İnsanoğlu ilk önce etrafındaki şeyleri saymaya başladı. Önce bir elin parmakları, sonra iki eli… Taşlarla, boncuklarla devam eden serüven sembol olarak rakamların yazıya aktarılmasıyla yeni bir boyuta taşındı. I, V, X, L, C, D, M harfleriyle tanımlanan Roma rakamlarının çetrefilliği, Harizminin Hint kültüründen öğrendiği “0” rakamını geliştirerek bilim dünyasına hediyesiyle sadeleşti ve 10 adet rakamla yazılabilen sayının genişliği sonsuza kadar uzandı. Rakamların dünyası olan matematik insanlığa birçok şeyi hediye etti. Astronomiden coğrafyaya, coğrafyadan mimarlığa kadar uzayıp giden birçok bilimsel ve teknolojik yenilik altında rakamlar, sayılar yer almaktadır. Ancak insanlık sayıların kesin ve mutlak dünyasını sanat ve estetiği eklemlemekten hiç çekinmedi. Daha büyük ve daha sağlam yapılar, ibadethaneler yaptılar ama estetik ve sanatı bu yapılardan hiç eksik etmediler. Rakamları maddi ve somut dünyasının bir göstergesi olarak kabul edersek, estetik mana ve soyut dünyanın temsilcisiydi ve ikisi güzel sentez oluşturuyordu tıpkı ruh ve beden gibi.
Son üçyüz yılda maddeci anlayışın gelişmesiyle, rakamlardan estetik alınarak kuru bir anlayış kaldı geriye. Rasyonel ve pozivist anlayışa göre bir şeyi değerlendirilmek için ölçmek gerekiyordu, eğer bir şeyi ölçemiyorsanız yani sayılarla ifade edemiyorsanız onu değerlendirilemiyorsunuz demekti. Sadece ölçümlenebilen şeyler objektif, ölçülemeyen şeyler sübjektif olduğu için bilimsellikten uzak kabul edildi. Yani bir şey sayılarla ifade edilemiyorsa onun objektifliğinden hatta varlığından bile söz edilemezdi (“Modern bilim maddecidir” der Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç). Soyut aleme ait her şey gibi sayılarda soyut olandan ayrıldı. 20. yüzyılda finans sektörünün kapitalizmin merkezi sektörü olmasıyla birlikte rakamlar ve dolayısıyla sayılar daha önemli hale geldi. Finans sektörü her şeyi sayısallaştırdı ve sayılarla bireylere, işletmelere, ülkelere değer biçtiler. Şu an finans sektörünün temeli oluşturan, satın alma gücünü gösteren ve sayılarla ifade edilen “PARA”; modern dünyanın en büyük ölçü birimi, uğruna her şeyin göze alındığı kutsal erek. Sadece insanların değil şirketlerin, ülkelerin ve her toplumsal katmanın hedefinde ve hayatının merkezinde “PARA” var.
Sayılar ve sayılarla sonucun ifadesi olan “BAŞARI” insan hayatının merkezinde yer alıyor günümüz maddeci dünyasında. Her şeyin sayılarla bir ifadesi var ve “değeri” de bu sayıya göre verilmekte. İnsanları değerlendirirken makamına, giydiği kıyafetin, kullandığı saatin, telefonun, bindiği arabanın, oturduğu evin fiyatına ve sahip olduğu servetin sayısal değerine bakılıyor artık. “BAŞARI” sayılarla ifade ediliyor ve “BAŞARILI” olmak için mücadele etmek gerektiği öğretiliyor insana hayatın her kademesinde. Başarı odaklı bireyler yetiştiriliyor. Başarının ölçütü okulda alınan notlar, işyerinde performans ve sosyal dünyada kariyer ve servet. Başarılı olmak için sürekli rekabet halinde olmak gerekiyor. Sınıfta yanında oturan akranın, mesai arkadaşın, birlikte yol yürüdüğün yarenin, komşu dükkanın sahibi hepsi birer rakip ve tek hedef var onlardan daha başarılı olmak. Etrafımızda her kişi bizim rakibimiz ve rakibimizi geçmek için bütün yollar mübah ve her erdem ayaklar altına alınıyor başarı yolunda. Başarılı olmanın ve kariyerizm bu kadar popüler olduğu günümüzde erdem sahibi olmak ise zayıf olarak görülüyor hatta. İşin ilginç yanı ise düşük not aldığı için çocuğunu paylayan/azarlayan dindar aileler (mütedeyyin ebeveyn) aynı şiddette tepkiyi yalan söyleyen, arkadaşıyla alay eden, ona yardım etmeyen çocuğuna vermiyor maalesef. Ben merkezli, bireyci, kendini düşünen, agresif, acımasız ve gaddar bir neslin yetiştiği eleştirisini yapanların; bu durumu oluşturan ana sebebin “başarılı olma” ve “kariyer edinme” hedeflerin her kesim tarafından kutsallaştırılarak onlara sunulduğu, yarış atı gibi rekabet içerisinde büyütüldükleri gerçeğini göz ardı etmemesi gerekiyor.
İnternetin, sosyal medyanın ve dijital yaşamın bu kadar hayatımıza girdiği dünyamızda, bütün bu gelişmelerin temeli oluşturan bilgisayarların “0” ve “1” rakamları üzerinden geliştirilmesi işin ironik tarafı olsa gerek. Zaten dijital kelimesinin kökünü oluşturan” digit” kelimesinin anlamının da rakam olması bunun en güzel açıklaması. Dijital çağ eşittir “rakamsal dünya”. Yani dijital-le/-de yaşıyoruz, rakamlara tapıyor, sayılarla amel ediyoruz bu çağda.
Kemiyetin / niceliğin (sayı çokluğunun), keyfiyetle / nitelikle (kaliteyle) karşılaştırılması çağlar boyu sürüp giden kadim bir tartışmadır. Kemiyet, “miktar, sayı, nicelik”; keyfiyet ise, “kalite, vasıf, nitelik” manasına gelmekte. Başka bir deyişle kemiyet; adet çokluğudur. Keyfiyet ise; bir şeyin esâsı ve kalitesidir. Modern dünyada maddi-manevi, maddeci-manacı, sayı – vasıf, miktar – kalite, nicelik-nitelik, kemiyet – keyfiyet, somut – soyut karşılaştırmasının kazananı maalesef ilk seçenekler.
Hatta ikinci seçeneğin temsilcisi olan –manevi hayatın savunucusu- dini/ İslami hassasiyete sahip kesimler bile bu sayı tapıcılıktan kendilerini müstağni tutamıyorlar. Seferle emrolunanlar zafere odaklanıp, başarı ve başarısızlığı rakamlarla ölçmeye çalışıyorlar. Kalabalıklarıyla, sahip oldukları güç, makam, mevki ve elde ettikleri mevzileriyle övünüp daha fazlası için daha çok çalışıyorlar. Bu durum bazen uğrunda savaşılan değerlerin zafer/başarı için ihmal edilmesine hatta çiğnenmesine bile yol açabiliyor. Zafer/başarı odaklılık; sonucu elde etmek için değişik yollara başvurmaya, bazı hassasiyetleri ihmal etmeye, nihayetinde hile yapmaya yani ahlaksızlığa yol açabilmekte. Müslümanlar bir kaleyi kuşatmışlar, kale düştü düşecek, akşam namazı vakti girince Hz. Ali “Yarınız namazı kılarken, diğer yarınız savaşmaya devam etsin” diye emir vermiş. Etrafındakiler: “Kale düştü düşecek, biraz daha bekleyelim sonra kılarız namazı ” deyince; Hz. Ali şu veciz cevabı vermiş: “Uğruna savaştığımız değerleri ihmal ederek savaşmanın hiçbir anlamı yoktur.”
Kur’an’da Sayıların Estetiği ve Edebiliği
Allah’ın kelamı, insanların rehberi olan Kur’an’da ise çok farklı bir rakam ve sayı anlayışı çıkıyor karşımıza. Ashab-ı Kehf kıssasında geçen kişi sayısı ile ilgili tartışmada “Üçün beşin ne tartışmasını yapıyorsunuz? Siz olayın manasına, özüne bakın” diyor resmen Alemlerin Rabbi:
“Bazıları bilmedikleri şey hakkında atıp tutarak: “Onlar üç kişidirler, dördüncüleri köpekleridir” diyecekler. Yine, “Beş kişidirler, altıncıları köpekleridir” diyecekler. Şöyle de diyecekler: “Yedi kişidirler, sekizincileri köpekleridir.” De ki: “Onların sayısını Rabbim daha iyi bilir.” Kehf-22
Günümüzde “yaklaşık olarak 99nokta75” diyerek net ve kesin ifadeyle vermiş olduğumuz sayılara karşılık; 950, 309 gibi sıradan sayılar bile dolaylı yoldan estetik ve edebilikle sunuluyor insanoğluna İlahi Mesaj’ta:
“Andolsun, biz Nuh’u kendi kavmine (elçi olarak) gönderdik, içlerinde elli yılı eksik olmak üzere bin sene yaşadı.” Ankebut-14
“Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar. Buna dokuz daha eklediler.” Kehf-25
Bire yediyüz (1/700) gibi kuru ve yalın bir ifade ise, Kur’an’da tabiattan canlı bir örnekle, insanı tefekküre/düşünmeye sevk eden, Allah’ın azametini ve yaratıcı olmasını vurgulayan bir misalle ortaya konuluyor:
“Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat kat arttırır.” Bakara-261
Bazen görünen, sayılan rakamlar bile gerçekte olan değildir. Bedir savaşında Müslümanların sayısı yaklaşık 300 iken müşriklerin sayısı 900-1.000 arasında idi. Ancak müşriklerin gözünde bu sayılar çok farklı görünebiliyordu:
“Şüphesiz, karşı karşıya gelen iki toplulukta sizin için bir ibret vardır: Bir topluluk Allah yolunda çarpışıyordu. Öteki ise kâfirdi. (Onları) göz bakışıyla kendilerinin iki katı görüyorlardı. Allah da dilediğini yardımıyla destekliyordu. Basireti olanlar için bunda elbette ibret vardır.” Ali İmran-13
İslam’ın önemli bir kavramı olan “Bereket” ise, bugün modern iktisadın rakamlarla, sayılarla açıklayamadığı bir hakikat olarak ortaya duruyor bu arada.
Kur’an’da genellikle toplumu ve yaşamı değiştiren, dönüştüren küçük topluluklardan misal verilir hep: Ashab-ı Kehf, Hz. İsa’nın havarileri, … gibi. En büyük güç, iktidar ve servete sahip olan hükümdar peygamberlerden Hz. Süleyman ve babası Hz. Davut’un kıssasında bile kronolojik olarak bu hükümdarlığın başlangıcına denk gelen Talut ve Calut kıssası anlatılırken şu iki uyarı yapılır:
“Peygamberleri onlara: Bilin ki Allah, Talut’u size hükümdar olarak gönderdi dedi. Bunun üzerine Biz hükümdarlığa da layık olduğumuz halde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkanlar verilmemişken, o bize nasıl hükümdar olur? Dediler. “Allah sizin üzerinize onu seçti. İlimde ve bedende ona üstünlük verdi. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah her şeyi ihata eden ve her şeyi bilendir.” dedi.” Bakara 247
“…Nice az topluluk Allah’ın izniyle çok topluluğu yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir, dediler” Bakara-249
Niceliğin nitelikle, servetin ilimle, sayının kaliteyle, azın çokla müthiş kıyasının yapıldığı bu ayetlerin, bütün ihtişamı ile bizleri hayran bırakan hükümdar peygamberlerin öncülünde bir uyarı levhası gibi verilmesinde şüphesiz büyük ibret ve dersler olsa gerek.
Rakamlar, sayılar değerlendirmenin nesnesidir; öznesi olarak kullanılamaz.
Sayılar ölçmenin aracı olabilir ama değer atfetmenin değildir.
Başarının belirleyicisi; sayılar değil mana ve kalitedir.
Meşru olan çoğunluğun değil Hakk’ın söylediğidir.
Önemli olan başarı/zafer elde etmek değil, değerler uğrunda erdemle mücadele etmektir.
Menzile varmak değil doğru yolda (sırat-ı müstakim üzere) yürümektir asıl olan.
Helal olan 2 haram olan 20’den, erdemli bir dost yüzlerce arkadaştan daha evladır her zaman.
Nitelikli bir avuç insan, kuru kalabalıktan/kitlelerden daha çok dönüştürücüdür tarih sahnesinde.
Rakamlara tapılan, sayılarla insanların, toplumun ve dünyanın değerlendirildiği bir zamanda aşağıdaki ayetin bir kere daha okunması gerekir kanaatimce. Allah’ın masum bir canı bir kefeye koyarken diğer kefeye tüm insanlığı koyduğunu görünce –ki ayetin nüzulünden bu yana bu sayının sürekli artığını düşünürsek kefenin her geçen gün daha ağırlaştığı gerçeğini de not edelim- sayılarla ölçümün ne kadar anlamsızlaştığını anlarız:
“… Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur.” Maide-32
Danyal PEKER
Mersin – On parmak dergi DAKTİLO, Sayı:3, Aralık.2017-Ocak.2018