Home » Tarih » Endülüs » LA GALİBE İLLELLAH: Allah’tan başka İlah yoktur. Endülüs notları (1), İlber Ortaylı

LA GALİBE İLLELLAH: Allah’tan başka İlah yoktur. Endülüs notları (1), İlber Ortaylı

(Milliyet, 15 Kasım 2005)

Bir yerde kendine özgü ulusal renkler ve hayat biçimi kaybolursa, ulusçu laf ve tavır artar. Sevilla’da, Kurtuba Camii’nde bunu yaşadım.

Genellikle sizden evvelki müşterinin kahve veya restoran masasına bıraktığı urcufeyi pek kaldırmazlar. Bu sefer de öyle, biz gelip oturduk diye garson lütfen temizlemeye yanaşıyor ve “Burada başka yerden aldığınız dondurma yenmez” diye haşlıyor. Haklı ama kaba. 1970’lerin hatta 1980’lerin İspanyol nezaketi ve efendiliği kaybolmuş; Sevilla sokakları at çişi kokuyor. 10-15 adet faytonun cürufunu temizlemiyorlar.

Ekimin son günü Sevilla’nın yerli halkı yoğun bir Halloween partisi yaşıyordu. Sokaklar gençlerden geçilmiyor. Eski İspanya ile alakası olmayan bir hava ortalığı sarmış. Bir yerde kendine özgü ulusal renkler ve hayat biçimi kaybolursa, ulusçu laf ve tavır artar. Kurtuba Camii’nde bunu yaşadım. Pazar günü bu ünlü Emevi camisinin her tarafı kordonla kapatılıyor, sadece sütunlar ormanının ortasındaki katedral açık. Ve caminin ünlü mihrabını görmek şöyle dursun; sütunlar ormanının mistisizmine kapılmamaya dikkat etmelisiniz. Sırtını katedrale ve şapele çevirme diyorlar. Şarlken’in Kurtuba Camii’nin ortasındaki sütunları kırdırıp bu ünlü anıtın simetrisini yok etme pahasına yaptırdığı katedrali kendisinin bile beğenmediği malum. Ortaya çıkan şey yıkılan şeye değmeyecek bir yavanlık. Açıkça görülüyor ki Ayasofya’nın müze yapılarak medeniyetin ortak mirasına dahil edilmesinin dünyada hiçbir örneği yok. Bu işleme sahip çıkmalıyız ve bazı zevatın burada gösterişli kutsamalarda bulunması gibi eylemlere müsaade etmemeliyiz.

Aynı kaderi paylaştılar

Granada’da ünlü Elhamra Sarayı’nda bir zamanlar kiracılar bile oturmuş ve sarayın yanı başına bir İspanyol Alkazar’ı yani Elkasrı inşa edilmiş. Bugün Elhamra Sarayı bir müze; tabii ki Topkapı Sarayı gibi değil ama bütçesi onun birkaç misli… Duvardaki “Peygamberler” tablosu klasik bir eserdir ve Rönesans’ın İspanya’da Hıristiyanların reconquista’sından önce başladığını gösterir. İspanyol Rönesans’ı Endülüs’ü gölgede bırakmak isteyen bir kavram… Bu Rönesans, Toledo ve Sevilla’da olduğu gibi, Batı Akdeniz’de İber Yarımadası’na kuzey üsluplu gotik katedrallerle geldi.

Bu yeniden fetih döneminde Toledo katedralinde bir Mozarap şapeli yapıldı; tamamen Doğu Emevi üslubunda kaplanan mozaikleri Arap-Bizans tarzında… Mozarap dediğimiz Arapça musta’rib yani Araplaşmış sözünün bozulmasıyla ortaya çıkmış bir kelime. Tamamen Hıristiyan olan Vizigotların çocukları Emevi medeniyetini o kadar benimsedi ki Arap şiiri, süsleme sanatları, ilmi ve Kuran tefsirine bile giriştiler. O tarihte Sevilla piskoposu olan İzidor, “Gençlerimiz Latince bir ‘pater noster’ duası bile okuyamıyorlar ama Kuran tefsiri ve Arap edebiyatı ile derinlemesine meşgul oluyorlar” diye şikayet ediyordu.

Emevi İspanya’sında yani Endülüs’te Yahudi ve Müslümanlar devlet idare ediyor, birlikte felsefe yapıyor, hekim oluyorlardı. Hatta sonraki yobazlığın karşısında Yahudi Maymonides (İbn Meymûn LŞ) ve Müslüman İbn-i Rüşd gibi aynı kaderi paylaşmışlardır. Birisi Mısır’a tıp ilmini götürdü, öbürü Fas’a filozof olarak sığındı. 12’nci yüzyıldan önceki parlak medeniyet Kuzey Afrika taassubuyla sarsıldı. Ondan sonra ne Avrupa ne Asya’da böyle Hıristiyan-Yahudi-Müslüman işbirliği ve diyalogunun yarattığı bir medeniyet görüldü.

En güzel Müslüman eseri

Bir süre sonra Endülüs Müslümanlarını yenip Sevilla (İşbiliye), Toledo (Tuleytula), Garnata (Granada) gibi şehirlere yeniden yerleşen Hıristiyan fâtihler dahî bu âdete uydu. Granada yahut Garnata, İbranice “tepeler” kelimesinden geliyor. Ve Araplar da ilk zamanlar Kernata el Yahud diye isim vermişlerdi. Garnata tepelerine saray inşa edildi. Bunun gibi Sevilla’nın yeni Hıristiyan hakimi II. Ferdinand ve halefi zalim Pedro kendi sarayını inşa için Müslüman şehirlerden ustalar getirtti. Bugünün İspanya’sında Sevilla Sarayı, yani Alkazar’ı en güzel Müslüman eseridir.

Doğrusu ya, Endülüs’te Kastilyalı İzabel ve Aragonlu Ferdinand’ın şehri alırken Hıristiyan olmayanlara verdikleri sözü unutup Yahudi ve Müslümanları yok etmelerine kadar iki taraf arasında bir kültürel saçaklaşma söz konusuydu. Tıpkı Bizans döneminde Üsküdar’daki Türklerin kayıklarla karşı tarafa gidip gelmesi gibi; Endülüs’te de sekiz yüzyıllık İslam dönemi boyunca renkler devam etmişti.

15’inci yüzyıldaki sürgün ve engizisyon ise İspanya’yı bilgili ve becerikli iki halktan, yani Yahudiler ve Müslümanlardan mahrum etti; fakirleşme ve üretim düşüklüğü İspanya’yı girdaba sürükledi. Bu konuya devam edeceğiz.

Asya ve Avrupa’nın Endülüs’te yeniden buluşması, Nazif Gürdoğan, Yeni Şafak Gazetesi, 26 Mart 2006

Avrupa’nın yirmibeş ülkesi arasında sınırların ortadan kaldırılarak, ortak para birimine geçilmesi, Endülüs ve Osmanlı döneminde olduğu gibi, Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudileri, insanlığın yitirdiği bilgi ve hikmet hazinelerini yeniden bulmak için, birlikte çalışmaya zorluyor. Nüfusu az ve ekonomik gücü büyük Avrupa ülkeleri, nüfusu çok ve ekonomik gücü zayıf Asya ülkeleriyle işbirliği yapmadan, varlıklarını koruyacak entellektüel zenginliğe ulaşamazlar.

Yirmibirinci yüzyılda İslam ve Batı dünyası, Endülüs ve Osmanlı’da en güzel örnekleri verilen, üç büyük peygamberin izleyicilerinin gerçekleştirdiği, çokkültürlü ekonomik ve siyasal yapıyı bugüne taşıyarak, bütün dünyanın yararlanacağı bir model ortaya koymalıdır. Endülüs’te geliştirilen bilgi ve hikmet hazineleri, Avrupa Rönesansı’nın en büyük ve en önemli kaynaklarından biri olmuştur. Avrupalılar tarihin en kapsamlı kaynak transferlerinden birini, Endülüs’ten yapmışlardır.

Hafta sonunda Burç Fm’in Türkler’in yaşadığı her coğrafyada, ilgi çekmesini başaran “Mavera Sohbetleri” programında, İslam medeniyetinin Avrupa topraklarında açan binbir renkli çiçeği Endülüs’ün “Avrupa Birliği”ne örnek olması gereken değerlerini konuştuk. Dr. Hüseyin Yorulmaz’ın yönettiği programda Prof. Dr. Bekir Karlığa ve ben gördüğümüz Endülüs’ten izlenim ve değerlendirmelerimizi anlattık.

Programa Prof. Dr. Sadettin Ökten ve “Reconquista” isimli çalışmasıyla Endülüs’teki Müslüman ve Hristiyan birlikteliğinin tarihini araştıran Dr. Lütfi Şeyban telefonla katıldılar. Programın değişmez konuğu Erdem Bayazıt, Salih bin Şerif’ten Sezai Karakoç’un Türkçeleştirdiği “Endülüs’e Ağıt”ı ile birlikte Yahya Kemal’in “Madrid’de Kahvehane” şiirini okudu.

Mısır, Mezopotamya, Yunan, Roma, İslam ve Batı kültürleri, insanlığın bilgi ve hikmet birikiminin ana kaynağı, büyük peygamberlere verilen “Kutsal Kitaplar”dır. Sezai Karakoç’un “Fizikötesi Açısından Ufuklar ve Daha Ötesi” isimli üç ciltlik kitabında vurguladığı gibi: “Medeniyet temelde tektir.” Bu bağlamda, çağlar içinden süzüle süzüle bugüne kadar gelen, bütün insanlığın ekonomik, siyasal ve kültürel birikimi, kutsal kitaplarda anlatılan “Yitik Cennet”i bulma gayretidir.

Asya ile Avrupa arasında ilk insandan bugüne sürekli bilgi, hizmet ve ürün alışverişi olmuştur. Asya kutsal, Avrupa mitolojik kültürün vatanıdır. Kültürün metafizik boyutunu Asya, fizik boyutunu da Avrupa simgeler. Asya ve Avrupa’nın olduğu kadar bütün dünyanın geleceği, normatif ile kutsal kültür arasında, birbirini dışlamadan, güçlü olduğu kadar da sağlıklı bir ortaklık kurulmasına bağlıdır. Bunun için de, yeniden Asya ile Avrupa’nın Endülüs’te elele vermesi gerekir.

Endülüs’te Hz. İbrahim ortak paydasında buluşan üç peygamberin bağlıları, normatif ve pozitif alanda, geçmişte eşi ve benzeri görülmedik düşünce ve eylem zenginliği ortaya koydular. Onlara felsefe, bilim ve sanatta yol ve yön gösteren kutup yıldızları, kutsal kitaplardı. Endülüs insanlığın düşünce ve eylem birikiminin Avrupa’ya aktarılma merkezi oldu.

Dünyanın yaşanır kılınabilmesi için, yalnızca İspanya’da değil, bütün Asya ve Avrupa ülkelerinde yeni “Endülüs”ler oluşturulmalıdır.