Ortaklık Kulturunun Farklı Boyutları Bölüm4
A- Sahiplik Boyutu
1- Ortaklık Bilinci veya Bilinçli Ortaklık
Bilinç kavramı her hangi bir işin o işe ait bilgiye vakıf olarak yerine getirilmesiyle ilgilidir. Bilinçli olmanın faydası, bilerek ve farkında olarak bir işe kalkışma, bir yetkiyi kullanma veya bir sorumluluğu üstlenmeye imkân vermesidir. Bilinç farklılığının etkililiği artırması elbette ki kaçınılmaz sonuçlardan birisidir. insanların aynı şuur seviyesine sahip olmaları beklenemez. Bilgi seviyesi, eğitim durumu, dini inançlar, değer yargıları, çevresel etkenler, yaş, tecrübe, demografik farklılıklar vs. gibi onları birbirlerinden farklı kılan her unsur bilinç farklılıklarını da beraberinde getirir. Bilinç farklılıkları ise, insanın iç ve dış dünyaya ait yargılamalarının temelini oluşturur. Faaliyetlerinin şu veya bu şekilde olmasının temelini meydana getirerek, sonuçları azâmi derecede etkiler. Bu nedenle insan bilinci sadece çevresinden haberdar olabilme sığ anlamını çağrıştıran bir durum değildir. Bilinçlilik bu yüzden karşı karşıya olduğumuz her meselede uygun olanı zamanında ve gerektiği gibi yapma düşüncesini hatırlatır. Bilinç kavramından ortaklık bilincine geçişte dikkat etmemiz gereken en önemli husus, tek boyutlu bir bilinçliliğin, başka bir ifadeyle bir meseleye ilişkin var olması gereken bilinç düzeyinin sadece bir kısmının gerçekleşmesinin çeşitli sorunlar doğuracağının bilinmesinin gerektiğidir. Sadece ekonomik verimlilik artışı sağlamak veya tek başına gerçekleştiremediği amaçlarına başkaları vasıtasıyla ulaşmak maksadıyla gerçekleştirilen bir ortaklığın, ortaklığın gerektirdiği diğer hususlardan yoksun olması durumunda çeşitli zafiyetler ve aksaklıklar doğuracağı kesindir. Bu nedenle ortaklık bilincinin tüm boyutlarıyla algılanıp ortaklığa yansıtılması gerekir ki, ortaklığa ilişkin uygulamalarda ortaya çıkacak sorunlar azaltılmış olsun. Bir ortaklığın neleri gerektirdiğinin bilincinde olarak gerçekleştirilen ortaklı kların bilinçli ortaklıklar olduğunu söyleyebiliriz. Bir ortaklığın neleri gerektirdiği ise, kapsamlı bir ortaklık kültürü bilgisine sahip olmayı zorunlu kılar. Ortaklıkları tehdit eden en önemli faktör olarak gördüğümüz bu husus, özellikle ülkemizde sağlıklı ortaklıkların kurulamamasının temel sebebi olarak ifade edilebilir.
Ortağı veya ortaklarıyla daha fazla kazanacağı ümidini taşıyan herhangi bir ortak, bunun nasıl gerçekleştirileceğine dair yeterli bilgi ve kurum kültürü haline gelmiş kabullere sahip olmayınca, ciddi ve yıkıcı sıkıntılarla karşılaşılmaktadır. Ortaklar arasında doğan küçücük bir ihtilaf bile yıkıcı olabilmekte, kolektif davranış alanı oluşturan normların ve uygulamaların olmayışı veya yetersizliği dolayısıyla şirketlerin hayatı sona erebilmektedir. Bu durumun doğurduğu zararlar ve ekonomik kayıplar telafisi mümkün olmayan toplumsal yaraların da başlangıcı olabilmektedir. Bu yüzden diyebiliriz ki, ortaklık bilincine sahip olmayanların, bilinçli bir ortaklığın kurucusu olmaları imkansızdır. Bilinçli bir ortaklık ise, yapılan işin ve işletmeciliğin bilimsel gereklerinin ve ölçülerinin yeterli derece bilinmesine bağlıdır. Sadece ortak olmaları gerektiğine inananların bu inancı başarılı bir ortaklık oluşturmalarına asla yetmez. Güçlü bir sinerji meydana getirebilmek için ortak olunması gerektiği kadar, ortaklığın nasıl yapılacağı ve ilanihaye başarılı kılınabileceğinin de bilinerek gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bu özelliğe sahip olmayan ortaklıkların kuruluştan kısa bir zaman sonra dağılıp ortadan kalkması ülkemizin en önemli problemlerinden biridir. Böyle bir sonuç sadece o ortaklığın unsurlarına zarar vermekle kalmamakta, aynı zamanda durumdan haberdar olanların ortaklık yapmaya ilişkin olumlu düşüncelerini de olumsuza çevirebilmektedir. Bu gün toplumumuzda halk arasında kullanılan “kardeşinle bile ortak olmayacaksın” sözünün izahını başka türlü yapmak mümkün değildir. Bu düşüncelerden hareketle, başarılı ortaklığın ancak, ortaklık yapmaları gerektiği bilincine sahip insanların, bilinçli ortaklık nasıl olur sorusunu aynı dili konuşarak cevaplandırmalarıyla kurulabileceği sonucuna ulaşmak zor değildir. Ortaklık bilinci ve bilinçli ortaklık, aynı amaç etrafında bir araya gelenlerin başarı düzeylerinin anahtarını oluşturan ve bir birini tamamlayan iki önemli boyuttur. Kurulan ortaklığın diğer insanlarda uyandırdığı ilk intiba, sahipliğin tek olmadığı yönündedir. Bu ise bir işletmenin veya şirketin birden fazla sahibinin olduğunu vurgular. Tek sahipliğin olduğu bir durumda şirket sahibi, faaliyetlere ait karar ve uygulamalarında bağımsız ve istediği gibi hareket etme imkânlarına mâlik olduğu için, doğru veya yanlış, yapılan işlerin gelişme süreçleriyle ilgi olarak herhangi bir çatışmaya girme veya karar alamama durumuyla karşı karşıya olmayacaktır. Oysa birden fazla ortağın söz sahibi olduğu bir organizasyonda durum böyle değildir. Orada her an bir ters davranma, farklı karar alma veya alınmış bir kararın uygulanmasıyla ilgili görüş ayrılıklarına düşüp çatışma ihtimali mevcuttur. Çatışma ve farklılıkların meydana getireceği zarar ancak ortakların ortak bir dil etrafında birleşip uygulama dilini de aynı kılabilmeleriyle engellenebilir.
2- Ortaklık ve Akrabalık ilişkisi
Ülkemiz işletmecilik yapısında aile işletmelerinin ağırlığı büyüktür. Kobilerin %98’ ine yakınının aile işletmesi olduğu bilinmektedir. Bu gerçek birden fazla aile üyesinin sahibi bulunduğu aile işletmelerinde ortaklık-akrabalık ilişkisini gündeme getirmekte ve durumu biraz daha zorlaştırmaktadır.
Ortaklık anlayışı açısından akrabaların varlığı ortaklık bilincinin oluşmasında bir avantaj gibi görünmesine rağmen, büyük kazançların olduğu durumlarda özellikle paylaşım açısından dezavantaja dönüşmektedir. Aile işletmelerinin profesyonelleşme ve dolayısıyla kurumsallaşma seviyeleri düşük olduğu için aralarındaki iktisadî ilişkiyi akrabalık ilişkileriyle karıştırmaları ciddi sorunlar meydana getirebilmektedir. Akrabalık ilişkisinin kültürümüz açısından değeri hiç de bu gün yaşandığı gibi değildir. Toplumsal bozulma süreci ve kültürel aşınma bu hususta da kendisini göstermiştir. Aile bağlarında zayıflamalar ve farklılaşmalar oluşturarak, büyüklerin küçüklere sevgisini, küçüklerin de büyüklere saygısını aşındırmıştır. Her durumda aile bireylerinin haklarının eşit olarak korunduğu uygulamalara dayanan aile içi ilişkiler zaman zaman üretme ve harcama disiplinleri açısından çatışma doğurabilen anlayışlara dönüşmüştür. Ortaklığın temelini sarsan bu durumun parçalanan aile işletmelerinin en önemli sorunu olduğunu söylemek mümkündür. Halbuki akrabalık ilişkisi insanların birbirlerini daha iyi anlayıp haklarına daha çok sahip çıkmalarını sağlayacak önemli bir avantajdır. Akraba olmayan bir insanla yapılan ortaklıklarda karşılaşılabilecek en önemli sorun, yakından tanıyamama ve kolay adapte olamama durumudur. Oysa akrabalar ve özellikle de kardeşler arasında böyle bir sorun söz konusu değildir. Bu nedenle insanların ortaklıklarda akrabalık ilişkisini önemli bir başarı faktörü olarak kullanmaları gerekirken, bunun aksi istikamette bir sonuçla karşılaşmamız bizi yine ortaklık bilincine sahip olmayan birey sendromuyla karşı karşıya getirmektedir. Ortaklık bilincinin ve kültürünün olmayışı insanları, önemli bir artı değer olan akrabalıklarını dahi olumsuz kullanmaları sonucuna götürebilmektedir.
3- Aile işletmelerinde Ortaklık Anlayışı
Aile işletmelerinde ortaklık anlayışı daha çok ataerkil bir yapıya dayanan büyüğün daha fazla özgür ve yetkili olduğu, küçüklerin ise daha çok isyankâr davranışlar gösterdiği uygulamalara dayanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında aslında aile işletmelerinde ortaklık kavramının var olduğunu söylemek de pek mümkün değil. Bunun temel sebebi ise, aile bireylerinin aile bağlarını ortaklık algılamasının üzerinde tutarak, davranış düzlemlerini buna göre belirlemeleridir. Oysa aile bağlarıyla hareket etmek güçlü bir ortaklık yapısını kurmaya engel değildir. Ancak bunu tesis edebilmek için yapılması gereken, hangi ilişkinin nerede kullanılacağının iyi bilinmesidir. Aile bireyi olarak işletme sahibi, işletme sahibi olan diğer aile bireylerinin –genellikle de babadan sonra işletmeyi devir alan kardeşlerin– işletme faaliyetleri esnasında kendisiyle ortak oldukları bilincinde olmak zorundadır. Bu zorunluluk işletmenin bir kurum olarak faaliyet gösterebilmesini temin edebilmek adınadır. Aksi takdirde hiçbir şekilde kurumlaşamayacak olan işletmenin gerilemesi kaçınılmaz olacak ve hatta bir süre sonra ortadan kalkabilecektir. Aile işletmelerinin en önemli problemlerinin başında kurumsallaşamama gelmektedir. Diğer problemleri de aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür:
– Kuşak çatışmaları
– Aile bireylerinin sayısının artması
– Rol çatışmaları
– işin çekirdeğinden gelme eski alışkanlıkların devamı
– Geleceğe yönelik planlama eksikliği
– Güç kavgaları
– Dedikodular
– Profesyonelleşememe ve yüksek işgücü devir oranı.
Bu problemlere birer birer baktığımız zaman aile bireylerinin bilinç düzeyindeki yanılgılarının etkinliğini görürüz. Profesyonel davranabilen hiçbir aile bireyi, diğer aile bireylerini sadece kardeş veya başka bir akrabalık ilişkisiyle değerlendirmeyecektir. Böyle olunca da, işletmenin sınırları içerisinde akrabalık ilişkisinden çok, ortaklık ilişkisi ön plana çıkacaktır. Türkiye’de aile işletmeleri gerçeğini değerlendirdiğimizde, pek de parlak olmayan sonuçlarla karşılaşmaktayız. Bu sonuçlar ortaklık kültürünün özellikle de aile işletmeleri açısından çok daha önemli olduğunu göstermektedir. Zaten Türkiye’de hakim işletme tipi aile işletmesidir. Kobilerin büyük çoğunluğu ailelerin mülkiyetindedir. Aile kültürünün işletmecilik kültüründen farklı ve çelişkiler gösterir biçimde olması, aile işletmelerinin profesyonelleşmelerini önlemekte ve kurumsal özellikler kazanarak, bireylerin bağlayıcılığından çıkmalarına engel olmaktadır. Son zamanlarda ön plana çıkmaya başlayan aile anayasasına dair bir gelişme de olmayınca, aile bireyleri arasında ortak davranış normları oluşturulamamakta ve bağlayıcı hükümler olmayınca da, her aile bireyi istediği gibi davranmayı en tabii hakkı olarak görmektedir. Aile Anayasası’nda, aile üyelerinin davranışlarından şirket içinde izlenmesi gereken politikalara kadar önemli pek çok nokta dikkate alınacaktır. şirket yönetiminde profesyonelliğin ön plana çıkarılmasını öngörün anayasada, başarılı bir şirket yönetimi için aile içi dengelerin gözetilmesinden ziyade, hayatında genel kabul görmüş kural ve yöntemlere uygun hareket edebilmenin yolları tesis edilecektir. Aile üyeleri ve diğer çalışanlarla ilişkilerde şeffaflık, doğruluk, güven, saygı ve hakkaniyeti ön plana çıkarmanın yolları aranacaktır ve bunlara dair hükümler geliştirilecektir. Aile Anayasası’nda aile üyelerinin, şirket yönetim organlarında görev alabilmesi için bilgi ve beceri sahibi olmaları ve normal süreçlere tabi olarak değerlendirilmeleri, aile anayasası gereği oluşturulacak bir Aile Konseyi tarafından yapılması hükme bağlanacağı için, aile içi sinerjiyi bozacak gelişmeler engellenmiş olacaktır. Bu nedenle aile işletmelerinde ortaklık anlayışının sağlıklı yürüyebilmesi için aile anayasası da dahil, tüm gerekenlerin yapılması zorunludur.
4- Kardeşlik Ortaklığa Engel midir?
Bu sorunun cevabı elbette ki değildir şeklinde olmalıdır. Bunu her insan da aynı şekilde cevaplayacaktır. Bu başlık altında kardeşlik, dostluk gibi kavramlardan daha çok kardeşlikten söz etmemizin sebebi elbette ki, baba-oğul olmak, amca çocukları olmak ve daha başka bir takım akrabalık ilişki isimlerini de düşünmemize engel değildir. Ancak pratikte karşılaşılan en önemli ortaklık ilişkisi daha çok kardeşlik ilişkisidir. Bu nedenle konu bu başlık altında irdelenmektedir. Kardeşlik elbette ki ortaklığa engel değildir. Ancak işletmelerimiz dünyasında yaşanan gerçeklerin hiç de böyle olmadığının pek çoğumuz farkındayız. Ülkemiz kültür ve değerleri doğu medeniyetinin önemli karakteristiklerini taşıdığından, akılcılığa karşı duygusallıktan yana tavırlar sergileriz. Bu durum ise işletmeciliğin tabiatına ters ve işletme sistemini bozan sonuçlar doğurur. Böyle bir sonucun ortaya çıkmasının en temel sebeplerinden biri de elbette ki işletmecilerimizin asgari işletmecilik bilgilerinden yoksun olmaları ve böyle bir noksanlığı hissederek gerekeni yapma davranışı gösterememeleridir. Paranın yönetimi ve aile servetinin uygun alanlarda değerlendirilmesi hususu da, çocuklukta bu konuda yeterli disiplini alamayan işletme sahipleri ve özellikle de kardeşler arasında meydana gelen önemli problem kaynaklarından biridir. Her kardeş ya da aile bireyi, işletme kaynakları söz konusu olduğunda ve hele bir de sorgusuz sualsiz harcama yapabilme yetkisi kullanıldığında, adı konulmamış bir harcama yarışı ve dolayısıyla işletme kaynaklarının işletmenin büyümesi dışında bir takım yanlış kanallara aktarılması davranışları gösterebilmektedir. Hatta kadınlar ve çocuklar bile zaman zaman bu yarışın içine aktif bir şekilde girebilmekte ve oyun sahasındaki yerlerini almaktadırlar.
Oysa başlığa verilebilecek cevabın net ve kesin olduğunu ifade ettik. Kardeşlik ortaklığa engel değildir, ancak gerçeklerin dünyası kardeşliğin, bizim algılama sınırlarımız içinde ortaklığa engel teşkil edebilecek yanlış mekanizmaları ortaya çıkardığını ortaya koymaktadır. Böyle bir hükme varmamızın en önemli sebebi, yıllardır pek çok işletmenin kurumsal gelişim çalışmaları içinde bulunmamız ve profesyonel destek almaya çalışan bazı aile işletmelerinde bu dramatik ve yıkıcı durumu gözlemlememizdir. Kardeşlik ortaklığa engel değildir, ancak kardeşler kardeşliklerini işletmelerin dışında bırakarak kapılardan içeri girmeyi becerebildiklerinde bu mümkün olacaktır. Duygusal insanlarız ve duygusallığımızı engellemekte de bir hayli zorlanıyoruz. Bunun neticesinde de hem koordinasyon ve kontrol kabiliyetlerimizi işletemiyor, hem de işletmelerin geleceğine damga vuracak önemli stratejik kararları almakta başarılı olamıyoruz. Oysa tüm bunlara rağmen, bilinçli bir yaklaşımla ve aile ferdi olmanın verdiği rahat davranabilme hastalığından kurtularak, sorumlu bir şirket ortağı edasıyla işletmecilik hayatı mızı sürdürebilir ve kardeşimiz de olsa şirketin bir diğer ortağına karşı hesap verebilir bir anlayış içinde davranabiliriz. Aksi takdirde ortaklık anlayışımızı kardeşlik ya da akrabalık ilişkisinden ayıramayacak ve rasyonel bir şekilde yerine getirilmesi gereken yönetim ve işletme fonksiyonlarında gereken başarıyı gösteremeyeceğiz. Planlamamız, örgütlememiz, yön vermemiz, koordinasyonumuz ve kontrol faaliyetlerimiz aksayacaktır. Yeterli bilgi birikimine sahip olamamak da bu önemli arızalı durumu daha da kuvvetlendirici bir rol oynadığı zaman, işletmenin geleceği tehlikeye düşebilmekte ve sonunda dramatik olaylar yaşanabilmektedir. Oysa aile bireylerinin bilmeleri gereken en önemli hususlardan birisi, onlardan akrabalarıyla, akraba olmadıkları insanlardan daha iyi anlaşabilecekleri imkânlara sahip oldukları gerçeğidir. Onların birbirlerine tahammül güçleri ve birbirlerini anlama düzeyleri daha yüksek olabilir. Kardeşliğin ortaklığa engel olması bir yana, ortaklığı güçlendiren artı bir değer haline getirilmesi de gerçekleştirilebilir. Fakat bu, ancak güçlü bir ortaklık bilincinin oluşmasına bağlıdır.
5- Anonim Ortaklık ve Sessiz Sermayenin Güçsüzlüğü
Anonim ortaklıklarda şirketin hisselerinin büyük kısmına ellerinde bulunduran ortaklar, gerek yönetim kademelerinde görev yapma ve gerekse genel kurullarda söz sahibi olma açısından önemli avantajlara sahiplerdir. Bu durum az oranda hisse sahibi ortakların söz alma hakkını zaman zaman neredeyse tamamen ortadan kaldırmakta, onları genel kurullardan önce yönetime seçilebilmek için oyu alınmaya çalışılan bir malzeme durumuna düşürmektedir. Oysa onları n toplamdaki güçleri bazen büyük ortakların gücünü aşabilmektedir. Gerek ortaklık kültüründen ve sinerjiden yoksun olmaları, gerekse hisselerinin küçüklüğünden dolayı bireysel olarak kendilerini güçsüz hissetmeleri aslında var olan önemli bir gücü güçsüzlüğe dönüştürmektedir. Anonim ortaklıklarda hisse sahibi olanların yukarıdaki gerçeğin farkında olmaları ve birlik oluşturmaları, elbette ki onların şirket yönetiminde gereğince temsil edilebilmeleri için tek ve en önemli şarttır. Ancak bunu başarmak öyle kolay bir iş değil. Bir defa bu işin zorluğu önce insanlar arası iletişim ve birlik oluşturmanın zorluğunda yatmaktadır. Aynı çizgide düşünemeyen ortakları n fikir birliğine ulaşmaları ve aynı amaç etrafında hareket etmeleri imkânsızdır. Bu imkânsızlık dolayısıyla, anonim ortaklıklarda küçük hisseli ama toplamda büyük bir çoğunluk oluşturabilecek ortakların sinerji oluşturularak, güç birliğine ulaşmaları büyük bir problem olarak yaşamaya devam etmektedir. Bu problemin çözümü de onlar arasında güçlü bir ortaklık kültürünün varlığını gerekli kılar. Gerçekleştirilemeyen birliktelik çok ortaklı şirketlerde sayı olarak çok ama sermaye olarak küçük ortakların sessizliğe gömülmelerine sebep olmaktadır. Birlikte hareket edememekte ve ortak davranma yolları bulamamaktadırlar. Bunun tabiî sonucu olarak da, güçsüz ve sessiz ortak kimliğine bürünmektedirler. Oysa iyi bir organizasyonla bu tip şirketlerde küçük sermayeli sayısal üstünlüğe sahip ortakları şirket yönetimi açısından önemli ve sesli bir güç haline getirmek mümkündür.
6- Ortaklar Arası Yönetişim
Ortaklar işletme içi görev dağılımında aynı yetki – sorumluluk seviyesinde bulunabilecekleri gibi, farklı seviyelerde de bulunabilirler. Bunu gerekli kılacak husus, elbette ki sahiplikle yöneticiliğin ayrı şeyler olmasına bağlı gelişebilecek farklı yetenek, bilgi ve tecrübenin farklı kadrolarla uyuşması halidir. Ancak uygulamada ortaklar arası en önemli problemlerden biri hiç şüphe yok ki, ortakların kendilerini diğer ortaklarla her konuda eşit düşünmeleri gerçeğidir. Bu durum ancak çok ortaklı anonim şirketlerde belirli bir seviyede kırılmaya uğrayabilir. Bilinçli bir ortak ister kendisiyle aynı, ister üst düzeyde farklı bir yetki – sorumluluk düzeyinde bulunsun, diğer ortakları her halükârda yönetmesi gerektiğini kavrayabilendir. Ast ya da üst pozisyonunda olmak bir ortağın diğerini idare etmesi gerçeğini ve gereğini ortadan kaldırmaz. Çünkü insanlar arası farklılıkların çatışmaya en mütemayil olduğu yer, iki veya daha fazla kişinin özellikle eşit paylara sahip oldukları işletmelerdir. Elbette ki bu işletmeler de daha ziyade aile işletmeleridir. Burada ortaya çıkan sorun, ortakların farklı norm kadrolarda bulunup bulunamayacaklarıdır. Profesyonel bir yaklaşımla bu soruya verilecek cevap elbetti ki evet şeklinde olacaktır. Ancak pratiğin dünyası bunun hiç de böyle olmadığını göstermektedir. Ortaklar kendilerini genellikle diğer ortaklarla her açıdan eşit kabul etmekte ve tüm uygulamalarda eşit muamele görmeyi beklemektedir. Bu ise, yetenek birikim ve tecrübelere göre bir istihdam düzeni oluşturmaya engel olmakta ve dolayısıyla herhangi bir şekilde yönetişim sağlamanın imkânı da kalmamaktadır. Eğer ortaklar en sıradan bir deyişle, birbirlerini idare edebilmenin uygun yollarını bulabilseler, farkına varmadan yönetişimi gerçekleştirmiş olacaklardır. işletmenin verimliliğine ve etkinliğine ters düşmeyecek hatta destekleyecek tüm davranışlar ortakların güçlenmesine vesile olur. Bu davranışlarını birbirlerinin beklentileri olarak algılayıp yerine getirdiklerinde ise, karşılıklı memnuniyet duygusu da oluşacaktır. Birbirlerine değer verdikleri kanaati hakim olunca, aralarındaki ilişkinin sinerjiyi artıran etkisi ortaya çıkacak ve karşılıklı güven daha da artacaktır.
Tabiî ki, burada bir hususa da açıklık kazandırmak gerekir. Ortakların birbirlerinden beklentilerini işletmeye katkı sağlayacak beklentiler olarak sınırlandırmak gerekmektedir. Yoksa her beklentiye pozitif cevap vermeye çalışarak, bir yönetişim sağlamaktan söz etmemekteyiz. Beklentiler eğer işletmenin amaçlarına uygunsa , hangi hiyerarşik seviyede bulunurlarsa bulunsunlar, ortakların birbirlerinin beklentilerini dikkate alan davranışlarının ortak katkıya dönüşeceği açıktır. Ortaklar arası yönetişimden kastedilen de budur.
7. Ebeveynden Çocuklara Ne Miras Kalmalı?
Miras kavramı, insan üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Çünkü miras bir insanın ailesinden kendisine kalan, emek vermeden ve kazanma sürecinde gerekli bedeli ödemeden sahip olduğu aynî ya da nakdî tüm varlıklar için kullanılır. insanın psikolojik yapısı, herhangi bir bedel ödemeden kazandığı varlıklar için önem derecesini kavrayabilme ve onlara gereken kıymeti verebilme açısından yeterli davranışı gösterme özelliğini genellikle gösterememektedir. Ailelerin çocuklarına miras bıraktıkları maddî kıymetler, eğer onlara bu kıymetleri gerektiği gibi muhafaza edebilecekleri ölçüleri öğreten değerler de miras olarak bırakılmamışsa, kısa sürede ve hesapsızca tüketilirler. Böylesi bir hazin sona engel olabilmek için, ailelerin çocuklarına tüketim kültüründen ziyade, üretim kültürü aşılamaları gerekir. Aksi takdirde bırakılan mirası n heder olması işten bile değil. Türkiye işletmelerinin çok büyük bir bölümünün aile işletmesi olduğu düşünülürse, çocuklara bırakılacak mirasın değeri daha iyi anlaşılacaktır. Bu durumda iyi bir işletmecilik kültürü ve kardeşler arasında tesis edilecek tutarlı bir ortaklık anlayışı olmadan, miras olarak bırakılan işletmenin başarılı bir şekilde işletilmesi ve sonraki nesillere bırakılması düşünülemez.
Balık tutmayı öğretmek yerine, balık yemeyi öğreten bir zihniyetten, balık tutmayı öğreten zihniyete geçmeden, ailelerin çocuklarına devrettiklerinin büyütülerek sürdürülmesi imkânsızdır. Çünkü her çocuk kişiliğini ancak kendisine öğretilenlerle oluşturur kişiliğini. Davranışları düşüncelerin yönlendirdiğini biliyoruz. Özellikle yetişme sürecindeki çocukların ailelerinden öğrendikleri, sonradan radikal düşünce ve davranış değişiklikleri yaşamadıkları sürece, kalıcı oluyor ve sonrasında hayatlarını önemli ölçüde etkiliyor. Bu nedenle ailelerin çocuklarına miras bıraktıkları şeyin ne olduğu çök büyük bir önem arz ediyor. Tabiî ki ideal olan, işletme sahibi ailelerin çocuklarına hem bir işletmeyi, hem de onu geliştirerek devam ettirebilecek bir kültürü miras olarak bırakmalarıdır. Bu gerçekleştirilemediği zaman, bırakılan işletmenin zarara uğraması ya da profesyonelce işletilememesi sebebiyle kapanması güçlü bir ihtimal olarak karşımıza çıkıyor. Ancak biliyoruz ki, ideal olanın gerçekleştirilmesi ailenin işletmeye ve profesyonelleşmeye bakış açısıyla yakından alâkalıdır. Kendisi profesyonelce düşünme ve uygulama disiplini oluşturamamış ailelerin, bunu çocuklarına miras olarak bırakmaları oldukça zordur ve hatta imkânsızdır. Zihnî değişim olmadan fizikî değişim olmayacağına göre, mirası nasıl verimli kılacağını öğrenemeyenlerin onu fizikî olarak korumaları ve geliştirmeleri de mümkün değil.
8- Birden Fazla Sahiplik veya Ortaklık
Bazen insanların ortak bir hedefe yönelmeleri, bazen de aileden miras olarak kalması sonucu birden fazla sahibi olan işletmelerle karşılaşıyoruz. Hangi durumda olursa olsun, ortaklar arasında ister kan yakınlığı bulunsun ya da bulanmasın, birden fazla sahiplik durumu ortaklık demektir ve ortaklık kültürünü de zorunlu kılmaktadır. Kardeş, akraba ya da arkadaş, ortaklık yapan her insan bu kültüre sahip olmalıdır. Paylaşma duygusu zayıf olanların ortaklık yapmaları zordur. Çünkü ortak olmak demek, iyi ya da kötü, herhangi bir sonucu ortak olarak karşılamak demektir. Belirli bir sürenin sonunda, kâr ya da zarar eden işletmenin kârını ya da zararını ortaklık hissesi oranında bölüşmek, ortaklığın veya birden fazla sahipliğin en belirgin özelliğidir. Fakat realitede bunun da pek böyle algılanmadığını biliyoruz. Özellikle de, anonim ortaklıklarda yönetimde etkin olmayan sessiz ortaklar, her ne olursa olsun, işletmenin mutlaka kâr etmesi gerektiği düşüncesiyle hareket etmektedir. Oysa kârı bölüşmek kadar, zararı bölüşmek de ortaklığın tabiî bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Bazen az ortaklı işletmelerde de buna benzer durumlar ortaya çıkmaktadır. Aile işletmeleriyle ilgili olarak, yıllardır yaptığımız çalışma ve gözlemlerin bizde bıraktığı intiba budur. Tek kişinin sahipliğine dayanmayan işletmelerde sahiplerden her biri, yapılacak herhangi bir eylemin en az kendisi kadar diğer sahipleri de ilgilendirdiğini düşünmeli ve buna göre hareket etmelidir. Bu anlayışı ortaya koymadan ve geliştirmeden, sinerji oluşturacak güçlü bir ortak davranış alanına kavuşmak zordur. Dolayısıyla sahipliğin birden fazla olduğu durumlarda, hedefe ulaşmanın en etkin yolu, ortaklar arasında kabul gören ortak bir kültürün, bir davranışlar manzumesinin varlığını tesis etmektir. Bu da ancak ortakların düşünce planında bunun gerekliliğine inanmalarından geçmektedir. Aksi takdirde doğrular, ortaklar sayısınca çoğalacak ve çatışacak. Bir süre sonra işletme hüsrana uğrayarak ortadan kalkma durumuna gelecektir. Yüzyıla varmadan batan pek çok işletmemizin temel gerçeklerinden biri de budur.
9- Birbirinden Ayırt Edilmesi Gereken: Kan Yakınlığı ve Parasal Yakınlık
Aile işletmelerinde ortak olan akrabaların, ayırt etmekte en zorlandıkları hususlardan biri budur: Kan yakınlığı ve parasal yakınlık. Bu ikisinin birbirine asla karıştırılmaması gerekir. Kan yakınlığı daha çok duygusal bir karaktere sahiptir. Oysa parasal yakınlıkta ise daha çok rasyonel olmak gerekir. Çünkü duygusal bir yaklaşımla parasal işlemlerde verilmesi gereken en iyi karara ulaşmak, çoğu defa zordur. Buna yol açan en önemli neden akrabaların birbirlerine karşı daha müsamahakar ya da adam sendeci bir anlayışla hareket
etmeleridir. Onları işin gerektirdiği ve duygusallıktan uzak bir davranış biçimine kavuşturabilmek için, işletmenin bütününe hakim bir kültür oluşturmak ve bu kültürü başta ortaklara benimsetmek gerekir. Kan yakınlığı ya da akrabalıktan kaynaklanan ilişkilerin işletmenin gerektirdiği kurum kültürü çizgisine çekilmesi her zaman kolay olmamaktadır. Bunun sağlanabilmesi için, akraba ortakların Kitabın Yol Haritası bölümünde değinilecek olan bir eğitim programından geçirilmeleri şarttır. Ancak böyle bir eğitimin sonunda yapılacak uygulamalar rasyonel davranışlar oluşmasına imkân verebilir. Fakat işletmenin başarısı ve özgün bir kültür kazanmasının başka yolu da yoktur. Pratikte ayırt edilemeyen ve genellikle birbirine karıştırılan bu iki farklı husus, aslında işletmede amaç olarak vurgulanan her şeyi ya destekleyecek ya da engellemelere sebep olacaktır. Destekleyebilmesi için düşünce ve kararların uyuşması zorunludur. Bu uyuşumu gerçekleştirebilmek ise ancak ve ancak akrabalık ilişkisinden uzak bir anlayışın kazanılmasına bağlıdır. Bilinçli bir yaklaşım olmaksızın elde edilemeyecek davranışlar arasında yer alan bu kazanım, yalnız işletmedeki hayatı değil, ortak olan akraba bireylerin özel hayatlarını da değiştirebilecektir. Çünkü onlar çoğu kez iş hayatlarıyla özel hayatlarını birbirine karıştırmakta ve hangisini nasıl yönlendirebileceklerini bilememektedirler.
Kan yakınlığı duygusallık ikliminin habercisidir. Bu iklimden işletme lehine faydalanabilmenin ve onu bir avantaja dönüştürmenin en etkin yolu, objektif kurallar belirlemek ve zaten var olan geniş güven sınırları içerisinde bu kurallara uymaktır. Parasal yakınlık ise rasyonel tavrı zorunlu kılar. Önemli olan bu ikisi arasında güç artırıcı bir ilişki kurabilmektir. Akraba olan ortaklar olmayan ve profesyonel davranabilenler kadar rasyonel; akraba olmayanlar ise, akrabalar kadar yakın ve güvenen insanlar olabilselerdi, durum farklı gerçekleşebilirdi.
10- Ortak Düşünebilmenin Gücü ya da Güçlü Ortaklık
Akıl kavramı fonksiyonları itibariyle düşünüldüğünde, insanın hayat serüveninde, hedeflerine ulaşması açısından sahip olduğu en önemli özelliktir. Bu özelliğini güçlendirdiği zaman, aşılması zor pek çok engelleri de aşması mümkündür. Aklın güçlendirilmesi elbette ki daha çok bilgiye ulaşmakla söz konusu olabilir. Çünkü bilgi insanın çözmek istediği herhangi bir problem veya yapmak istediği herhangi bir işle ilgili birden çok alternatifi dikkate alması ve tutarlılıktaki riskleri en aza indirmesi açısından en temel ihtiyaçtır. Aklın bilgiye dayalı analizleri ve sentezleri verilen kararların isabetlilik düzeyini elbette ki büyük oranda artıracaktır. Bir işletmede ortaklar, bilgi vasıtasıyla birbirlerine karşı sorumluluklarının hesabını vermeyi de çok daha kolay hale getirebilirler. Bilginin bulunmadığı veya yanlış ya da eksik kullanıldığı yerlerde, insanların birbirlerine karşı önyargılı hareket etmelerinin önüne hiçbir şekilde geçmek mümkün olmayacaktır. Bu noktada bir başka problem ise, bilginin nasıl kullanılacağıyla ilgilidir. Ulaşılan ve işletme için veri haline getirilen bilginin sağlıklı kullanılması için işletmede bir bilgi sisteminin kurulması zorunludur. Aksi takdirde bilgi, bulunan ama kendisinden gerektiği gibi yararlanılmayan bir unsur durumuna indirgenir. Çok ortaklı bir işletmede gerek bilginin elde edilmesi ve gerekse bir sistem dâhilinde yararlı bir biçimde kullanılması da, yine ortaklar arasında fikir birliği ve ortak hareket edebilme kabiliyetinin gerçekleşmesine bağlıdır. Ortak düşünmeyi ve aklın çoğulcu gücünden fayda elde etmeyi becerebildikleri zaman, bilgiye daha etkin ulaşmak, sorunlara daha tutarlı çözümler bulmak ve bunları başarılı sonuçlara dönüştürmek kolaylaşacaktır. Sinerjinin hem düşünce birliği, hem de uygulama birliğine dayanması etkin bir iş için, bir başka ifadeyle doğru seçilmiş bir faaliyet için arzulanan sonuçlara ulaşmak açısından çok büyük bir önem taşıdığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Elbette ki görevdeşlik gerçekleştirilirken ortaklar, yüzlerce yılın birikimiyle oluşmuş ve bu gün artık binlerce kaynağa sahip işletme biliminin verilerinden de en iyi şekilde yararlanmayı bilmelidirler. Güçlü ve kolay bozulmayan ortaklıkların yukarıda sözü edilen düşünce ve uygulama birliğine bütün boyutlarıyla bağlı olduğu açıktır. Bütün mesele ortakların bu hususta atmaları gereken adımları atmaları ve konuyu profesyonelliğin gereği olarak görmelerinden geçmektedir. Ancak o zaman ferdî tercihlerle yıkılmayan bir sistem ve geleceğe emin adımlarla yürüyen bir işletme gerçeği ortaya çıkar.
Ortak düşünebilmenin gücü sinerjiyi hareket geçirince, etkinlik ve verimlilik için adımlar atılmaya başlanır. Ortaklar işletme faaliyetlerinde her zaman en az ile en çoğu elde etme mantığıyla çalışmaya başlar, yaptıkları tüm tercihlerde ise doğru olanı yakalamaya çalışırlar. Bunun bir başka ifadesi şudur: ortaklar ortak düşünebilmenin ve ortak hareket edebilmenin gücünü anladıkları zaman, hem doğru işler tercih etme, hem de işleri doğru yapabilme becerilerini artıracaklardır. Uzun vadeli düşünebilecekler ve stratejik kararlarında tutarlılık sağlayabileceklerdir. Tüm bunlar işletmenin hem veremli, hem de etkin olması anlamına gelmektedir.
Devam Edecek …