Eğer her gün takip ettiğiniz haberlere dikkatle bakarsanız, bugün dünyamızda gerçek bir empati yoksunluğu ve krizi yaşandığını görürsünüz. Peki eğitimde durum farklı mı?
Pek çok eğitimci tarafından çok eleştirilen Amerikan eğitim sistemi standartlarının (Common Core) baş mimarı David Colemen bir demecinde “Büyüdüğünüzde, ne hissettiğinizin ve ne düşündüğünüzün kimsenin zerre kadar umurunda olmadığını fark ediyorsunuz” dediğinde, tasarladığı programla nasıl bir nesil yetiştirmek istediğinin ipuçlarını da vermiş oldu.
Başta Amerikan eğitim sistemi olmak üzere pek çok eğitim sistemi, saplantılı bir şekilde öğrencileri birbirleriyle kıyaslayarak ölçme konusunda sürekli reformlar ve değişiklikler yapıyor. Üstelik bunu, öğrencilerin başkalarına değer verme becerilerini ve eğilimlerini en üst düzeye çıkarmak için okulların her zamankinden daha fazla çaba göstermesi gereken bir çağda yapıyorlar.
Sınavlar ve testler sadece özel ve birbirinden ayrı becerileri ölçebilirler. Oysa testlerle ölçülemeyen çok daha önemli ve gerekli beceriler var. Psikolog Daniel Goleman’ın söylediği gibi “Eğer elinizde duygusal becerileriniz yoksa, eğer sizi strese sokan duygularınızı yönetemiyorsanız, eğer empatiden yoksunsanız ve etkili ilişkiler kuramıyorsanız, o zaman ne kadar zeki olursanız olun hayatta çok da ileri gidemezsiniz.”
Peki, tüm bu ölçme ve değerlendirme testleri, öğretmenlere daha fazla sorumluluk verecek şekilde tasarlansa ve geliştirilseydi sonra da öğrencilerin becerileri çok daha güvenilir bir şekilde ölçülseydi daha iyi olmaz mıydı?
Eğitim liderleri, “uyduruk” bilimsel yöntemleri kullanarak, bu güvenilmez değerlendirmelerdeki öğrenci puanlarına bakarak öğretmenlerin niteliğini ve etkinliğini güvenilir bir şekilde ölçebileceklerini iddia ediyorlar. Acaba bu değerlendirmeyi yapanlar, öğrencileri testlere hazırlayan ve onları testler için eğiten “çok etkili” öğretmenlerin belki de iyi öğretmenler olmayabileceklerini hiç hesaba kattılar mı?
Eğer bir eğitim sisteminde testler, öğrencilerin becerilerini ve öğretmenlerin niteliğini ölçmek için kullanılıyorsa, sınıflardaki dersler de öncelikle çocukları bu sınavlara hazırlamaya yönelik kesin ve standart bilgilerin öğretilmesine odaklanır. Öğrencilerin davranışlarını ve duygularını yönetmeyi öğrenmelerine yardım etmelerini sağlayacak çalışmalara ve deneyimlere ise yer vermez.
Sınıfta geçirilen zamanın gereğinden fazlasını, üniversite için “doğru yolda” olduklarını ailelerine garanti etmek adına çocukları eğitmeye ve test etmeye adıyoruz. Oysa pek çok öğrenci insanlarla bağ kurma konusunda sosyal ve duygusal beceri eksikliği yaşarken, sınıflarda zamanın çoğunu sadece kitaplara bağlı kalacak şekilde ders anlatarak geçirmek hiç de akıllıca değil.
Örneğin Amerikalı öğrenciler Dr. Martin Luther King’in konuşmalarını satır satır analiz etmeye daha az zaman ayırırken; onun empati, hizmet ve adaletle ilgili fikirlerini hayata geçirmek ve onurlandırmak için gönüllü toplumsal hizmetler yapmaya daha fazla zaman ayırmalılar.
Gerçek eğitim reformu, değişim yaratan, iyi kararlar alan ve sağlıklı risklere giren insanlaryetiştirmeye odaklanmalıdır, kitaba bağımlı düşünen ve çoktan seçmeli test uzmanı insanlar eğitmeye değil.
Öğrencilerin üniversiteye ve gelecek kariyerlerine hazır olmaları için gösterdiğimiz onca çabanın içinde, onları cesarete ve şefkate hazır vatandaşlar olarak yetiştirmenin önemini de unutmamalıyız.