Başlığın ne kadar sinir bozucu olduğunun farkında mısınız? Öğretmenlik yıllarımda Hayat Bilgisi kitabını açtığımda görmüştüm “Tatil Bitti” başlığını. “Tatil bitti, bol bol dinledik, oynadık,
güldük, şimdi çalışma zamanı…” diye devam ediyordu cümleler. Pazartesi günü öğrencilerdeki en büyük heyecan, arkadaşlarına kavuşmanın heyecanı olacak, ne yazık ki hiçbir çocuk “Yaşasın okul açılıyor!” diye sınıflarına koşmayacak.
İlk gün hoş beş, yaz tatili anıları, eksik kitap defter muhabbeti, okuldaki değişikliklerle ilgili dedikodu ile geçtikten sonra üç güne kalmaz, “aç kitabı, oku on birinci sayfayı” cümleleri ile soğuk yüzünü göstermeye başlar okul. Hele bir de güzün ortalarına yaklaşınca
ödevler yığılmaya, sınav kaygısı artmaya başladıkça boğmaya başlar okul. Hele bu sistemin uzun yıllardır içindeyseniz Pink Floyd’un “Another Brick in the Wall” şarkısının klibi içinde bulursunuz kendinizi. Fabrikanın dişlileri içinde yok olup gidenlerden oluruz ve
doğal olarak yaz tatili geldiğinde öğrenciler kitaplarını atıp, en hızlı biçimde okulu terkederler.
Bu döngüyü bir yazıyla, bir eylemle, bir sihirli çubuk dokunuşuyla tersine çevirecek değiliz. Bu döngünün kırılmayacak olması, bizim okulların soğuk yüzünü değiştirmeye gayret etmeyeceğimiz anlamına gelmemeli. Bir yerden başlamalı, yaz tatili ile özdeşleşen,
“güldük-eğlendik” güzellemesi okullar için de söylenebilmeli.
İlk adımı, olumlu okul iklimi yaratmak için atabiliriz. Bunun yolu da, öğrencilerin kendilerini güvende hissedecekleri ortamlar yaratmak olacaktır. Çocukların en çok güven duydukları yer evleridir. Bir sonraki adımlarında açılan kapı okul kapısıdır. Her çocuk evinde hissettiği güvenin bir benzerini okulda da hissetmek ister. Akran zorbalığının olmadığı, yetişkinlerle rahatça iletişim kurulabildiği, hata yapmaktan korkulmadığı bir ortamı oluşturmak zor olmasa gerek.
Burada en büyük görev okul yönetimlerine düşüyor. Güven duygusu hem öğretmenler hem de öğrenciler için en değerli duygulardan biridir.
Çerçeve bir müfredat var. Evet, o müfredat yıl sonuna kadar yetişecek bunu hepimiz biliyoruz ama bu derslerin sıkıcı işleneceği anlamına gelmemeli. Öğrenciler de derste ne dendiğini değil nasıl dendiğini daha çok önemsiyor. Aynı ders içeriklerinin farklı öğretmenlerce
bambaşka işlenebileceğini biliyoruz. Ders içeriklerini eğlenceli hale getirmek öğretmenlerin elinde. Biraz yöntem ve teknik desteği ile farklı derslerin kapısını aralayabiliriz.
Bilgiyle yoğrulan öğrenciler için en büyük sürpriz beceriye dayalı etkinlikler oluyor. Öğrenciler bir bilginin değil bir becerinin peşinde koşmayı daha çok seviyorlar. Derslerin içinde, okul
yaşantısının içinde ne kadar çok beceri odaklı öğrenme ortamı tasarlarsak öğrenciler için o derece çekici ortamlar yaratmış oluruz.
İşlenecek ders konuları eski uygarlıklar kadar sıkıcı görünebilir ama bu konular da yaşamla ilişkilendirilerek anlatılabilir. Yaşamla ilişkilendirilen dersler öğrenciler için değerli oluyor. Öğrenciler kendilerinden yola çıkan bağlar kurduğunda öğrenme anlam kazanıyor.
“Bizim zamanımızda…” diye başlayan cümleler öğrenciler için çok sıkıcı. Biz akılsız telefonların ve hatta kordonlu telefonların çocuklarıyken onlar sosyal medya içinde doğdular. Teknoloji ile öğrenciler arasına yasaklar ve engeller koymak yerine teknolojiyi amaç olarak değil araç olarak nasıl kullanırızın arayışında olmalıyız.
Öğrenciler okulda söz sahibi olmalılar. Öğrenciler okul işleyişine müdahil olduklarında kendilerini okulun parçası gibi hissederler. Sözde Öğrenci Temsilciliği, dilek-istek kutusu ile öğrenci görüşü
almak yerine korkmadan çekinmeden doğrudan öğrencilerin yönetime katılmaları sağlanmalı.
TEOG gerçeği ya da diğer sınavlar gerçeği olması öğrencilerin okulda yarıştırılacakları anlamına gelmiyor. MEB sanırım dört yıldır lise giriş sınav sonuçlarını okul bazında açıklamayarak okullar arası yarışa engel oluyor. Okullar da kendi içinde öğrenciler arasındaki yarışa engel olabilir. İnanın bu zor değil. Sınav sonuçlarını asmamak, öğrencilere birebir geri bildirim vermek bile bu anlamda etkili olacaktır. Bu yarıştırmanın en büyük nedeni ise karşılaştırmaktır. Eğitimde karşılaştırmanın ne derece tehlikeli olduğu artık görülmelidir.
Okulların öğrenciler için eğlenilen yerler olmasını istiyorsak, biz yetişkinlerin belirlediği belirli gün ve haftaların yanı sıra öğrencilerin belirleyeceği gün ve haftaları da kutlamalıyız. Öğrencilerden görüş almanın kimseye zararı olmayacağını görmeliyiz.
Okul, öğrencilerin ayaklarının geri geri gideceği yerler olmamalı. Okulda kendilerini değerli hissettiklerinde öğrencilerin ayaklarının yönü de değişecektir.
“Eğer bir yeri seviyorsan orası dünyanın en güzel yeridir… Eğer dünyanın en güzel yerini sevmiyorsan orası dünyanın en güzel yeri değildir” diye bir cümle vardı Vizontele filminde. Okul için de bu böyle; okullarını seven öğretmenler sevdirecek okulları…