararası halkla ilişkileri kısa bir biçimde şu şekilde tanımlayabiliriz: “Uluslararası halkla ilişkiler, diğer ülkelerin halklarıyla faydalı ilişkiler kurmak için bir şirketin, kurumun veya hükümetin yaptığı planlı ve organize edilmiş çabalardır”. Bu tanımda vurgulandığı üzere, uluslararası halkla ilişkiler hükümetler, şirketler ve diğer tüm kurumları kapsayan geniş bir faaliyet alanıdır,
Uluslararası halkla ilişkiler alanının tanımlanmasına yönelik olarak burada çizilmiş olan çerçeve içinde, küresel halkla ilişkilerin işlevinin içeriğinin belirlenmesi için şu düşünceler doğru bir yönlendirme sağlayacaktır. Halkla ilişkiler, bir işletmenin ilişkide olduğu hedef kitlelerle arasında kurmuş olduğu iletişim aracılığıyla üzerinde uzlaşma sağlanacak bir gerçekliğin oluşturulması yönündeki çabaları ifade etmektedir. Bu nedenle uluslararası halkla ilişkiler işletmenin ilişkide bulunduğu gruplarla işletme arasındaki iletişim süreçlerini küreselleşme koşulları içinde -küresel iş ortamına uygun bir biçimde ve küreselleşmenin sağlayacağı toplumsal ya- rarların üzerinde durarak- yönetmelidir.
Küresel Yönetim ve Uluslararası İşletmeler
Uluslararası işletmeler genel bir ifade ile şu şekilde tanımlanabilmektedir: “Bir işletme için eğer yurt dışı faaliyetler işletme amaçları ve işletmenin yaşamını sürdürmesi açısından büyük önem taşıyorsa o işletme uluslararası bir işletmedir”. Başka bir şekilde tanımlamak gerekirse, uluslararası işletmeler genel merkezleri belirli bir ülkede olduğu hâlde; faaliyetlerini bir ya da daha fazla ülkede koordinasyonunu sağladığı şubeler, yavru işletmeler ya da bağlı işletmeler aracılığıyla ve genel merkez tarafından kararlaştırılan bir işletme politikası ile yürüten büyük şirketlerdir. Uluslararası işletmeler, uluslararasılaşma aracılığıyla iç ve dış pazar paylarını genişletmeyi hedeflemektedirler. Merkezde yapılandırılmış ve diğer ülkelerdeki iletişimi düzenleyen bir iletişim tarzı benimsenmiştir.
Ekonominin artan oranda uluslararasılaşma ile birlikte, birçok işletme sadece yurt dışındaki faaliyetlerini yönetecek olan yöneticilerinin sahip olması gereken özellikler ya da yabancı çalışanlarının işletme kültürüne uyumu sorunlarıyla karşılaşmamaktadırlar. Uluslararası işletmeler aynı zamanda firmaya ait yabancı işletme ve yavru işletmelerin yabancı pazarlardaki rekabet içinde başarılı olması için nasıl yönetilmesi gerektiği sorusuna da çözüm üretmek durumundadırlar. Bu anlayış içerisinde kültürel farklılıkları gözeten ve bu farklılıkları vizyon ve stratejilerine göre yönetebilen işletmeler başarıyı yakalayabileceklerdir. Bu nedenle küresel ölçekte çalışan hiçbir işletme bugün kültürlerarası yönetim ilke ve tekniklerini uygulamadan başarıya ulaşamamaktadır. Bu yönetim tarzı öğrenilebilen ve öğrenilmesi zorunlu özel bir yetenektir. Uluslararası işletmelerin kültüre ve kültürel farklılıklara duyarlı yönetim pratikleri; karşılıklı anlayış, güvensizliği önlemek, uluslararası iş birliklerini zedeleyecek gaflardan kaçınmak, gerekli bağlantıların kurulması, uluslararası katılımlar, ortaklıklar ve şirket evlilikleri olarak sınıflandırılabilir.
Halkla ilişkiler gibi reklam çalışmalarının da kültürel dinamikler doğrultusunda uygulanıp kültüre göre uyumlaştırılması, kültürel farklılıkların başarı ile yönetilmesini sağlamaktadır. Bu doğrultuda, küresel çapta faaliyet gösteren halkla ilişkiler ve reklam uzmanlarından, iletişim aktivitelerinde kültür boyutunu dikkate alıp kültürler arasındaki farklılıklara duyarlı stratejiler geliştirip uygulamaları beklenmektedir, Küreselleşme sürecinde özellikle uluslararası işletmelerde görev alan yöneticilerin kültürlerarası iletişim yetkinliğine sahip olmaları önemlidir. Uluslararası işletme yöneticileri farklı kültürleri anlamanın ve bu farklı kültürlerle uyumlu çalışabilmenin işletmenin kârlılığı, verimliliği, imajı ve itibarı açısından öneminin farkına vardıklarından, kültürlerarası iletişim yeterliliğini tabana yayabilmek ve farklılıkları işletmenin ortak çatısı altında yönetebilmek için, halkla ilişkiler uzmanlarından yararlanmaya çalışmaktadırlar. Uluslararası yöneticilerin halkla ilişkiler biriminden temel beklentileri ise farklı kültürler arasındaki ilişkilerin başarılı bir şekilde yapılandırılıp sürdürülmesinde etkili iletişimsel faaliyetlere yer vermeleridir. Etkin kültürlerarası iletişim stratejileri ve politikaları ile işletme içerisinde ve dışındaki ‘öteki’ kültürlerin farkına varmak, onları tanımak, yargılamadan onlarla uyumlu bir şekilde çalışmak ve farklılıkların kabul edilmesine ilişkin geniş bir perspektif elde etmenin mümkün olacağı söylenebilmektedir.
KÜLTÜRLERARASI İLETİŞİM
Giriş
Kültürlerarası iletişim, farklı kültürlerden gelen bireyler ya da gruplar arasında gerçekleşen iletişim etkinliğidir. Kültürlerarası iletişim yetisi ise en az iki kültürün bir araya geldiği bu ortamlarda, yabancı kültürü tanımayı, ön yargılardan sıyrılıp farklılıkları hoşgörüyle kabul etmeyi, kendi kültürüne farklı bir pencereden bakabilmeyi ve kendi kültürünü yabancı bir kültüre anlatabilmeyi gerektiren çok yönlü bir kavramdır.
Kültürlerarası iletişim, günümüzde önemi giderek artan bir olgu olarak değerlendirilmektedir. Özellikle 11 Eylül 2001’de Amerika’da İkiz Kulelere saldırıların sonucunda tırmanan Arap ve Müslüman düşmanlığı aslında kendi kültürümüz dışında başka kültürleri tanımadığımız ve tanımak için de bir çaba harcamadığınızı bir kez daha göstermiştir.
Marshall Mckuhan’m Global Köy adını verdiği küresel çağda devletler, milletler ve bireyler artık farklı kültürler ile yakın temas kurmakta; ekonomik, siyasal ve kültürel birçok etkileşim türü içerisinde bulunmaktadır. Bu anlamda farklı kültürleri tanımak, farklılıkları anlamak ve onlara empatiyle yaklaşmak günümüzde kazanılması gereken önemli nitelikler olarak algılanmaktadır.
İletişim
Latince communication sözcüğünün karşılığı olan iletişim, toplumların var olabilmesi için temel taşlardan birisidir. Literatürde 160’tan fazla iletişim tanımı yapılmıştır. Bu tanımlardan yola çıkarak en genel hâli ile iletişim, karşı- lıklı olarak iletilerin paylaşımı şeklinde işleyen bir süreçtir.
Başka bir ifade ile birbirlerine ortamdaki nesneler, olaylar ve olgularla ilgili değişimleri haber veren, bunlara ilişkin bilgilerini birbirine aktaran aynı olgular, sorunlar ve nesneler karşısında benzer yaşam deneyimlerinden kaynaklanan, benzer duygular taşıyıp bunları birbirine ifade eden insanların oluşturduğu topluluk ya da toplum yaşamı içinde gerçekleştirilen tutum, yargı, düşünce, duygu, bildirişimlerine iletişim denir.
İletişim, bu edimi gerçekleştirenlerin toplumsal bir öbek içinde yaşamalarından ve etkileşime dayalı bir edim olma gibi özelliklerinden dolayı belli bir süreklilik özelliği taşır. Bu nedenle iletişim, belli bir başlangıcı ve sonu bulunmayan, dinamik ve çeşitli unsurlarla etkileşim içinde olan karmaşık bir dizi süreçlerin bileşkesi ve bütünü olarak ortaya çıkmaktadır. İletişimi kuranlar arasında etkileşimin nerede başlayıp nerede bittiğini belirlemek son derece zor olduğundan, iletişim sürecinde belli ve kesin bir başlangıç ve sondan söz edebilmemiz de oldukça zordur. İletişim bir süreç olarak çeşitli öğelerden oluşur. Bunlar; kaynak, mesaj, kodlama-kod açma, kanal, geribildirim ve gürültüdür.
Kaynak, iletişimi başlatan, iletmek istediği duygusu, düşüncesi, fikirleri vb. bir mesajı olan kişi ya da kişilerdir. Kaynak bir düşünceyi, duyguyu, fikri çeşitli kelimeler, rakamlar, işaretler, beden hareketleri, yüz ifadeleri gibi sembollerle kodlayarak bir mesaj hâline getirendir. Mesaj; kaynak ile alıcı arasında iletişimin kurulmasını sağlayan, sembollerle oluşturulmuş ve belirli bir biçimi, anlamlı bir bütünlüğü olan iletişim sürecinde aktarılmak istenenleri taşıyan bir öğedir. Mesaj, kaynağın alıcıya iletmek istediklerini kodlara ya da simgelere, diğer bir ifade ile sözlü ya da sözsüz işaretlere dönüştürmesi ile oluşmaktadır. Kod, bir kültür ya da alt kültürün üyelerinin paylaştığı bir anlam sistemidir. Mesajın iki elemanı bulunmaktadır. Biri içerik, diğeri ise yapıdır. İçerik anlam boyutunu, yapı ise simgeleri ve kodları ifade etmektedir. Anlam, insanlarca yaratılan, öğrenilen, değişen bir şey olup hem toplumsal yaşantılarla ilgili kültürel bir boyutu hem de bireysel yaşantılarla ilgili öznel bir boyutu içermektedir. Kodlama; bir mesajın, iletişim kanalının özelliklerine uygun olacak şekilde bir simgeleştirme sistemi aracılığı ile fiziksel olarak iletilebilecek veya taşınabilecek bir biçime çevrilmesidir. Örneğin basit bir el hareketinden karmaşık bir matematik formülüne kadar geniş bir alanı kapsayabilir. Kanal; iletişim sürecinde kaynak ve alıcı arasında mesajın iletilmesini sağlayan yol- dur. Kanal, televizyon, radyo, telefon, internet gibi araçların yanı sıra kişiler arası iletişim sürecinde konuşma ile aktarılan sözcükler; ses, jest ve mimikler de olabilmek- tedir. Alıcı; bir iletişim sürecinde kaynaktan gelen mesajları yorumlayan ve bunlara çeşitli şekillerde tepkide bulunan kişi ya da gruplardır. Geri bildirim; alıcının gönderene verdiği tepkidir. Bu tepki, mesajı gönderen kişiye, mesajın nasıl yorumlandığı ve genel olarak iletişimin nasıl alındığı hakkında bilgi vermektedir. Gürültü; iletişim sürecinde kaynak ile hedef arasındaki ortak algılamanın oluşmasını etkileyen fiziksel ya da soyut birtakım unsurlardır.
Dinamik bir yapıya sahip olan iletişim sürecinde bulunan bu öğeler iletişimin başarı ile açısından büyük önem taşı- maktadır. Etkili bir iletişimin gerçekleştirilebilmesi için her bir öğenin işlevinin çok iyi bilinmesi gerekmektedir. Bunun yanı sıra kaynağın, mesajı alıcının özelliklerine göre kodlaması, uygun kanalları seçmesi, alıcının içinde bulunduğu koşulları dikkate alması, geri bildirimi doğru bir şekilde değerlendirmesi ve engel oluşturabilecek gürültü öğelerini göz ardı etmemesi etkili bir iletişim süreci için gerekli olan diğer önemli unsurlardır.
İletişim Türleri
İletişim belirli kıstaslara ayrılır. Bu kıstasların başında mesajların iletildiği ortam gelir. Bu bakımdan iletişim türlerini öncelikle hangi ortamlarda hangi kanallar yolu yapıldığına bakılarak sözlü, yazılı ve sözlü olmayan iletişim olarak klasik bir gruplandırma ile üçe ayrılır.
İletişim türlerinde diğer bir gruplandırma ise iletişimin bağlamına, çerçevesine ve kimler arasında meydana geldiğine bakılarak yapılan gruplandırmadır. Bu tür gruplandırmada yedi farklı iletişim türü söz konusudur. Bunlar aşağıdaki gibidir:
• İçsel iletişim,
• Kişiler arası iletişim,
• Grup/takım iletişimi,
• Kamu iletişimi,
• Örgütsel iletişim,
• Kitlesel iletişim,
• Kültürlerarası iletişim
Kültür
İnsanların günlük yaşamlarında en yoğun kullandığı kavramlardan biri de kültürdür. Günlük kullanımda kültür iyiyi, rafine olmuşu, sanatı, inceyi, yontulmuşu, davranmasını iyi bileni, eğitilmişi sınıfsal bağlamda üst seviyede olanı anlatmak için kullanılır. Fakat bir toplumu oluşturan bireylerin ya da toplumsal grupların yaşam biçimlerine göndermelerde bulunan, böylece toplumsal yaşamın maddi ve manevi sürekliliğini mümkün kılan kültürün, insan ile ilgili diğer pek çok kavram gibi birbirinden farklı sayısız tanımı yapılmıştır.
Kültür, Latince “cultura” kavramından ileri gelir. İlk zamanlarda bir şeyi ekip yetiştirme veya bakma sürecinde verilen ad olarak kullanılan kültür kavramı, etimolojik açıdan doğadan türemiş bir kavramdır ve Raymond Williams, kültürün başlangıçtaki bu anlamının zamanla zihin yetiştirimine doğru genişlediğini belirtir.
Kültür kavramı, antropologlar tarafından ilk defa 19. yüzyılın sonlarında geliştirilmiş, ilk açık ve kapsamlı tanımlama ise İngiliz Antropolog Sir Edward Burnett Tylor tarafından yapılmıştır. Tylor, 1871’deki yazılarında kültürü, “kişinin toplumun bir üyesi olarak kazandığı bilgi, inanç, sanat, hukuk, ahlak, âdet, gelenek, alışkanlık ve yeteneklerin karmaşık bütünü” olarak tanımlamıştır. Giddens’a göre kültür, “bir toplumu oluşturan bireylerin değerlerini, takip ettikleri normları, ürettikleri materyalleri, yaşama şekillerini, giyim tarzlarını, dinî törenlerini, evlilik geleneklerini, aile hayatlarını, eğlence âdetlerini” içerir. Siegelaub’a göre kültür, “tarihsel olarak saptanmış bir grup veya sınıfın kendi maddi ve sosyal varlığını yaratma, yeniden üretme ve geliştirmedeki kendine özgü yolu” olarak tarif edilebilir. Bu yaratma yolu sadece üretme biçimi veya şeklini kapsamaz. Bunlarla birlikte bilinçli-bilinçsiz inançlar, değerler ve fikirler, hisler, genel jestler, günlük hayat alışkanlıkları, dil ve iletişim de herhangi bir kültürü oluşturur. Smith kültürü “kolektif yaşam tarzı, inançlar, stiller, değerler ve semboller repertuvarı” olarak tanımlar. Geetz’e göre kültür, “paylaşılan anlamlar sistemidir”. Hail ise kültürü “iletişim” olarak tanımlar. Fiske, kültürü “sosyal deneyimin sürekli anlamı ve sosyal deneyimden sürekli anlam üretme süreci” olarak; Stevenson ise kültürü “öznelerarası üretilen ve kamusal olarak sürdürülen bir görüngü” olarak açıklar.
Her kültür, insanların sorunlarını çözmeye yardımı olacak düşünce ve eylemler için bir kılavuz niteliğindedir, Devam edebilmesi için kültür ve o kültüre göre yaşayanların temel gereksinimlerini karşılayabilmeli ve topluluğun üyelerinin düzen içinde yaşamasını sağlayabilmelidir, Böylece bir kültür, bireylerin kişisel çıkarları ve bütünsel olarak toplumun ihtiyaçları arasında bir denge kurmalıdır, Bunlara ek olarak bir kültür, yeni koşullara uyum sağlamak ya var olan koşullara uyum sağlamak ya da var olan koşullara dönük algıları değiştirmek için bir değişme kapasitesine de sahip olmalıdır.
Kültürün Sınıflandırılması
Farklı dünya görüşleri ve farklı sınıflandırmalara göre kültür gruplara ayrılır. Bu grupların önde gelen ilki, alçak ve yüksek kültür ayrımıdır. Sınıflı toplumlarla birlikte kültürün yüksek kültür/düşük kültür olarak iki ayrı koldan yayılması kültür konusunda günümüze dek süregelen tartışmaların başlangıcını oluşturur. Tarih boyunca kültür genellikle iki ayrı kanaldan gelişir. Yöneticilerin ve onlara bağlı aydınların yarattığı “yüksek kültür” ve yönetilenlerin yaşamından çıkan “halk kültürleri.” Bu ayrım özellikle Orta Çağ’da oldukça nettir. “Yüksek kültür” aristokrasinin var oluş biçimini gösterirken “halk kültürleri” köylülerin yaşamında önemli bir yer tutar.
Modern insanın yaşamındaki değişimlerle birlikte kitle kavramı ve kitle kültürü ayrımlaması da kültür sınıflandırmaları içerisine girmiştir. Kitle kavramı, sınırları belirsiz bir kavram olmakla birlikte günümüzde sayısı belli olmayan insan çokluğunu anlatır. “kitle kültürü, seçkin kültürün altında, halk kültürünün üstünde, yaşam alışkanlıklarının yeniden üretimine dayalı bir kültürel yapıdır. Kitle kültürünün var oluş nedeni kitlelerin gereksinimlerini karşılamak amaçlı değildir: Kitleler halinde üretim yapan bir endüstrinin hem ürünü hem de tüketici kitlesini biçimlendirmesi, dolayısıyla üretimi sosyalleştirip herkesi üretime ve tüketime katarak zenginliğin yaratılması ve yaratılan zenginliğin büyük bir kısmının sermaye sahiplerine ayrılmasıdır.
Popüler kültür ise kitle kültürünün somut şekillerinden birisidir. Kitle kültürü tekelci kapitalizmin hem mal hem de imajlar satışını yapan uluslararası pazarın değişmelerine ve ihtiyaçlarına göre biçimlenip değişebilen, önceden yapılmış, önceden kesilip biçilmiş ve paketlenip sunulmuş bir kültürdür. Bu yolla kapitalizm, kitleleri ücretli köle olarak kullanarak kitlelerin tüketimi için üretim yaparak hem pazarını genişletir, canlı tutar hem de etkin bir bilinç yönetimi yapar. Popüler kültür, kitle kültürü pazarında en hızlı değişen, en popüler ürünleri ve tüketimleri anlatır. Popüler kültürde değişim süreklidir. Müzik alanında, popüler olanlar her hafta değişen “Top 10” içine girenlerdir. Giyimde popülerlik, mevsimsel değişen moda ile gelen güdümlü tercih ve yaşamdır. Yeme içme de Pepsi, Coca Cola, Marlboro, Kent, Pizza Hut, Pizza King, Mc Donalds arasındaki yarış “özgür seçim” için tüketici kazanma yarışıdır.
1960’ların popüler olan bir ayrımı egemen kültür ve karşı kültür ayrımı olmuştur. Karşı kültür içine burjuva pratiklerine ve ekonomik, ilişkilerine alternatif dünya görüşü ve ilişki tarzı sunan dünya görüşleri girer. Karşı kültürün belli bir bölümü yasal kurallar dışına itilince yeraltı kültürü alt grubu oluştu. Bu karşı kültürlerin en belirgin üretimi siyasal mücadelelerde, gazete ve dergi çıkartmada, yeraltı veya alternatif film gelenekleri yaratmada görüldü.
Kültürel incelemelerin 1970’lerde yükselmesiyle ardından çeşitli yaklaşım tarzları içinde farklılaşması ile karşı kültür kavramı ortadan silindi, sınıf kültürü çoğunlukla reddedildi ve yerini gençlik, ihtiyarlık, lezbiyenlik, cinsiyet eş cinsellik dâhil alt kültürler aldı.
Kültür ve İletişim İlişkisi
İletişim, insanlar arasında gerçekleşen bir alışveriş sürecidir. Bu süreçte insanlar birbirlerine duygularını, bilgilerini ve sembollerini aktarırlar. Başkaları ile iletişim kurarken bilincinde olmasak da daima içinde yetiştiğimiz ve yaşadığımız kültürün belirlediği bir çerçeve içinde geziniriz. İletişim açısından bakınca, kültür için insanların deneyimlerini yorumlamada ve eylemlerine karar vermede rehber aldıkları anlamlar dokusudur da denebilir. Diğer bir taraftan, insanlar da birbirleri ile kurdukları iletişim sayesinde içinde yaşadıkları toplumu ve kültürünü hem oluşturur hem de değiştirir. İnsanlar gerek özel gerek iş yaşamlarında her gün pek çok insanla ilişki kurabilmekte, hatta o an bulundukları ortam ve çevreye göre hiç farkında olmadan iletişim tarzlarını kolayca değiştirebilmektedir. Aynı kültür kalıpları, insanlarla iletişimimizi kolaylaştırırken başka kültürlerin fertleri ile kurduğumuz iletişim anlarında sorun yaratabilmektedirler. Bu nedenle içinde bulunduğumuz kültürel yapı bizim ile aynı kültürel yapı içerisinde bulunan insanlar için iletişim sürecinde bir kolaylık sağlarken farklı bir kültürel yapıdaki insanlarla ile iletişim kurmak o kültürü bilmiyorsak bir sorun oluşturmaktadır.
Kültürlerarası İletişim
Kültürlerarası iletişim, farklı kültürler ya da alt kültürler bu kültürlerin ve alt kültürlerin üyeleri arasındaki iletişim, etkileşim ve deneyimleri anlamlandırmaya çalışmaktadır. Böylelikle farklı kültürlerin mensupları arasında gerçekleşen iletişim süreçlerinin anlaşılması, açıklanması ve bu iletişim süreçlerinin yapısı, karakteristikleri vb. ile ilgili öngörülerde bulunulması amaçlanmaktadır. Söz konusu hedefin ortaya konabilmesi ise etkileşim sürecine giren kültürlerin ve farklılıkların iletişim açısından incelenmesini ve tanınmasını gerektirmektedir.
Kültürlerarası İletişimi Etkileyen Faktörler
Kültürlerarası iletişimi etkileyen faktörler yapılan çalışmalarda; normlar, roller, etnomerkezcilik, belirsizlik ve kaygı, kalıp düşünceler ve ön yargılar olmak üzere beş başlık altında toplanmıştır. Bu faktörlere aşağıda kısa değinilmiştir:
Her kültürde yanlış ya da doğru davranışlarıyla ilgili düşünceler, dolayısıyla da belirli kurallara göre düzenlenen ve norm adı verilen davranış modelleri vardır.
Normlar, bir kültürün üyelerinin nasıl davranması gerektiğini belirleyen kurallardır. Kültürlerarası iletişim açısından önemli olan ve toplumların uzun yıllar boyunca birtakım değişikliklere rağmen koruyup yeni nesillere aktardığı normlar örfler ve âdetlerdir. Bir toplulukta benimsenmiş ortak alışkanlık ve usullerin tamamına örf denir.
İnsanlar diğer bireylerin kendilerine karşı belirli bir tür ve biçimde davranmalarını ister, Bireyin grup içindeki yerine bağlı olarak, bireyden beklenen davranış kalıpları sosyal bilimlerde rol olarak tanımlanır, Rol beklentileri bireyler üzerinde toplumsal baskı kurabilir, Kültürlerarası iletişimde, belirli sosyal statülere sahip bireylerin rollerini bilmek gerekmektedir.
Etnomerkezcilik, bir etniğin diğerinden üstün olduğuna inanan düşünce yapısı örneğidir ve dünyadaki günümüz ve geçmiş güç yapılarını etkilediği için belki de diğerlerinden daha önce çıkan bir düşünce tarzıdır. Etnomerkezci dünya görüşünün temelinde karşı çıkma veya inkâr yer alır ve bireyin gerçeklik hakkındaki diğer görüşlerin varlığını ve farklılığını inkâr etmesi anlamına gelir. Bu inkâr ötekiyle yüzleşme şansının az olduğu ya da hiç olmadığı yerlerde benzer deneyimin yaşanmaması sonucu, izolasyon nedeniyle ortaya çıkabilir ya da farklılığın özellikle ayrıldığı, bireyin veya grubun farklılıkla yüzleşmemek amacıyla “farklı” insanlarla aralarına duvarlar ördükleri durumlarda ayrılığa dayalı olarak ortaya çıkabilir.
Farklı kültürlerden insanlarla etkileşimde bulunmak birçok birey için alışılmışın dışında bir durumdur. Bu durumu belirleyen ana etmenler belirsizlik ve kaygıdır. Yeni bir durumla karşılaşmanın ilk psikolojik sonucu güvensizlik duygusudur. Belirsizlikten kaçınma, kültür fertlerinin bilinmeyen, tanınmayan durumlarda kendilerini tehdit altında hissetme eğiliminde ve korunmaları için yazılı veya sözlü kurallara yasalara hangi oranlarda ihtiyaç duyduklarına anlam kazandırır.
Bireylerin kendilerine yabacı kültürler ve bu kültür üyeleri hakkında, o kişilerle karşılaşmadan önce var olan düşünce ve yargıları iletişim sürecini etkiler. Yabancı ülkeler, halklar ve kültürler ile ilgili olarak daha önceden edinilmiş bilgilere ya da izlenimlere dayalı olarak bireylerin sahip oldukları düşüncelerle yabancı kişiler, gruplar ilişkiler ve nesnelerle ilgili değerlendirmeye yönelik tutumları birbirinden ayırmak gerekmektedir.
Kültürlerarası İletişimde Çatışma Yönetimi
Bireyleri ve grupları anlaşmazlığa sürükleyen bir durum olarak çatışma, insan hayatının her anında yaşanabilecek bir durumdur. Çatışmaya yönelik olarak yapılan çalışmalarda uzun yıllar kültürün varlığı göz ardı edilmiş olsa da farklı ülke ve kültürler üzerinde yapılmış çalışmalar göstermektedir ki; çatışmaların kaynağı kültürler arasındaki farklılıklardır. Kültürel bağlamda çatışmanın yönetimi, kültürlerarası iletişim, yorum ve karar vermedeki çeşitli kıstasla ilişkin sorunların dikkate alınmasını gerektirir.
Kültür kapsamında çatışmaları daha iyi yönetebilmek için farklı kültürlere karşı çatışma yönetimi kıstasları geliştirmenin ortak yönleri aranmaktadır. Çok kültürlü, kültürlerarası iletişim ortamları, uluslararası ortaklı yönetim takımları ve farklı kültürlerden gelen çalışanların olduğu örgütlerde çatışmanın kaçınılamaz olduğunu destekleyen birçok çalışma bulunmaktadır. Bu ortamlarda çalışanların kendi kültürel değerini yansıtmaları sonucu çatışma ortamı oluşmaktadır. Çünkü bu insanlar aynı olaylara farklı tepkiler vermektedir ve sahip oldukları kültürler karar verme ve problem çözme noktalarında onları etkilemekte, anlaşmazlıklara neden olmaktadır. Bu da çatışmaları tetiklemektedir.
Kısaca, kültür birçok yönden bireyleri ve bireylerin davranış ve tutumlarını etkilemektedir. Bunların çok kültürlü takımlarda yansımaları farklı davranış ve tutumlar şeklinde olacaktır. Bunlarında netice itibarıyla karmaşıklık, farklı fikirler ve uyuşmazlıklar doğurması muhtemeldir. Bu gibi çatışmalarda öncelikle üçüncü bir kişinin müdahalesinden önce taraflar arasında anlaşma yoluna gidilmelidir. Eğer gerekli görülürse üçünü kişiler tarafından müdahale edilmelidir. Bu üçüncü kişi de yöneticiler ve koordinatörler olmaktadır. Bu kişilerin etkili çatışma yönetimi ve stratejileri hakkında bilgili ve becerili olması, çatışmayı gelişim ve etkililiği sağlayıcı şekilde yönetmede önemlidir. Çatışma yönetimi için belirli tarzlar geliştirilmiştir. Bunlar; bütünleşme, kaçınma, ödün verme ve hükmetmedir.
Kültürlerarası İletişimin Yeterliliği
Kültürlerarası iletişimin gerçekleşmesinin önündeki en büyük engellerden biri de dildir. Dil engelinin aşılması zaman alan fakat aşılması mümkün olan bir güçlüktür, Kültürlerarası iletişimde başarılı olabilmek için bir kişinin farklı kültürden biri ile etkin ve uygun bir şekilde bilgi alışverişinde bulunabilme yetisine sahip olabilmesi gerekmektedir. Kültürlerarası iletişimde başarı, insanların birbirlerini anlamaları ile orantılıdır. Birbirlerini anlama konusunda sadece dil engelini aşmış olmaları yeterli değildir, Birbirlerini anlamaları konusunda istekli olmaları en az dil kadar önemli bir unsurdur.
Kültürlerarası iletişimin yeterliğine ilişkin birçok yaklaşım bulunmaktadır. Bunlardan ilki farkında olmak, ikincisi de duyarlılıktır. Bir kültürün barındırdığı değerlerin farkında olmak ve onlara karşı duyarlı olmak ve saygı duymak kültürlerarası iletişimin yeterliliğine olumlu yönde etki eder. Kültürlerarası iletişimin yeterliliği açıklanırken en genel anlamda üç unsurdan bahsedilebilmektedir. Bunlar:
• Bilişsel Yeterlik,
• Duyusal Yeterlik,
• Davranışsal Yeterlik,
Bilişsel olarak yeterli bir kişi ev sahibi dili ve kültürü iyi tanımalı ayrıca tarihi, kurumları, hukuk ve mevzuatı, inançları, normlar ve sosyal davranış kuralları ile bireyler arası ilişkiler hakkında bilgili olmalıdır. Duyusal yeterlilik, yabancılara yerlilerin duygusal ve estetik
deneyimlerine ortak olma imkânı tanır. Bu deneyimler; sevinç, heyecan, mizah, başarı ve güzellikten, hüzün, sıkıntı ve umutsuzluğa kadar geniş bir yelpazede değerlendirilebilir. Davranışsal yeterlik ise ev sahibi kültür içerisindeki bir yabancıya sözlü ve sözsüz etkileşimde doğru kombinasyonları seçme şansı sağlar.
Kültürlerarası İletişimde Başarıya Ulaşmanın Yolları
Aralarında din, dil, ırk, sosyoekonomik yaşam düzeyi ve kültür farklılıkları bulunan insanlar aynı iletişim ortamı içerisinde bir araya geldiklerinde çeşitli sorunların ortaya çıkması kaçınılmazdır. Bu sorunların azaltılması için samimi bir şekilde çaba gösterilmesi ve birtakım becerilerin geliştirilmesi gerekmektedir.
• İlk olarak günümüz dünyasında kültürlerarası iletişimin kaçınılmaz olduğu, artık dünyanın küresel bir köy olduğu bilincine varılmalıdır.
• Etkili iletişimin yanı sıra müzakere, çatışma yönetimi, ekip çalışması becerileri ve duygusal zekâ yetkinlikleri de geliştirilmelidir.
• Etnik gruplar, farklı inanışlar, cinsiyetler ve kuşaklar arasında kültürlerarası iletişim becerileri geliştirilmeli; ön yargılar, stereotiplemeler, etiketlendirmeler, ayrımcılık ve çatışmaların önüne geçilmelidir.
• Destekleyici iletişim davranışları geliştirilmeli, empatik dinleme, geribildirim alıp verme öğrenilmelidir.
• Genelleştirme ve stereotipleme iletişimde tembelliğe kaçmaktır. Bu tuzaklardan kurtulmalı ve karşıdaki kişinin bireysel özellikleri keşfedilmelidir.
• Farklılıklara karşı duyarlılıklar artırılmalı, değer verilmeli ve saygı duyulmalıdır. Farklılıklar eleştirilmemeli aksine saygı duyulmalıdır.
• İnsanlarla iletişim kurmanın temel koşulu dil olduğuna göre yabancı dil(ler) öğrenilmeli, seyahat etme fırsatları yaratılmalı ve farklı kültürlerden insanlarla bir araya gelinmelidir.
MEDYA VE TEMSİLİYET
Giriş
Modern toplumlarda bireylerin günlük yaşamlarının önemli bir parçası olma özelliği ile medya, insan kimliğinin biçimlenmesinde en az aile, okul, arkadaş çevresi kadar etkin hâle gelmiştir. Bu bağlamda medya içerikleri ve onların temsil biçimleri önem kazanmıştır. T. Adorno’nun deyimiyle medya kültür endüstrisinin kurulmasının aracıdır ve bu endüstriyel ilişkiler ağı içinde kültür ürünleri kitlesel pazara yönelik olarak standardize edilmektedir. Bu standardize anlayış içinde estetik formal asgari bir müştereğe indirgenmekte ve daha çok eğlendirme, kaçış, dinlenme, insanları yaşamlarındaki temel baskılardan uzaklaştırma amacına hizmet etmektedir.
Her ne kadar medya biçimsel olarak uluslararası belirlenmiş standartlar ve formatlar içinde yayın yapma geleneğini sürdürse de her ülke kendi yerel kültürüne dair referanslarla medya içeriklerini oluşturmaktadır. Toplumsal yaşamdan alınan bu referanslar medya temsillerinin biçimlenmesinde etkili rol oynamaktadır. Medya temsilleri ise toplumsal gerçekliğe simgesel göndermeler yapma özelliği ile aynı zamanda toplumsal gerçekliklere ayna tutabilmektedir.
Medya
Türkçede medya olarak kullanılan, İngilizcedeki media sözcüğü, araç, orta, ortam aracı, anlamlarına gelen medium (Latince medius) sözcüğünün çoğuludur. Medya deyince, bir topluma; mesaj ve bilgilerin saklanması, uzaktan iletilmesi ve kültürel siyasi pratiklerin güncelleştirilmesi yönündeki üç temel işlevi tamamen ya da kısmen yerine getirme olanağını sağlayan bütün iletişim sistemleri kastedilmektedir. Türkçede “media” sözcüğünü karşılamak üzere, “kitle iletişim araçları” kavramı da kullanılmaktadır. Kitle iletişimi radyo, televizyon, basın gibi araçlarla aracılanmış iletişim biçimidir ve teknolojik araçlarla çalışan, gelişmiş teknik ve kurumlardan oluşmaktadır. Bu kurumun amacı farklı yapıdaki heterojen ve geniş bir şekilde dağılmış kitlelere sembolik bir iletiyi aktarmaktır.
Medya diğer adıyla kitle iletişim araçları insanların yaşamında önemli bir yere sahip olmuştur. İnsanlar zamanlarını diğer bireysel etkinliklerden daha çok kitle iletişim araçlarıyla harcamaya başlamışlardır. Onlar olmaksızın yaşamlarını düşünemez olmuşlar ve hem toplumsal hem de kişisel olarak kitle iletişim araçlarına bağımlı hâle gelmişlerdir.
Kitle iletişim araçları belirli tarihsel ve toplumsal koşulların ürünleridir. Bunların üretilmesi, kullanılması ve zaman içerisinde geliştirilmesi üretim araçlarını kontrol eden egemen grupların çıkarları ve beklentileri ile ilgilidir. Çünkü bu araçlar toplumu oluşturan herkesin yararına değildir ve onlar için kullanılmaz. Kitle iletişim araçları da mülkiyet ilişkilerinin önemli bir parçasıdır.
Bugün kitle iletişim araçları kapitalist sistem için ekonomik, siyasal ve kültürel açıdan son derece önemli bir yere sahiptir. Çünkü bu araçlar, endüstriyel düzeyde örgütlenerek hem birer ekonomik kâr ve çıkar amaçlı olarak hem de diğer endüstrilerden farklı olarak bilinç yönetimi ve ideolojik yönlendirme amacıyla kullanılmaktadır. Medya ve kültür endüstrileri kapitalist sistemin ayrılmaz bir parçasıdır.
Günümüzde insanlar arasında medya deyince ilk akla gelen televizyon ve gazetelerdir. Ancak günümüzde medya artık hiç olmadığı denli parçalanmış ve çok türel yapıdadır. Birkaç televizyon kanalı, radyo istasyonu, film stüdyosu, pop rock yapımcısı, telefon ağı ve şairin olduğu günler geride kaldı. Medyanın mülkiyet ve denetimi birkaç kişinin tekelinde olsa da bugünlerde üretilenler ve tüketilenler çok çeşitlidir. Yetenek programları, hoş ezgiler, romantik komedilere, tabloid dedikodular gibi ana akım tarifeleri asla ölmeyecek ancak yeni dijital medya teknolojileri, endüstrileri ve girişimcilerinin azımsanamayacak katkısıyla alternatif ve belli bir gruba hizmet eden pek çok karşı durum da ortaya çıktı. Dahası yeni medya, eski tarifelere tazeleyici bir turbo şarjlı reklam aşısı yapmıştır.
Medya bireylerin siyasi tutum ve davranışlarını, özellikle de oy verirken siyasi tercihlerini çok ciddi boyutlarda etkileyebilecek bir güce sahiptir. Haber medyası, yalnızca bireylerin siyasi yönelimlerini etkilemekle kalmaz aynı zamanda, siyasi karar verme mekanizması, siyasi liderler ve hükûmet üzerinde de çok etkin bir baskı gücü oluşturur.
Medya Türleri
Medya türleri; propaganda medyası, kamu hizmeti medyası, kült medya, alternatif medya ve sosyal medya olmak üzere altı farklı başlık altında toplanmıştır. Medya türlerine ilişkin açıklayıcı bilgiler aşağıdadır:
Propaganda Medyası: Bu tür belli kişi ve gruplar tarafından desteklenir. Tüm içerikler (televizyon, filmler, gazeteler) kamuya sunulmadan önce titizlikle kaydedilir ve denetlenir. Dahası, haricî medya kaynaklarındaki arzu edilmeyen içerik, hassas bilgilerin sızmasını önlemek amacı ile düzeltilir ya da engellenir. Propagandacılar kendilerini kamu yararı ilkesini kullanarak savunurlar.
Kamu Hizmeti Medyası: Faaliyetlerini sürdürebilmek için hükümetin onayına ihtiyaç duysa da devlet mülkiyetinde değildir ve propaganda amacı taşımaz. Dolayısıyla, kamu hizmeti medyası kişiye ait medya şirketleri ile benzeşir. Azımsanamayacak düzeyde bir bağımsızlık ve özgürlüğe sahip olmakla birlikte daima kamu ve onu temsil edenlere karşı saygılı davranmak zorundadır. Bu durum kamu hizmeti medyasının izler kitlenin geniş bir kesiminin beğeni ve görüşlerine hizmet eden farklı içeriklere sahip olması gerekmektedir. En ünlü kamu hizmeti yayıncısı BBC’dir.
Reklam Medyası: Ticari ya da tüzel medya olarak bilinen bu tür, Batı ülkelerindeki hâkim medya türüdür. Bu ticari yayıncılıktaki Amerikan modelinin kökleri 1920’lere değin gider. Amerikan reklam medyası tüm dünyaya ihraç edilmiş ve kopyalanmıştır. Adından da anlaşılacağı üzere reklam medyası reklamlar tarafından finanse edilen medya anlamına gelir.
Kült Medya: Kült medya, ticari medyanın bir adım gerisinde durur. Bu kült medyanın ticari olmadığı anlamına gelmez. Ancak bu medya türü kendisini diğerlerinin dışında tutar. Belli değer ve özellikleri taşıma eğilimindedir. Aslında, bir dönem diğer medya türlerine bağlı olmuş olabilir ancak günümüzde artık klasikler statüsüne ya da çığır açan bir deha pırıltısına sahiptir. Belli başlı filmler bunu temsil eden özellikleri barındırır; belli başlı albümler evrensel düzlemde muhteşemler olarak adlandırılır. Belli başlı televizyon dramları ya da durum komedileri bitmeyecekmişçesine yeniden ve yeniden yayınlanır. Kült medya en iyi söylenmiş ve en iyi yapılmış olandır, üst kültürdendir, klasik ve kural kabilindendir. Tarihin belli bir anındaki ulusal ya da hâkim kültürü anımsatan bir resmin bileşenidir. Elvis Presley 1950’lerin Amerikan gençlik ruhunu sımsıkı kavramıştır. Citizen Kane (Yurttaş Kane) döneminin güç mücadelelerini yansıtmıştır. Kült medya, izinden giden medya üzerindeki etkisi açısından da dikkate değerdir. Kült medya ortaya çıkan üslup, tını, tür ve geleneğin akım belirleyicisi olur. Çok azı onun önündedir, geneli onun izinden gidecektir.
Alternatif Medya: Kült medya ve reklam medyasının aksine, alternatif medya türü kesinlikle kâr güdüsü taşımaz. Alternatif medya, ana akım medya içinde yer verilmeyen gerekli ve belirli bir amaç uğruna mücadele vermek üzere var olur. Yeraltı, alt kültür bu medya türü için kullanılan diğer sözcüklerdir. Aslında alternatif medya, propaganda medyası ile ortak bir yönü paylaşır. Her ikisi de bileyeceği bir baltaya, oluşturacağı bir gündeme, içini dolduracağı siyasi bir amaca sahiptir. Ancak pratikteki büyük fark şudur: Propaganda medyası güçlüler tarafından yürütülüyorken, alternatif medya insanlar çoğunlukla güçsüzlerdendir. Alternatif medya yaygın kanıya meydan okuyarak, kültürel ve etnik etkenlerdeki, çeşitlilikten etkin bir biçimde yararlanır. Alternatif medya, yoksulların, AIDS hastalarının, işsizlerin, Yeşiller Partisi gibi marjinal siyasi partileri destekleyenlerin, feministlerin ve diğer konformist olmayan insanların çıkarlarına hizmet eder.
Sosyal Medya: Hiçbir şekilde özel olmamasına karşın, bu tür, aynı zamanda en az kamusal olandır. Alternatif medyadan da bu noktada ayrılır. Telgraf ve telefon gibi geleneksel medya biçimleri saf ve iki yönlü iletişim sağlamış ve gerçekten de diğer medya türlerine hiçbir zaman benzememiştir. Ancak internet ve cep telefonu bunu değiştirmiştir. Bugünün sosyal medyası en popüler türler arasındadır. Sosyal paylaşım ağları, ileti panoları bloglar ve diğer kullanıcı türevli içerik forumları dünyanın farklı bölgelerinden, birbirinden bütünüyle farklı deneyimlere sahip insan kümeleri arasında kolay
iletişim olanağını olası kılmaktadır. Kendi kişisel medya baloncuğunun içindeki çevrim içi arkadaşları ve tanıdıkları ile etkileşebiliyorken, televizyon izlemek ikinci planda kalıyor. Son birkaç yılda sosyal medyada gerçekten de şaşırtıcı boyutlarda bir değişim söz konusudur.
Medyanın İşlevleri
Kitle iletişim araçları bilgilendirme, eğlendirme, haber verme ve eğitme işlevlerini yerine getirirken, gerçekte izleyicilere bir çerçeve oluşturur. Bu çerçeve, kimi zaman geniş kimi zaman da dar nitelikler sunar. Bir başka deyişle, belli bir sınırlama getirir. Olayları ve kişileri kendi çerçevesinden sunar, değiştirir, dönüştürür, yorumlar kimi zamanda saklar maskeler. Bir fotoğraf sunar ancak izleyici o fotoğrafın ne zaman nasıl çekildiğini anlayamaz, algılayamaz. Çünkü izleyicinin kendisine sunulan bu görüntüyü yorumlamaya zamanı yoktur. Her şey anlık ve hızlı gerçekleşir. İzleyiciler bu hızlı, anlık, saklı, sınırlı ve yan anlam yüklü görüntülerin arasında bocalar kalır. Bir bakıma bireyler görüntü bombardımanı altındadır.
Ancak medyanın sadece bu işlevleri olmadığını kabul eden görüşler de bulunmaktadır. Medyanın sadece bir bilgi kaynağı olmadığı, aynı zamanda aktardığı mesajlar aracılığı ile toplumun bireylerine toplumsallaşma süreçlerinde, içinde bulundukları toplumun değerlerini, normlarını, gelenek-göreneklerini, inançlarını, toplum tarafından doğru kabul edilen davranış kalıplarını, değerlerini hatırlattığı ve öğrettiğine dair görüşler bulunmaktadır. Bu görüşlere dayanarak medyanın, bir bireyin toplumsallaşma sürecinde geliştirdiği kimlik, sahip olduğu değer ve davranışlar üzerinde en etkili toplumsallaşma aracılarından biri konumunda olduğu söylenebilir.
Temsil
Temsil kavramı kültürel çalışmalarda üzerinde önemle durulan bir konudur, Bu önemin başlıca nedeni karmaşık bir süreç olan temsilin dil, anlam ve kültür arasında önemli bir bağlantı noktası olmasıdır. Yapılan bir tanıma göre; temsil, anlamlı bir şey söylemek ya da dünyayı anlamlı bir şekilde diğerlerine anlatabilmek için dilin kullanımıdır.
Kelimelerin işlevi, dil yoluyla “şeylere” anlam kazandırmaktır. Başka bir deyişle kelimeler temsillerdir ve temsil, insanları, olayları ve olaylar dünyasını nasıl anladığımız ve diğer insanlara “şeylerle” ilgili karışık düşüncelerimizi nasıl anlattığımız veya dil yoluyla bu kelimeleri kullanarak diğer insanlarla nasıl iletişim kurduğumuzdur. Temsil, dil yoluyla aklımızda bulunan kavramların anlamlarının yaratılmasıdır. Kavramlar ve olaylar, insanlar ve nesnelerin gerçek dünyası ile olaylar insanlar ve nesnelerin kurmaca dünyasını ifade eden dil arasındaki bağdır. Başlıca iki süreçten ve iki temsil sisteminden söz etmek mümkündür. Öncelikli olarak her türlü nesne, insan ve olayın, kavramlar dizgesi ve kafamızda var olan zihni temsille bağlantılı olduğu bir sistem vardır. Bunlar olmaksızın dünyayı anlamlı olarak yorumlayanlayız. Anlam, kafamızın hem içinde hem de dışında var olan şeyleri işaret eden, düşüncelerimizde şekillenen kavramlar ve imgeler sistemine bağlıdır. Duyu organlarımızla algıladığımız şeyleri kavramsallaştırmak basittir. Ancak soyut şeylerin de kavramlarını oluşturabiliriz. Örneğin; aşk, ölüm, arkadaşlık, savaş vb. Temsil sistemi, sadece bireysel kavramları değil, kavramların sınıflandırılmasını, düzenlenmesini ve örgütlenmesini ve birbirleri arasında ilişki kuran farklı yöntemleri de içerir.
Temsil, anlamın oluşturulduğu kültürün üyeleri arasında değiş tokuş edilen sürecin önemli bir parçasıdır. Temsil; “şeyleri” temsil eden dilin, göstergelerin ve işaretlerin kullanımını içerir ve temsil kavramının dil ve anlamı kültüre nasıl bağladığı önemlidir. Bu bağı bulabilmek için, dilin dünyayı nasıl temsil ettiği hakkındaki farklı teorilere bakmak gereklidir. Bu bağlamda, dilin dünyayı temsil etmek için nasıl kullanıldığı hakkında yansıtıcı, maksatlı ve inşacı/yapımcı olmak üzere üç farklı yaklaşım bulunmaktadır.
Yansıtıcı yaklaşıma göre anlam, gerçek dünyadaki nesne, kişi ve olaylarda saklıdır. Dil bir ayna gibi dünyada var olan gerçek anlamları yansıtır. Dilin sadece gerçekleri yansıttığını savunan bu teori bazen öyküsel olabilir. Dil ve öyküsel temsil teorilerinde verili bir gerçeklik bulunur.
Maksatlı yaklaşıma göre, dil yoluyla kendine ait anlamı dünyaya kazandıran bizzat konuşmacı ya da yazardır. Kelimeler, yazarın gerekli gördüğü anlama gelir. Bu yaklaşımın haklı olduğu nokta şudur ki hepimiz bireyler olarak dünyaya bakış açımıza ve bize özel ya da özgü şeyleri ifade etmek ya da paylaşmak için dili kullanırız ancak dil çerçevesinde genel bir temsil teorisi olarak maksatlı yaklaşım da hatalıdır.
İnşacı yaklaşım ise dilin toplu, sosyal karakterini ele alır. Buna göre, ne nesneler ne de bireyler, kendi başlarına dilde anlamı oturtabilir. Nesneler anlam yükleyemez, temsil sistemlerini kavramları ve göstergeleri kullanarak, anlamı oluşturan bizlerizdir. Bu, dilde anlam üzerine inşacı yaklaşım olarak adlandırılır. Buna göre, nesnelerin ve insanların bulunduğu maddesel dünya ile temsil, dil ve anlamın yer aldığı sembolik uygulamalarla, süreçleri birbirine karıştırmamalıyızdır.
Medya ve Temsil
Temsil, medyanın gücü ile yakından ilişkilidir. Dolayısıyla temsil, medya metinlerini (film, müzik, televizyon programı, İnternet sitesi) çalışma yollarını sunarken, ekonomi politik metinleri şirketlerin kurumsallaşmış çıkarları tarafından belirlenmiş ürünler olarak ele alır. Bu bağlamda temsil, gerçek insan, mekân ve olayları betimleme sürecidir. Kısacası temsil, gerçekliği temsil eder. Medyanın ise temsilin en önemli sağlayıcılarından olduğu söylenebilir. Örneğin, Hindistan’ı
hiç görmeyen birinin Hindistan hakkındaki bilgileri televizyon programları, gezi dergileri ve belgesellerdeki temsillerdir.
Temsil ve gerçeklik birbirlerini dışlamayan şeyler olsalar ve sabit anlamlar iletmeseler dahi, bunu herkesin kendi gerçeklik temsilini istediği gibi yorumladığı bir karmaşa durumu olarak görmek yanlıştır. Aksine birçoğumuz ortak inanışların, özlemlerin, umutların, dilin ve para biriminin belli olduğu bir toplumun içinde doğmuşuz ve büyümüşüzdür.
Medyaya bir bütün olarak bakılmalıdır. Kadınların, öğrencilerin ya da çalışan kişilerin temsil edilme biçimleri medyada oluşturulur ya da bizim tarafımızdan medya aracılığı ile anlaşılır. Aslında temsil edilen toplumsal grupların bakış açılarıdır. Biz de bu bakış açılarını alternatiflerinin engellenmesi ile bilinçsizce normal kabul etmeyi öğreniriz. Bu nedenle temsil etmeye daha yakından bakılmaktır.
Medya insan kategorileri ve belli insanların niçin belirli kategorilere dâhil edilmesi gerektiğine dair anlayışımızı düzenler. Bu kategoriler medyada olduğu kadar gerçek hayatta da insanları yargılamak için kullandığımız düşünme sürecimizin bir parçası hâline gelir. Medya temsilleri kitlelere sunarken belli yolları kullanır Bunlar; örneklerle temsil etme, kişilikleri ve sunucuları kullanma ve yıldızlardan yararlanmadır.
Gösterge Bilimi ve Temsil
Gösterge bilimi, göstergeleri inceleyen bilimdir. Gösterge bilimin orijinal karşılığı olan “semiotics” Yunanca kökenlidir, göstergelerin, başka ifadeyle gerçek dünyadaki işaretlerin yorumu anlamına gelir.
Gösterge bilimi gerçek dünya ve onu temsil etmek için kullandığınız dil arasında doğrudan bir ilişki olmadığını söyler. Örneğin en yalın hâli ile “kar” kelimesi gökyüzünden düşen soğuk yumuşak ve beyaz madde için kullanılan bir anlam birimidir. Asıl, gerçek “kar” ile dil bilimsel bir terim olarak kar doğal olarak birbirleri ile ilişkilendirilmemişlerdir. Bunu ancak “kar” kelimesinin farklı kültürel anlamlarını hesaba kattığınızda kanıtlayabiliriz. İngilizcede sadece soğuk, beyaz yumuşak madde için sadece bir tek sözcük var iken Eskimolar aynı şey için otuz iki farklı anlam birimi kullanırlar. Dolayısıyla, ilk bakışta “kar” ortak bir fikre işaret ediyor gibi görünse de aslında farklı insanlar için farklı anlamlar taşır. Bu nedenle, gösterge bilime göre, anlamlar asla doğal ve evrensel gerçekler değillerdir. Dilsel olarak yapılandırılmışlardır.
Gösterge bilimi film, tiyatro, tıp, mimarlık, hayvan bilimi gibi iletişim ve bilgi iletimi ile ilgili pek çok alana uygulanmış, ilginç sonuçlar elde edilmiştir. Bazı gösterge bilimciler her şeyin gösterge bilimsel yönden çözümlenebileceğini savunmaktadırlar. Gösterge bilimi yorumsal bilimlerin kraliçesi, büyük ve küçük her şeyin anlamını çözen anahtar olarak görürler.
Aslında her şey bir göstergedir ve bunun doğal sonucu olarak gösterge bilimi her şeyi inceler. Fakat bu incelemenin tarzı farklıdır. Gösterge bilimi her şeyi inceler denirken, anlam içeriği yönünden değerlendirmede bulunduğunu belirtmek gerekir. Farklı araştırmacı yazarlara göre çeşitli göstergeler saptanmıştır. Bunlar; kelimeler, cümleler, kelimeleri ve cümleleri temsil eden ses veya işaretler, bilgisayar programları, resimler, şemalar ve grafikler, fizik ve kimya formülleri, parmak izleri, diğer işaretlerden türetilmiş nesneler (şiirler, romanlar vb.), işaretlerden oluşan yapı taşlarına sahip nesneler (müzik vb.), hayali sahneler ve karakterler, benlik, Tanrı, kişilik, düşünceler, fikirler, kavramlar, imgeler, duygular, para, tutumlar, gelenekler, kurallar ve değerler, hayvanların içgüdüsel davranışları (yön bulma güdüsü vb.) ve DNA’dır.
İdeoloji
En genel hâli ile ideoloji, özneleri kendi deneyimlerinin temellerinden başlayarak şekillendiren ve onları özgül toplumsal değer ve inanç biçimi ile donatan örgütleyici bir toplumsal güçtür.
İdeoloji kavramı ilk kez Antonie Destutt De Tracy tarafından kullanılmıştır. De Tracy ideoloji kavramını herkese doğru düşünme imkânları sağlamak için kullanılacak fikir bilimi anlamında kullanmış ve Fransız Devrimi’ne meşruiyet kazandırılmasında kullanılan en etkili araçlardan biri olmuştur. Fransız Devrimi ile birlikte ideologlarla yakın bağları olan Napoleon iktidara geçince insanların yanlış düşüncelerini düzeltmeye yarayacak fikir biliminin yaygınlaştırılmasının doğru olacak düşüncesiyle ideologlara destek oldu ve onlara gereken desteği sağlamıştır.
Bilimsel sosyolojinin kurucusu olan Marx’ın ideoloji yaklaşımı, yanıltma ve gizemleştirme ile ilgilidir. İdeoloji daha sonraları Frederic Engels’in “yanlış bilinç” olarak adlandırdığı, yanlış bir dünya görüşünü işler. Marx, ideoloji kavramını, sistematik gizemleştirme sürecinin maskesini düşürmek amacı ile eleştirel bir kavram olarak kullanmıştır. Çünkü gizem çözüldüğünde etkisini kaybeder.
Althusser ise ideolojiyi, bireylerin toplumsal bir varlık hâlinde var olmasını sağlayan bir sistem olarak açıklar ve birey ile dünya arasından yaşanılan bir ilişkidir. Ayrıca, ideoloji de yansıyan gerçeklikle nesnel gerçeklik arasında bağlantı kurmak da mümkündür. Althusser’e göre devletin ideolojik aygıtları (dini, öğretimsel, aile, hukuksal, siyasal, sendikal, kültürel, iletişim) ideolojiyi kullanarak işlerler.
Hegemonya
Hegemonya; ortak irade oluşturma hedefiyle tanımlanır. Egemen sınıfın hegemonik olması, diğer toplumsal sınıfların çıkarlarını kendi çıkarlarına eklemleyerek gerek bir ulusal kitlesel irade yaratmasıyla mümkündür. Gramcsi’nin kuramında ideoloji sanata, hukuka, ekonomik etkinliğe ve bireysel ortak yaşamın diğer bütün
tezahürlerine ilişkin bir dünya kavrayışıdır. Bu kavrayış toplumsal çimento işlevi görür.
Hall, Gramsci’nin hegemonya kavramına dayanarak ideolojik mücadele süreçlerini eklemlenme olarak açıklar. Hall’a göre hegemonya ideolojik zorla değil kültürel önderlikle sağlanır. Eklemlenme kullanım sırasındaki üretimdir. Kültürel üretimler ve pratikler eklemlenme ile anlam kazanır.
Toplumsal Cinsiyet Temsilleri
Toplumsal cinsiyet kavramı kadın ve erkek için toplum ve kültür tarafından belirlenerek sınırları çizilmiş olan rol ve davranış kalıplarıdır. Bunlar her ne kadar kültürden kültüre farklılık gösterse de özünde aynıdır ve toplumun istediği ideal kadın ve erkek modelleri belirlenmiş olan toplumsal cinsiyet rolleri ile çizilir. Toplumdaki sosyal, politik ve ekonomik eşitsizliklerden ortaya çıkan toplumsal cinsiyet olgusu, kadın erkek rollerinin farklılaşmasıyla kendini somutlaştırır. Toplumsal cinsiyet kavramında roller çok önemlidir. Toplumsal cinsiyet rolü, toplumun tanımladığı ve bireylerin yerine getirmelerini beklediği cinsiyetle ilişkili bir grup beklentidir.
Irk ve Etnisite Temsilleri
Hall, hegemonik medya temsillerinden hareketle, etnik azınlıkların da sürekli ırksal stereotiplerle yanlış temsil edildiğini belirtir. Yazar aleni ırkçılık ile siyahların ya da diğer etnik azınlıkların ırklararası ilişkilerde gerilime neden olduğu türünden sorgulanmamış varsayımlara dayanan, dolaylı ırkçılık arasında bir ayrım yapar. Hall günümüz dünyasında Batı medyasında aleni ırkçılığa daha az rastlandığına ancak dolaylı ırkçılığın daha fazla olduğuna işaret eder. Hall’un tanımladığı ırkçı stereotiplerden biri de köle figürüdür. Gone with the Wind (Rüzgar Gibi Geçti) gibi filmlerde köle kendisini beyaz efendisine adamamıştır ancak beyazların görgü ku- rallarına ve medeni usullerine ters düşmektedir. Bundan sonra yerli figürü gelir ki, bu figür eninde sonunda bir noktada barbarlık ve vahşiliği akıllara getirir. Yerli figürün temsili siyahlardan çok da farklı değildir.
MEDYA VE KÜRESELLEŞME
Giriş
Medya, kültür, küreselleşme gibi kavramlar birden fazla tanımı yapılabilen ve çok farklı şekillerde kullanılabilen kelimelerdir. “Medya” kelimesi, günümüzde yaşayan insanlara yabancı gelmese de anlamı sorulduğunda çok farklı cevaplar alınabilir. Konuyla bilimsel olarak ilgilenmeyen insanlar için medya, gazete, dergiler ve televizyon anlamına gelebileceği gibi haberleri ve haberciliği çağrıştırabilir ya da televizyon dizileri ve magazin programlarını anımsatabilir. Aslında bu akla ge- lenlerin hepsi medya kapsamına girmektedir. Ama daha geniş anlamı ile bakıldığında medya; tarihi, gelişimi ve etkileri ile bu tanım ve açıklamalardan çok daha fazlasını kapsamaktadır. “Kültür” de insanlığın gelişimiyle birlikte gelişen ve hayatın her alanıyla ilişkilendirilebilen bir kavramdır. “Küreselleşme” de bahsedilen diğer kavramlar gibi geniş anlamlı ve tartışmaya açıktır ve birçok insan tarafından farklı şekilde tanımlanabilmektedir. Adından da anlaşılabileceği gibi “küre” ile yani dünya ile ilgili olan “küreselleşme”, en basit anlamı ile “şeylerin”, yani akla gelebilecek her şeyin küreselleşmesini, dünya çapında yaygın hâle gelmesini ve genişlemesini anlatmaktadır.
Medya ve küreselleşme, diğer birçok kavram gibi iç içe geçmiş ve birbirini karşılıklı olarak etkileyen ve değişen kavramlardır. Birini diğerinden ayırmak, ayrı düşünmek, sadece birini diğerinin nedeni ya da sonucu saymak mümkün değildir. Medyanın dünya çapında yaygın ve etkili olması küreselleşmenin gelişmesini, ekonomik ve kültürel yayılmayı etkilemiştir. Benzer şekilde küreselleşmenin yayılmacı ekonomi ve politikası, medyanın, yani kitle iletişim araçlarının dünya çapında yayılmasını sağlamıştır.
Küreselleşme Öncesi Geleneksel Medya
Kimi düşünürler küreselleşmenin temellerinin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra atıldığını ve seksenlerin sonunda SSCB’nin yıkılışı ile hayata geçtiğini söyleseler de bazıları küreselleşmenin kökenlerinin coğrafi keşiflere ve sömürgecilik hareketlerine kadar götürülebileceğini düşünmektedir. Böyle bir belirsizlik ortamında medyanın küreselleşmeden önce nasıl olduğunu ve küreselleşmeyle beraber nasıl değiştiğini anlatmak mümkün görünmemektedir. Ama bu tip ayrımlar ve sınıflandırmalar yapmak, konuların anlaşılması ve başka konularla ilişkilendirilmesi için kolaylıklar sağlamaktadırlar.
Dünyada son yıllarda yaşanan hızlı değişimlerin medyayı, insanlar arasındaki iletişimi ve toplumsal yapıları derinden etkilediği gözlemlenebilen bir gerçektir. Yaşadığımız çağda insanlara yakın geçmişi hatırlatmak, kimi zaman tarih öncesi devirlerden bahsetmeye benzemektedir. Teknolojik gelişmeler, hayatımıza girdikten sonra yarattığı alışkanlık ve sağladığı kolaylıklarla, kendisinden önceki dönemi insanlara unutturabilmektedir. Ama insanların içinde yaşadığı çağdaki gelişmeleri anlayabilmek için, o çağı hazırlayan koşulları ve zaman içinde yaşanan değişimleri bilmeleri gerekmektedir.
Kültür ve İletişim
İnsanlar beraber yaşamaya başlayıp toplumsal hayata geçtiklerinde, yaptıkları en önemli işlerden biri doğaya müdahale etmek olmuştur. O zamana kadar çevresinde doğal koşullarda yetişen ürünleri toplayan insanlar tarım yaparak, yani toprağı işleyerek kendi ürünlerini yetiştirmeye başlamışlardır. Bu süreç, insanın doğaya egemen olma ve koşulları kendi belirleme çabalarının başlangıcı olarak görülebilir. Benzer şekilde günümüzde insanlar geliştirdikleri teknolojik araçlarla mevsimlere ve hava koşullarına müdahale etmeye çalışmaktadır. Yine benzer şekilde insanların doğada buldukları imkânlarla ile yetinmeyip iletişim kurmak için araçlar geliştirmesi, telgraf, telefon ya da uydular gibi araçlar kullanması bu müdahaleye örnek gösterilebilir.
Toplumsallaşma sürecinde insanlar ayrıca beraber üretip beraber tüketerek aralarında iş bölümü yapmışlardır. Bu iş bölümü sonucunda belli alanlarda uzmanlaşan insanlar, bu birikimlerini kendilerinden sonra gelen kuşaklara da aktarmışlardır. Bir çocuğun ailesi ile birlikte tarla sürerek toprağı işlemeyi, üretmeyi öğrenmesi ve bunu kendi çocuklarına öğretmesi gibi kültür de nesiller arasında aktarılarak gelişmiştir. Bu iş bölümü ve birikim aynı zamanda insanların toplumsal hayat içinde nasıl davranması gerektiğini belirleyen düşüncelerin ve kuralların ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bunlar değerler, gelenekler, inançlar, semboller, normlar gibi kültürel öğelerdir.
Kültürün bir toplum içinde aktarılmasında, farklı kültürlerin yayılmasında ve birbirlerini etkilemesinde iletişim önemli bir rol oynamaktadır. İnsanoğlunun en önemli eylemlerinden biri olan iletişim, hayatın kendisi kadar eskidir. İnsanlık tarihi boyunca iletişim, ekonomiden kültüre, inançlardan toplumsal ilişkilere kadar insanların yaşamındaki her alanda etkili olmuş ve aynı zamanda bu alanlardaki değişimlerle iletişim de değişmiş ve karmaşıklaşmıştır.
Geleneksel Kitle İletişimi
Oskay’a göre, bireyler arasındaki iletişimden farklı olarak kitle iletişiminde kaynak tek bir kişi değil, bir kuruluş, kurumlaşmış bir kişiliktir. McQuail de ilk oluştuğu şekliyle geleneksel kitle iletişimini tanımlarken, kaynağın tek bir insan değil, uzmanlaşmış, örgütlü bir yapıda olduğunu söylemektedir. Kitle iletişiminde alıcı da belli bir kişi ya da grup değil, toplumun geneli, kitle, yığındır. İletiler, bu kim olduğu tek tek belli olmayan isimsiz kalabalık için hazırlanır. Yani bu iletişim sürecinde, kaynak durumunda örgütlü, iletişimde uzmanlaşmış bir kurumsal yapı, alıcı durumunda ise bir kitle, toplumsal bir yığın vardır. Buna göre gazete, radyo, televizyon gibi arkasında sahipleri ve çalışanları olan örgütlü araçlarla toplumun geneline aktarılan her şey kitle iletişimi olmaktadır. Bu yapılırken kullanılan araçlar da kitle iletişim araçları, yani medya olarak adlandırılır.
İlk oluştuğu şekliyle geleneksel kitle iletişiminin özelliklerini şöyle özetleyebiliriz:
• Kaynak sıradan bir kişi değildir, örgütlenmiş bir kurumsal yapı ya da bu yapının sahibi kurumlaşmış bir kişidir,
• Hedef durumunda kim olduğu belli olan bir kişi ya da grup yoktur. Bunun yerine hedef toplumun geneli ya da kim olduğu tek tek belli olmayan bir kitle, yığındır,
• Mesaj yani ileti kişiler için tek tek hazırlanmaz.
Hedefteki kitlenin hepsinin anlayacağı şekilde tek bir içerik hazırlanır,
• İletinin geçtiği yol gazete, televizyon gibi teknolojik olarak geliştirilmiş bir araçtır,
• Bireyler arasındaki iletişimden farklı olarak geleneksel kitle iletişimi tek yönlüdür. Yani kitle iletişim araçlarının iletisi hedefe ulaşınca hedefin iletiye verdiği tepki kaynağa aynı kanal üzerinden ulaşmaz. Bir gazeteyi hazırlayanlar o gazeteyi okuyanların tepkilerini ancak satış rakamları ya da okuyucu mektupları gibi başka kanallardan öğrenebilir,
Gelişen iletişim teknolojileri ile kitle iletişiminin yapısı da değişmeye başlamıştır. Ama küçük değişikliklere rağmen kitle iletişim araçları, yani medya genel özelliklerini korumaktadır. Ortaya çıkmaya başladığı zamandan itibaren medya toplumsal yapılar içinde birçok işlev görmektedir. İnsanlara çevreleri hakkında bilgi veren medya aynı zamanda kültürel yapıların oluşturulmasında ve aktarılmasında önemli bir rol oyna maktadır.
Geleneksel Medya
Geleneksel olan, sözlük anlamı ile eskiden kalan, saygı gören ve gelecek kuşaklara aktarılan demektir. Günümüzde küreselleşme ve gelişen iletişim teknolojileri ile ortaya çıkan medyaya çoğunlukla “yeni medya” denmektedir. Bu da bu yeni medyadan öncesinin adlandırılmasına neden olmaktadır. Yeninin karşılığı eski olmasına rağmen, “eski” kelimesi, zamanı geçen, artık kullanılmayan anlamlarını çağrıştırmaktadır. Oysa en eski medya olarak adlandıracağımız “gazete” bile teknolojik gelişmeler karşısında değişse ve eski haliyle önemini yitirse de hâlâ varlığını korumaktadır.
Bu yüzden ilk olarak ortaya çıkan ve hâlâ etkisini sürdüren kitle iletişim araçları, geleneksel medya başlığı altında ele alınmaktadır. Matbaanın gelişimi ile ortaya çıkan basılı yayınlar, kitap gazete ve dergiler bugün bildiğimiz anlamda ilk medyadırlar. Teknolojinin yeteri kadar gelişmemesi onlardan önce medyanın oluşmasını engellemiştir. Matbaadan günümüze geleneksel medyayı gazete, sinema, radyo ve televizyon olarak tanımlayabiliriz.
Sözlü İletişim Dönemi ve Yazıya Geçiş
İnsanlığın kullandığı ilk gelişmiş iletişim şekli sözlü iletişimdir. Günlük hayatta hâlâ kullandığımız iletişim
yöntemi olan sözlü iletişim, bir zamanlar insanların kullanabileceği tek iletişim şekliydi. Bu dönemde ayrıca insanlar, duvarlara çizilen resimlerle, iletişim için kullanılan davul ve tamtamlarla, yakılan ateş ve dumanla bireyler arasında ya da toplu olarak iletişim kuruyorlardı.
Yazının kullanılmaya başlanmasıyla söz ve iletişimin kaydedilmesi dönemi başlamıştır. Bu dönemde iletilerin ve bilginin yazıya geçirilerek saklanması ve daha uzak yerlere ulaştırılması söz konusu olmuştur. Önceleri kil, papirüs, parşömen ve ipeğe yazılan yazı için daha sonra kâğıt kullanılmıştır. Ama diğerlerine göre ucuz olmasına rağmen kâğıt, sanayi devrimine kadar oldukça pahalı, seçkinci bir yazı malzemesi olarak kalmıştır.
Basılı Yayınlar ve İlk Medya
İletişim araştırmalarında genel olarak kabul gören görüşe göre ilk medya ürünleri, 15. yüzyıldan sonra matbaa ile basılıp yayılan, gazete, kitap ve dergi gibi ürünlerdir. Gerçekten de iletilerin sistematik bir şekilde üretilip çoğaltılması, sonrasında geniş kitlelere ulaştırılması bu dönemden sonra yaygınlaşmıştır.
Yazının kullanılmaya başlamasından 15. yüzyıla kadar insanlar birçok kez yazıyı mekanik olarak üretip çoğaltabilecek makineler yapmayı denemişlerdir. Ancak bu teknolojinin yaygın ve etkili kullanımı, 1450’den sonra Gutenberg’in yaptığı makine ile mümkün olmuştur. Zamanla bilgiye ulaşımın kolaylaşması, insanların bazı alanlarda özgürleşmelerini de sağlamıştır. Herkesin bilgiye daha kolay ulaşabilir olası, din adamları ve pahalı kitaplara ulaşabilen zenginlerin bilgi üzerindeki tekelinin kırılmasını sağlamıştır. İnsanların dinî metinlere ulaşabilmesi ve bunları kendilerinin yorumlaması, dini kullanarak insanları yönlendirenlerin otoritesini zayıflatmıştır. İnsanların çevrelerinde olup bitenleri haber almaları için günlük gazeteler de bu dönemde yaygınlaşmıştır. Gazetenin sistematik bir şekilde geniş kitlelere bilgi ve haber satması, iletişimin şeklini değiştirerek iletişim tarihinde yeni bir sayfa açmıştır.
Radyo ve Sesin Uzaklara Aktarılması
İnsanoğlu tarihinde ilk defa uzak mesafeler arasında, kablo gibi bağlantılara ihtiyacı olmadan hızlı ve gelişmiş bir iletişim şeklini radyo ile sağlamıştır. Diğer iletişim araçlarına göre hızlı ve kolay taşınabilir olması radyoyu uzun bir süre en önemli medyalardan biri yapmıştır.
Radyonun temel amacı yalnızca öyküler anlatmak ve enformasyon aktarmak değil, aynı zamanda sürekli bir işitsel ortam yaratmaktır. Bu sürekli olarak insanın yanında olan işitsel ortam, aynı zamanda insanların medya ile ilişkilerinin gelişmesini ve medya alışkanlıklarının artmasını sağlamıştır.
Sinema ve Hareketli Görüntünün Kaydedilmesi
Görüntünün etkili bir şekilde kaydedilmesi 19. yüzyılın başlarında fotoğraf ile olmuştur. Fotoğraf, gazetelere ve diğer basılı yayınlara yazının yanında görsel bir malzeme olarak katkıda bulunmuştur. Hareketli görüntünün kaydedilmesi ve kitlesel olarak insanlara ulaştırılması ise Lumiere kardeşlerin yaptığı sinematograf cihazı ile 19. yüzyılın sonlarında mümkün olmuştur.
Sinema insanlara bilgi vermekten çok hikâye anlatır. Daha önce kitap gibi basılı yayınlarla anlatılan kurmaca hikâyeler, sinemada görüntü ve ses ile anlatılmaktadır. Bu da insanların gerçek hayatlarına daha yakın bir deneyim sağlamaktadır.
Sinemanın görsellik ağırlıklı olması farklı toplumlarda ve kültürlerde de etkili olmasını sağlamıştır. Dil farkı sorununun dublaj ve alt yazı ile aşılması filmlerin yapıldıkları ülke ve kültürden farklı coğrafyalara ulaşmasını kolaylaştırmıştır. Daha güçlü sinema endüstrisine sahip Avrupa ülkelerinde ve Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan filmler dünyadaki diğer ülkelere daha kolay yayılmıştır. Bunun sonucunda bu ülkelerin kültürlerinde yer alan modalar, davranış ve düşünce şekilleri gibi özellikler diğer ülkelerin kültürlerini etkilemiştir.
Televizyon ve Görüntünün Uzaklara Yayılması
20. yüzyılın başlarında gelişmeye başlayan, ortalarından itibaren en etkili zamanlarına yaşayan televizyon, medya şekillerinin ve içeriklerinin hızla değişmeye başladığı günümüzde hâlâ etkisini sürdürmektedir.
Televizyonun hem bir eğlence hem de bir enformasyon aracı olması nedeniyle, bazen birincinin esasen kurmaca doğasıyla ikincinin kurmaca-olmayan doğası arasında ayrım yapmakta zorlanırız.
Küreselleşme ve İletişim Teknolojileri
Küreselleşme, birçok şeyi kapsayan ve insanların başka şeyleri de kapsasın diye tekrar başka anlamlarda kullanabilecekleri bir kavramdır. Küreselleşme; ulaşım, haberleşme ve bilgi işlem teknolojisindeki gelişmeler sonucunda, toplumsal ve kültürel düzenlemeler üzerinde, mekânsal uzaklıklardan kaynaklanan farklılıkların ortadan kalktığı, toplumsal bir süreçtir. Görüldüğü gibi, küreselleşme genel olarak, uzaklıkların yakınlaşması, ulaşım ve iletişimin hızlanması, toplumların ve kültürlerin ilişkisinin daha önceki dönemlere göre artmasıdır.
İletişim Alanında Küreselleşme ve İletişim Teknolojileri
Ekonomik olarak küreselleşmenin yeni ya da olumlu bir şey olup olmadığı tartışmalarının ötesinde, iletişim alanında küreselleşme, insanların hayatına etkileri açıkça gözlemlenebilen bir olgudur,
Friedman’a göre “Küreselleşmenin kendine özgü tanımlayıcı teknolojileri vardır: Bilgisayarlaşma, minyatürleşme, dijitalleşme, uydu iletişimi, fiber optik teknolojisi ve internet. Bu teknolojiler küreselleşmenin tanımlayıcı perspektifinin ortaya çıkmasına yardımcı olmuştur.” Gerçekten de iletişim teknolojilerinde bugüne kadar yaşanan ve yaşanmaya devam eden değişiklikler
olmasaydı, bugün küreselleşmeden ve küresel bir iletişimden bahsetmek mümkün olmayabilirdi. Bu teknolojik değişimlerin öne çıkanları; uydu teknolojisi, fiber optik ağlar, sayısallaşma, bilgisayar ve internettir.
Küreselleşme ve Yeni Medya
Sürekli değişen ve gelişen bir ortamda yeniyi tanımlamak oldukça zordur. Friedman’ın da dediği gibi küreselleşme sisteminin tanımlayıcı ölçümü, hızdır. Günümüzde insanlar her şeyin daha hızlısı için şartlandırılmışlardır. Daha hızlı internet bağlantısı, daha hızlı bilgisayarlar, daha hızlı ulaşım, daha hızlı iletişim. Küreselleşeme çağında bugünün moderni ve yenisi, yarının gelenekseli ya da eskisi olabilmektedir. İnternet ve bilgisayar teknolojisinin geliştiği ilk yıllarda yazılan kitaplarda, bilgisayarda kullanılan disket teknolojisi yeni olarak gösterilirken bugün disketin adı bile geçmemektedir. Ama bilgi saklama aracı olarak disket, sayısallaşma teknolojisinin bir ürünüdür. Günümüzde kullanılan bilgi saklama araçları, disketten çok daha fazla kapasiteye sahip olsalar da benzer şekilde sayısallaşmanın sağladığı imkânların bir sonucudurlar. Bu anlamda yeni medyanın öğelerinin neler olduğundan çok, onu geleneksel medyadan ayıran özelliklerini bilmek daha önemlidir. Böylece karşımıza çıkan bir iletişim aracının özelliklerine bakarak onun hangi kapsama girdiği konusunda fikir yürütebiliriz.
Yeni medyanın geleneksel medyadan ayrılmasını sağlayan temel farklar; sayısallık, Kitlesizleştirme, eş zamansızlık, etkileşim, internete bağlı olmak ve ulaşılabilirliktir.
Medya, Ekonomi, Kültür ve Küreselleşme
Medya kuruluşları hayır kurumları değil ticari işletmelerdir. Doğal olarak var olan ekonomik sistemin yapısına uyup kâr amacı ile hareket etmektedirler. Hatta bu medya araştırmalarının bazıları, güçlerini ve kazançlarını arttırmak için medya kuruluşları tarafından yaptırılmaktadır.
İnsanları etkilemek için bu kadar uğraşan medya, küreselleşme ile birlikte gelişen teknolojiler ve ulusal sınırları aşarak ortaklaşan sermaye birikimleri ile dünya çapında genişlemiş ve daha güçlü hâle gelmiştir.
Gelişen iletişim teknolojileri ile artan sadece insanların medyayı kullanma imkânları ve etkileşim değildir. Aynı teknolojik gelişmeler medyanın hayatımızın her alanına daha fazla girmesini ve daha fazla etkili olmasını da sağlamaktadır.
Medya Sahipliği ve Tekelleşme
Medya mülkiyeti, iletişim araçlarının sahipliği, medyanın ilk var olduğu günden beri önem taşımaktadır. Karmaşık yapısı, arkasında uzmanlaşmış kurumsal yapıları oluşturması ve ticari ilişkilerle varlığını devam ettirmesi, medya söz konusu olduğunda diğer bütün özelliklerinden önce ekonomik yapısını ön plana çıkarmaktadır.
Medya ekonomisi ve sahipliği üzerine çalışmalar yapan Gillian Doyle’a göre medya sahipliği durağan değildir ve üç şekilde yoğunlaşabilmektedir. Bu yoğunlaşmalar da medya şirketlerinin etki alanlarını ve güçlerini arttırmaktadır. Yoğunlaşma şekilleri; yatay büyüme, dikey birleşme ve çapraz genişlemedir.
Yatay Büyüme: Medyanın bir alanında faaliyet gösteren medya şirketlerinin, yine aynı alanda büyümesi yatay büyüme olarak adlandırılmaktadır.
Dikey Birleşme: Medyanın bir alanında faaliyet gösteren bir medya şirketinin, kendisine ham madde sağlayan bir şirket ile ya da kendi ürününün insanlara ulaşmasını sağlayan bir şirket ile birleşmesi ya da onu satın alması dikey birleşmedir.
Çapraz Genişleme: Çapraz genişleme, bir medya şirketinin, faaliyet gösterdiği alanın dışında başka medya alanlarından bir şirket ile birleşmesi anlamına gelmektedir.
Ticari medya piyasalarının mantığı bellidir: Özel mülkiyet, medyaya sahip olabilecek olan insanların sayısını bir elin parmakları kadar azaltır, yoğunlaşmayı güçlü bir biçimde teşvik eder ve daha küçük ve ticari açıdan marjinal medyayı tasfiye eder. Yani medyada da ekonominin diğer alanlarında olduğu gibi rekabet içindeki büyük şirketler, küçük işletmelerin varlığına imkân vermezler.
Mülkiyet; fikirler, haberler ve kültür üzerindeki kontrolün güçlü şirketler arasında bile benzersiz bir güç olarak hüküm sürdüğü medyada özellikle önemlidir. Eşitlikçi olmayan toplumlardaki özel medya mülkiyeti, içerik tarafsız ya da bakış açısı tarafsız değildir; en değerli fikirler otomatik olarak üst sıralara tırmanamazlar. Ancak çok büyük sermeye sahipleri medya alanına girebilmektedir. Bu insanlar da kendilerini servet sahibi yapan toplumsal sistemin eleştirisini yapacak fikir ve ideolojilere bu yapılar içerisinde yer vermezler.
Küre etrafındaki medya sistemleri, temelde güçlerini kendi politik gündemlerini ilerletmek üzere kullanan az sayıda zengin şirket ya da birey tarafından kontrol edilmektedir.
Medya ve Gündem Belirleme Kuramı
İletişimin etkileri üzerine yapılan diğer araştırmalarla şekillenen ve Maxwell McCombs ve Donald L. Shaw’m son şeklini verdiği Gündem Belirleme Kuramına göre medya halka “ne düşüneceğini” söylemede her zaman başarılı olamasa da ‘ne hakkında düşüneceğini” söylemede her zaman etkili olmaktadır. Yani medyada yer alan haberleri seçerek medya kuruluşları, insanların ne düşüneceğini belirleyemezler ama ne hakkında düşüneceği üzerinde etkili olabilirler. Örneğin, bir zam haberini göstererek medya, insanların o zam haberi üzerine ne düşüneceğini belirleyemez. Ama o zam haberi yerine bir orman yangını ya da bir şarkıcının düğününü göstererek insanların yangın ya da düğün üzerine düşünmesini ve zamdan bahsetmemesini sağlayabilir. Ayrıca Gündem Be- lirleme Kuramına göre, medyanın haberlere verdiği
öncelik de izleyicinin habere vereceği önceliği etkilemektedir. Yani medyanın çok yer verdiği ve altını çizdiği bir haber, izleyici için de önemli ve öncelikli hâle gelecektir.
Medya ve Propaganda Modeli
Çok sayıda insanın düşünce ve davranışlarını etkilemek amacıyla önceden planlanarak hazırlanan propaganda mesajları, insanlara tarafsız bilgi vermek yerine onları yönlendirmeyi amaçlar. Hedeflediği topluluğa, hedeflediği şeyleri yaptıracak bilgileri sunar. Verilen bilgiler yanlış ya da doğru olabileceği gibi bütün ve dengeli olmayabilir. Yani gerçeklerin hepsi verilmeyebilir ve gerçekler çarpıtılabilir.
Kapitalist toplumlarda bütün iş alanları gibi iletişim, medya ve kültür alanı da diğer endüstri dalları gibi kapitalizmin yasalarına göre örgütlenmiştir. Bu alanların her biri kapitalistlerin, yani sermaye ve şirket sahiplerinin denetiminde ve kontrolündedir.
Kültür Endüstrisi Yaklaşımı
Kültür Endüstrisi Yaklaşımı, yirminci yüzyılın ortalarında Adorno ve Horkheimer tarafından ortaya atılmıştır. Adorno ve Horkheimer kültür Endüstrisi terimini on do- kuzuncu yüzyılın sonu ve yirminci yüzyılın başlarında Amerika ve Avrupa’da yükselen eğlence endüstrisinin, kültürel ürünleri ticari mal hâline getirmesini anlatmak için kullanmaktaydılar. Onlara göre bu endüstriler tarafından üretilen kültürel ürünler, birer ticari mal olarak kapitalist birikim ve kâr elde etme amaçlarına uygun bir şekilde hazırlanırlar. Bu düşünürler, kültür alanına tekellerin hâkim olduğunu ve bunun da kültürü tek tipleştirdiğini iddia etmişlerdir. Teknolojik gelişmeler neticesinde kültür ve endüstri iç içe geçmiş; bu durum kültürün bozulmasına sebep olmuştur. Yani bu yaklaşıma göre kültürün aktarılmasında önemli bir işlevi olan medya ürünlerinin aynı zamanda birer ticari mal olması, kültürün medya aracılığıyla aktarılmasını olumsuz etkilemektedir.
Kapitalist toplumlarda, ailenin giderek işlevini kaybettiği ve onun yerini kültür endüstrisinin aldığı iddia edilmektedir. Geleneksel olarak bireyi biçimlendirme ve sosyalleştirme işlevini yerine getiren aile bu işlevi kültür endüstrisine bırakmaktadır. Bu süreçte de kitle iletişim araçlarının baskıcı bir yapıda olduğunu savunurlar. Medya egemen sisteme karşı geliştirilecek eleştirilere engel olurken kitlelerin egemen sistemle bütünleşmesini de sağlar. Yani medya hayatımıza daha fazla girdikçe kültürün kuşaklar arasında aktarılmasında daha fazla etkili olmaktadır. Ama medyanın asıl amacı para kazanmaktır çünkü medya bir endüstri, yani ticari bir kuruluştur. Bu yüzden de medya kültürel ögeleri aktarırken onları kendi çıkarları için dönüştürür ve ticari birer mal hâline getirir.
ÇATIŞMA ÇÖZÜMÜ VE BARIŞ İNŞASI
Giriş
Çatışma ve barış ile ilgili kavramların bir arada kullanılıyor olması ilginçtir. Ancak, çatışma ve barış ifadelerini bir sürecin parçası olarak değerlendirdiğimizde ise aslında çok garipsenmemesi gereken ve doğru bir birlikteliği ifade ettiğini görürüz. Hiçbir çatışma kalıcı değildir. Belki kısa, belki uzun sayılabilecek süreç ve zaman çerçevesinde değişim ve dönüşüm doğrultusunda barışa doğru ilerler. Çatışma dediğimiz kavram aslında daha çok bir yorum ve şart değerlendirmesi içermekle birlikte şüphesiz durumu, olageleni de ifade etmektedir. Çatışma, bir durum, davranış ve tutum üçgenindeki ilişkilendirme sonucunda ortaya çıkar.
Çatışmanın içerisinde yer alan kaçınılmaz olarak birey veya bireylerdir. Bu durumda bireye özgü olarak çatışmanın ortaya çıkmasına ve belli bir süreç içerisinde yer almasına neden olan iki önemli etken kültür ve duygulardır. Kültür açısından kültürel farklılıklara saygı gösterilmesi ve aslında kültürel farklılıklar ile ilgili konularda meselenin doğruyu ve yanlışı bulmak olmadığını hatırlamamız gerekir. Bu durumda, çatışmaya ilişkin sürecin içerisinde yer alan her bir bireyin belirtilen konular ile ilgili olarak bilgilendirilmesi ve güçlendirilmesi gerekir. Çatışma ile ilgili süreçlerde olumsuz atıflarda ve değerlendirmelerde bulunmak çözüme ağırlıklı olarak olumlu bir katkı sağlamamaktadır. Bir değerlendirme ve atıf demek aslında belli sıfat veya sıfatların kullanılması anlamına gelmektedir. Bu da değer yargılarına dayanan bir durumu ortaya koyar. Sürece katkısı neredeyse çok sınırlıdır veya katkısı yoktur. Bazı durumlarda çatışmanın daha da olumsuz yöne gitmesine, çatışmanın belirmesine neden olabilir.
Çatışma
Çatışma süreçleri içerisinde bireyler adına temel olan, çatışmanın tarafı olanların konumlarıyla ilgili olmadığıdır. Farkında olmamız gereken çatışmayı doğuran tarafların ihtiyaçları, arzuları, kaygıları ve korkuları arasında olduğudur. Sözü edilen ihtiyaçlar, arzular, kaygılar ve korkular ile ilgili beklentilerimizin yerine gelmesi için de sıklıkla başvurulan ve belki de kolaycılık olarak adlandırılabilecek olan ‘güç kullanımıdır’.
Güç kullanımı ile ilgili olarak üç temel paylaşım ortaya çıkmaktadır. Bunlar şu şekilde ifade edilebilir:
Gücü kullanış biçimimiz: Güce hâkim olarak yerine gelmesini istediğimiz süreçlerde taraflar ile kurduğumuz iletişim “istediğim şeyi yap, yoksa istemediğin şeyi yapmak zorunda kalacağım” önermesine yakın bir anlam ortaya çıkartacaktır.
Gücü değişime sokmamız: Tarafların sahip olduğu güçlere bağlı olarak yerine gelmesini istediğimiz süreçlerde taraflar kurdukları iletişim ile “istediğim şeyi bana ver, ben de sana istediğin bir şeyi vereyim” diyen bir iletişim paylaşmış olurlar.
Bütünleştirici güç: Güçle ilgili paydaşlara sunduğumuz
iletişimde “doğru olduğuna inandığım şeyi yapacağım, bu da özgün bir yol olacak ve sonunda daha da yakınlaşmış olacağız” diyen bir önermede bulunmuş oluruz.
İster çatışma içerisinde güç kullanmaya ilişkin eğilimler olsun, ister çatışma içerisinde farklı biçimler ortaya çıksın öncelikle çatışmanın temel nedenlerini anlamamız gerekir. Çatışmanın temel nedenleri; sınırlı kaynaklar, karşılanmamış temel ihtiyaçlar, çatışan değerler, inançlar ve ideolojiler olarak sıralanabilir.
Her çatışma, eşit ağırlıkta yoğunluğa yani alansal çerçeveye sahip değildir. Farklı ölçekler içerisinde çatışma sınırlarını ifade edebiliriz. Çatışmanın boyutsal sınırları; kişiler içinde çatışma, kişiler arası çatışma, gruplar içinde çatışma, gruplar arası çatışma ve devletlerarası çatışma olarak gruplandırılabilir.
Çatışma Çözümü
Çatışmayı anlamaya çalışırken aslında çatışmaya ilişkin belirli temel yapıları anlamaya çalışırız. Çatışma çözümünde, öncelikle gerginliğin temel kaynağı olabilecek nedenleri tanımlamak ve bunların yapısal nedenlerini anlamak gerekmektedir. Yapısal etkenler içerisinde yoksulluk, ekonomik nedenlere bağlı eşitsizlikler, kötü yönetim, demokrasinin işletilememesi ve demokraside yetersizlik ve insan hakları ihlalleri gibi konular temel neden olarak yer alabilir. Çözüm sürecinde, çatışmaya karşı yanıt verebilmedeki yeterliliklerimizi tespit edebilmek gerekmektedir.
Çatışmanın Artması ve Azalması
Çatışmanın artması ile ilgili süreç karmaşık ve tahmin edilemeyen bir özelliktedir. Temel olarak başlangıç farklılıkları ile birlikte yeni konular ortaya çıkmaktadır ve çatışmanın tarafı olan kesimler birbirine yaklaşmaya başlar. Zıtlıklar ve uzlaşmazlıklar ile içyapılardaki güç mücadeleleri görülmeye başlanır ve bunlar yeni taktiklerin ve amaçların da belirginleşmeye başlamasına neden olabilir. Bu gelişmeler görünür veya görünür olmayabilir. Devam eden ikincil çatışmalar ve sarmallar ile birlikte durum daha da karmaşık bir hâl alabilir. Kutuplaşma belirginleşir. Çatışmanın paydaşı olan gruplar daha açık ve belirgin hâle gelirler. Kendilerini daha da güçlü ifade etmeye çalışırlar. Çatışmanın daha da belirginleşmesi ile birlikte yoğunlaşma kaçınılmaz olarak kendisini çatışma veya savaş doğrultusuna sokar. Çatışma artması ve azalmasında şu aşamalar söz konusudur:
1. En başlangıç düzeyinde önce ‘farklılıklar’ vardır.
2. Yavaş yavaş ‘zıtlıklar’ belirginleşmeye başlar.
3. Belirginleşmeye başlayan zıtlıklar ile zıtlıkları üreten taraflar arasında ‘kutuplaşmalar’ başlar.
4. ‘Şiddete’ ilişkin gelişmeler yaşanabilir.
5. Sürecin en fazla artabileceği nokta ‘savaş’ durumudur.
6. Hiçbir savaşın sonsuza dek sürmesi mümkün değildir. Savaşın doyma noktasına gelmesi ile birlikte ‘ateşkes’ de takip eden bir sonraki adımdır. Çatışmanın azalmasındaki ilk süreçtir.
7. Ateşkes ile birlikte ‘anlaşmalar’ belirginleşir.
8. Anlaşmaların sağlanmasıyla taraflar arasındaki süreç ‘normalleşmeye’ başlar.
9. Normalleşme de beraberinde bir sakinlik, uzlaşı sürecini, yani ‘barışı ve uzlaşıyı’ sağlar.
Çatışma ve Kültürlerarası İletişim
Farklı kültürlerarası iletişim biçimleri ile etkileşim, paylaşım ve iletişim içerisindeyken dikkat edilmesi gereken temel noktaları özellikle çatışmanın azaltılması konusunda bir rehber olarak değerlendirebiliriz. Bu bağlamda, çatışmanın oluşmaması ve mümkün olduğunca çözüme kavuşturulabilmesi için kültürlerarası iletişimdeki şu noktalardan yararlanabiliriz:
1. İletişimde sorumluluk alın.
2. Yargılardan uzak durun.
3. Saygı gösterin.
4. Empati kurun.
5. Sabırlı olun.
6. Kendi kültürel yanlılıklarınızı hatırlayın.
7. Esnek olun.
8. Açık mesajlar paylaşın.
9. Kültürel hassasiyetinizi arttırın.
10. Dinlemeyi önemseyin.
Anlaşılacağı üzere çatışma çok istenen bir durum değildir. Ancak fikirsel düzeyde çatışmanın, faydalar sağlayabilecektir. Farklı fikirlerin karşı karşıya gelmesi ile bir sonuca gitme çabasına kısaca “diyalektik” adını vermekteyiz. Diyalektik yaklaşımı ile birlikte bir teze, yani bir önermeye karşılık başka bir tez, yani antitez sunulmaktadır. Bu iki karşı tezin sunulması ile birlikte başka bir sonuca, yani senteze ulaşılmaktadır. Bu da kendi başına bağımsız bir tezi, yani önermeyi içermektedir. Çatışmanın çözümlenmesine ilişkin bugüne kadar uygulanagelmiş yöntem ve yaklaşımlara baktığımızda ise dört temel yaklaşımın söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Çatışmanın çözümlenmesi ve barışın inşasında dikkati çeken yaklaşımlardan birisi “güce dayanan yaklaşım” ve çözümlerin üretilmesidir. Bir başka karşılaşılan örnek ise “haklara dayanan yaklaşım” tarzıdır. Çatışmaların karşılanmayan ihtiyaçlardan da çıktığını düşünecek olursak, diğer yaklaşım ve çözüm yönteminin “ihtiyaçlara dayanan” özellikler taşıdığını söyleyebiliriz. Sözü edilen bu üç yaklaşım ve çözüm yönteminin yanında elbette farklı “deneysel” durumun özgünlüğüne bağlı çözüm yöntemlerinden de bahsedebiliriz.
Kültürlerarası iletişim ve kültürel değerlerin yönetilebilmesi ile ilgili sınırlı bilgi ve deneyimimizin olması kültürel yeterlilik ile ilgili bireysel durumumuzu sorgulamamızı da beraberinde getirir. Farklı bilgi ve deneyimlerimiz nedeniyle farklı kültürel yeterlilik seviyelerine sahip olabiliyoruz. Bu kültürel yeterlilik seviyeleri şu şekilde sıralanabilir:
Kültürel yıkıcılık: Davranışlarımızın, tavırlarımızın, kurallarımızın ve uygulamalarımızın diğer kültürlerden
olanlara karşı yıkıcı olması durumunda, kültürel yıkıcılık kavramı karşımıza çıkmaktadır. Diğer kültürlere ve kültürlerden olanlara karşı bilerek yıkıcı davranışlarda bulunmak ve farklı kültürlerden olanlara karşı insani olmayan yaklaşımlarda bulunmak ve bu kişilere karşı aşağılayıcı değerler atfetmek yıkıcılık içerisinde yer almaktadır. Diğer kültürlerden olanları ortadan kaldırmaya çalışmak, bu kişilere karşı sömürmeye yönelik birtakım eylemlerde bulunmak da aynı sınıflama içerisine girmektedir.
Kültürel yetersizlik: Farkında olmadan veya bilmeyerek yer alan kültürel yıkıcılık durumudur. Bir tür taraflı bir sistemi işaret etmektedir. Belli bir kültürel kimlikteki grubun diğerini veya diğerlerini yok sayması durumudur. Diğer kültürlerden ve gruplardan korkulması da örnek olarak gösterilebilir. Ayrımcılığa neden olan uygulamaların görülmesi, belli grupların beklentilerinin ve değer algılarının düşürülmesi ve benzer durumlar da bu örnekler içerisinde gösterilebilir.
Kültürel körlük: Bir tür tarafsız olma yaklaşımıdır. Bu yaklaşıma göre herhangi bir kültür, sınıf veya ırk diğerlerine göre bir farka sahip değildir. Böylesi bir yaklaşımda aslında “ben tarafsızım” ifadesi ile dolaylı olarak kendi kültürel grubunun üstünlüğüne ve gücüne dayanan yaklaşımlarda bulunmaktır.
Kültürel yeterliliğe yakınlık: Farklı kültürler ve kültürlerden olan kişiler ile çalışmalarda, gözlemlediğimiz zayıf yanlarımızın farkına varma durumudur. Farklı kültürlerden kişiler ile çalışmaları yürütürken her kültürün temsiliyetini mümkün olduğunca sağlamaya çalışmak ve insan haklarına bağlılık göstermek gibi yaklaşımları içermektedir. Bu yaklaşım, egemen kültürel gruplardan temsilcilerin kimi zaman ‘ödün verildiğini’ düşündüğü gibi bir yanlış hissin de uyanabilmesine neden olmaktadır.
Kültürel yeterlilik: Kültürler arasında benzerlikler olabileceği gibi farklılıkların da olabileceğini görmek, bu farklılıkların varlığını kabul etmek ve bunlara saygı göstermek anlamına gelmektedir. Diğer kültürlere karşı hassasiyetlerin özenle yaşatılması gerektiğini, bu durumla ilgili bilginin arttırılmasını ve çeşitliliğe önem verilmesini işaret etmektedir.
Kültürel maharet: Kültürler en üst saygınlık derecesinde ele alınarak değerlendirilir. Kültürler ile ilgili olarak yeni yaklaşımların üretilebilmesi, var olan bilginin üzerine eklenebileceklerin sorgulanması ve kültürlerarası etkileşimin önemine inanarak kültürel yetkinlik için savunuculuğun yapılmasını da işaret etmektedir.
Barış ve Barışın İnşası
Barış ile ilgili tanımlara bakıldığında, genellikle savaş ve düşmanlıkların olmadığı, çatışmalardan uzak kalınan bir ifade tarzının öne çıktığı görülür. Bir başka yaklaşımda ise barış, bir politik durum olarak ele alınmakta, resmî olan ve olmayan kurumlar, uygulamalar ve normlar doğrultusunda adaletin ve sosyal istikrarın garanti altına alınması olarak işlenmektedir.
Barış ile ilgili farklı çalışma ve kuramlara imza atmış John Paul Lederach ve Johan Galtung öngördükleri tanım ve yaklaşımlar ile karşımıza çıkarlar. John Paul Lederach’a göre barış, şiddeti ve adaletsizliği azaltmaya yardımcı olan insan ilişkileri sistemlerinin yer aldığı dinamik ve sürekli bir süreçtir.
Barış süreçlerinin oluşturulması ve inşası ile ilgili olarak farklı yaklaşımlara rastlamaktayız. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:
Gandhi Yaklaşımı: Şiddete dayanmayan çatışma ve sosyal kuramı içinde barındırır. Bu yaklaşım içerisinde üç ayrı vurgu noktası öne çıkmaktadır. Bunlar; doğru için mücadele etmek, şiddeti önleyen iç bileşenlerden yararlanmak ve daha sağlıklı bir ilişki başlatarak sosyal gerçeklikle ilgili olarak daha taze bir düzeye gelmektir.
Pasif Yaklaşım: Temel olarak savaşı veya çatışmayı ahlaki olarak yanlış gören yaklaşımdır.
John Paul Lederach Yaklaşımı: Lederach yaklaşımına göre, barışın inşası en aşağıdan başlar ve yukarıya doğru ilerler. Baskı ve şiddet altındaki toplulukların özgürleştirilmesi fikrine bağlanmış olan bir barış inşası söz konusudur. Bu fikrin öngörülmesi ile birlikte barış kültürü ve yapılarının ortaya çıkabilmesi temel amaç olmaktadır. Çatışmanın dönüşmesini istediğimiz ortamda söz konusu olan insani ve kültürel tüm kaynaklar öngörülmeli, sürece dâhil edilmeli ve bunlara saygı duyulmalıdır. Dönüşümün uzun süreli amacı ortamdaki insan ve kaynaklar üzerindeki geçerliliği pekiştirmektir.
Johan Galtung Yaklaşımı: Galtung’un yaklaşımı içerisinde temelde üç nokta öne çıkmaktadır. Bu yaklaşıma göre; barışın inşasına ilişkin olarak barışı inşa etmekle barışı korumak arasında bir bağ kurmak gerekir. Doğrudan şiddet, yapısal şiddet ve kültürel şiddet arasında da farkları görmek gerekir. Olumsuz barış ile olumlu barış arasındaki farkları da görmek gerekir.
Aracılık
Adam Curle’ün üzerinde durduğu aracılık kuramı ve uygulamasına göre benzer olmayan taraflara eş aralıkta olmayan bir model sunulur. Bu yaklaşım ile amaç, barışçıl olmayan ilişkilerden barışçıl olan ilişkilere geçiş sağlamaya çalışmaktır. Aracılık süreci içerisinde iki taraflı bir yaklaşım ve uygulama söz konusudur. Taraflardan biri çatışmayı üreten taraf iken diğeri ise incitilmiş taraftır. Aracılık süreci, bu iki taraf adına yürütülür. Aracılık süreci şu şekildedir:
Çatışmayı üreten taraf için aracılık temel süreç ve eylemleri
1. Çatışmayı üreten tarafa sorumluluk alması gerektiği konusunda yardımcı olmalıyız.
2. Yanlış yapılmış olanları kabul konusunda teşvik etmeliyiz.
3. Çatışmayı üreten tarafa uzlaşmadaki zorluklar
konusunda da yardımcı olmalıyız.
4. Sınıflandırma suçlamalardan kaçınmalıyız.
5. Sürecin geliştirilmesine yönelik teşvik edicilik ve destekleyiciliği unutmamalı, bir şans daha üretilmesinin gerekliliğini vurgulamalıyız.
Çatışmadan zarar gören incinen taraf için aracılık temel süreç ve eylemleri
1. Çatışmadan zarar gören tarafın bağışlaması ve isteksizlik ile kin gibi durumlardan vazgeçmesi konusunda yardımcı olmalıyız.
2. Çatışmadan zarar görenin kendi hatalarını da görebilmesi konusunda yardımcı olmalıyız.
3. Zarar görenin kendisine sunulan veya sunulacak
olan özürü veya benzeri paylaşımları kabul etmesi konusunda yardımcı olmalıyız.
4. Çatışmayı üreten taraf ile birlikte olabilmeyi ve dostluklar kurma konusunda sürecin güçlendirilmesini gözetmeliyiz.
Barış İçin İzlenebilecek Yollar
Barışın inşa edilmesi süreci ve çabaları içerisinde yer almayıp daha genel bir çerçevede değerlendirilebilecek etkenler ve katkılar da göz önüne alınabilir. Sürecin çevresinde ve daha genel olarak tarif edilebilecek belirleyici etmenler içerisinde sosyal adaletin sağlanması öncelikle hem çatışmaların önüne geçmeye, hem de çatışma süreçlerinin çözümlenmesine katkıda bulunur. Sosyal adaletin sağlanmasının katkılarını şu şekilde hatırlayabiliriz:
1. Açık diyalog ve eleştiriyi kabullenmek.
2. Artan çatışma süreci içerisinde iletişim
kanallarını açık tutacak süreçlerin kurulması.
3. Değerlerde çeşitlilik ve farklı olanların kabulünün sağlanması.
4. Ahlaki yargılama ve dışarda tutmalara ilişkin belirtilere hazır olmak.
5. Adaletsizliğe karşı yapısal bir mücadeleye girmek.
Bireyler ve taraflar arasında barış inşa etmede dokuz temel kural ise şöyledir:
1. Zaman içerisinde tüm gelişmelerden sıyrılarak kendimizi ve temsil ettiğimiz toplulukları nasıl ilişkilendirdiğimizi anlamamıza yardımcı olacak süreçler üretmeliyiz.
2. İnsanların ve toplulukların benzer ihtiyaçlara sahip olduğunu hatırlamalıyız.
3. Kendi veya topluluğumuzun ihtiyaçlarının başkaları tarafından nasıl yerine getirilmesini bekliyorsak kendimizin ve topluluğumuzun başkalarının ihtiyaçlarını karşılayıp karşılamadığını düşünmeliyiz.
4. Birinden veya bir topluluktan bir şeyi yapmasını
veya yapmalarını istiyorsak öncelikle bir talepte mi, yoksa bir istekte mi bulunduğumuzu görebilmemiz gerekir.
5. Birinden veya bir topluluktan neyi yapmasını ‘istemediğinizi’ söylemek yerine, o kişi veya topluluktan neyi yapmasını ‘istediğimizi’ söylemek daha olumlu bir süreç üretecektir.
6. Birinden veya bir topluluktan ‘ne olmasını veya ne olmalarını’ söylemek yerine, ne tür bir eylemde bulunmalarını istediğimizi söylemek ve o eylem ile birlikte o kişi veya topluluğun ne yönde olacağını umduğumuzu söylemek daha olumlu bir süreç üretecektir.
7. Biri veya bir topluluk ile bir konu veya fikirde uzlaşmak veya uzlaşmadan önce o kişi veya topluluğun ne hissettiğini ve neye ihtiyaç duyduğunu anlamaya çalışmalıyız.
8. ‘Hayır’ ifadesini kullanmak yerine bizi ‘evet’ demekten alıkoyan ihtiyacın ne olduğunu vurgulamayı tercih edebiliriz.
9. Eğer bir konuda olumsuz düşünceler ve hisler gelişmeye başladıysa ne tür ihtiyaçların karşılanmamış olabileceğini düşünmeliyiz. Bunun ardından da bunları karşılayabilmek için nelerin yapılabileceğini hesaba katmak daha olumlu çözümler ve süreçler üretecektir. Maalesef, sıkça karşılaştığımız yaklaşım ise kendimiz ve topluluğumuz ile diğerleri için neyin yanlış olduğunu ve ters gittiğini tespit etmeye çalışmaktır.
YENİ MEDYA VE YENİ YAŞAM BİÇİMLERİ
Giriş
Daniel Bell, insanoğlunun yaşadığı toplumsal gelişimi iş ve toplumsal statü tanımlarındaki dönüşümden yola çıkarak üç dönemde ele almaktadırlar. Bu ayrımlar, “endüstri öncesi toplum”, “endüstri toplumu” ve “endüstri sonrası toplum” olarak adlandırılır. Bu tür bir ayrım uygarlık tarihinde insanoğlunun üretim sürecini göz önünde tutarak yapılmıştır ve Endüstri Devrimi’nin önemini vurgulamaktadır. Bell’in ortaya koyduğu bu ayrımın yanında, Manuel Castells’in tanımladığı ağ toplumu kavramı, yaşanan süreci anlamlandıran temel yaklaşımlardan biridir. Yeni medyanın toplumsal yapı ile olan ilişkisini ifade ederken bu yaklaşımların farkında olmak, geleneksel medya ile yeni medyanın toplumsal düzenin kurulmasında ve sürekliliğinin sağlanmasında ne gibi etkileri olabileceğini ifade edebilmek için önem taşır.
18. yüzyılda İngiltere’de alevlenen Endüstri Devrimi daha sonra bütün Avrupa’ya yayılır. Endüstri Devrimi’nin dünya tarihindeki önemi, kas gücünün yerini makinelerin alması olarak bilinir. Bir başka deyişle bilimin uygulamaya geçmesiyle, insanoğlunun alet yapma olgusunun birleşmesi, yani techne’nin ön plana çıkışıdır. Techne, insanoğlunun beceri ve zanaatla ortaya çıkardığı üretimdir ve Antik Yunan’da bütün sanatlar ve zanaatları içeren bir ifade olarak kullanılmıştır. Endüstri Devrimi’nin bir başka özelliği ise sadece üretim koşullarında değil, toplumsal sınıfların da yeniden düzenlenmesinde ortaya çıkardığı yeni sonuçlardır. Bir yandan üretimde kas gücünün yerini makineler alırken diğer yandan bireylerin makineler ile olan ilişkisi üzerine yapılandırılmış yeni iş düzeni, Bell’in yaklaşımının temellerini oluşturur.
Endüstri Toplumundan Ağ Toplumuna
Endüstri Öncesi Toplum
Endüstri Devrimi ile birlikte sadece üretim biçimleri dönüşmemiş, toplumun yapısında da önemli dönüşümler ortaya çıkmış, bireyin toplum içindeki ilişkilerini daha farklı değişkenler belirler olmuştur. Avrupa burjuvası önemli oranda değişime uğramış ve daha önce var olmayan bir işçi sınıfının doğmasına yol açmıştır. Bu yeni toplumsal düzende iş ve iş koşulları temel değişken olarak öne çıkmaktadır. Yeni iş koşullarında üretim süreçleri eskisine oranla bütünüyle dönüşüme uğramıştır. Bireyler, Endüstri Devrimi’ne kadar, doğaya karşı bir savaş vermiş, bu savaşında ise kas gücünü kullanmıştır. Endüstri öncesi toplumda üretim doğayı sömürerek yapılan bir üretimdir; üretilen ürünlerin kaynağı doğadır. Tarım, madencilik, avcılık, ormancılık gibi endüstri öncesi toplumda var olan işler, doğal kaynaklara dayanır. Endüstri öncesi toplumda yaşamının ritmini doğa belirlemektedir.
Endüstri Toplumu
Endüstri Devrimi, üretim süreçlerinin makinelerin yardımı ile yapılmaya başlandığı dönüşümü ifade eder. Teknik ve teknolojinin gelişiminin önce üretim biçimlerine katkıları, sonra ise ekonomik ve sosyal dönüşümlere neden olduğu
etkileri tanımlamak için sıklıkla kullanılır. Endüstri Devrimi’nin temelinde aydınlanma felsefesinin getirdiği toplumsal dönüşüm vardır ve bu dönüşüm endüstrileşme ile devam edegelmiştir. Bu nedenle, Endüstri Devrimi sadece teknolojik bir dönüşümü değil, aynı zamanda köklü bir ekonomik, politik ve toplumsal bir dönüşüm sürecine de karşılık gelir.
Böyle bir sistemde artık hüner ve zanaatın çok büyük değeri yoktur. Hüner ve zanaatın yerini doğru zamanda, doğru parçaların üretilmesi ve bir araya getirilmesi almıştır. Endüstri toplumunda bireysel hünerden çok, kitlesel bir organizasyon ve koordinasyon önem kazanır.
Endüstri Devrimi ile birlikte yaşanan dikkat çekici bir diğer gelişme ise kitle iletişim araçlarının toplumun tam merkezine oturacak bir öneme sahip olmaya başlamasıdır.
19. yüzyılın başlarından itibaren yeni teknolojiler kitle kavramı ile birlikte bir anlam kazanmaya başlamıştır. Kitle iletişim araçları kendi kitle kültürünü yaratmış, Endüstri Devrimi ile birlikte yaşanan toplumsal dönüşümün toplum içindeki çimentosunu kitle iletişim araçları atmıştır. Kitle iletişim araçlarının ortaya çıkardığı kitle kültürü ile birlikte, sosyoekonomik dönüşüm süreci büyük bir ivme kazanmış, geleneksel medya hem kapitalizmin doğuşuna hem de yerleşerek gelişmesine önemli olanaklar sağlamıştır.
Endüstri Sonrası Toplum
Endüstri sonrası toplum bilgi üzerine temellenir. Ancak, endüstri sonrası toplumun dönüşümün, bir devrimden çok bir yeniden yapılanma, diğer bir deyişle, eski yapının karakterinde ortaya çıkan bir değişim olduğu iddia edilmektedir. Bu süreçte; ekonomide imalat sektöründen hizmet sektörüne olan dönüşüm, teknolojide yeni bilimsel temelli sanayinin öne çıkışı ve sosyolojik anlamda ise yeni seçkinlerin ortaya çıkışı ve yeni tabakalaşma ilkelerinin doğuşu dikkat çeker.
Avrupa ve Amerika’da yaşanan modernleşme sürecinin ve toplumsal dönüşümün ortaya çıkardığı yeni bir döneme karşılık gelen endüstri sonrası toplumda iş tanımlarında ve sosyal tabakalaşmada anlamlı değişimler olmuştur. İş koşulları bütünüyle değişime uğramış, insan-makine ilişkisinin yerine makine-makine ilişkisi almıştır. Endüstri sonrası toplum, hizmetler üzerine odaklanmıştır.
Bir eş güdümlülük ve organizasyonun varlığından söz edilse de toplumsal ilişkileri daha çok karşılıklı ilişkilere, bir iş birliğine dayandırmak mümkündür. Endüstri sonrası toplum bu nedenle sosyal bir birim olarak bireysellikten çok toplumsal bir iş birliğinin olduğu komünal bir toplumdur. Böyle bir toplum yapısında ilişkiler artık asimetriktir. Bireylerarası iletişimin bağı değişmiştir. Bu kurulan yeni bağ daha çok aracın, yani kitle iletişim aracının özellikleri içinde gelişmiştir. Bireylerarası ilişkiler artık çok değişkenli boyutlardadır. Özellikle hizmet ilişkileri, nesnelerin yönetiminden çok daha zor bir iştir. Bu iletişimde iş birliğinin olabilmesi için katılım bir ön koşuldur. Artık insanoğlunun oynadığı oyun ne doğa ile ne de üretilmiş doğayla oynanan bir oyundur. İnsanoğlu endüstri sonrası toplumda bir toplumsal katılım ve iş birliği gerektiren yeniden üretilmiş hatta yeniden ve yeniden üretilebilen bir doğayla oynamaktadır. Endüstri sonrası toplumun en büyük olanaklarından biri de doğayı yeniden üretebilmesinde, doğayı dönüştürebilmesinde yatmaktadır.
Ağ Toplumu
Ağ toplumu Manuel Castells’in ortaya koyduğu bir kavram olarak günümüz iletişimine dayalı toplumsal yapısını tanımlamak üzere kullanılan bir kavramdır. Ağ toplumunun temel farklılığı, geleneksel iletişim araçları yerine yeni medyayı kullanagelen, yeni medyanın iletişim olanaklarını gündelik yaşamı içine yerleştirmiş ve belirli bir alışkanlık edinmiş olmalarıdır.
İçinde bulunduğu ağ sayesinde birey, küresel bir ağın parçası hâline gelir. Ağ toplumu, geleneksel kitle iletişim araçlarını kullanan bilgi toplumundan farklı olarak, küresel bir ağda aktif bir oyuncu olarak yer alır. Yeni medya kullanıcıları pasif izleyiciler değil, aktif kullanıcılardır. Bu nedenle ağ toplumu edilgen bir yapı göstermez, aktif bir yapı sergiler.
Ağ toplumunda bilgi başka ürün ve hizmetleri üretebilmek için gerekli bir ham madde olarak yer almaz, bunların yanında temel olarak yine bilgi teknolojilerinin gelişmesine katkıda bulunacak bir ön hazırlık olarak vardır. Ağ toplumu, ürettiği teknolojileri kendi gelişimini sürdürmek için kullanır. Ağ toplumunda üretilen tüm değerler sürdürülebilir olmalıdır. Tüm iletişim biçimlerinin temel noktası sürdürülebilirlik üzerinedir. Bu ise yeni medyanın kesintisiz ve çift yönlü iletişim olanakları sayesinde olanaklı bir hâl alır. Yeni medyanın bu kendine özgü olanakları sayesinde, ağ toplumunda üretilen tüm değerlerin yine yeni medya ve benzer enformasyon/üretim teknolojileri kullanarak sürdürülebilir üretim süreçlerine dönüştürülmesi temel hedeftir. Ağ toplumu ile birlikte sadece iletişim sistemi baştan aşağıya yenilenmemiştir, aynı zamanda tüm sosyoekonomik örgütlenme sistemi de köklü bir değişime uğramıştır.
Yeni Medya Düzeni
Yeni medya düzeni kavramı; gündelik yaşamın yeni medya araçları tarafından yeniden şekillendiği ve yeni medya araçlarının da bu yeni yaşam biçimine uyumlu bir şekilde tasarlandığı 2000’li yılların teknoloji ve iletişimine dayalı yeni yaşam biçimlerini tanımlar. Yeni medya düzeninde bu karşılıklı etkileşim çift yönlü süregelmiştir. Teknoloji bir yandan yaşamın ritmini doğrudan etkilerken diğer yandan da teknolojinin gelişim çizgisini dönüşen, değişen, evrilen yeni yaşam biçimleri belirler olmuştur. Bu karşılıklı etkileşim sayesinde teknolojik yenilikler için şirketler yatırım maliyetlerini geri alabilecekleri finansal kaynaklara rahatlıkla erişebilmiş, toplumu oluşturan bireyler ise bir endüstri ürünü olarak satın aldıkları yeni medya araçlarından beklentilerinden fazlasını bularak, gündelik yaşamlarında daha önce sahip olmadıkları yeni
olanaklara kavuşmuşlardır. Yeni medya düzeninin tekno- ekonomik boyutunun olgunlaşmasını sağlayan bu güçlü yapı, bu sektöre yatırım yapan şirketler için önemli bir cazibe merkezi oluşturmuş ve toplumun dönüşüm ivmesini hızlandıran, toplumun tamamını bir ağ toplumu hâline dönüştüren finansal kaynağı da yaratır hâle gelmişlerdir. Bu karşılıklı memnuniyet sarmalından ortaya çıkan sonuç ise sayısal iletişimin olanaklarına sahip olan bireylerin sayısındaki hızlı artış ve bu bireylerin oluşturdukları ağ toplumu ile bu toplumun yarattığı sinerjiden ortaya çıkan yeni yaşam biçimleridir.
Yeni medya içerikleri, geleneksel medyada olduğu gibi belirli profesyoneller tarafından belirli amaçlarla üretilmiş içerikler değildir, aksine kullanıcı tarafından üretilmiş içeriklerdir. Kullanıcı içerikleri ağ üzerinde yayımlanmış olmalıdır. Ağ üzerinde yer almayan fakat kullanıcılar tarafından üretilmiş birçok medya içeriğinin varlığı olasıdır ancak bu içeriklerin bir kullanıcı tarafından üretiliş yeni medya içeriği olarak değer kazanabilmesi için içeriğin bir şekilde yeni medya araçlarından herhangi biri ile paylaşılmış ya da yayımlanmış olması gerekir. Kullanıcı içeriğinin diğer içeriklerden farklı olarak bireyler tarafından yaratıcı bir efor sonucunda ortaya çıkarılmış olması gerekir. Ortaya çıkan içeriğin ilk çıkış noktası özgün olmayabilir. Daha önce var olan bir medya metni kullanıcı tarafından yeniden işlenmiş ve yeni bir medya içeriğine dönüştürülmüş de olabilir. Buradaki belirleyici farklılık, medya içeriğinin bütünüyle biricik olması değil, ilk çıkış noktası özgün olmasa bile, içeriği üreten ya da yorumlayan kullanıcının kendi yorumunu ortaya koyabilmesidir. Çünkü bu süreç içinde medya içeriği ilk bağlamından koparak, kullanıcının ona kazandırdığı yeni bağlama devşirilir. Bu süreç içerisinde kullanıcının medya içeriğine yaptığı dokunuş, bu içeriği kullanıcı üretimi bir içerik hâline sokar. Profesyonel rutin ve uygulamalar dışında amatör bir üretim biçimi, kullanıcı içeriğinin olmazsa olmaz kurallarından biridir. Bu süreç içerisinde kullanıcının ürettiği içerikten para kazanmak gibi profesyonel bir beklenti içinde olması, üretilen ürünü bir kullanıcı içeriği olmaktan çıkaracaktır. Kullanıcı içeriğinin üretilmesindeki temel motivasyon nedenleri kişilerarası iletişim kurma, ün ve prestij kazanma, bireyler tarafından kabullenme, tutku, kendini ifade etme isteği, var olma mücadelesi gibi nedenler sayılabilir. Bu nedenler dışındaki tüm maddi çıkar sağlamak üzerine kurulmuş profesyonel beklentiler, üretilen içeriği kullanıcı içeriği tanımı kapsamında uzaklaştıracaktır.
Yeni Medya ve Çalışma Hayatı
Günümüz ekonomisini dönüşüme zorlayan dinamikler arasında küresel erişim olanaklarının artması ve ağ teknolojisinin gelişi ile ortaya çıkan örgütsel yapıdaki dönüşümlerin de önemli rolü vardır. Tüm bu süreçleri enformasyon teknolojisi devrim başlığı altında toplamanın temel nedeni de budur.
2000’li yıllarda ortaya çıkan “yeni ekonomi” kavramı da tıpkı yeni medya gibi ortaya çıkan köklü bir dönüşümü vurgulamak için kullanılır. Bu köklü değişimin temellerinde ise bilgiye dayalı üretim süreçleri, sayısallaşma, ağ bağlantılı yapı, kolay ve hızlı erişim, küresel eş zamanlılık gibi kavramlar yer alır.
Ağ toplumunun ekonomik yapılanmasında dikkat çeken ilk unsur teknoloji bağımlı bir ekonomiye dayalı olmasıdır. Küresel ya da yerel ekonomilerin sağlıklı işlemesi için teknolojik olanakların kullanımı bir gereksinimden çok, bir bağımlılık şeklindedir. Bu bağımlılığın sacayaklarını da bilgi, teknoloji ve bu olanakların yönetime aktarılma kapasitesi, yani işlenebilme becerisi oluşturur. Şirketler için bilgi ve teknolojinin işlenmesi bazı konularda önemli fırsatları da beraberinde getirmiştir. Endüstri sonrası toplumunun önemli kavramlarından biri olan verimliliğin yerini, kârlılık ve şirketlerin stok değerlerindeki artışın alması bunlardan biridir. Yine yeniden yapılanan şirketlerin rekabet gücü ve bu gücün enformasyon teknolojileri sayesinde hızla test edilebilmesi olanağı bilgi teknolojileri sayesinde gitgide kolaylaşmıştır.
Küresel ekonominin dengelerini oluşturan ve yön veren iki önemli sektör dikkat çekicidir; bu sektörler enformasyon teknolojisi ve finans sektörleridir. Enformasyon devrimi, finans sektörünü küresel bir boyuta taşımış, finans maliyetleri azalmış, finans sektörü ile yatırımı arasındaki engeller ve aracılar ortadan kalkmıştır. Tüm bunların ötesinde enformasyon teknolojileri ile birlikte sadece finans sektöründe değil, tüm şirket yapılanmalarında önemli bir yapısal dönüşüm göze çarpmaktadır. Bu ise dikey yapılanmadan yatay yapılanmaya geçiş olarak tanımlanabilir. Bu dönüşüm sürecini tanımlayan temel ögeler; sürecin etrafında örgütlenme, merkezle uyumlu ancak merkezden bağımsız bir yapı, kendi kendini yönetebilen yatay bir hiyerarşik düzen, daha güçlü bir ekip yönetimi, performansa dayalı ödüllendirme sistemi, müşteri ve tedarikçilerle daha güçlü bir iletişim, yaşam boyu eğitim ve tüm bu süreçler için temel olan sürdürülebilirlik ilkeleridir.
Yeni Medya ve Toplumsal Yaşam
Toplumsallaşma, bireyin içinde doğduğu topluma adaptasyonu, bu toplum içinde yaşamını sürdürebilmek için kendine özgü bilgi ve beceriler kazanarak, toplumun bir parçası olabilmesi sürecidir. Tüm bu süreçler, insanı biyolojik bir varlık olmaktan çıkararak, toplumsal bir varlığa dönüştürür. Bu süreç içinde toplumsal değer ve normları öğrenmesi, içinde bulunduğu toplumun bir parçası hâline gelebilmesi, insani değerler kazanması gibi temel ögeleri içerir. Toplumsallaşma sürecinde birey, topluma ait değer ve normları öğrenir.
Toplumsallaşma süreçleri, birincil ve ikincil toplumsallaşma kavramları ile ifade edilebilir. Birincil toplumsallaşma; insanoğlunun çevresine ayak uydurmak için gereksinim duyduğu hayat ve dünya bilgisinin de temellerinin atıldığı döneme karşılık gelir. Birincil toplumsallaşma sürecinde bireyin dünyasına uyumunun esasları ortaya konur ve bireyin yaşamını doğru şekilde sürdürebilmesi için yerine getirmesi gereken görev yapılanır. İkincil toplumsallaşma ise bireylerin toplum içindeki yerlerinin pekişmesinde önemi olan kurumsal alt dünyaların özümsenmesine karşılık gelir. Bir bakıma ikincil toplumsallaşma, özümsenmiş alt dünyalar ile bireyin ilişkisi tarafından yapılanır. İkincil toplumsallaşma sürecinde bireyin toplum içinde değişen rollerine karşılık geliştirdikleri farklı davranış biçimleri yer alır.
Sosyal ağlar, kişilerin bireysel özelliklerine göre kendi profillerini oluşturabildikleri, oluşturdukları profiller ile kendi bireysel ilişkilerini sürdürebildikleri, aynı zamanda hem bir birey hem de bir grup üyesi olarak iletişimlerini yapılandırabildikleri hem bireysel hem de kitlesel iletişim ortamlarını kullanıcılarına sağlarlar. Bireylerin bilgisayar başında geçirdikleri sürenin artması ve sosyal ağlara erişim olanaklarının taşınabilir aygıtlar ile de gerçekleştirilebiliyor olması, 2000’li yılların en önemli toplumsallaşma ögesinin sosyal ağlar olacağını göstermektedir. Öyle ki günümüz iletişim etkinlikleri dikkate alındığında, sosyal ağlar üzerinden gerçekleştirilen anlık mesajlaşma, haber alma, öğrenme, paylaşma, kamuoyu yaratma, tepki oluşturma gibi etkinliklere sağladığı olanaklardan dolayı sosyal ağların gelecek yüzyılın en önemli iletişim ortamları hâline geleceğini göstermektedir.
Yeni Medya ve Bireylerarası İletişim
Yeni medyanın bireysel iletişim süreçlerine etkisi aşağıdaki ifadeler ile sıralanabilir:
• Bireysel iletişim süreçlerindeki zaman-mekân sınırlılıklarını ortadan kaldırmıştır. Daha önce uzaktan iletişim belirli sınırlılıklar içerisinde gerçekleşebilirken yeni iletişim araçları zaman-mekân sınırsız iletişim olanaklarını kullanıcılarına sunmuştur.
• İletişim araçlarının olanaklarının çeşitlenmesine yol açmıştır. Yeni iletişim araçları bünyelerinde birden fazla iletişim olanağını barındırdıkları için gerektiğinde bir kitle iletişim aracı, gerektiğinde ise bir bireysel iletişim aracına kolaylıkla dönüşebilmekte, bireylere iletişimin boyutları konusunda farklı taleplere karşılık verebilecek özellikleri de sunabilmektedir.
• Bireysel iletişim olanaklarının artmasıyla birlikte, bireylerin gündelik yaşamları içinde alıp verdiği ileti sayısı ve iletişimde bulundukları kişi sayısı ile süresi artmıştır.
• Bireylere iletişim ihtiyaçlarına göre bir araç içinde farklı iletişim ortamları seçenekleri sunabilmiştir. Yeni medya araçları tümleşik araçlardır ve yeni medyanın karakteristiğinde yöndeşme olgusu vardır. Bu ise yeni medya araçlarından herhangi birisi için üretilen içeriğin diğer yeni medya ortamlarına rahatlıkla taşınabilmesi, işlenebilmesi ve yeniden yorumlanabilmesi anlamını da taşır. Yeni medya kullanıcılarına bir araç içinde toplanmış farklı iletişim ortamlarından herhangi birini, herhangi bir nedenle seçebilme olanağını tanır.
• Gerçek yaşamlarında herhangi bir gruba üye olmayanlara, çevrim içi bir gruba dâhil olabilme olanağını sağlamıştır. Bunun en çarpıcı örnekleri çevrim içi cemaatlerdir. Çevrim içi cemaatler, bir amaç uğruna, belirli ortak noktalar üzerinden yeni medya ortamlarından biri ya da birkaçında bir araya gelen ve çevrimiçi iletişim süreçleri dışında başka bir etkinlik gerektirmeyen kullanıcı gruplarıdır. Bu gruplarla iletişim içinde bulunmak için sadece belirlenmiş olan ortak yeni iletişim platformunda yer almak ve diğer üyelerle iletişim içinde bulunmak yeterlidir. Gruba ait konu başlıkları zaman zaman değişim gösterse de bireylerin bu tür cemaatleri tercih etmelerinin en önemli nedeni ise toplumsallaşma süreçlerini sürdürebilmektir.
• Bireyleri anonim kimlikler hazırlayıp bu anonim kimliklerin sağladığı mahremiyet duygusu içinde gerçek hayatta konuşamadıkları konuları konuşabilir, söyleyemedikleri sözleri söyleyebilir hâle getirmiştir. Geleneksel medya, anonim kimliklere izin vermez. Geleneksel medyada anonim kimlik temsili en fazla “ismini vermek istemeyen izleyici” olarak yer alabilir. Oysa 2000’li yılların insanı için yeni medyanın en temel varlık nedeni, gerçek hayatta konuşulamayanı konuşabilmek, tartışamadığını tartışabilmektir. Yeni medyanın anonim kimliğe izin veren yapısı, bireylerin yeni medyada kendi gerçek kimlikleri ile değil, sahte düzmece kimliklerle de yer alabilmelerini sağlar. Bireyler anonim kimlikler sayesinde gerçek hayatta ortaya koyamayacakları iletişim süreçlerini yeni medya aracılığı ile yaşarlar.
• Toplum tarafından dışlanabilen, ötekileştirilebilen, radikal olarak tanımlanan kişi ve gruplara sözlerini söyleyebilecekleri ortamlar oluşturmuştur. Yeni iletişim ortamları herkese tüm olanaklarını eşit bir şekilde sunar ve geleneksel medyanın denetlenebilir yapısına karşın, tek bir merkezden denetimi ve yönetimi neredeyse imkânsız kılan bir yapıdadır. Olası tüm sansür, engelleme, yayın durdurma faaliyetlerine karşın geliştirilebilecek binlerce yeni yöntemi kendi içinde barındırır. Bu nedenle yeni medya kullanıcılarına, gerçek anlamda sansür uygulanabilmesi, yani ileti ile izleyicinin arasına engelleyiciler konulabilmesi oldukça zor olan bir iletişim ortamı sunar. Engelleme amacı ile yapılan her türlü etkinliğe karşın, iletiye ulaşabilmek için yüzlerce farklı yöntemi ve çözüm yollarını bünyesinde barındırır. Kullanıcı gerçekten iletiye ulaşmak isterse ulaşır.
• Sosyal ağlar sayesinde bireylerarası statü farklarını sıfırlamış, herkesin eşit olduğu bir iletişim platformu oluşturmuştur. Sosyal ağlar hiyerarşik örgütleme biçiminden bağımsız, eşitlikçi bir yapı içinde gelişir. Sosyal ağda paylaşılan bir fotoğrafa, 12 yaşındaki yeğeninizle 65 yaşındaki patronunuz aynı oranda yorum yapma, yeniden paylaşma ya da engelleme hakkına sahiptir. Yeni medya, ileti gönderebilecek araçlardan birine sahip olan ve çevrim içi olabilme
olanağını edinen herkes için eşit koşullar sunar. Herkesi eşit düzlemde buluşturan en önemli gereksinimi ise bireylerin çevrim içi olabilmeleri için gerekli olan yeni iletişim araçlarından herhangi birine sahip olabilmeleridir.
• Sosyal ağların “kullanıcı içeriğine” dayalı yapısı ve her kullanıcının eşit olarak yer alması, geleneksel medyanın ürettiği popüler kültürden farklı bir kitle kültürünün oluşmasına yol açmıştır. Geleneksel medyanın aksine yeni medya kendi “ünlülerini” yaratır ve bu ünlülerin geleneksel medyada olduğu gibi herhangi bir artistik yeteneğe sahip olması gerekmez. Yeni medya ünlülerinin en büyük meziyetleri yeni medya ortamlarını etkin bir şekilde kullanma becerilerine sahip olmalarıdır. Yeni medyanın ürettiği popüler kültür de geleneksel medyadan farklıdır. Geleneksel medyada üretilen popüler kültür içerikleri tek bir kanaldan izler kitleye kitle iletişim araçları tarafından iletilir. Aynı anda, aynı iletiye maruz kalan izler kitle, herkes tarafından gelir geçer bir ortalama beğeni ve farkındalık oluşturur. Tek bir kullanıcıya bağlı olarak gelişen popüler kültür ögeleri geleneksel medyayı bir kitle kültürü üreticisi konumuna sokar.
Dijital Yerliler-Dijital Göçmenler
İnternet, bilgisayarlar, cep telefonları ve benzerleri yeni kitle iletişim araçlarını kullanarak büyüyen nesil, dijital yerli olarak tanımlanır. Bu nesli diğerlerinden ayıran fark,
80 sonrası dijital devrimden sonra doğmaları ve kendilerini bildiklerinden itibaren dijital teknolojilerin içinde büyümüş olmalarıdır. Analog bir dünyaya doğan ve analog teknolojileri kullanarak büyüyen kişiler ise dijital göçmenler olarak tanımlanır.
Dijital yerliler bilgiye en hızlı şekilde ulaşmak isterler. Bu süreçte önemli olan bilgiye ulaşmak değil, gerekli bilgiyi Internet ve benzeri bilgi çöplüğü içinde arama yöntemlerini bilmek, gereksiz bilgiler arasından temizlemek ve işlenebilir hâle getirmektir. Bilginin temelinin, nereden geldiğinin, kim tarafından üretildiğinin fazlaca bir önemi yoktur. Gerekli zamanda ve gerekli yerde doğru bilgiye en hızlı şekilde ulaşmak temel amaç hâline gelir. Bu süreç içinde, kopyalama-yapıştırma yeniden işleme gibi tüm yöntemler, bilginin işlevsel hâle getirilmesi için tercih edilebilecek yöntemler arasındadır.
Dijital göçmenler için bilgiyi bulmak kadar seçip işlemek, bilgiyi üretmek kadar anlamlıdır. Çünkü bilgi, ağ ortamında yer alan milyarlarca bilgi yumağı içinde harmanlanmış bir şekilde durmaktadır. Bilgiyi arama yöntemleri ve ulaşma süreçleri en az bilgiyi üretmek kadar beceri gerektirir. Bu nedenle dijital göçmenler doğrusal okumalar yerine, parçalı, kesintili okumaları tercih ederler. Ağ ortamının hiper metine dayalı yapısına uygun bir bilgi toplama pratiği geliştirmişlerdir. Kapsamlı metinler yerine, kapsülleştirilmiş cümleleri tercih ederler. Hatta metin yerine grafik anlatımı, görsel ifadeleri yeğlerler.