Bölüm 4
YARAN ODALARI
Benim ailemde biz, beş oğlan, bir kız kardeştik. En büyük ağabeyim benden 21 yaş büyüktü. Hepimiz ana-baba bir kardeştik.
Büyük ağabeyimle onun küçüğünün, evimizin arka bahçesinde bir yaran odaları vardı; orada akşamları toplanırlardı. Bu tür genç odalarında 20–35 yaş arasındaki gençler toplanırlardı. 35–40 yaşın üstündekiler ihtiyarlar odasında, babam ve onun yaşındaki büyükler de Kadı Odası diye anılan konuk odamızda toplanırlardı. Bizim köy oldukça büyük olduğundan, köyde üç yaran odası, üç de, ihtiyarlar odası vardı. Bu üç ihtiyarlar odasının en saygını, bizim oda “kadıların oda” idi. Çünkü burada medrese tahsili yapmış oldukça iyi okumuş kişiler vardı. Örneğin babam, amcam, hafızdılar, amcam muhtar ve hatib, babam hafız babamın amcası oğlu müderris idi. Köyümüzdeki medresenin başı idi. Bu ihtiyarlar odalarının bir işi de mahkeme gibi çalışmaktı. Miras, kavga ve nizaların halli bu odaya gelir orada halledilirdi. 1950’li yıllara dek köyden mahkemeye giden pek olmuyordu. Daha önemsiz anlaşmazlıklar öteki ihtiyarlar odasında çözümlenir, karışık ve zor olanlar bizim odaya gelirlerdi. Ben küçük olduğumdan, okul zamanları dışında odaya gider büyüklere su filan verirdim. Yaran odaları denen gençlerin odaları, her odanın yaranları tarafından yapılırdı. Bu yaran odaları, 100–120 m2’lik büyük salon halindeydiler. Salonun büyük bir ocağı, ocağın karşısındaki alt kısımda, yerden bir buçuk metre kadar yükseklikte tahta bir sofası bir iki penceresi, bir iki su testisi konacak oymaları bulunurdu.
Sonbaharda, harmanlar kaldırılıp ekinler ekildikten sonra bu odalar açılır, gençler akşamlan gitmeye başlarlardı. Mayıs başlarında Hıdrellez’den sonra, yaz ekinleri başladığında odalar da kapanır herkes tarım işleriyle meşgul olurdu.
ODANIN İŞLEYİŞİ
Her odada 20–30 genç bulunur. Odaya her akşam, yemekten sonra gelinir. Ocakta yakılacak odun, gaz lambalan, daha sonraları lüks lambalan, keşikle, her gün bir yaran efradı (odaya devam edenlere böyle denirdi) tarafından sağlanır. Odanın temizliğinden de, kendisine keşik (nöbet) gelen kişi sorumludur. Bu nedenle keşikçi, gündüz odaya gelip temizliği yapar, lambalara gaz doldurur, gece yakılacak odunu getirir. Keşikçi, bir gün önceki akşam oda dağılırken, önceki keşikçiden odanın anahtarını alırdı.
Bu odalarda oturma, konuşma, terbiye ve nezaketin korunması, ahi zaviyelerinde olduğu gibi yaran başı ve onun yardımcısı “oda başılar”ca sağlanırdı.
Yaranın her birine “efrad” denir. Efrad ferdin çoğuludur ama böyle söylenegelmiştir. Her yıl oda açıldığında yaranların hepsinin oylarıyla seçilen “Yaran başı” ve “Odabaşılar, efrad arasında ortaya çıkacak dargınlıkları, kırgınlıkları, hak, hukuk sorunlarını çözüme bağlardı. Anlaşmazlık konusu daha ağır ve çözümü zorsa ihtiyarlar odasına gidilir orada çözüme bağlanırdı. İhtiyarlar odasının verdiği karara itiraz edilmez, kesindir. Zaten bunlar hakça çözümlenirdi. Yukarıda da dediğim gibi benim tanık olduğum uzun yıllarda köyden mahkemeye pek gidilmezdi.
Yaranların başlıca görevleri şunlardı: Düğünlerde düğün sahiplerinden iki tarafa yardım etmek. Düğün sahibi yaranlardan birinin yakını ise bu iş parasız yapılırdı, sadece yaranlara bir iki kez ziyafet verilirdi. Oda Efradı ile ilgisi olmayan birinin düğünü, bir iki koç verme karşılığında yapılırdı. Düğün işi oldukça zahmetli idi. Başka köylerden gelen konukları evlere yerleştirmek, düğün sahibinin akrabalarının bu konuklara hazırladığı 20 kap kadar yemeğin taşınmasını yaranlar yapardı. Düğünde kazanlarla pişen yemekler için dağdan yirmi otuz yük odun getirmek de yaranların görevi idi.
Köydeki yoksul ve kimsesiz kişilerin, dul ya da kendileriyle ilgilenecek kimseleri olmayan, kocası askerde bulunan kadınlara yardım da bu yaran odalarının görevleri idi. Böylelerinin çifti, hayvanı yoksa ekinlerini ekiverme, harmanlarını kaldırıverme, evi yanmışsa ev yapma gibi işleri yine bu odaların görevi idi.
Köyün genel işlerine yardım etmek de bu yaran odalarının görevi idi, bunlar, dere, göl taşması, orman, ekin ya da harman yanması gibi şeylerdi. Böyle bir durum ortaya çıktığında oda gençleri hemen topluca olay yerine koşar, tehlikeyi önlerlerdi.
Köyün yaran efradı, harman sonunda, aralarında para toplayıp hep birlikte Eğirdir Gölü kıyısına gidip bir hafta orada eğlenir, balık ve kuş avlar, yüzme ve güreş gibi sporlar yaparlardı. Bu tür eğlenceler, Hıdrellez gününde de (6 Mayıs) yalnız o güne özgü olarak yapılırdı. Bu topluluklar, kışın da odalarında çalgılı, türkülü eğlenceler yaparlardı.
Ahlakî ve insanî bilgileri ve eğitimi ahi zaviyelerinde alan ahinin kesin olarak bir meslek ya da sanatı olurdu yani, ahiliğe ancak, esnaf, sanatkâr ya da meslek sahipleri katılabilirlerdi; zaten ahiliğin, tekke ve türbelerde çöreklenip
halka el açarak kutsal duygular sömürücülüğü yapan, cahil halkın sırtından geçinen asalak tarikat topluluklarından farkı buradadır.
Ahilik, Anadolu Türküne, alın teri ile geçinme, başı dik, kendine güvençli ve minnetsiz yaşama yeteneği kazandırmış, bu ruhu onlara aşılamıştır.
Atölyede, tezgâhta sanat eğitimi, ahi zaviyelerinde kültür ve genel bilgi alarak çifte bir eğitim gören Türk Esnafı ve Sanatkârı, hem aralarında güçlü bir dayanışma ve yardımlaşma kurmuş, hem de yerli Bizans sanatkârlarıyla yarışabilecek bir sanat ve meslek yeteneğine kavuşmuş oluyorlardı.
Onların, her grup sanatkâr ve meslek sahibi için ayrı olmak üzere, bedesten, arasta ya da uzun çarşı denen, kalın duvarlarla çevrili görkemli yapılar içindeki yan yana dizilmiş dükkânlarda sanat ya da mesleklerini becerili ve yetenekli olarak gururla sürdürüyorlardı.
Ahiler, aralarında kurdukları güçlü ve etkili bir otokontrol ile de standart, sağlam ve ucuz mal satarak, her dinden ve milletten kişilere, güvenli ortamda ürünlerini satarak işlerini yürütüyorlardı.
Aile terbiyesi, meslek terbiyesi, din duygusu, Allah korkusu onları işlerinde üstün kılıyordu. Her sanatın ve meslekin bir piri vardı. Onun adını;
Her seher besmeleyle açılır dükkânımız Hazreti ….. Pirimiz üstadımız
yazılı bir levha ile dükkanın başköşesine asarlardı. Bunlardan bir iki örnek: Saatçi dükkânında
Saatin çaldığı evkat değildir her gâh Müddet-i ömrü geçüb gittiğinde eyler ah. İnsana sadakat yaraşır görse de ikrah Yardımcısıdır doğruların hazret-i Allah
Bir berber dükkânında:
Her seherde besmeleyle açılır dükkânımız, Hazreti Selman pak’tır pirimiz üstadımız.
Ayrıca dükkânlarda meslek, ahlak ve öğüt içeren levhalar da vardı.
Bunlardan bir örnek:
Dükkân kapusu Hak kapusu, Hak’kına yalvar, Çeşmim gibidir çeşmeleri akmasa da damlar.
Ahilerin ahlak dışı saydığı, ahiyi ahilikten çıkaran şeyler şunlardı:
1- İçki İçmek,
2- Zina İşleymek,
3- Münafıklık, dedikodu ve iftira etmek,
4-Gururlanmak, kibirlenmek,
5- Merhametsizlik,
6- Kıskanmak,
7- Kin Beslemek
8- Sözünde durmamak,
9- Yalan söylemek,
10- Emanete hıyanet etmek,
11- Kişinin ayıbını örtmemek, bu ayıbı yüzüne vurmak,
12- Cimrilik, eli sıkılık,
13- Adam öldürmek…
Bunlar bugünkü toplumumuzda da kişiyi değersiz kılan, kötü görülen şeylerdir.
Üyeleri sadece ehl-i fütüvvet diye adlandırılan Iran ve Arap bölgelerinde ahiler gibi bir sınıfa, örgüte raslamıyoruz. Oralarda yaran odalarına benzeyen şeyler de yoktur. Kentlerde ve köylerde, ahilerde, konuk ve yaran odalarında görülen, Türklere özgü, yardımseverlik, konukseverlik, büyüklere saygı, küçüklere, düşkünlere şefkat, en yüksek ölçüde tarih alanına çıkışlarından bugüne dek yalnız ve sadece Türklerde görülen şeylerdir. Bu konuda, çok uzun tarihimizin ta eski dönemlerinde bugüne dek geçen süresinden, bugüne dek izleri ve anıları sürmüş birkaç örnek vermek istiyorum:
1- Atilla Hunları diye anılan Hun devletinin egemen olduğu zamanlarda (Î.Ö. 220-Î.S. 216) Çin halkı, binlerce kişilik topluluklarla, kendi hükümdarlarının zulmünden kaçıp kuzeydeki bu Hun Türklerine sığınmışlardır.
7000Km’lik ünlü Çin Seddi’nin yapılmasının başlıca nedenlerinden biri bu idi. Çinliler, kendi halklarının Türklere kaçıp onlara sığınmalarını önlemek için bu şeddi yaptılar.
2- 1492 yılında İspanyolların soykırımından kaçan Yahudileri, Fatih Sultan Mehmed’in oğlu ikinci Beyazid döneminde Anadolu’ya kabul edip onların canlarını kurtardık. Yahudiler bu yıl, o olayın anısını kutluyorlar.
3- ikinci Cihan Savaşı sırasında Hitler Almanya’sının zulmettiği pek-çok bilgini, Ulu Önderimiz Atatürk Türkiye’ye getirterek hem onların canlarını kurtardı, hem de onlardan Türk Üniversiteleri ve aydınları çok yararlandı. Onlardan bazılarının minnet ve şükranlarını kulaklarımla Amerika’da dinledim.
4- Daha geçen yıllarda, Körfez Savaşı sırasında Irak’tan kendi hükümetlerinin zulmüne uğrayıp bize sığınan, o soğuk kış günlerinde sel gibi gelen yarım milyon Iraklı Kürt ve Arap, Türk halkını bağrımıza bastık, aylarca yedirdik, içirdik, giydirdik, çadır, yatak battaniye verdik. Bunların perişan hallerini televizyonlarda ibretle ve hayretle seyrettik.
Oysaki Birinci Cihan Savaşı’nda, Türk gençlerinin eli silah tutanların batıdaki Avrupalı saldırgan devletlere karşı yurdu savunmaya gittikleri sırada, Doğu Anadolu’da Ermeniler, kadın, çocuk, yaşlı demeden binlerce masum Türkü camilere doldurup yaktılar, köylüleri diri diri toprağa gömüp öldürdüler, üstüne üstlük, dünyaya Türkler Ermenilere soy kırımı yaptılar diye arsız hırsız misali olayı çarpıtarak son yıllarda yaygara kopardılar.
Balkan savaşlarında, Anadolu’nun işgalinde, İngilizlerin yardımıyla girdikleri Anadolu Türk köylerinde, kasabalarında, köylerinde Yunanlılar da aynı vahşeti yaptılar. Balkan Savaşlarında Bulgarlar da aynı şeyi yaptılar. Tarihimizin hiç bir döneminde biz Türkler, kadına çocuğa, yaşlıya dokunmamışızdır.
Devam edecek …