Temel Kavramlar
Sosyal Bilimlerde Uzmanlaşma ve Çıkarsama Yanılgıları
Uzmanlaşma ve farklılaşma, sosyal gerçekliğin çok yönlülüğünden beslenmektedir. Çok karmaşık sosyal gerçekliği bilimin konusu haline getirebilmek soyutlama yapmayı, soyutlama da sosyal gerçekliğin bazı özelliklerini dışta bırakmayı veya önemsiz görmeyi getirmektedir.
Soyutlamanın Dışlama Etkisi
Varlıklara ve ilişkilere karşılık gelmek üzere belirli ortak özelliklerine göre soyutlama yapılarak kavramlar üretilir. Soyutlama, çoğu durumda zorunlu olarak, işaret ettiği sosyal gerçekliğin unsurlarının tüm özelliklerini kapsamaz, kapsayamaz. Sosyal gerçeklikle ilgili yaptığınız her soyutlama, aslında o kategoriye ait belirli baskın özelliklerin tasvirinden ibarettir. Baskın özelliklerin tasviri de diğer özelliklerin göz ardı edilmesi demektir.
Sosyal bilimlerde işi zorlaştıran şey, sosyal bilimlerdeki kavramların farklı olmasıdır. Her bir kavram o alanın ihtiyaçlarına göre farklı biçimlerde tanımlandığı için, sosyal gerçekliğin bütün yönlerini ortaya koyan bir üst sosyal teoride uzlaşmak pek mümkün olmamaktadır. Buna rağmen her dönemde tüm sosyal olayları birkaç faktöre dayalı olarak açıklamaya çalışan büyük teoriler oluşturulmaya çalışıldığı görülür.
Her bir sosyal bilim alanı sosyal gerçekliğin bir yönünü netleştirmeye odaklanır ve bu odaklanma ayrıntıda bilgi verirken sosyal gerçekliği diğer yönlerinden soyutlar. Çok sık başvurulan bu durum, ceteris paribus kavramı ile ifade edilir. Latince ceteris paribus, “diğer koşullar aynı kalmak şartıyla” demektir. Yani gerçek hayatta birçok koşulun etkisi altında gerçekleştiği bilinen bir durumu, ona etki eden tüm faktörleri hesaba katarak analiz etmenin zorluğu, bazen de imkânsızlığı nedeniyle, bilerek birkaç ana faktöre indirgeyerek açıklamak, bilimsel çalışmalarda başvurulan temel yöntemlerinden biridir.
Terkip ve Bölme Yanılgıları
Sosyal bilimlerde çıkarım yaparken genelde iki yönlü mantık hatalarına rastlarız. Bunlardan biri bütünün geneli için doğru ve geçerli olan bir yargıyı her bir parça için de geçerli sayma (bölme yanılgısı), diğeri de tam tersi bir bütünün parçaları için geçerli olan bir yargıyı bütün için de geçerli saymadır (terkip yanılgısı). Bu iki yanılgı bazı durumlarda çok açık bazılarında ise fark edilmesi oldukça zor biçimde ortaya çıkar.
Uzmanlaşma ve Denge veya Çatışma ve Baskı
Farklılığa yol açan bakış açılarının çoğu zaman iki ana eksende ilerlediğini söyleyebiliriz. Bu eksenlerden biri, bilimin konusu olan sosyal gerçekliği, onu oluşturan unsurlar arasında uzlaşma eğiliminin baskın olduğu varsayımı ile ele alan uzlaşma veya denge yaklaşımıdır. Denge yaklaşımı, ekonomi, sosyal ve siyasal olayları incelerken bütünün parçaları arasındaki işbölümünün
yararları ve bu yararın ortaya çıkarılması için sağlanan uzlaşmayı merkeze alır. Diğer değişkenler uzlaşmanın oluşmasına olan katkıları çerçevesinde bir araya getirilir. Toplumsal düzenin çıkar uyuşmasına bağlı olarak oluştuğunu varsayan liberal yaklaşımlar bunun en belirgin örneğini oluşturur.
İkinci yaklaşım ise sosyal gerçekliğin ağırlıklı olarak çatışma üzerine oturduğunu varsayar. Buna göre kıt kaynaklar üzerinde hâkimiyet kurmak için yarışma sosyal gerçekliğin en temel hakikatidir. Bu da farklı güçleri olan taraflar arasında çatışma ve mücadeleyi zorunlu kılar. Sosyal gerçekliği anlamak, bu yaklaşıma göre, çatışmaların oluşum ve gelişimini anlamaktan ibarettir. Başta Marksizm olmak üzere sosyal bilimlerdeki radikal yaklaşımların çoğu bu gruba girer.
Pozitif veya Normatif Bilgi
Sosyal bilimlerde çalışmaları birbirinden ayrıştırıcı bir diğer konu da, pozitif ve normatif ayırımıdır. Normatif ‘‘olması gereken’’i, pozitif de sadece ‘‘olan’’ı konu edinen bilgilere denir. Bilimsel yaklaşımın “olması gerektiği düşünülenleri” değil de “olanları” konu edinmesi arzu edilir. Yani bilim daha çok sosyal gerçekliğe ilişkin normatif (kural koyucu) değil, pozitif (betimsel) bir yaklaşım sergiler.
Aynı Bilim Alanında Farklı Yaklaşımların Ortaya Çıkış Sebepleri
Diğer sosyal bilim alanlarında olduğu gibi uluslararası politik ekonomi alanında da oldukça zengin bir bakış açısı çeşitliliği vardır. Birey, grup ve daha büyük toplulukların davranışlarını açıklarken ortaya çıkan bu bakış açısı farklılıkları, devlet, devlet üstü ve uluslararası diğer aktörlerin davranışlarını açıklamada da benzer gerekçelerle ortaya çıkmaktadır. Bu farklılık gerekçelerini uzmanlaşma ve odaklanma, sosyokültürel ortam ve ideolojik farklılık, bireysel rekabet ve farklılıkların abartılması, katı bilimsellik ölçütünün olmayışı olmak üzere dört ana başlık altında inceleyebiliriz.
Uzmanlaşma ve Odaklanma
Uluslararası ilişkileri etkileyebilecek, iklim, coğrafi ve stratejik konum, tarihsel hesaplaşmalar, her bir ülkenin siyasal kültür farklılıkları, devletler adına karar veren aktörlerin kişilikleri, karar verme süreçlerinin kendiliğinden getirdiği etkilerin tümünü içine alan bir açıklamanın zorluğu ve karmaşıklığını ortadan kaldırmak için, bütün devletleri aynı şekilde düşünen, aynı saiklerle davranan birer aktör olarak varsayıp model geliştirmek, işi oldukça kolaylaştırır. Bu varsayım kabul edildikten sonra, devletlerin kararlarını neyin belirlediği konusunda da onlarca farklı açıklama yerine, dönemin baskın olduğu düşünülen faktörleri merkeze alınarak bir açıklama yapıldığında birbirinden farklı birçok yaklaşım ortaya çıkar. Hem aynı dönemde etkili olduğu düşünülen faktörlerin kişiden kişiye (araştırmacıdan araştırmacıya) farklılaşması, hem de zaman içinde faktörlerin rolünde meydana gelen değişiklikler, aynı disiplin içinde birçok yeni yaklaşımın ortaya çıkmasına neden olur.
Sosyokültürel Ortam ve İdeolojik Farklılık
Bilim insanları ve düşünürler de görüşlerini bir sosyal, kültürel ve siyasal ortamda oluşturdukları ve ifade ettikleri için farklı ortamlarda farklı görüşlerin ileri sürülmesi gayet normaldir. Bir araştırmacı, düşünür veya bilim insanı bir yaklaşım ortaya koyarken sahip olduğu dünya görüşünün temel parametrelerinden kendisini soyutlayamaz ve esasen soyutlamaya çalışması da çok fazla bir anlam ifade etmez. Çünkü getireceği açıklamaların birilerine anlamlı gelmesi, kendilerine açıklama sunulanların dünyaya bakışlarıyla uyuşması ile yakından ilgilidir. Başka türlü yapılan açıklamalar muhataplara pek anlamlı gelmeyecektir. Düşünürler de içinde yaşadıkları “dünyalardan” hareketle bilgi ürettikleri için “dünya”ları benzeşen insanların görüşlerinin de benzeşmesi kuvvetle muhtemeldir.
Bireysel Rekabet ve Farklılıkların Abartılması
Bir sosyal disiplin içinde açıklama yelpazesinin genişlemesinin nedenlerinden bir diğeri, düşünür veya teorisyenlerin kendi teorilerinin önemini artırmak, dikkat ve taraftar çekebilmek için ileri sürdükleri yeni görüş ve teorilerini, mevcut teorilerden aşırı zorlamalarla farklılaştırarak sunmaya çalışmalarıdır. Burada, getirilen açıklamalardaki küçük farklılıklar oldukça fazla abartılmakta, uzlaşılan noktalar ise tümüyle göz ardı edilmektedir.
Katı Bilimsellik Ölçütünün Olmayışı
Sosyal bilimlerde bilimsellik ölçütleri konusunda çok önemli ilerlemeler olmuş olsa da, bir teorinin “doğru” veya “yanlış” kabul edilebilmesine dair ölçütlerin neler olduğu konusunda bilim adamları arasında, tam bir uzlaşmanın sağlanmamış olması, farklı hatta birbirine tamamen zıt görüşlerin, bilimsellik iddiasından vazgeçmeden birlikte varlıklarını sürdürmesine zemin hazırlamaktadır.
Ayrı Bir Bilim Olarak Uluslararası Politik Ekonomi
Uluslararası politik ekonomi, politik ekonomi, siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler ve biraz da sosyolojinin bir şekilde kesiştiği bir çalışma alanıdır. Bu yüzden bu disiplinin alanını netleştirmeye, siyaset bilimi, politik ekonomi, uluslararası ilişkiler disiplinlerinin çalışma alanlarından başlanmalıdır.
İktidar, Siyaset Bilimi ve Ekonomi
Siyaset bilimi siyasi denilen tutum, davranış ve kurumları konu edinir. “Siyasi” dendiğinde de, bir şekilde güç kullanımının içinde yer aldığı, durum (iktidar, muhalefet, isyan gibi), süreç (propaganda, seçim, savaş gibi) ve kurumlar (devlet, hükümet, siyasi parti gibi) akla gelir. Daha teknik bir tanım yapmak gerekirse siyaset bilimi iktidarın nasıl biçimlendiği ve paylaşıldığını konu edinir.
Başka bir deyişle, siyaset bilimi kimin, neyi, nasıl ve ne zaman alacağını irdeler.
Siyasetteki anahtar kavram iktidardır. İktidar/güç, bir bireyin yahut bireyler topluluğunun kendi istekleri doğrultusunda, rızaları olup olmadığına bakmaksızın diğer insanların davranışlarını etkileyebilme, yönlendirebilme veya denetleyebilmesidir.
İktisat/ekonomi, yaygın bilinen tanımıyla kıt kaynakların sınırsız veya sürekli genişleyen insan isteklerini karşılamada nasıl kullanılacağını inceleyen bilim dalıdır. Mikro ve makro düzeyde karar verme süreçlerinin fayda- maliyet eksenli olarak nasıl işlediğini ortaya koymayı amaçlar.
Uluslararası İlişkiler, Uluslararası Ekonomi ve Uluslararası Politik Ekonomi
Uluslararası ilişkiler disiplini, siyaset biliminin kavram ve yöntemlerini ulusların veya uluslararası aktörlerin birbiriyle olan ilişkilerini çözümlemek için kullanır ve bu yüzden “güç” kullanımı odaklı bir bilim alanıdır. Kuşkusuz ulus içi iktidar ilişkileri ile uluslararası iktidar ilişkilerinin benzer yönleri olduğu kadar farklı yönleri de bulunmaktadır.
Uluslararası politik ekonomi (UPE) dünya ölçeğinde etkili olan aktörler arasındaki gerginlik ağırlıklı ilişkileri konu edinir. Bu gerginlikler devletlerarası uyuşmazlıklar ve çatışmalar, uluslararası veya ulus üstü kar amacı gütmeyen gönüllü kuruluşlar, kar amacı güden çok uluslu şirketler veya bölgesel güçler arasında olabilir. Önceleri uluslararası, uluslar üstü, ulus aşırı gibi kavramlarla ifade edilirken giderek bu kavramlar yerlerini giderek küresel kavramına terk etmektedirler. Bu yüzden uluslararası politik ekonomi kavramı bazen küresel politik ekonomi olarak da kullanılmaktadır.
Uluslararası Politik Ekonomide Analiz Düzeyleri
Bir ülkede olan olayları veya bir devletin bir konuda verdiği kararları, sebepleri, karar süreçleri ve sonuçları bağlamında ortaya koymak amacıyla yapılan çalışmalarda, bireysel düzey, devlet düzeyi, devletlerarası düzey ve küresel düzey olmak üzere birbirinden farklı en az dört analiz düzeyinden bahsedilebilir. Her bir analiz düzeyi aynı konulara birbirini tamamlayan, teyit eden veya birinin açıklayamadığı yönleri açıklayan farklı analizlerin yapılmasını mümkün kılar.
Bireysel Düzey
Ülkelerin kaderlerini etkileyen kararları genelde siyasi liderler verir. Bireysel düzeydeki analizlerde sadece ülke adına karar veren siyasi lider veya onun temsilcilerinin değil, uluslararası örgütlerin temsilcileri veya çok uluslu şirketlerin yöneticilerinin kararları da bu yöntemlerle çözümlenebilir. Bazen bu rollerdeki karar vericiler, bir ya da birçok ülkenin halklarını yakından ilgilendiren ve ulusal liderlerinkilerden çok daha etkili sonuçları olan kararlara imza atabilmektedirler.
Devlet Düzeyi
Birey düzeyinden ülke düzeyine analizi genişlettiğinizde, uluslararası ilişkileri düzenleyen kararların alınmasında ülke içinde ve dışındaki çıkar ve baskı gruplarının, ülkede yerleşik siyasal kültürün, siyasal kurumların işleyişinin ve karar süreçlerinin şeffaflık düzeyinin bu kararları nasıl etkilediği ele alınır.
Devletlerarası Düzey
Bir ülkenin şu veya bu gerekçe ile oluşan ulusal düzeydeki kararları, hem o ülkenin diğer ülkelerle hem de üçüncü ülkelerin kendi aralarındaki ilişkilerini etkiler. Bu yüzden bazen iki ülke arasındaki ilişkileri anlamak için üçüncü ülkeler arasındaki ilişkilere bakmak gerekir.
Küresel Düzey
Ülkelerin gidişatını etkileyen en kapsayıcı ve genel analiz küresel düzeyde yapılan analizdir. Ülkelerin kararlarını baskı ve çıkar grupları, liderlerin kişilik özellikleri, diğer ülkelerin kararları yanında doğrudan bir ülke veya merkez tarafından kararlaştırılmayan küresel ölçekte gerçekleşen süreçler de etkiler.
Uluslararası Politik Ekonominin Çalışma Alanları
Uluslararası politik ekonomi çalışmaları, enerjiden çevre kirliliğine, uluslararası ticaretten finansa, kalkınmadan dış yardımlara, teknolojiden tanımı ve içeriği değişen güvenliğe kadar çok geniş bir alana yayılmıştır.
ULUSLARARASI POLİTİK EKONOMİDE FARKLI YAKLAŞIMLAR
Uluslararası politik ekonomide farklı yaklaşımlar; çatışma eksenli yaklaşımlar, uzlaşma merkezli yaklaşımlar, inşacı ve rasyonel tercih yaklaşımı ve feminist yaklaşım olarak sınıflandırılabilir.
Çatışma Eksenli Yaklaşımlar
Çatışma eksenli yaklaşımlar; klasik merkantilist ve neomerkantilist yaklaşımlar, Marksizm, Lenin ve emperyalizm, bağımlılık teorisi ve dünya sistemi teorisi olarak sıralanır.
Klasik Merkantilist ve Neomerkantilist Yaklaşımlar
Merkantilizm; bir ülkenin veya devletin gücünün ana göstergesinin elindeki değerli madenler olduğunu, bu yüzden devletin dış ticaret fazlası vererek sürekli bu servet ve güç kaynaklarına sahip olması gerektiğini savunan görüştür.
Merkantilist yaklaşımın ilkeleri; millilik (ulus merkezcilik), müdahalecilik, metal sevgisi ve sömürgecilik olarak sıralanabilir.
Neomerkantilizm ise ağırlıklı olarak tarife dışı engellerle ulusal ekonomileri diğer ekonomilere karşı korumayı amaçlayan politika taraftarlığıdır.
Hem ilk dönemlerde hem de günümüzde korumacılık politikasının en önemli gerekçelerinden biri bebek endüstri tezidir. Bebek endüstri tezine göre, gelişmekte olan ülkelerin bazı ürünlerinin imalatında potansiyel olarak karşılaştırmalı üstünlük söz konusu olabilir. Bu potansiyelin olup olmadığının anlaşılması onlara biraz süre vermeyi gerektirir. Bu yüzden, başlangıçta, gelişmekte olan ülkelerdeki yeni endüstriler, gelişmiş ülkelerdeki iyice oturmuş sektörlerle rekabet edemezler. Onları tarihsel gelişim içinde avantajlı hale gelmiş öncü ülkelerle bir tutmak ve rekabete zorlamak büyük haksızlık olur. Bunun için daha bebeklik çağında olan bu sektörlere geçici olarak (bebeklik dönemi sona erinceye kadar) korumacı dış ticaret politikası uygulanırsa, zamanla hem ölçek ekonomilerinin ortaya çıkması, hem de sektörün kazanacağı avantajlarla sektörün ve firmaların birim maliyetleri bebeklik dönemine göre düşecektir.
Marksizm
Marksizm, esas itibariyle Karl Marks (1818- 1883) ve Friederich Engels’in (1820-1895) görüşleri çerçevesinde geliştirilen modern dönemin önemli felsefi, siyasi ve iktisadi bakış açılarından birisidir. Marks yaşadığı dönemde gözlemlediği şekliyle kapitalizmin köklü bir eleştirisini yapmıştır. Marksizm, geniş kitlelerin benimsediği ve 1990’lı yıllara kadar iki kutuplu dünyanın bir kutbunu oluşturan bir ideoloji haline gelmesinin arkasındaki esas faktör de, bu kapitalizm eleştirisinin büyük kabul görmüş olmasıdır.
Marksizmin özünü, tarihsel materyalizm ile şekillenen bir maddeci ontoloji ile zıtların birlikteliği ve çatışmasıyla ilerleyen diyalektik epistemoloji oluşturur. Toplumların çözümlenmesinde kullanılan anahtar kavram üretim tarzları ise tarihin içinde oluşan bu diyalektik sürecin farklı dönemlere tekabül eden formlarıdır.
Lenin ve Emperyalizm
İşçi devriminin, sanayisi gelişmiş İngiltere veya Almanya’da değil de görece daha az gelişmiş Rusya’da ortaya çıkması, Marks’ın sınıf çatışması yaklaşımını koruyarak bu yeni durumun açıklanmasını gerekli hale getirmiştir. İşte Lenin’in emperyalizm teorisi bunu yapmaya çalışmaktadır. Ona göre kapitalist ülkelerin zengin sınıfı, emek üzerinden elde ettikleri artık değerin bir kısmını kendi ülkelerindeki işçilerin yaşam koşullarını iyileştirmelerine ayırırken, sömürü ilişkilerini üçüncü dünya ülkelerine kaydırarak devrimin gelişmiş ülkelerde gecikmesine yol açmışlardır. Ona göre, bir ülkenin başka ülkeleri sömürmesi anlamına gelen bu emperyalizm, beklenen işçi devrimini geciktirmiştir.
Bağımlılık Teorisi
Bağımlılık teorisi, küresel eşitsizliğin kapitalist büyümenin doğasından kaynaklandığını, kapitalist ülkelerin ancak diğerlerinin kaynaklarını sömürerek geliştiklerini, geri kalan birileri olmadan gelişmenin mümkün olamayacağını ileri sürer.
Bu bağımlılık ilişkisini güzel ifade eden yaklaşımlardan biri literatürde Singer Prebish tezi olarak bilinir. H. Singer ve R. Prebish tarafından 1940’lı yıllarda geliştirilen ve uzun dönemde dış ticaret hadlerinin azgelişmiş ülkeler aleyhine gelişeceğini ileri süren bu teze göre uluslararası ticarette gelişmiş ülkelerin gelirleri artarken azgelişmiş ülkelerin ihraç ürünleri olan tarımsal ürünlere olan talepleri aynı hızda artmamakta; buna karşılık azgelişmiş ülkelerin gelirleri yükseldikçe sanayileşmiş ülkelerden ithal ettikleri endüstriyel ürünlere olan talepleri daha hızla yükselmekte, dolayısıyla da dış ticaret hadleri uzun dönemde azgelişmiş ülkeler aleyhine, gelişmiş ülkeler lehine bir seyir izlemektedir.
Dünya Ekonomisi Teorisi
Dünya ekonomi sistemi görüşüne göre; ülke içinde burjuvazi (sömüren) ve proleter (sömürülen) ilişkisi gibi uluslararası alanda da merkez (çevre ve yarı çevre ülkelerini sömüren), yarı çevre (merkez ülkeler tarafından sömürülen, çevre ülkelerini sömüren) ve çevre (hem merkez hem de yarı çevre ülkeleri tarafından sömürülen) olmak üzere üç grup ülke arası ilişkilerden oluşan kapitalist dünya ekonomisi söz konusudur.
Uzlaşma Merkezli Yaklaşımlar
Uzlaşma merkezli yaklaşımlar; liberalizm (Adam Smith), Keynesci yaklaşım, modernleşme teorisi, hegemonyacı istikrar teorisi ve yeni uluslararası iş bölümü teorisi olarak sıralanır.
Liberalizm
Liberalizm; kamu otoritesinin ekonomik, sosyal, dinsel gibi süreçlere müdahale etmesine ya da bu süreçlere kendi istediği doğrultuda yön vermek yönündeki girişimlerine karşı çıkılması gerektiğini ileri süren görüştür. Sistematik ve ayrı bir bilim dalı olarak iktisadın doğum tarihi, Adam Smith’in Ulusların Zenginliği kitabının yayınlandığı 1776 yılı olarak kabul edilmektedir. Adam Smith bu eserinde, iktisadi liberalizmin de ilkelerini içeren ekonominin nasıl işlediğine ilişkin, bugün hala etkileri devam eden görüşlerini dile getirmiştir.
Liberal düşünürler, ülke içinde olduğu gibi ülkeler arasında da serbest ticaretin tüm ülkelere korumacılığa göre daha fazla fayda sağlayacağını, ülkelerin gümrük duvarlarını indirmelerinin kendilerine mutlak veya mukayeseli olarak üstünlük taşıdıkları alanlarda daha çok avantaj getireceğini, uluslararası serbest ticaretin dünya kaynaklarının daha etkin kullanılmasıyla sonuçlanacağını savunurlar.
Keynesci Yaklaşım
1929 yılında ortaya çıkan büyük ekonomik kriz, iktisatçıların, ekonominin makro davranışlarının, öngörüldüğü gibi olmayabileceği ihtimalini ciddi ciddi düşünmelerine yol açtı. Büyük Buhran, Marks’ı haklı çıkaracak özellikler taşımaktaydı. Bol üretim vardı ve yeterli talep olmadığı için fabrikalar kapanıyordu. Liberal ilkeleri doğrudan çiğnemeden sistem içinde çözüm üretme önerileri bakımından öne çıkan kişi John Maynard Keynes oldu. Keynes’in önerileri kapitalizmin talep yetersizliği krizinin çözülmesine katkıda bulunduğu için kapitalist dünyada büyük ilgi görmüş, ama aynı zamanda sosyalist eğilimli dünyada da, kapitalist sistemin çöküşünü suni teneffüsle geciktirdiği gerekçesiyle eleştirilmiştir.
Bu yeni yaklaşımı ile Keynes ekonomide eksik istihdam olması durumunda talep yetmezliği nedeniyle kriz çıkmasını önlemek için devletin devreye girebileceğini, denge kurulduktan sonra da yine müdahalesin azaltabileceğini söyleyerek, müdahaleci bir liberalizm formülü bulmuştur. Uzun yıllar bu formül politikacılar için can simidi olarak kullanılmış ve hala kullanılmaktadır.
Modernleşme Teorisi
Küresel eşitsizliğin nasıl ortaya çıktığını açıklamaya çalışan yaklaşımlardan biri de modernleşme teorisidir. Buna göre, küresel eşitsizliğin sebebi, dünyanın farklı bölgelerinde gerçekleşen farklı düzeylerdeki ekonomik modernleşmedir. Ekonomik gelişme, bir şekilde sermaye birikimi sağlamış, belirli bir çalışma, tasarruf ve harcama alışkanlığı oluşturmuş olan kapitalist ülkelerde daha hızlı gerçekleşmektedir. Düşük ve orta gelirli ülkelerin vatandaşlarının bu yüksek gelirli kapitalist ülkelerinkine benzer ve daha iyi yaşam standardına ulaşmaları da, bu yaklaşıma göre, ancak onların izlediği kalkınma yolunu izlemelerine, bu amaçla belirli bir dönem istikrarlı bir büyüme gerçekleştirebilmelerine bağlıdır.
Hegemonyacı İstikrar Teorisi
Hegemonyacı istikrar teorisi; uluslararası ekonomik sistemde güçlü bir devletin varlığının sisteme istikrar getireceği, bu istikrar sayesinde diğer ülkelerin ekonomik büyüme ve kalkınma için stratejiler geliştirebilmelerine uygun ortam hazırlayarak onların da yararına olacağını ileri süren teoridir.
Yeni Uluslararası İş Bölümü Teorisi
Yeni uluslararası iş bölümü teorisi; dünya üzerinde ana aktörlerin ulus devletler olmadığı, hammadde, ucuz işgücü ve pazara uzaklığa göre coğrafi yer seçimi yapan ve dünya üretiminde gittikçe ağırlığını artıran, maliyetleri düşürmek için üretim merkezlerini gelişmiş ülkelerden daha az gelişmiş bölgelere doğru kaydıran uluslararası firmaların önderliğinde yeni bir üretim süreci olduğunu ileri süren teoridir.
İnşacı ve Rasyonel Tercih Yaklaşımı
Sosyal bilimlerde inşacı bakış açısı özellikle 90’lı yıllardan itibaren sosyolojiden siyasete, ekonomiden uluslararası ilişkilere kadar birçok alanda etkisini göstermiştir. İnşacılık, temelinde, sosyal gerçekliğin, o gerçekliğe tekabül ettiği varsayılan somut maddi olgulardan ayrı bir gerçeklik oluşturduğu fikrine dayanır. Bu çok eski idealizm-materyalizm tartışmasının yeni bir formu olarak da görülebilir.
İnşacılık, sosyal gerçekliğin ve bilgi üretim süreçlerinin birer inşa olduğunu varsayma ortak paydasında buluşan yaklaşımların ortak adıdır. Buna göre toplumsal yaşamı oluşturan asli unsurlar, geçmişten devralınan veya şimdi üretilen fikir ve düşüncelerdir.
Rasyonel tercih, alternatifleri olan konularda olası tüm seçeneklerin sıralanması, her birinin maliyet ve getirilerinin hesaplanması ve buna bağlı olarak en uygun kararın verilmesi durumunu ifade eder. Rasyonel birey de, düşünce ve eylemlerinde sonuca ulaşmada en uygun ve kestirme yolu kullanan, amaca en uygun aracı seçen kişi demektir. Rasyonel bireylerin eldeki kısıtlar çerçevesinde (zaman, sınırlı bilgi vb.) en uygun kararı verecek biçimde akıl yürüttükleri varsayılır. Uluslararası ilişkilerin anlaşılmasında, bu ilişkileri yürüten aktörlerin aynen bireysel işlemlerde olduğu gibi getiri ve götürü ayrıntılı biçimde hesaplanarak en uygun kararın verildiği bir model varsayımı ile açıklanmasının, diğer modellere göre daha işlevsel olduğu ileri sürülmektedir.
Rasyonel tercih yaklaşımı, ülkelerin kararlarını çözümlerken, olası seçeneklerin ve her bir seçeneğin avantaj ve dezavantajlarının neler olduğunu ortaya koyarak aktörlerin verdikleri kararların arkasındaki gerekçeleri anlamayı kolaylaştıran bir analitik araç sunar. Modelin çalışması için, uluslararası ilişkilerde gerçek karar vericilerin, her bir kararın olası tüm seçeneklerini analizcinin sunduğu çeşitlilikleri ve ayrıntıları yansıtacak biçimde ortaya koyarak karar vermiş olmaları gerekmez.
Feminist Yaklaşım
Feminizm, sosyolojiden siyaset bilimine, antropolojiden uluslararası ilişkilere kadar bütün sosyal bilim dallarında temel kavramlar üzerinde yeninden düşünmek, analiz birimini yeniden oluşturmak için yeni bakış açıları sunmaktadır. Feminizm başlangıçta kadın-erkek eşitliğini sağlamayı amaçlayan kadın hakları savunuculuğu olarak ortaya çıkmış, sosyal bilimlerin tüm alanlarından felsefeye kadar geniş bir yelpazede mevcut bilgilere yeniden bakışı bazen mümkün bazen de zorunlu kılan kavram ve yaklaşımlar getirmiştir.
Kadın önemlidir, çünkü insanlığın yarısını oluşturuyor. Ekonomik ve sosyal olarak üretilen değerlerin kabaca yarısını kadınlar üretir.
Feminist yaklaşım, güç temelli ilişkilere özellikle de savaşa, kadınların daha baskın olduğu karar süreçlerinde erkeklere oranla daha zor karar verileceğini ileri sürer. Çünkü kadınlar sorunları şiddet kullanarak çözmeye daha az eğilimlidir ve savaşlardan sonra tüm ülkelerde kadınlar genelde daha büyük yıkımlar ve zorluklar yaşamaktadırlar.
KÜRESELLEŞME
Küreselleşme Kavramı
Dünya tarihinin her döneminde yaşayan insanlar için değişim söz konusu olmakla birlikte, son elli yılda önceki dönemlerle karşılaştırılmayacak çapta ve hızda bir değişim gözlenmektedir. Küresel değişim, birey ve toplum hayatını kuşatıcı nitelik taşıdığı için, sadece belirli bir yönü (örneğin sadece siyasal, sadece hukuksal, sadece kültürel veya sadece ekonomik) üzerinde durularak tümüyle anlaşılamaz. Kapsayıcı ve bütüncül bir bakış açısı gerekmektedir. Bu bölümde küresel değişimin bütün yönlerine kısaca işaret edilecektir.
- yüzyılın ikinci yarısından sonra, özellikle de Sovyet Blokunun dağılmasıyla tek kutuplu bir dünyanın ortaya çıkmasına paralel biçimde, iletişim ve ulaşım teknolojilerinin de ucuzlayarak hızla yaygınlaşması, ulusal devlet sınırlarının eski dönemlere göre daha az önemli hale gelmesi sonucu, bilim, sanat, hukuk, siyaset, kültür ve iktisadi alanlarda dünyadaki bütün ülkelerin birbirine daha çok bağımlı hale gelmeleri, ortak değer, yaklaşım ve tavırlar benimsemeye başlamaları sürecidir.
Son Küreselleşme
İnsanlığın mevcut birikimi göz önüne alındığında küreselleşmenin, aslında yüzyıllardan beri farklı düzeylerde devam eden bir sürecin adı olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bugünün insanının kullandığı maddi ve maddi olmayan her türlü birikim, farklı coğrafyalardan, farklı kültürlerden binlerce insanın farklı zamanlardaki katkılarının biriktirilmesinin bir sonucudur. Günlük hayatımıza yerleşmiş yiyecek ve içeceklerin; seyrettiğimiz filmlerin, dinlediğimiz müziklerin, oynadığımız oyunların, okuduğumuz dergi veya kitapların ya da kafamızda dolaşan fikirlerin; kullandığımız, giysi, ev eşyası, araç gereç ve makinelerin, ne zaman ve kim tarafından ilk olarak düşünüldüğü, tasarlandığı, zaman içinde nasıl bir gelişim seyri izlediği, bugünkü haliyle hangi hammadde ve ara maddeler kullanılarak kimler tarafından üretildiğini düşündüğümüzde küreselleşmenin ne kadar hayatın içinde ve karmaşık bir süreç olduğunu kolayca fark ederiz.
Üretim yöntemlerinden pazarlamaya, tüketim kalıplarından yönetim biçimine, uluslararası örgütlerin etkinliğinden ulus-devletin egemenlik sınırlarının yeniden belirlenmesine kadar birçok alanda gözlenen büyük değişime şimdilik “son” küreselleşme diyelim. Ama bu “son” ne zaman yerini başka bir “büyük” değişim dalgasına bırakacağı şimdiden bilinmediği için tırnak içinde yazılmalı. Küresel pazarların yerli ürünlere yeni fırsatlar sunması ile küresel güçlerin yerli pazarları silip süpürmesi iki farklı etkiyi göstermektedir. Bu iki etki güçleri farklı da olsa görülmektedir. Küreselleşmenin bu iki farklı yönünü benzeştirici küreselleşme ve farklılaştırıcı küreselleşme olarak niteleyebiliriz.
Benzeştirici Küreselleşme
Küreselleşme dendiğinde akla hemen dünya ölçeğinde süreçlerin birbirine benzemesi gelir. Bu küreselleşmenin
en önemli özelliklerinden biridir. Bir çok yerde ve durumda küresel aktörler ulusal ve yerel unsurları tümüyle tasfiye etmektedirler. Küresel düzeyde faaliyet gösteren devlet, şirket, kurum veya örgütlerin nüfuz ettikleri her yerde yerel dinamikleri geliştirme ve onlarla işbirliği içinde uzlaşı arama yerine, sürekli kendi çıkar ve istekleri doğrultusunda faaliyette bulunmaları; daima iktidar, etki veya nüfuzlarını artırma arayışı içinde olmalarına dayatmacı veya yırtıcı küreselleşme denir.
Küreselleşmenin bir sonucu olarak, bilinen ve en yaygın şekliyle McDonald’s firması tarafından uygulanan, ancak başta eğitim, sağlık, ulaştırma, gıda, medya, eğlence, turizm, enerji olmak üzere, kitlesel tüketim talebi olan tüm alanlarda bazı mal ve hizmetlerin önceden belirlenmiş standartlara göre girdi ve çıktı özelliklerinin sıkı biçimde denetlendiği, küresel ölçekte üretilmesiyle ortaya çıkan tektipleşmeye de McDonaldlaşma denmektedir. Buna göre küreselleşen dünyada hem giderek tüketim alışkanlıkları ve yaşam tarzlarının birbiriyle benzeşmesi, hem de benzer zevk ve eğilimleri olan bireylerin uzak coğrafyalarda yaşamalarının kolaylaştırılması amacıyla, küresel ölçekte faaliyet gösteren firma veya kurumlar, dünyanın farklı coğrafyalarındaki şubelerinde aynı nitelikte mal ve hizmet sunarak özel küresel müşteri profili oluşturmaktadırlar.
Farklılaştırılmış Küreselleşme
Küreselleşmenin sonuçları bakımından en çok üzerinde durulan konulardan biri, küresel değişimin aktörleri, ile yerel aktörler karşılaştığında bunun farklılıkları artırıcı etkilerinin olup olmadığıdır. Bazen küresel aktörler ulusal veya yerel ile karşılaştığında kaybolmaya yüz tutmuş yerel değerlerin ortaya çıkarılmasına büyük katkı sağlarlar. Küreselleşmenin bir sonucu olarak özellikle turistik ziyaretlerin artması ile unutulmaya yüz tutmuş ya da önemi kaybolmuş geleneksel veya yerel kültürel unsurların değerlerinin artması, tarihi eserler ile belirli bir bölgeye özgü müzik, giysi ve yemeklerin, hatta bitki veya meyvelerin yeniden değer kazanması, bölgeye özgülüklerin kıymetli hale gelmesi mümkündür. Özellikle uluslararası turizm yerel giyim, el sanatları, yemek, eğlence, kültürel ürün, tarihi mekanlar veya o yöreye özgü doğal ürünlere talep oluşturmak suretiyle onların canlandırılması biçiminde yerelleşmeyi özendirebilir. Buna küreselleşmenin yerlileştirme etkisi diyebiliriz.
Küreselleşmeyle birlikte dışarıdan gelen ile yerli kültürün birbirini yok etmek yerine karşılıklı etkileşimi sonucu her ikisinden de farklı üçüncü bir kültürün oluşmasına da yol açılabilir. Buna da kültürlerin melezleşmesi diyebiliriz. Özellikle müzik, giyim ve yemek alanında görülen bu durumun iki farklı kültürün etkileşiminin, birinin diğerini dönüştürmesi şeklinde değil, her ikisinin de kendisine ait unsurları diğer kültürden aldıkları ile yeniden şekillendirip daha farklı ve yeni şeyler yaratması mümkündür.
EKONOMİ, SİYASET VE KÜLTÜR ALANINDA KÜRESELLEŞME
Ekonomik
Günümüz toplumlarında ekonomi, ortak yaşamın çok önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Ekonomik göstergeler, neredeyse toplumun ortak dili, para da nesnel iletişimin en temel aracı haline gelmiştir. Finans piyasasında sürekli geliştirilen yeni araçlar, gelecek ile bugünü birbirine yakınlaştırmış, geleneksel ekonomiler hızlı ve köklü bir dönüşüm sürecine girmişlerdir. Nakliye, haberleşme ve iletişim alanındaki hızlı gelişmeler, dünyanın bir yerinde geliştirilen mal, hizmet, fikir, tutum ve davranışların başka yerlere aktarılmasını eskiye göre daha kolay ve düşük maliyetle mümkün hale getirmiştir. Özellikle internetin yaygınlaşması iletişim ve haberleşme maliyetlerini dramatik denebilecek biçimde düşürmüş malların, fikirlerin ve tutumların dolaşımını dünya ölçeğinde tarihte hiç görülmemiş biçimde kolaylaştırmıştır. Son elli yıl içinde bu alanda ne tür gelişmelerin olduğuna şöyle bir göz atalım. Ulus üstü veya çok uluslu şirket sayılarında ve faaliyet hacimlerinde büyük artışlar meydana gelmiş, uluslararası hukuk kurallarının benimsenmesi ve uygulanması hızlanmış, bankalar ve diğer finansal işlem yapan kurumlar kelimenin tam anlamıyla uluslararasılaşmıştır. Bu sürede ulusal ekonomilerden daha büyük cirosu olan dünya şirketleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Örneğin 2016 yılında ekonomik olarak ilk yüz büyüklük içinde ulusal ekonomiler yanında 43 şirket bulunmaktadır.
Üretimin küreselleşmesi.
Üretim alanında küreselleşme, bir ürünün değişik bölümlerinin maliyet avantajlarına göre farklı ülke sınırları içinde üretilmeye başlanmasıyla ortaya çıkmıştır. Bir ürünün farklı parçalarını dünyanın farklı yerlerinde üretip, farklı ülkelerde monte edip farklı ülkelerde piyasaya süren, çok sayıda dünya çapında şirket ortaya çıkmıştır.
Finansın küreselleşmesi.
Finansın küreselleşmesi hem tasarruf sahipleri hem de fon arayan girişimciler için yeni ve geniş imkanlar sunmaktadır. Ulusal finans sistemlerinin ekonomide devlet denetimini sağlamak için koydukları faiz veya döviz işlemlerinde kontrollerin kalkması sermaye hareketlerini kolaylaştırmaktadır. Ulusal piyasalarda yeterli sermaye bulamayan girişimciler veya elindeki tasarrufları değerlendirmek için uygun yer arayanlar için finans piyasasının liberalizasyonu büyük esneklik sağlamıştır. Girişimciler ulusal faizlerden daha uygun faizle dışardan borç alabilmek veya borsadaki şirketlerinin hisselerini yabancılara satarak kaynak temin etmek için uluslararası finans piyasalarına yönelmektedirler. Tasarrufları yatırımlara aktarmayı amaçlayan aracı kurumlardan oluşan finans sektörü, ekonomiler içinde finansmanı kolaylaştırıcı işlemlerin yanında binlerce insanın çalıştığı başlı başına bir hizmet sektörü yaratmaktadır. Vade, risk dağıtımı, ödeme araçları ve ödeme usulüne göre oldukça çeşitlenen finans araçları, ulus devlet otoritelerinin özellikle de merkez bankalarının para ve kredi hacmini denetim altında tutmalarını zorlaştırmaktadır. Tasarruflarını farklı farklı
ülkelerin menkul kıymetlerine yatıran tasarruf sahipleri hem kar makzimizasyonu yapma hem de bir sepet oluşturmak suretiyle risklerini dağıtmaktadırlar. Finans piyasalarının şeffaf ve düşük maliyetle izlenebiliyor olması, finansı uluslararası düzeyde dengeli dağıtmakta risk ve getiri dengesinin hızlıca kurulmasını sağlamaktadır. Bir ülkede çok karlı bir menkul kıymet sepeti varsa uluslararası sermaye hızlıca oraya akmakta ve karlılık kısa sürede normal düzeylere çekilmektedir. Bu dünyadaki finans sisteminin, tek bir piyasa gibi çalışmasını sağlamakta, en hızlı küresel etki bu alanda ortaya çıkmaktadır.
Doğrudan yabancı yatırımlar (DYY).
Doğrudan yabancı yatırımlar dünya ekonomisinin küreselleşmesinde önemli işlev görür. Doğrudan yabancı yatırım, yabancıların hisse senedi veya tahvil alarak devlete veya şirketlere sıcak para akışıyla kısa dönemli finansman sağlamak şeklinde değil, üretim yapmak üzere şirket kurmak veya mevcut şirketlerin yönetimini devralmak şeklindeki yatırımlarıdır. DYY hem küreselleşmenin hem de gelecek için umut vadeden bir ekonomi olmanın çok önemli bir göstergesidir. Çünkü bir yabancının başka bir ülkede o ülkenin kurallarına göre faaliyette bulunan bir şirket kurması veya kurulmuş bir şirketi satın alması, sadece o ekonominin karlılığını değil aynı zamanda yabancıların o ülkeye uzun vadede güven duyduklarını da gösterir. Bu yüzden hukuki alanda gerekli düzenlemeleri yapmayan, üretim üzerindeki vergi ve diğer idari yükleri makul oranlarda tutmayan ve siyasal rejimi istikrarlı olmayan ülkelere doğrudan yabancı sermaye pek ilgi göstermez. Yatırım dostu olan ülkeler doğrudan yabancı sermaye yatırımı ile daha güvenli bir kalkınma stratejisi uygulayabilirler. Doğrudan yabancı sermaye girişi olan ülkelere baktığınızda bunu çok açık biçimde görebilirsiniz.
Ticaretin küreselleşmesi.
Üretimin ülkeler arasında dolaşımı ticaret aracılığı ile olur. Bu yüzden küreselleşmenin seyri en iyi uluslararası ticaret hacminin seyrinden anlaşılır. Uluslararası ticaret hacmi 1950 yılından itibaren yaklaşık 30 kat artışla (2005 27 kat)
10 trilyon (2005 8 trilyon) dolara ulaşmıştır. Bu ticaret artışında iki faktörün büyük etkisi olduğu söylenebilir. Birincisi ülkeler arasında ticareti kolaylaştıracak, malların serbest dolaşımını sağlayacak gümrük düzenlemelerinin yapılmış olmasıdır. Ülkeler arasındaki ticarete konu olan malların üzerine konan vergiler veya ülkeye girişlerde belirlenen miktar sınırlamaları hafifletildiğinde, firmalar karlı buldukları pazarlara doğru mal akımını hızlandırmışlardır. Dünya ticaret hacminin artmasına yol açan ikinci önemli faktör ise teknolojik gelişmelerle taşıma ve haberleşme maliyetlerinin düşmesi, mal ve hizmet naklinin kolaylaşması ve ucuzlamasıdır. Dev nakliye gemileri, ürünlerin uzun süre bozulmadan muhafaza edilmesine imkan sağlayan soğutucu depolar, ucuzlayan karayolu, demiryolu, denizyolu ve havayolu taşımacılığı nakliye maliyetlerini büyük ölçüde düşürmüştür. Üretimin küreselleşmesi bölümünde söylendiği üzere üretim merkezlerinin çoğaltılması da nakliye maliyetlerinde önemli tasarruflar sağlamıştır.
Ekonomik küreselleşmede eşitlik.
Ekonomik küreselleşme bütün ülkeleri aynı şekilde etkilememektedir. Tüm dünyada toptan bir refah artışı olmasına rağmen bu artıştan gelişmiş ülkeler daha fazla pay almaktadır. Her ne kadar dev uluslararası şirketler hammadde tedariki, yerinde üretim veya bazı ara malları yereldeki küçük ve orta boy ulusal işletmelerden temin etmek, ürünlerin pazarlanmasında ulusal ve yerel ağları geliştirmek ve kullanmak biçiminde ulusal ekonomik birimlerle yakın işbirlikleri yapıp onların da gelişmesine katkı sağlasa da, sürecin kumanda merkezinde gelişmiş ülkeler yer aldığı için ekonomik küreselleşmenin, son tahlilde, onlara daha çok yaradığı söylenebilir. Bu nedenle uluslararası piyasaların gelişmesinin dünya ölçeğinde zenginliği artırırken hem ülkeler arası hem de ülkelerin kendi içindeki gruplar arasında gelir dağılımında eşitsizliklerin arttığına işaret etmek gerekir. Bu konuya küreselleşmeye yöneltilen eleştiriler başlığında daha ayrıntılı değineceğiz.
Siyaset
Küreselleşmenin siyasal alandaki en önemli etkisi politik alana ilişkin talep ve algıların değişmesine yol açmasıdır. Hem devletlerin resmi olarak imzaladıkları uluslararası anlaşmaların hem de küresel medyanın sağladığı iletişim imkanlarının bir sonucu olarak ülke halkları, özellikle insan hakları ve siyasal özgürlükler konularında, uluslararası normlara uyulması konusundaki taleplerini daha yüksek sesle ve etkili biçimde dile getirmektedirler. Küreselleşme uluslararası düzeyde yeni bir yönetişim biçimi ortaya çıkarmıştır. Bu çerçevede ulus devletlerin egemenlik gücünde zayıflamaya paralel biçimde, Birleşmiş Milletler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Dünya Sağlık Örgütü, Uluslararası Gıda ve Tarım Örgütü, Uluslararası Çalışma Örgütü gibi, devletlerin üye olduğu resmi örgütlerin gücünde ise görece artış ortaya çıkmıştır. Yeryüzü Doktorları, Uluslararası Af Örgütü, Sınır Tanımayan Doktorlar, Kızılay, Kızılhaç, Greenpeace, gibi sivil örgütlerin faaliyetleri ve etkinlikleri de artmaktadır. Sonuç olarak dünya ölçeğinde baskın yönetim biçimi olarak demokrasinin popülaritesi her geçen gün artmaktadır.
Kültür
Küreselleşme, şimdiye kadar hiç olmadığı ölçüde toplumlar arasındaki iletişimi artırmış, kültür unsurlarını uluslararası alana taşımıştır. Cep telefonu kullanımı artmış, televizyon uyduları, internet, kişisel bilgisayarların yaygınlaşması dünyayı küçülterek uzakları yakına getirmiş; yüz yüze görüşme, yerini büyük ölçüde görüntülü ve sesli iletişim araçlarına bırakmıştır. Cep telefonu ile yapılan iletişimlerde, uzun dönemde sosyolojik ve psikolojik etkileri henüz tam bilinmeyen yeni bir iletişim tarzı ortaya çıkmıştır. Her geçen gün
giderek daha çok sayıda insan dünya ile aynı anda güncel bilgilere ulaşabilir hale gelmiş, bu bağlamda uluslararası medyanın gücü ve rolü önemli ölçüde artmıştır. Ekonomik ve siyasal küreselleşme bir yandan da yeni bir uluslararası kültür oluşturmuştur. Uluslararası turizmin hızla artması, bütün toplumlarda giderek daha çok sayıda bireyin medya araçlarının yanı sıra aracısız olarak başka kültürlerden olan insanlarla tanışma imkanı oluşturmuştur. Bu tanıma ve tanışma süreci vatandaşların diğer ülke vatandaşları hakkındaki imajlarını yenilemiş ve öğrenci arkadaşlığı, internet arkadaşlığı, iş veya yolculuk arkadaşlığı gibi doğrudan tanışma biçimlerinde artışları beraberinde getirmiştir. Hatta ayrı milliyetten insanların bir araya geldiği uluslararası evlilikler de bu süreçte artmaya başlamıştır. Sadece gezme, görme eğlenme amaçlı değil, eğitim ve çalışma amaçlı olarak yurt dışı ziyaretlerde de büyük artışlar olmuştur.
KÜRESELLEŞMEYE YÖNELİK YAKLAŞIMLAR
Küreselleşme sonunda kazananları ve kaybedenleri olan engellenemez veya geri çevrilemez bir süreçtir. Küresel değişim konusunda iki uç yaklaşım vardır. Bunlardan birincisi, küreselleşmenin gelişmiş kapitalist ülkelerin çıkarları doğrultusunda dünyayı yeniden şekillendirme arzusunun bir sonucu olarak ortaya çıktığını ve çevre ülkelerini tehdit ettiğini ileri sürmektedir. İkinci yaklaşım da küreselleşmeyi, özgürleştirici ve yeni fırsatlar yaratıcı yönüne vurgu yaparak, tümüyle sınırların ortadan kalkacağı, her yönüyle yeni oyun kurallarının egemen olacağı sınırsız bir dünyaya açılan kapı olarak görmektedir. Belki analitik açıdan bu iki uç yaklaşım, konunun tüm yönlerini ortaya koymak bakımından yararlı olabilir ancak küreselleşmeyi, sadece bu şekilde ya fırsat veya tehdit ikilemi çerçevesinde değerlendirmek çok sağlıklı bir bakış açısı değildir. Küreselleşmenin, fırsat ve tehditleri aynı anda sunduğunu söylemek mümkündür. Küreselleşme dünya üzerindeki her ülkeyi ve her ülkede yaşayan herkesi aynı şekilde etkileyen bir süreç olmadığı için, farklı ülkelerde yaşayan farklı toplum kesimlerinde farklı tepkiler ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda küreselleşmeye karşı tutumları bakımından ilgisizler, reformcular, taraftarlar ve karşı olanlar olmak üzere dört ana insan grubundan bahsedebiliriz.
İlgisizler
Küreselleşme dünya ölçeğinde etkili bir süreç olmakla birlikte dünyada yaşayan herkesi aynı şekilde etkilediği ve ilgilendirdiği söylenemez. Etkilenmek ile ilgilenmek birbiriyle yakından ilişkilidir. Çünkü, bir şeyden etkilenmeyenin onunla ilgilenmesi de pek anlamlı olmaz.
Reformcular
Bazıları küreselleşmenin yararlı bir potansiyeli ifade ettiğini ancak kapitalizmin ehilleştirilmeye, evcilleştirilmeye, vahşi ve yıkıcı kapitalist özelliklerinin törpülenmeye ihtiyacı olduğunu, bu yüzden geniş kitlelere fayda sağlayan yönleri korunarak reforme edilmesi gerektiğini düşünmektedirler.
Taraftarlar
Küreselleşmeyi destekleyenlerin temel tezi, insan, mal, hizmet ve fikirlerin serbest hareketinin her zaman insanlığını yararına olduğudur.
Karşı Olanlar
Küreselleşmenin yarattığı dönüşüm birçok toplum kesiminde tepkiler almaktadır. Bu küresel süreç birçok fırsatlar sunma yanında birçok kişinin de işini, itibarını, kimliğini, gelecek umudunu, kendine güvenini kaybetmesine yol açan bir belirsizlik ortamı da meydana getirmektedir.
Küreselleşmenin Kayıp ve Kazançları
“İçinde bulunduğumuz dünya, ekonomik, siyasal ve kültürel yönlerden nasıl bir yöne doğru evriliyor” sorusunun en kısa cevabı, muhtemelen “hepimiz küreselleşiyoruz” biçimindedir. Küreselleşmeyi dünyanın gidişini ifade eden tarafsız bir tanımlama olarak aldığımızda olumsuz ve olumlu sonuçları birlikte barındırdığını görürüz. Günün sonunda küreselleşmenin getiri ve götürülerini sayabilir miyiz? Daha önce ifade edildiği üzere hiçbir sosyal süreç etkilediği herkesi aynı yönde ve aynı oranda etkilemez. Bazılarını olumlu bazılarını da olumsuz yönde etkiler. Bazılarını bir yönden olumlu diğer yönden olumsuz etkiler. Olumlu ve olumsuz etkilenmenin de kısa, orta ve uzun dönemlerdeki etkilerinin de farklılaşması mümkündür. Bazı etkiler kısa dönede olumlu, uzun dönemde olumsuz olur. Bazıları ise tersi. Örneğin kira fiyatları düşerse, kiracılar için kısa vadede ucuz evde oturma imkanı verdiği için olumlu; ev sahipleri için ise daha az gelir elde edecekleri için olumsuz bir durum ortaya çıkar. Ama düşük kira geliri, başkalarına kiralamak üzere satın alınan ev sayısını azaltır, bu da inşaat sektöründe daralmaya yol açarsa uzun dönemde konut kıtlığı, dolayısıyla da kiralarda hızlı artışa yol açabilir. Küreselleşme süreçleri de her ülkeyi olduğu gibi, aynı ülkede yaşayan her bireyi farklı farklı etkiler. Çok uluslu bir şirketin iç piyasaya girmesi nedeniyle ias eden birisi, küreselleşmeden olumsuz etkilenir. Ama bu kişinin çocuklarını, başka ulus aşırı bir şirketten ya da küreselleşmeyi teşvik eden özel veya kamusal bir kaynaktan burs alarak yurt dışında eğitim alıp, uluslararası şirketlerde çok daha yüksek ücretle çalışma imkanına kavuşursa küreselleşme onları olumlu yönde etkiler. Zor soru şu: Bu aile toplamda küreselleşmeden olumlu mu yoksa olumsuz mu etkilenmiştir? Bu soruya cevap vermenin zorluğu, küreselleşmenin son tahlilde iyi mi kötü mü olduğuna karar vermenin zorluğu ile benzerdir.
Küreselleşmenin Geleceği
Küreselleşme içinde olduğumuz, çok farklı boyutları olan ve halen ne olduğunu anlamaya çalıştığımız bir süreçtir. Bugün itibariyle tamamlanmış ve tarihi yazılacak bir durum değildir. Bu yüzden insanların kafasında “acaba nereye doğru gidiyoruz” diye kaygı ile karışık bir soru bulunur. Bu soruyu sağlıklı biçimde cevaplamak için halen ne olduğunu iyi anlamaya ve bunun gelecekte nasıl
evrileceğine dair ipuçlarını bulmaya çalışabiliriz. İlgisiz, reformcu, taraftar ve karşıtlarıyla küreselleşmeye nasıl bakıldığını bir önceki bölümde gördük. Küreselleşmenin geleceği konusunda da, çok kaba hatları ile, bu yaklaşımların dile getirdiği olumlu ve olumsuz özellikleri içinde barındıran bir süreç yaşanacağı söylenebilir.
KÜRESEL ZENGİNLİK VEYA REFAHIN GELİŞİMİ VE GÖSTERGELERİ
Büyüme, Gelişme ve Refah
Ekonomik gelişme ile sadece kişi başına düşen gelirde değil, sağlık, eğitim, güvenlik ve gelir dağılımı alanlarında da ilerlemelerin olması beklenir. Bu da, daha yüksek bir refah düzeyini ifade eder. Ekonomik büyüme ile başlayan refah artış sürecinin, gelir artışı yoluyla refahın diğer araçlarının da gelişmesini sağlayarak sürekli gelişme gösterdiği gözlenmektedir. Bu yüzden refah artışını, belirli bir gelir artışı hedefinde durmayan, ucu açık ve sonu kesin tahmin edilemeyen, bir birey ve toplum hayatını iyileştirme süreci olarak tanımlayabiliriz.
Kaynaklarını “aşırı” kullanmayan, kimyasal artık veya kirliliği asgari düzeyde tutarak, doğal çevrenin kendini yeniden üretmesini engellemeyen, belirli oranlarda da olsa, kullanılan doğal kaynakların yerine yenilerinin ikame edilmesiyle, gelecek kuşakları söz konusu kaynaklardan tamamen yoksun bırakmayan, böylece, kuşaklar boyu kendi kendisini sürekli yenileyebilecek kalkınmaya sürdürülebilir diyebiliriz.
Milli Gelir Ekonomik Durumu Tam olarak Yansıtır mı?
Ülkelerin zenginliğini gösteren en önemli gösterge yıllık yapılan üretim ve o üretim karşılığı elde edilen gelirdir.
Milli gelir hesapları çok önemli objektif bir gösterge olmakla birlikte toplumun refah düzeyini tam olarak yansıtmayabilir.
Öncelikle, milli gelir hesaplarına kayıtlı veya kayıt dışı olsun sadece piyasalaştırılan ekonomik faaliyetler katılır. Kreş ödemeleri milli gelir hesaplarına girer ama babaanne/anneanne veya dedelerin çocuklarıyla ilgilenmeleri, onların bakım ve yetiştirilmelerindeki rolleri kayıt dışı olduğu için değil, piyasalaştırılamayan işler içinde yer aldığı için kapsam dışında kalır.
İkinci olarak, bazı mal ve hizmetler toplum refahında diğerlerinden daha önemli olmasına karşın milli gelir hesaplarına hepsi parasal değerlerine göre yansır.
Öte yandan kentleşmenin getirdiği ilave külfetler (yüksek kira, yoğun trafik vb.) gürültü, ses ve çevre kirliliği, suç oranı gibi refahı olumsuz etkileyen unsurlar da bu rakamlara yansımaz.
Ayrıca aynı gelir düzeyi aynı süre çalışma ile elde edilmemişse, bir ülke diğerine göre daha az mesai ile üretim yapıyorsa bireylerin boş vakti daha çok demektir. Refahın önemli bir parçası olan ve kişinin istediği gibi kullanabileceği zamanı ifade eden boş vakit de bireysel mutluluğun önemli bir bileşenidir
Zenginlik ve Refahın Kaynakları
Ülke ekonomisinin gelişmesinde birçok faktörün etkili olduğu söylenebilir. Bunlar arasında en önemlileri olarak, sahip olunan sermaye birikimi, vasıı işgücü, verimlilik, coğrafya, iklim, kültür, yeniliklere açıklık, teknoloji üretebilme kapasitesi, çalışma ve tasarruf eğilimi, hukuk
sistemi, tercih edilen kalkınma politikaları ve ülkelerin siyasal sistemleri ve kurumsal yapıları sayılabilir.
Sermaye, Teknoloji ve Coğrafya
Daha çok mal ve hizmet üretebilmenin yolu, üretim alanında daha çok hammadde, daha çok (ya da etkili) üretim aracı, daha çok (ya da verimli) işgücü kullanmayla mümkün olur.
Fiziksel Sermaye Birikimi
Fiziksel sermaye birikimi, hem üretim artışının nedeni, hem de sonucudur. Bir ekonomide yapılan yıllık üretimde ilgili nüfusun günlük ihtiyaçlarını karşılamanın ötesinde bir artış olmazsa, sermaye birikimi sağlanamaz. Bu yüzden sermaye birikimi, üretim artışının sonucunda ortaya çıkar. Öte yandan üretimin artışı da, gerekli sermaye birikimi sağlanınca gerçekleşmektedir. Sermaye birikimi ile üretim artışı arasında bu şekilde döngüsel bir ilişki söz konusudur. Sermaye birikimi tasarrufla, tasarruf gelirle, gelir de ancak sermaye ile artırılabilmektedir. Az geliri olan bir ülke, ancak tüketim ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir gelire sahip olduğu için, daha az tasarruf yapmakta, daha az tasarruf yapınca da daha az sermaye biriktirmekte, daha az sermaye birikimi de daha az üretimle sonuçlanmaktadır. Bu kısır döngünün nasıl aşılacağı tüm gelişmekte olan ülkeler için ciddi bir sorundur.
Teknolojik Gelişme
Teknolojik gelişme, emek ve toplam faktör verimliliğindeki performans ile ölçülmektedir. Bu, üretim artışının, ya emeğin daha vasıflı hale gelmesinden, ya da sermayenin daha etkin kullanımından kaynaklandığı anlamına gelir. Bir üretim alanında bu iki üretim faktörünün katkısı ile açıklanamayan üretim artışının teknolojik gelişme sonucu ortaya çıktığı kabul edilir.
Coğrafi Konum veya Ekonomilerarası Etkileşim
Gerek coğrafi konum gerekse siyasal ve kültürel ortam bakımından bir ekonominin diğer ekonomilerle yakınlığı da ekonomik performansını yakından etkiler. Aslında bir ülke ekonomisinin gelişmesi ile bir kişinin zenginleşmesinin temelde benzeştiğini söyleyebiliriz. Başkalarıyla işbirliği ve bunun sonucu olarak işbölümü yapan kişi, sınırlı kaynaklarını daha etkin kullanma imkanı elde eder. Yetenekli ve avantajlı olduğu alanlarda yoğunlaşarak üretimini artırır, ürettiği ihtiyaç fazlasını da diğer insanların üretimleriyle takas ederek refahını artırır. Eğer tüm ihtiyaçlarını kendisi üretmeye kalkarsa, birinci duruma göre ihtiyaçlarının çok daha azını karşılayabilir. Bu durumun, ülkeler arasındaki ilişkiler için de geçerli olduğunu söylemek mümkündür.
Beşeri Sermaye, Sosyal Sermaye ve Yönetişim
Beşeri Sermaye
Beşeri sermaye, kısaca insanın üretime katkı sağlayan eğitim, beceri, tecrübe ve düzenli çalışabilme gücünü ifade eder. Hangi tür üretim olursa olsun, bireylerin üretimde bulunabilmek için, yaptıkları işin niteliğine göre farklılaşan bilgi, beceri, tecrübe ve çalışma arzusu ile belirli düzeyde kas veya beyin gücüne sahip olmaları gerekir. Bunlardan birisi eksik olursa beşeri sermaye tam olarak üretime dönüşemez.
Sosyal Sermaye
Sosyal sermayeyi, bireylerarasındaki ilişki ağı, formel ya da enformel kural ve güvene bağlı olarak ortak hedeflere yönelebilme veya insanların bir grubun üyesi olmaları nedeniyle çevresindekilere duydukları güven ve dayanışma hissi sonucu oluşan üretim imkânları olarak tanımlayabiliriz.
Yönetişim
İş süreçlerinde yer alan herkesin kabiliyetlerinin ortaya çıkarılması ve olası tüm katkılarının alınmasını sağlamaya dönük, her düzeydeki kişilerin görüşlerine önem ve değer veren, yukarıdan aşağıya doğru katı talimatlarla iş görme yerine şeffaf ve karşılıklı görüş alışverişini öne çıkarmayı amaçlayan yönetme biçimidir.
Küresel Göstergeler ve İndeksler
Kişi Başına Düşen Milli Gelir
Bir ekonominin başarı düzeyi, en genel ve kaba hatlarıyla, kişi başına düşen milli gelir seviyesine göre ortaya konabilir.
Ekonomik Büyüme ve Kalkınma
Ekonomik büyüme, önceki yıla göre ekonominin mal ve hizmet miktarındaki yüzde artışı ifade eder. Brüt büyüme oranından nüfus artış hızı çıkıldığında net büyüme oranı elde edilir. Net büyüme oranı pozitifse, bu, o toplum, refah seviyesini bir önceki yıla göre artırıyor demektir.
İstidam ve İşsizlik
İşsizlik, çalışma çağında ve hevesinde olan bireylerin iş bulamama durumudur. Bir ekonomide işsizlik oranının yüksekliği, ekonominin performansının pek iyi olmadığını gösterir.
Dışa Açıklık ve Ekonomik Özgürlük Düzeyi
Ekonomilerin başarılarında dışa açıklık derecesi büyük önem taşır. Dış ticaretin toplam GSMH içindeki oranı ile ölçülen dışa açıklık derecesi, ekonomilerin serbest piyasa ortamında diğer ekonomilere olan bağımlılığını ve gücünü gösterir. Dışa açıklık derecesi yüksek olan ekonomiler, diğer ekonomilerle sağlıklı ilişki kurabilen ekonomilerdir. Bu, aynı zamanda bir ekonominin uluslararası normlara uygun üretim yapabilme yeteneğini de ortaya koyması bakımından çok önemli bir göstergedir.
Gelir Dağılımı
Bir sosyal sistemin başarısı, ekonomisinin gelir yaratma kapasitesi kadar, yaratılan gelirin nasıl bölüşüldüğüne de bağlıdır. Servetin sınırlı sayıda kişinin elinde toplandığı
ekonomilerde, hem toplumsal barışı korumak zorlaşmakta hem de ekonominin büyüme istikrarı tehlikeye girmektedir.
Gelir dağılımında eşitsizliğin ölçümünde Gini katsayısı yaygın kullanılan göstergelerden biridir. Bu katsayı 0 ile 1 arasında bir sayıdır. 0 tam eşitliğin olduğu durumu, 1 de gelirin tek bir kişinin elinde toplandığı ve geri kalanların hiç gelirinin olmadığı hipotetik durumu ifade eder. Gerçek hayat bu ikisi arasında bir yerlerdedir. Gini katsayısı bire yaklaştıkça gelir dağılımının bozulduğunu anlarız.
Beşeri Kalkınma
Beşeri kalkınma, ortalama yaşam süresi, okuma yazma oranı ve kişi başına düşen milli gelirden oluşan bir karma göstergedir. Kalkınmayı, yaşam kalitesindeki gelişmelerle birlikte ele almak için ülkenin beşeri kalkınma indeksindeki yerine bakmak gerekmektedir.
Fiyat İstikrarı
Bir ülke ekonomisinin başarısında önemli makro göstergelerden biri de fiyat istikrarıdır. Fiyat istikrarı içinde, mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki artış oranı, yani enflasyonun yanı sıra, döviz kuru ve faiz oranları da önemli yer tutar. Enflasyon, ülke parasının mal ve hizmet alımında değerini ne düzeyde koruduğunu, döviz kuru, ülke parasının diğer ülke paraları karşısında nasıl bir değere sahip olduğunu, faiz ise yatırım için sermaye temininin maliyet durumunu gösterir. Kur, faiz ve enflasyon oranları görece düşük ve istikrarlı bir seyir izleyen ekonomilerde üretim, yatırım ve tasarruf kararları daha sağlıklı ve uzun dönemli olarak yapılır. Bu da istikrarlı büyüme demektir.
Küresel Karşılaştırma İndeksleri
Her bir ülkenin gelir düzeyi, gelir dağılımı, eğitim, hukuk, sağlık ve siyasal sisteminin değişik olması, yaşam memnuniyetini etkileyen, iklim, çevre, kültürel koşulların farklı olması tüm ülkelerin bir arada değerlendirilmesini alabildiğine zor aştırmaktadır. Ülkelerin veya ekonomilerin farklı yönlerini öne çıkaran çok sayıda uluslararası göstergenin geliştirilmiş olması bu zorluğu azaltacağı yerde artırmaktadır. Çünkü bu göstergelerin birçoğu birbirine paralellik gösterse de çoğu durumlarda bir göstergeye göre iyi durumda olan bir ülke diğerine göre geride kalmakta başka bir gösterge ye göre de ortalarda seyrettiğinde onun konumunu belirlemek daha da zorlaşmaktadır. Bu yüzden birden çok göstergeyi bir araya getiren ve her bir göstergenin önem ve ağırlığına göre sonuçları farklılaşabilen indeksler üretilmeye başlanmıştır.