Geleceğin verimlilik artışlarını getirecek yeni teknolojiler konusunda bir patent yoğunlaşması bizim memlekette görünmüyor. Biz patentleri belli bir noktada yoğunlaşmayan, her konuya tebelleş, en maymun iştahlı ülke konumundayız maalesef.
Türkiye’nin toplam ihracatı içinde ileri teknolojili ihracatın payının yüzde 4’lerde olduğunu artık pek iyi biliyoruz. Çin’de, Kore’de yüzde 25’lerde olan oran, bizde yüzde 4’lerde. İleri teknolojili ihracatın toplam ihracat içindeki payında OECD ortalaması yüzde 18’lerde, bizimki yüzde 4. Türkiye çatladı patladı, ıkındı sıkındı ancak orta teknolojili bir sanayi ülkesi haline gelebildi. O da doğrusu ya, en son Gümrük Birliği sayesinde oldu. Avrupa Birliği yanı başımızda olmasa Türkiye, orta teknolojili bir sanayi ülkesi de olamazdı. Ama şimdi bundan ileriye gitmek istiyoruz. Kişi başına gelir 10 bin dolardan 25 bin dolara çıksın, millet zenginleşsin istiyoruz. Peki ama nasıl olacak da olacak? Türkiye nasıl olacak da inovasyonu sabah akşam konuşan bir ülkeden, inovasyon yapan bir ülke haline gelecek? İnovasyon konuşmaktan inovasyon yapmaya geçişin yol haritası acaba nedir? Bugün bir başlangıç yapayım ve ilk tespiti sizinle paylaşayım: Tercih yapacak cesareti olmayanın ileri teknolojili ihracatı olamaz. Gelin bakın neden?
Bana arada bir “canım her lafın arasına bir de Kore sıkıştırmayıver” diyorlar ama bugün derdimi anlatmak için başka bir şansım yok. Bundan birkaç yıl önce Ankara’daki yöneticilerimiz “Kore ne yaptı da öyle serpildi, biz neyi yapmadık da böyle güdük kaldık?” diye merak ettiler. Kore hükümetinin desteği ile bir dizi program yapıldı. Gidildi, gelindi. Sürecin sonunda bir dizi rapor da yazıldı. Koreliler bir kendi yaptıklarına, bir de bizim yaptıklarımıza baktılar. En sonunda bize nazikçe “Sizin teşvik sisteminiz çok eşitlikçi (egalitarian)” dediler. Aslında “Kardeşim, sen gelişmekte olan, kaynakları kısıtlı, tasarrufları yetersiz bir memleketsin, her şeye aynı anda destek olamazsın. Kalkınmak için tercih yapacak cesaretin olması lazım” demeye çalışıyorlardı. Kendi deneyimleri ile bizimkini karşılaştırınca “Biz cesur olduğumuz için böyle olduk, siz korkak olduğunuz için öyle kaldınız” demeye çalıştılar. İleri teknolojili ihracatın payını artırmak için öncelikle devleti yönetenlerin korkaklıktan sıyrılması gerekiyor. Bakmayın öyle mangalda kül bırakmadıklarına, hiç cesur değiller. Rakamlar ortada. Bu ilk nokta.
Bunun etkisini çeşitli yerlerde görüyoruz. Mesela yandaki tablo çeşitli ülkelerde alınan patentlerin ne kadar biyoteknoloji, nanoteknoloji ve bilgi işlem teknolojisi odaklı olduğunu gösteriyor. Neyi ölçüyor? Ülkede alınan patentler pek çok sektörü aynı anda dönüştürebilme kabiliyetine sahip yeni teknolojilere mi odaklanmış, yoksa patent dağılımında belli bir odak noktası mı yok, ona bakıyor. Ya bir noktaya odaklanıyorsunuz ya da maymun iştahlı olup her konuya sarkıyorsunuz. Neden? Devletiniz her konuya destek verip ne yapacağını bilmediği için elbette. OECD’nin teknolojik üstünlük karşılaştırması dediği o. Bakın şimdi tabloya nasıl görünüyor? Kırmızı nokta nanoteknolojideki odaklanmayı gösteriyor. Rusya, Kore ve Brezilya nanoya odaklanmış duruyor. Mavi çubuk biyoteknolojiyle alakalı patentlere odaklanmayı gösteriyor. Brezilya, Meksika ve Hindistan göz dolduruyor. Yeşil çubuk bilgi işlem teknolojisi ile ilgili patentleri gösteriyor. Çin, Hindistan ve Kore hemen göze çarpıyor. Dikkatinizi çekerim, Amerika, İngiltere’ye hiç bakmıyorum bile. Ben yalnızca bizim gibilere takılıyorum.
Peki, burada Türkiye nerede? Türkiye her zamanki gibi en sağda, en cüce duruyor. Geleceğin verimlilik artışlarını getirecek bu yeni teknolojiler konusunda bir patent yoğunlaşması bizim memlekette görünmüyor. Biz bu ülkeler arasında patentleri belli bir noktada yoğunlaşmayan, her konuya tebelleş, en maymun iştahlı ülke konumundayız maalesef. İyi olmuyor. Arada TÜBİTAK destekleri manalı mı filan diyorlar ya, işte bu tablo TÜBİTAK desteklerinin de son derece “eşitlikçi” olduğunu gösteriyor bana sorarsanız. Ne yaparsınız, memleketin hastanesi neyse postanesi de öyle olur. Bu da olsun aklımızda tutmamız gereken ikinci nokta.
Şimdi geleyim üçüncüye. Türkiye 2000’lerin başından beri il düzeyinde kişi başına milli gelir hesabı yayımlamıyor. 21’inci yüzyıla girdik ve Türkiye İstatistik Kurumu il bazında kişi başına milli gelir istatistiği yayımlamayı bıraktı. Türkiye’de idare il bazında örgütlenmiş durumda ve biz il düzeyinde işlerin nasıl gittiğini tam olarak bilmiyoruz. Neden? Yöneticilerimiz korkuyor bana sorarsanız. Veri yayımlanırsa ne olacak? Her ilin, ülkenin refahından aldığı payı dönemsel olarak izlemek mümkün olacak. Her seçim döneminde millete hesap vermek gerekecek.
Öyle genel laflarla değil, rakamlarla hesap vermek gerekecek. Biz ne yaptık? Yöneticilerimiz millete açık açık hesap verecek kadar cesur olmadığı için il bazında kişi başına milli gelir istatistiklerini yayımlamayı durdurduk. Okullar olmasa, milli eğitim ne güzel idare edilir dedik ve istatistik yayımlamayı kestik. Hayatın bir alanında değil, her alanında dediğim bu işte.
İşte onun için ileri teknoloji cesaret ister diyorum. İleri teknolojiye geçişte öncelikle sektörler, kişiler, şirketler ve bölgeler arasında tercih yapmaktan korkmayacaksın. Biz korkuyoruz. O zaman da işte böyle güdük kalıyoruz.
Neden korkuyoruz? Ona da geleceğim.